• tarihsicilik ile karıştırılmaması gereken terim. tarihselcilik ve tarihsicilik birbirine karşıt görüşlerdir.

    tarihselcilik = historism
    tarihsicilik = historicism

    ör: tarihsiciler tarihe bir takım uydurma genellikler koymuş ve bu genelliklerden ilkeler üreterek tarihin tümünü bilmenin olanaklı hale geleceğini öne sürmüşler, tarihselciler ise bunlara nereleriyle güleceklerini şaşırmışlardır.
  • 19. yüzyılın ortalarında, özellikle almanya da tarih bilimlerinin bağımsız gelişme sürecinde ortaya çıkan düşünce akımı. olayların açıklanmasında tarihe öncelik veren eğilim; tarihsel düşünme eğilimi. bu bağlamda:

    1- bütün olayları, başarıları ve değerleri, içinde doğdukları tarihsel durumlardan ve tarihsel koşullardan kalkarak anlamaya çalışan, giderek bu olayların nesnel içeriklerinin ve bugünkü anlamlarının açıklanmasını da ancak bu geçmişe bakış içinde elde edeceğine inanan düşünce biçimi.
    2- insan varoluşunun özünü onun tarihselliğinde gören, tarihselliği insan yaşamının canlı temeli diye anlayan, böylece de dünyayı tarih olarak kavrayan felsefi düşünme doğrultusu. özellikle dilthey, york v. wartenburg ve varoluşçu felsefede karşımıza çıkar; tarihsel okul'da doruğuna erişir.
    3- tarihi yalnızca kendisi için inceleme; tarih eğitimine aşırı önem vererek gelişigüzel geçmiş değerleri yeniden canlandırma uğruna bugünü feda etme. tarih kültürü ve bilginliğinin, yaşama ve eylemeyi felce uğratacak biçimde aşırılığı.
    4- tarihin ilkece olduğundan değerli görülmesi; tarih gerçeklerinin değişmez yetkeler olarak saltıklaştırılması.

    http://www.felsefeekibi.com/…ite/default.asp?pg=221
  • tarihsel-toplumsal gercegin, dogal gercegin dogasindan farkli oldugunu iddia eden, bu sebeple tarihsel-toplumsal gercegin bilinmesinde doga olaylarini anlarken kullanilan yontemin kullanilamayacagini savunan felsefi akim. insan veya toplum eylemlerinin, dogada oldugu gibi, surekli bir kurala gore islemedigini bu yuzden ondan farkli oldugunu iddia eder. akimin kayda deger ilk ismi vico'dur. dilthey ve 20. yy gadamer onemli temsilcileridir. yontem olarak hermeneutik (yorumbilgisi) onerir
  • olayları salt kronolojik sırayla ve/veya pat diye, birdenbire olan yegane olaylar olarak ele almaz.

    annales okulundan ve braudel'den alınan birikim: "olaylar toz zerreleridir".

    anlayabilmenin en iyi yolu konuyu bir bağlama yerleştirmektir diyor tarihselcilik bize.

    en iyi örneklerini bulmak için:

    (bkz: tarihsel sosyoloji)

    (bkz: immanuel wallerstein)
  • kuran'ı parçalı bir şekilde okumaya açarsan, isteyen istediği ayeti tarihsel olarak yorumlayıp aradan sıyrılır. esasen kuran'ın da tarihsel olma gibi bir iddiası ve mesajı yok. aksine o kadar zamanüstülük içeren bir söylemi var ki, 1400 senedir bu konuda hiçbir islam alimi ses bile çıkarmamış. ta ki batı kültürünün ezici atağına kitle iletişim araçlarındaki gelişimler eşlik ederek islam dünyasının sefil halini kontrast oluşturacak bir şekilde görünür kılana kadar.

    islam'da tarihselciliğin kökenlerini son 1-2 yüzyılın gerisine taşımaya çalışmak pek zorlama olur. esbab-ı nüzul (ayetlerin inme sebeplerini inceleyen bir alan) meselesini tarihselci bir okumaya tabi kılmak da zorlama olur. inen ayetlerin sebebini biliyor olmak, o ayetin hükmünü tarihsel yapmıyor geleneksel islam anlayışına göre.

    hiç sevmediğim cübbeli gibi adamlar bile tarihselcilerden çok yönlü bir şekilde daha tutarlılar. bana kalırsa tarihselcilik islam medeniyetinin geldiği sefalet noktasını gösteren apaçık bir göstergedir. batı paradigmasının önünde sahici bir boyun eğiştir. bununla birlikte her ne kadar cübbeli tayfası teknik olarak daha haklı olsa da, ahlaken de tarihselcileri daha pozitif bir noktada görüyorum. en azından sırtlarındaki yükün farkındalar ve saçma da olsa çözüm üretmeye çalışıyorlar.
  • tarihselcilik, dayandığı naturalist yaklaşımlar gereği, zamana ve mekâna bağlıdır. değerler ve olgular arasındaki ayrıma dayanan bu düşünce yapısının, özellikle insan aklının birbiri ile çatışan değerler arasında seçim yapma yeteneksizliği düşünüldüğünde, bu yönüyle, rasyonel olarak kavranabilir bir yapı olmadığını düşünüyorum.

    ayrıca batı felsefesinin monizm ve düalizm kutupları arasında kaybettiği zaman, onu, birden fazla destek noktası ya da doğrusu olan dünyayı uzunca bir süre reddetmeye yöneltti. bilimsel bilginin ve ölçümün, ancak yanlışlama ilkesiyle birlikte dinamik bir yapıya kavuştuğunu biliyoruz örneğin (bugün bile bu düşünce yapısını akademide oturtmakta zorlanıyoruz, çünkü tıpkı yanlışlama ilkesi gibi, öz eleştiri de oldukça zor bir zanaat).

    insani eyleme rehberlik eden amaçlar, idealler ve değerler düşünüldüğünde bilimin mütevazı olmaya duyduğu doğal ihtiyaç, tarihselciliğin kendi hâlindeki memnuniyetini sekteye uğratıyor. kendi hâlimizdeki memnuniyetimiz, çoğu konuda insanları ikna etmekte pek de işe yaramıyor. ancak, sıradışı ve törensel bir memnuniyet, birçok insanı afyonlayabildiği gibi, söylenenleri de bir doktrin kisvesine büründürüyor.

    burada üzerinde konuştuğumuz şey, düpedüz tarihtir. dünya tarihinde geriye dönüp baktığımızda, bir rorschach mürekkep testi deseni algılamaya gayret edersek kendimizde besleyip büyüttüğümüz bazı imgelere varmamız gayet kolay olacaktır. ancak burada takınmamız gereken tavır, yanlışlama tavrı olmalı diye düşünüyorum. bugün tarihselcilik her ne kadar revize bir hâlde karşımıza çıksa da, bu hususta, özellikle köklü ikna olmuşluklarımıza saldırmamız gerekiyor. "tüm insanlık hafızasını yitirse tarih nereye saklanmış olurdu acaba?" gibi ekstra bir soru soralım şu hâlde ve bu soruyu, alçak gönüllü pek çok zihin için, cevapsız bırakalım.

    leo strauss'un da dile getirdiği gibi, "insan, bütün düşüncenin tarihsel karakterini görecek şekilde tarihi aşamaz." dolayısıyla tarihselcilik, tarihsel kanıttan başka bir temele de sahip olmak zorundadır. kim bilir, belki de bilimsel ve objektif olmak adına, kendisi üzerinde pek az kontrolü bulunan ya da bulunmayan güçlerin ürünü olarak ben ideasına bağlı olması dolayısıyla olduğu kadar, mevcut insanlık durumu karşısında düştüğü umutsuz ruh hâli sebebiyle de bir tür nihilizme varıyordur. tarih, bütün gözenekleriyle belirlenip tanımlanmadığı sürece, fark edilen herhangi bir desen, kendisini ne kadar tekrar ederse etsin, bir sanrı düzeyinde kalabilir. yeterli bir dünya yorumu, bu düşünce yapısı için şart olmakla birlikte, şahsi sezgilerimce, bu noktadan oldukça uzağız.
  • ali şeriatı'ye göre:

    insan; insanlığın tüm bireyleri, herkes ve her «ben» tarihin meydana getirdiği bir dokudur. nasıl? her birey tarihinin gerektirdiği biçimde oluşmuştur. benim şu özelliklerim var ise geçmişimde başlangıçtan bugüne kadar süregelen tarih dolayısı iledir. iran tarihi, islam tarihi ve şiilik tarihi birbiri ile örülüp dokunmuş, benim geçmişimin tarihini meydana getirmiş, bu yüzyıla kadar gelmiş ve bu tarih'in sonunda dünya'ya gelen ve büyüyüp yetişen «ben», tümünü tarihimin bana verdiği özelliklere sahip olmuşum. iran - islam tarihinin sonucunda duracak yerde büyük fransız ihtilali, rönesans, ortaçağ veya bugünkü batı dünyasında yer alsa idim, başka bir dilim, başka düşünce ve duygularım, başka ahlak ve gidişim olacak idi. şu halde bu «ben» ile o «ben» iki ayrı tarihe sahip oldukları için iki ayrı insan olmuşlardır. şu halde yine benim özelliklerim tarihin temel belirlerini olduğu görüşü yolu ile benim elimden çıkmış ve tarihin iradesine teslim edilmiş oluyor. şu halde nasıl seçebilirim? kendi istediğim gibi mi? hayır, tarihin benim için seçtiği gibi! şimdi ben farsça konuşuyorum ve siz de farsçayı bizim konuşma ve anlaşma dilimiz olarak dinliyor ve anlıyorsunuz. ne siz farsça'yı seçtiniz. ne ben seçtim. tarihimiz bu dili bize verdi, getirdi, gözümüzü açtığımızda bu dili tarihi bir zorunluk olarak kabul ettik ve bu dil ile konuşuyoruz, bunu reddedemezdik. islamı benimsedik ise de biz seçmedik, tarih seçti, bizim bu seçimde katkımız, katılmamız yoktu. bir çevrede doğuyoruz, yetişiyoruz, erginleşiyoruz ki, tarih tarafından seçilip şartları düzenlenmiş oluyor. cildimizin rengini biz seçmiyoruz; doğa veriyor. bunun gibi ruhumuzun rengini de tarih veriyor, yoksa biz seçmiş değiliz.

    insanın dört zindanı
  • bir alman ideolojisi olarak başlamıştır. sonradan ise evrensellik iddiasındaki son ikiyüzyıldaki batı medeniyetine bir karşı duruşu meydana getirmiştir. lakin ülkemizde ne hikmetse evrensel olarak dayatılan batıyı merkeze alarak kendi kültürünü ve hatta dinini tarihselleştirmeye dönüşmüştür.

    "dikkat edilecek olursa, tarihselciliği ortaya çıkaran esas saik, fransız devrimi ile bütün dünyada tek tip bir hayat tarzını, kabaca paris'in temsil ettiği civilisation'u (medeniyet), hâkim kılmak için bütün avrupa'yı, bu arada prusya'yı da, işgal eden fransız yayılmacılığına, -veya evrenselciliğine- karşı almanların kendi hayat tarzlarını, müesseselerini, daha başka ve otantik ifadesi ile kendi kültür'lerini muhafaza etme gayretidir.

    ...

    napolyon'u prusya'ya medeniyet getirmesi için bile davet ettiler. ancak bu tavır falza uzun sürmedi; bunların hemen hepsi, fransız istilasından hemen sonra bu tavırlarından vaz geçerek, kendi kültür'lerini savunmaya başladılar. bunun neticesi, yukarıda kabaca tasvir etmeye çalıştığımız tarihselcilik oldu. "

    "bu iktibaslarda(ağaoğlu ahmed, mehmed arif bey) dile gelen tavırları biraz daha yakından tahlil edersek, bizde tarihselcilik ve evrenselcilik adına yapılan tartışmaların tarihine de bir atf-ı nazar ederek, bugün yapılan bazı tartışmaların benzerlerinin çok ta uzun olmayan bir dönemde, yaklaşık yüz yıl kadar önce yaşandığını hatırlatmakta fayda görüyorum.

    ...

    burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, batı'nın evrenseli temsil ettiğini veya evrensel olduğunu iddia edenlerin, bize ait olan şeyler söz konusu olduğunda, tamamen tarihselci olmalarıdır. bundan dolayı bizdeki tarihselcilik, farkında olunsun veya olunmasın, batıcı veya batılılar adına doğrudan veya dolaylı olarak batı savunuculuğu, yukarıda kullandığımız bir tabiri hatırlayacak olursak, genelleştirilmiş o'culuktan ibaret hale gelmektedir. bu tavrın bir yüzü bize ait olanın artık geçersiz olduğu iddiası iken, diğer yüzü ise, mevcudun olması gerektiği gibi olduğu iddiası ile, modernizm olarak ortaya çıkmaktadır."

    konuyu hegel'den başlayarak özetleyen şu makale'den alınmıştır. ayrıca tarihselci kuran anlayışı savunucuları makalenin son kısmını iyi okusunlar.

    devamı (bkz: #69945768)
  • aslında kavramda bir karmaşa söz konusu. bu çevirilere de yansıyor örneğin popper'in kitabı bir bakıyorsun tarihsicilik bir bakıyorsun tarihselcilik olarak çevriliyor. ama sonuçta ikisi de aynı şey çünkü tarihe verilen merkezi rol ikisinde de aynı. yani hepsine birden tarihselcilik demek daha doğru.

    peki fark nerede?

    19. yy'dakiler tarihi bir teodise inşası olarak gördüler. yani tanrı'nın varlığını (kötülük probleminin çözümünü) tarih üzerinden meşrulaştırdılar. aslında birçoğu itikadi açıdan da hıristiyan sayılır bunların. hıristiyan ilerleyici tarih yorumları, maniheizmden gelen ikili karşıtlıklarla modern devleti evlendirdiler, bunun da sonucunda millet olarak oluşan yeni tabakaya bir kimlik yani "güvenli bir gelecek" verebilmek için tarihi kullandılar. ranke'nin de hegel'in de aklınıza kim geliyorsa hepsinin de yaptığı şey buydu.

    ama iş çığırından çıktı tabii. güvenli bir gelecek inşası ütopyacılığa evrildi ve tarihe verilen yoğun meşruiyet insanlara bir amaç yerine amaçsızlık verdi. renan'ın dediği gibi tarih araştırmalarındaki aşırı ilerlemeler millet için bir tehdite dönüşür. çünkü geçmişten mitler yaratma, kimlik oluşturan kahramanlara atıflar üzerinden millete bir amaç verme ancak geçmişte yaşananları aşırı indirgemelerle ele alma ve aslında tarihi unutmakla oluşan birşeydir.

    işte literatürdeki crisis of historicism denen şey de bu. 20. yy'ın başlarında hem iyiye doğru ilerleyen ütopyaların yalan olduğu ortaya çıktı(iki büyük dünya savaşı), hem tarihte teodise olarak bile kurgulansa itikadi hıristiyanlığın inanılır bir tarafı kalmadı hem de bu mitleri yıkan objektif tarih biliminin aslında kendisi dışındaki herşeyi subjektifleştirdiği, görecelileştirdiği ortaya çıktı. bu başlıkta kastedilen tarihselcilikte bu ortamın ürünü aslında. yani 19. yy'daki tanrı'nın ve devletin, milletin meşruluğu olarak tarihselcilik 20. yy'ın başında yıkım ve ağırlık olarak tarihselcilik'e dönüştü. crisis of historicism'i kavramsallaştıran ernst troeltsch'in nihilizm iması da bir gerçeğe dönüştü. niçe, heidegger, camus, benjamin, cioran vs. isimleri uzatmak mümkün. varoluşçuluk veya nihilist, pesimist akımların güçlenmesi de bu yıkım ve kriz olarak tarihselcilikle doğrudan irtibatlıdır.

    fazla uzattık. yani hepsi tarihe merkezi rol verdiği için tarihselci olarak adlandırılıyor ve 20. yy'daki tepkisel, amaçsızlığı amaç haline getiren yaklaşım aslında 19. yy'da başlayan abartılı yaklaşımın doğal bir sonucu ve hepsi hıristiyanlık düşüncesinden, metafiziğinden besleniyorlar fark sadece 20. yy'dakilerin fazla mistik ve gnostik 19. yy'dakilerin fazla protestan olmasında.
hesabın var mı? giriş yap