• "bir milleti istediği biçimde yoğurabilecek güçlü bir silah oluverdi televizyon. nasıl bir millet yapmak istiyorsanız, ona göre bir televizyon programı düzenleyin, olsun bitsin. ya da bizde olduğu gibi, hiçbir programsız çok televizyonlu, çok kanallı bir karmaşa dizayn edin, buyurun size işte böyle bir millet. bu millet nasıl bu hale geldi acaba, diye ince uzun düşünmeye gerek yok. böyle ekrana böyle erkân." *

    ferhan şensoy
  • "televizyonu çok eğitici buluyorum. ne zaman biri televizyonu açsa, diğer odaya geçip kitap okuyorum."

    groucho marx
  • reklam almaya ba$ladiktan sonra ruhunu kaybetmi$ mekan. artik seyretmedigim tup. "nerde o eski karagoz hacivat ruhu" dedigim hadise.
  • <genclik nereye gidiyor> prime time'da vahsi tecavuz veya cinayetleri, tam kameranin ortasinda olmadigi surece her turlu sekilde ima edebildiginiz, efektlerle o atmosferi ve gerilime yaklasabildiginiz, kismen kanli canli gosterebildiginiz, lakin bir cift memenin (belgesellerde hayvan muamelesi yapilan afrikali kabileler degilse) veya hafif kufurlerin yasak oldugu bir garip medyum. </genclik nereye gidiyor>

    <bizim zamanimizda boyle miydi> demin bir reklama denk geldim, sinema filmi gosterime girecekmis, adi punisher - war zone. isminde meymenet yok bastan. ortalik yikiliyor, millet havalara ucuyor, seslendiren adam zevkten dort kose, reklamini izledikten sonra civciv bulup ezme istegiyle doldum, filmi izlesem kimbilir ne olur. ote yandan o tv'de am cuk goremiyoruz ahlak bozulur diye. aynaya baktigimda ahlakim alt ust oluyor cunku. am cuk diyemiyoruz dahi. </bizim zamanimizda boyle miydi>

    cinselligin sade ve dogal hali yasakken, onun hemen cevresinden dolasan asiri metalastirilmis ama meme uclari sansurlenmis halininse surekli bir bombardimani var ayni medyumda. zamaninda sozde isanin degerlerini savunan kilisenin mutemadiyen buyuk toprak agalari ve fasizmle ittifak kurmasindaki ikiyuzluluge paralel bicimde, ahlak bekcisi muhafazakarlarin disi bu pazarlama sistemine bilerek gecmiyor. ne de olsa sex sells. ozellikle amerikada herkesin serbest pazar prensiplerini yahut first amendmenti isaret ederek durumu suruncemede birakmasi herkesin isine geliyor, lakin konu am/cuk olunca ortalik ayaga kalkiyor, halkla iliskiler carklari ifade ozgurlugu falan dinlemeyip yaygarayi basiyor, vay efendim zavalli cocuklarimizin hali ne olacak. halbuki sen oyle dedigin, travmaya girmesi gerektigi bir gerceklik yarattigin icin cocuk travmaya giriyor, yoksa amin gotun pipinin ozunden gelen ne kotulugu olabilir? oysa bir punisher - war zone - bigbadaboom oh yeah dini degerlerimize uygun "pozitif enerji" vermiyor pek ergenlik cagindaki (gerzeklik cagi) veletlere.

    george carlin'den gelsin: "politicians have traditionally hidden behind 3 things: the flag, the bible, and children" (turkcesi: bortu evrenkent mete han)
  • kendisi ile ilişkim çok sınırlı. hiç olmamasını dilerdim ama mümkün olmuyor ne yazık ki. entelliğin lüzumu yok, kayıyor ara sıra gözümüz, çok sık olmasa da hepten kendimizi ona teslim ettiğimiz de oluyor. onunla mütemadiyen bir savaş halindeyiz yani. bazen o kazanıyor, saatlerim onun ganimeti oluyor. bazen ben kazanıyorum, günlerce yüz vermiyorum.

    neticede sevdiğim bir şey değil. sesi çoğu zaman asâbımı bozuyor. ama hiçbir hali geceyarısından sonra oturma odasından gelen tv sesi kadar sinir bozucu değil. evde mutlak sessizliğin hüküm sürmesi gerektiği zamanlar -belki bir kaç sakin şarkı ile bu sükûta eşlik edilebilir- kendi ekranımın sesine karışan "başkasının seyrettiği ve ne olduğu anlaşılmayan tv sesi" ile sabote edilmemeli.

    ya da insanın aile fertleri kendisinden erken uyumalı. bu ne arkadaş? akşam yatmasını bilmiyorlar sabah kalkmasını...
  • üzerine su dökülmemesi gerektiği günde on defa öğütlenen bir cihazdı eskiden. şehir efsanesi sözünü bilmediğimiz o zamanlarda, en ufak sıvı temasının televizyonun gümlemesine yol açacağı söylenir, hatta ayhan ışık aşığı bir kadının ayhan abinin televizyondaki görüntüsü görünce dayanamayıp tv'yi öptüğü, bu yüzden televizyonun ve haliyle kadının yüzünün patladığı anlatılarak üzerimize korku salınırdı. o gün bugündür öpmem televizyonu.
  • "yapacak hiçbir şeyi olmayan insanların hiçbir şey yapamayan insanları seyretmelerini sağlayan bir aygıttır"

    fred allen.
  • izlenmese bile bazen sırf ses yapsın diye açılan cihaz.. kapalıyken rahatsız edici bir sessizlik olur sanki *
  • yasal bir uyu$turucu. yogun kullanimda kitle uyusturma, zihinsel aktivite bastirma etkisi gosteren kitle ikna silahi.
  • seksenli yılların sonu, doksanlı yılların başıydı yanılmıyorsam. yaşadığım ilçenin yüksek bir tepesine bir şeyler dikiliyordu. herkes birbirine soruyordu “bu ne?” diye. “özel kanal kurulmuş, o gelecek” deniyordu. özel kanal? özel kanal da neyin nesiydi?

    hem trt vardı ya! ilk açıldığında mesai ile çalışan bir kanaldı trt ama sonraları kendini yavaş yavaş düzeltmeye başlamıştı. hem okul gibiydi. sabah istiklal marşı’yla açılır, gece aynı şekilde kapanırdı. düzgün giyimli insanların, çok iyi türkçe konuşması gerekliydi haber bültenlerini sunabilmeleri için. “her hata yapışlarında maaşlarından kesiliyor” deniyordu haber spikerleri için. nerden çıkmıştı bu özel kanal şimdi?

    arabeskin, dansözün trt’de yasak olması nedeniyle artık özel kanal kapısını bu sektöre sonuna kadar açmıştı. reklâmcılık alanından büyük bir lokmayı midesine indirmek işten bile değildi. maçların yayın hakkı da trt’den alınmıştı. maç yayınlarında –hatırlar mısınız bilmem- topun taca veya auta çıkmasında bile reklâm verilmeye başlanmıştı artık.

    tabi bu büyük lokma bir kişiye kısmet olmayacaktı. mantar gibi çoğalmaya başladılar sonra. 1, 2, 5, 10, 20...rekabetinde devreye girmesiyle iş artık çığırından çıkmış, karteller bile oluşmaya başlamıştı.

    aradan 15 yıl geçti gitti ilk özel televizyonun kuruluşundan bu yana. neler değişti hiç dikkat ettiniz mi? hangi kanalı açsanız –bir kaçı hariç, onlar belli zaten-bir çift göğüs ekranları delip evimize oturmaya geliyor; mahallemizde bize hiçbir zaman gelmesini istemeyeceğimiz dedikoducu kadınlar yatıya kalıyor; oğlunu bu çılgın alet nedeniyle uyuşturucuya bulaştırmış, ölümüne neden olmuş bir kadın –anne diyemeyeceğim kendisine kimse kusura bakmasın- oğlunun tabutu başında objektiflere poz veriyor, hayat yarışında diskalifiye olmuş bir yığın insan birbirleriyle yarıştırılıyor, ünlü olmalarının tek sebebi ismindeki ünlü harfler kadar basit bir grup işsiz güçsüz insan ekrana çıkmak için bin bir türlü bahane arıyor; yarı çıplak, bazen çırılçıplak yaratıklar sevgililerinden ayrılıyor; bizim nüfusumuzun yarısı bu olaylara endeksli yaşıyor. tek ciddi program olarak adlandırılan “haberler” bile mankenin orasına burasına yaptırdığı –patlayan veya patlamayan- estetik ameliyatlardan bahsediyor.

    ve... amerika irak’a saldırıyor. sadece petrol ihtiyacını karşılamak için binlerce insanın ölümüne neden oluyor. ve dünya yine dönüyor... bizim başımız daha çok dönüyor. ekonomimiz nereye gidiyor hiç düşünüyor muyuz? yarın (bir gün) ekmek, tüp, şeker için tekrar sıraya girmek zorunda kalsak yine acaba televizyonun başında ayrılabilecek miyiz?

    vizontele’yi izleyenler bilir. uzun uğraşlar sonucu kurulan “televizyon” ilk yayınında bir felaket haberini veriyordu. o kısa dönemin bir felaketiydi. bizim bu yaşadıklarımız uzun bir dönemi kapsayan felaket. insanlarımız uyanmadığı sürece de biteceğe benzemiyor.
    şimdi düşünüyorum da... televizyon başında geçirdiğimiz zamanı başka şeylere harcasaydık nasıl olurdu acaba? kitap okusaydık mesela. yok canım, insanımıza çok ağır bir iş yükledim; özür dilerim.
hesabın var mı? giriş yap