• gta san andreas'daki spor otomobillerden birinin ismi.

    san fierro'daki oto galerisi soyma görevinde bu otomobili çalıyorduk ve gerçekten oyundaki en iyi arabalardan biriydi. çok emin değilim ama oyun içindeki modellemesi subaru impreza'dan esinlenilmiş olabilir.

    sultan
  • 2016 yapımı, gerçek öyküler dayanan salman khan filmi. diğer bollywood benzerleri gibi yine iki bölümden oluşan bir film. ama ikinci kısımda kalite bayağı düşüyor, ilk yarı ki yaklaşık bir buçuk saat sürüyor hiç sıkmaz ve keyifle izlenirken ikinci kısım seksenlerin kickboxer filmlerine bağlıyor. şahsi önerim intermision yazısı gelene kadar izleyip devam etmeyin, zaten ilk kısım bitince filmin başı ile bağlanmış oluyor ve tam bir film finali yapıyor. buna göre ilk kısıma 7-8 puan ikinci kısıma da 3-4 puan verebilirim. yalnız hakkını da yemeyeyim ikinci kısımda ki kareografiler oldukça güzel.

    düzeltme : imdb bilgisi
  • ayna'nın yeni single parçasıdır efendim.var var içinde eksiyi anımsatan tınılar.
  • ayna grubunun yeni çıkardığı şarkı. aslında şarkı baya eskiymiş. gitarcı söylemiş çok seneler önce. vakti zamanında erhan güleryüz söz ve müzik yazıp gitarcı ya vermiş aynı köyümün yağmurları, böyle mi olacaktı, mevsimler vs gibi.

    şarkı çok hoşuma gitti. ilk ayna albümlerindeki gibi, hafif rock tarzı bi slow şarkı olmuş. başarılı bence.
  • an itibariyle show tv'de yayinlanmakta olan saheser.

    "al, bunu da bebelele velilsin" :)
  • şimdi izliyorum. kaç kere izledim, gerçekten sayısını unuttum. bir film insanı her izlediğinde mutlu eder mi ? ediyor işte.

    çocuklugum ankara'da böyle bir mahallede geçti. hani türkan şoray'ın komşusuyla kavga ettiği sahnede onları izlemeye koşan, izledikçe eğlenen çocuklar varya onlardan birisi bizim mahallede bendim :)) . bu arada o kavgayı izlemenin tadı hiçbir şeyde yoktur. evler aynı o zamanların evleri. evlerdeki sedirler (biz somya derdik) onların pileli etekleri, evdeki renklerin hem canlılığı hem uyumsuzluğu, bahçesi olan bahçesinin bir köşesine soğan, maydanoz ekilen, tavukları olan evler. köpeğimiz bile vardı adı co :) evlerin vitrinlerindeki, üstünde örgü elbisesi olan bebekler bile aynı, kadınların üstündeki pazen elbiseler, rastgele elde kalan iplerden örülen yelekler, bakkallar, evdeki sobalar, o sobaların kenarında leğende yapılan banyolar, sobaların üstündeki güğümler hepsi aynı.

    kışları, o güğümlerin üstünde bir de soba borusuna bağlı çamaşır teli olurdu, oradaki ıslak çamaşırlardan sobanın üstüne damlayan suların sesi varya huzurun sesidir. sobalaların üstüne kışın ekmek dilimleri koyardık, kızarınca onun üstüne bir de margarin sürerdik (tereyağı pahalı bir şey tabii :) ). en lüks restoranlarda, üstüne en güzel tereyağının sürüldüğü en kaliteli ekmeklerde yoktur o tat. öylesine güzeldir. ben küçükken bir de çalıkuşu vardı, salonda yer yatakları yapılırdı herkes bu filmdeki gibi pazen geceliklerinin üstüne, uyumsuz renklerden olan örgü yeleklerini giyer feride ile kamuran'ı izlerdi. bir film nasıl bu kadar gerçek, nasıl bu kadar samimi olur. şu satırları yazarken bile nasıl mutlu oldum. sultan'a emeği geçen herkese teşekkürler gerçekten.

    bu tip filmleri izleyince şimdi türk filmleri, dizileri neden sabun köpüğü gibi oluyor, izleniyor ama akılda kalmıyor, iz bırakmıyor çok net anlıyorsunuz. çünkü samimiyet yok. böyle bir gecekondunun içinde yaşayan genç kızın yüzündeki ifade botokstan bozulmuş olmaz çünkü, böyle bir evde yaşayan anne hiçbir zaman manken gibi incecik fiziğe sahip olmaz, çocuklar hep uyumlu renkler giyinmez, saçma sapan entrikalar olmaz bu evlerde. işte bu filmdeki gibi sabah dolmuşa bindiğinde, temizliğe gittiği evin ne kadar kirli olduğunu düşünen emekçi kadınlar vardır. o zamanda öyleydi, şimdide öyle. filmleri yazanlar bu mahallelerden, gerçeklikten koptuğu için filmlerimiz, dizilerimiz sabun köpüğü gibi şimdi.
  • filmin birçok yerinde, (kemal'in çocuklara meyve getirme bahanesiyle, gecenin bir yarısı kapısına dayandığında, yüzünün binbir çelişkiye sahne olduğu kare de dahil olmak üzere) sultan'ın başına beyaz pullu bir yaşmak bağladığını görürüz.

    sultan da o yaşmak kadar temiz, saf, masum ve görünürdür fakat yeri geldiğinde dünyaya kafa tutabilecek güçte, mert, deli, aşık, tutkuludur aynı zamanda.
    kırk sene önceden, bugün yitirilmeye yüz tutmuş bazı değerleri gözüne gözüne sokar insanın.
    ille de birine yaslanma ihtiyacı değildir ondaki. yan yana-omuz omuza savaşıp, birlikte ayakta durup-yenileceği biridir istediği. filmin sonunda da bu isteği gerçekleşmiş gibi gözükür. mücadelesinde bir başına değildir artık.

    filmi her izleyişimde kendimi aynı anda ağlayıp-gülerken buluyorum. sanırım izleyici üzerinde yarattığı bu ani gel-gitler dahi ne kadar güçlü bir yapıt olduğunun en büyük ispatı. oyuncu kadrosu, replikleri zaten efsane niteliğinde.

    bir de, müzikal hafızası çocuk yaşta orhan gencebay şarkılarıyla işlenmiş biri için
    anlık belirip kaybolan sürpriz tınılarla dolu. bunlardan biri de, 'gitti de gitti' adlı şarkının birkaç saniyelik introsudur; altın vuruştur.
  • sulta sahibi kişidir.
  • nasıl anlatılır böyle çok tatlı, böyle insanın içine mutluluk katan hint filmi.

    bugün trt’de tv’de ilk kez gösterime girmiş. babam, annem ve ben izledik. hayatlarında hiç hint filmi izlememiş anne ve babam sürekli şarkı söyleyen dans eden karakteri önce anlam veremediler sonrasında çok sevdiler. ailecek güzel 3 saat geçirdik. yeri geldi dans ettik yeri geldi duygulandık.

    temelinde insanın bütün mücadelesinin kendisine karşı olduğu mesajını vermesini çok sevdim. boş zamanlarda aile ile birlikte izlenilebilecek filmdir.
  • absürt dram yüklü bir hint filmidir.

    --- spoiler ---

    başta çiftçi olarak gördüğümüz sultan daha sonra karısı olacak kadın tarafından aşkı karşılıksız bırakılır. kadının gerekçesi ise sultanın ona yakışmadığı ve bir çiftçi olarak nasıl buna cürret edebildiğidir. klasik sınıf ayrımcılığı diyebiliriz. bunu gururuna yediremeyen sultan güreşçi olmaya karar verir ve bunda başarılı da olur. başarısından sonra sevdiği kadınla tekrar yüzleşir, kadın bu sefer sultanın teklifini kabul ederek mutlu bir evliliğe ilk adım atarlar. ancak bir parantez açmak gerek burada kadının reddettiği de kabul ettiği de aynı adamdı. yani adam karakter olarak bir gelişme göstermemişti zaten başta da karakter olarak teklifi reddedilmemişti. kadın bir ruha bağlanmadı madde gibi düşündü sevdiği adamı ve adamın başarıları ile mutlu olmaya başladı. filmin ortalarına geldiğimizde ise bir bebek artık kadının düşüncelerini değiştirmeye başlamıştı. kocasının evde olmasını yanında olmasını ister hale gelmişti. çünkü güreş başarılarından daha önemli bir kutsallık vardı karnında, ancak adam için işler hiç de öyle değildi ve başarısından dolayı bir güç zehirlenmesi içindeydi. ailesini mutlu etmeyi bu maddi başarıya bağlamıştı. ve bir dünya şampiyonluğu kazandıktan sonra döndüğü köyünde bebeğinin kan yetmezliğinden öldüğünü ve eğer o gün köyde olsaydı bebekle aynı kan grubundan olduğu için bebeğe kan verip yaşatabileceğini öğrendi. daha sonra ise işte klasik sona doğru gidiş. adamla kadın ayrılır adam perperişan olur güreşi bırakır köye kan bankası kurmaya çalışır yıllar sonra zengin biri gelip bir daha ringe çık senin kan bankanı kuracam ve kahramanımız ringe çıkar kazanır ve bilmiyorum bundan sonrasını izlemedim. çok da önemli değil karakter tahlili açısından.

    burda aslında suçlu olan kim sizce? kadın mı adam mı? yoksa beynimizde toplumun bize dikta ettiği öğretiler mi? kocası başarılı bir güreşçi olsun istedi kadın ve oldu ama bebeğini kaybetti. karısı hayran kalsın sevsin diye başarılı bir güreşçi olmak istedi adam ve oldu ama bebeğini kaybetti. yani aslında belki de mutlu bir aileye ulaşmak için maddi şeylerden ziyade manevi şeylere değer vermek gerekmez mi? belki bebek gene ölecekti ama adamla kadın bir aile olmayı bilecek ve birbirlerine duydukları o içten sevgiyle zorluğu beraber göğüsleyecekler, ızdırapları daha az olacaktı.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap