• bir hak değil, kimi çıkar gruplarına yasalarca tanınmış bir ayrıcalıktır.

    öncelikle düşünsel emeğe saygı, fikri mülkiyet gibi kavramların konuyla ilgisi olmadığını gösterelim:
    bir bilimsel araştırma yapıp makale yazar ve örneğin nature gibi saygın bir akademik dergiye gönderirseniz, onlar makalenizi uzman akademisyenlere gönderirler. uzmanlar makalenizin şahane olduğuna karar verirse nature da makaleyi basar. şimdi bu süreçte nature makalenin yazarı olan size beş kuruş ödemez. yazıyı değerlendiren uzmanlara beş kuruş ödemez. lakin nature, makalenizi belirli bir ücret ödemeden okumaya kalkan herkesin telif haklarını ihlal ettiğini iddia eder. telif ücreti ödemeden fotokopisini çektirmek, internetten çoğaltıp dağıtmak suçtur.
    şimdi düşünsel emek kimin? fikir kimin? telif hakkı kimin? yazının yazarı olarak yazınızı daha sonra yazdığınız bir kitaba da koymak isterseniz, nature'ın telif haklarını ihlal etmekten dolayı suç işlemiş olursunuz. evet kendi yazınızı çoğaltmak, tekrar yayınlamak için nature'dan izin almak gerekir.

    ikinci olarak bu sözde hakkın sanatı ya da bilimi koruduğu iddialarının günümüzde saçma bir hale geldiğine dikkat çekmek isterim:
    bilgisayar denen meret var olmadan önce bir kitap yazan kişinin yapmak zorunda olduğu iş, kitabın fiziksel olarak pek çok kopyasını çıkartmak ve bunları dünyanın dört bir yanına dağıtmaktır. şimdi ortalama bir yazarın bunlarla uğraşmasını beklemek pek de gerçekçi değildir. bu nedenle yayın evleri bilimsel ya da sanatsal ürünlerin var olabilmesi için gereklidir. ama elbette bir yayın evi, kapitalist dünyamızda babasının hayrına bu çoğaltma ve dağıtma hizmetini sunmayacaktır. bu nedenle yazarlardan eserlerinden para kazanma, istedikleri yerde yayınlama, çoğaltma haklarını satın alıp, bunun karşılığında bu işleri yaparlar. oysa bilgisayar ve internet icat olunca işler değişti. şimdi ne kitabın ne müziğin ne fotoğrafın fiziksel kopyasını yapıp dünyanın dört bir yanına taşıma gereksinimi var. bir tane yaparsın yeter. ha bu sanatı öldürürmüş! görürsm söylerim. yaz bir şiir kiatbı git bir yayın evine bak bakalım basıyorlar mı? yayın evi sanatsal değer, insanlığın kültürel birikimine katkıyı sallamaz. satacak kitabı basar. yayın evleri sağolsun astroloji, kuantum iyileşme vb zevzek kitapların sayısı bilimsel içerikli kitapların bir kaç katıdır.

    özetle telif hakkı denen şey yalnızca şirketlerin kar hedeflerini korumak amacıyla vardır. bilime sanata ya da bunları üretenlere bir hayrı yoktur.
  • bugün hakkında ilginç bir anekdot duydum. tamamen katılıyor değilim ama, dikkate değer;

    "amerika da film-müzik şirketleri, ekonominin korsanlık yüzünden her yıl 20 milyar dolar zarara uğradığını iddia ediyorlar. zarar aslında o kadar da büyük değil. çünkü korsan indiren insanların büyük çoğunluğu öyle çok da süper geliri olan insanlar değiller. yani bu insanlar sinemaya gitmeyerek veya dvd-cd almayarak harcamadıkları parayı bir şekilde başka bir yere harcayarak ekonomiye yine kazandırıyorlar. 1 bilet almayarak bir fazla yemeğe gidiyorlar. bir dvd almayarak bir gömlek fazla alıyorlar. sonuçta bu para ekonomiye bir şekilde yine giriyor. "

    tabi ki işin manevi boyutu açısından bu düşünce sakıncalı. yani sana bu filmi çeken, bu albümü yapan adamlar hiç mi para kazanmasın. bedavaya amme hizmeti mi yapsınlar. bu açıdan elbette ki doğru değil. ama öte yandan bu sektörlerde esas parayı emeği ortaya koyanlar değil, bazı kağıtlara atılan bazı imzalar sebebiyle büyük para babaları alıyor. bu açıdan bakınca da çok saçma değil gibi.

    bilemiyorum, çetrefilli konu.
  • dijital ürünlerin telif haklarındaki sorunlarla iyice çetrefillenmiş bir konudur.

    1-insanlık namına, ortada dijital ürün ve hizmetlerin nerdeyse sıfır maliyetle sonsuz kere kopyalanabilir olması karşısında gerçek ürünlerin kopyalanamaması durumunun dengesizliği ve haksızlığı vardır.
    yani bir programcı, bir türkücü, bir yazar emeğini milyar kere kopyalayabilir ve japonya'da uganda'da veya hiç görmediği yerlerde oralara gitmeden satabilir.
    ama bir ayakkabı üreticisi veya fırıncı veya bir duvar ustası emeğini kopyalayamaz.
    dolayısıyla emeği ve ürünü kopyalanabilir olanların teoride gücü sonsuzdur. ama fırıncı veya ayakkabıcı yorulduğu yerde biter.
    kısa keselim, kopyalanabilir işler yapıyorsun diye kimsenin başına sonsuz gücü olan bir tanrı olamazsın.
    yani bir türkücü bir türküyü 100 milyon kere söylemeden 100 milyon kere emek harcamış gibi, söylemiş gibi, her mp3 indirenden, para isteyemez toplayamaz.

    ne kadar isteyebilir, ne kadar hak talep edebilir orası tartışılır, bir hakkı vardır ama sadece istiyor diye, kendi biçtiği fiyat üzerinden haklı olamaz.
    sen türkünü 100 milyon kopya yorulmadan dijital olarak üretiyorsun ama insanlar parayı analog kazanıyor, terleyerek..
    dolayısıyla üretim ve fiyatlandırma aynı düzlemde değildir.
    dijital üreticilier sırf hak talep ediyorlar diye, bu taleplerinde %100 haklı değildirler.

    2-eğer bir telif hakkı ödeme zinciri adilce olsaydı bütün dijital eser sahiplerinin hepsinin, copy komutunu icad eden şahsa telif hakkı borçları olurdu. ve o kişi adam gibi telif hakkı alsaydı şimdi bütün dünyanın sahibi olurdu.

    insanların teoride de olsa sonsuz hakkı olamaz. bir sayı-bir oran belirlenebilir. ama bu kesinlikle sonsuz değildir.
    bu konuda ayrıca ve geniş olarak;
    (bkz: copyleft)
  • dünyanın en tatlı, en umulmadık, en cici hakkıdır.
    maaştan çok çok çok daha güzeldir...
    çünkü somut emeğinizin, ürününüzün, bebeğinizin karşılığıdır.
    bazen planlı değildir.
    "eğer kitap yeniden basılırsa, bölüm yazarlarına yeniden ücret ödenir" gibi bir ibare vardır mesela gözden kaçırdığınız...
    iki yıl sonra bir mesajla geliverir.
  • ben bunu çok doğal bir hak gibi görmüyorum. daha önce bu konuda bir şeyler yazmış olmam lazım ama şimdi bulamıyorum. ana izlek şöyle, herhangi bir sanat eserinin seyircisi tarafından algılanmadan sanat eseri olma ihtimali yok. gerçeklik mesajın alıcısının mesajı almasıyla kurulur. dolayısıyla izleyicinin, sanat tüketicisinin eserde bir ölçüde hakkı olması lazım. eser olmasa izleyici tarafından algılanamayacağı gibi, izleyici de olmasa eser algılanamaz.

    bir heykeltraş, bir parka koyduğu heykeline bakan herkesten telif bedeli isteyebilir mi? interneti bir bütün olarak kamusal alan olarak algılamak lazım, bir parktan farkı yok. internette verilen telif kavgası, parktaki heykelin yanında duran simitçiden para istemeye benziyor. eser sahibinin kaldırılmasını talep etmeye hakkı olması normal, fakat oluşan kazanç imkanından pay istemesinde, hatta istenen bedelde bir gariplik var. zira eser sahibi de eserinin parktaki görünürlüğünden faydalanarak çıkar sağlıyor, nam kazanıyor. telif hakkı bu haliyle bana çok ilkel bir hukuki konsept olarak görünüyor.

    edit: bu parktaki heykel mevzu muhtemelen çok iyi bir örnek değil, daha bir derli toplu düşünmek lazım.
  • telif hakkiyla ilgili ilk kanun, 1486 tarihli act ann'dir (ingiltere kralicesinin adiyla anilmaktadir).

    bunun disinda pratik bilgiler soyle:

    telif hakkinin soz konusu olmasi icin ortada bir "eser" bulunmasi gerekmektedir. eser dedigimiz seyin ise iki kriteri vardir:
    1. objektif (yani somut olmasi, kafadaki bir fikrin telif hakki alinamaz, kagida, tuvale, porteye vs. dokulmus olmasi gerekir)
    2. subjektif (sahibinin ozelligini tasimasi)
    ucuncu ve ihtilaf konusu olan ise iktisadi degere sahip olmasi.

    iste siz yaptiginizin bir eser oldugunu beyan ederseniz (irade beyani) o zaman bunun telif hakkini da alirsiniz.

    telif hakkinin bitimi ise olene kadar + 70 yil olarak belirlenmis (uc jenerasyon da [siz, cocugunuz ve torununuz] faydalanabilsin diye).

    bu arada telif hakki, bir fikri hak olmasi acisindan, mutlak haklara giriyor. yani maddi haklari devredilebilse de manevi haklari devredilemiyor (mesela bir resminizi sattiginizda tuvali ve uzerindeki boyayi satsaniz da fikri satmis olmuyorsunuz. bu nedenle, eger kalkip da biri uzerinde oynama yaparsa o kisiyi dava edebiliyor ve davayi kazanabiliyorsunuz).
  • türkiye'de bütün haklara ikna olan bir zümre (dahi) var ki, buna ikna edemiyoruz kendilerini. millet yarışmaya öykü gönderiyor diyelim, kazanıyor da, bir miktar para veriyorlar ama kelimenin tam anlamıyla "bir miktar". fakat bundan daha kötüsü, yarışmayı kazanan öykülerden kat be kat kötü şeyler yayınlayan bir "yayınevi" uydurmuşlar mesela... ismi cix ama kendi mix, ne ararsan var çünkü de. ödül olarak verdikleri paranın açıklamasını da şöyle yapıyorlar: "eser aynı zamanda yayınevimiz tarafından bir kitap olarak yayınlanacaktır ve ödenen miktar aynı zamanda ilk basımın telif ücretidir." oldu pezevenk! ulan 1) yayınlarsın tabii, tüm yayınladıklarından iyi şeyler tutturuyorsun çünkü bu yolla. 2) adamın başka bir yerde yayınlatması hakkını elinden almış, "bir miktar"a da kafalamış oluyorsun ayrıca.

    gelelim dergilere... harikulade yazarlar var, zaman zaman. bir yerden sonra yarısından fazlası kaybolup gidiyor. evet, edebiyat sadece "para için" yapılmaz ama, zaten her şeyi para olarak görmeyen insanlar bu sanatın içine daldıkları için, onların, idame etmesi çok daha meşakkatli olan hayatlara sahip olduklarını da hesapla be yavşak, di mi ama?! ve belki zahmet olacak ama, hadi ilk başlarda kurdun, paldır küldür götürdün dergiyi de, baktın bir yerde isim yaptı, iş de yapıyor, küçük de olsa bir telif ödemeyi akıl et bari. ediyorsundur (daha akıllısın çünkü, bunca ucuza bunca şey kapattığına bakılırsa) de, tek başına yemek alışkanlık yapmış ve tatlı geliyor herhalde...

    herif villa aldı, çıkardığı dergiyi sorduğunda diyor ki: "imece imece!" niye hep sana "imece" la? miden daha geniş diye mi at boku!

    sonra bağzı yazarlar "devletten para alınca", etikle, edeb ve edebiyatla ilgili de ilk bu cukkacılar konuşuyor, kınıyor falan. sanıyor musunuz ki o paralar yandaşlara gitti sadece? ulan 2014 yılındayız, reşat nuri'nin yayınevinin önünden sessiz sedasız geçip para isteyememesi hadisesinin güncel versiyonu çekiliyor her gün. devlet, halkın ödediği paralarla kimleri kimleri doyuruyor yahu, yazarlar da alsın para. halkın parası değil mi bu nihayetinde? sinemacılar yıllardır kültür bakanlığı desteklerini almıyorlar mı çatır çatır? neymiş, "yazar devletten para almasın", siktir ordan! öyle bi alır ki, kasasını bile siker!
  • youtube ile ilgili olarak daha çok yeni, videolar üzerine biriyle şöyle bir konuşmamız geçti. daha doğrusu konuşurken şakaya vurdum; "yakında videoda mekanda veya arabada müzik çalsa, onu tesbit edecekler, ondan da telif hakkı isteyecekler" diye.

    konumuz da video paylaşırken oluşturduğumuz videoda arka plana koyduğumuz müziklerdi.

    sonra geçen sene paylaştığım bir videodaki bir mesaj dikkatimi çekti dün, spor salonunda çektiğim videonun bir kısmında arka planda çalan müzik yüzünden video için bir mesaj gelmiş (5:51'den itibaren salonda çalan tranquila adlı şarkı) ve onun yüzünden almanya'da yasaklanmış videom.

    video da şu bu arada;

    bilemiyorum hukuki yönünü, ben kafede çekim yapsam, kafede arka planda çalan müzikten telif mi isteyecekler. neticede saçma ve haksız buldum, mantıklı da gelmedi ve prosedürü takip edip itiraz ettim, bakalım ne olacak.
  • telif, yazarın vefatından yetmiş yıl geçmesi sonrasında düşen bir haktır. telifi düşen eserler artık kamu malı sayılmakta ve isteyen yayınevi bu kitapları basabilmektedir. bir örnek vermek gerekirse 1950 yılında vefat eden george orwell'in kitaplarının telif hakkı 1 ocak 2021 tarihi itibariyle sona ermiştir.

    bu sene orwell'le birlikte değerli şairimiz orhan veli kanık'ın ve italyan yazar cesare pavese'nin de eserlerinin telif hakkı düşmüştür. 1 ocak 2022 tarihi itibariyle ise fransız yazar andre gide, rus yazar andrey platonov ve avusturyalı filozof ludwig wittgenstein'ın telif hakları düşecektir.

    telif hakkının düşmesi konusunu detaylıca anlattığım videoyu izlemek için: https://youtu.be/xfst7sctbzy
  • yıllar evvel medyada çalışırken odam dergilerin fotoğraf stüdyosunun hemen yanındaydı. dergilerde bazen kurgu fotograf kullanılır. bunun için çoğunlukla aynı binada çalışan biri model olarak kullanılır. çoğu yer böyle yapar.
    bir hafta sonu o dönemin popüler haber dergilerinden birinde "erkeklerin kabusu, saç dökülmesi ve kellik" konusu vardı ve kurgusal fotoğraf gerekiyordu. hafta sonu olduğu için binada çok az kişi vardı, benden rica ettiler, kırmadım, modellik yaptım. bir aynanın önünde, elim çenemde aynaya bakıp düşüncelere dalmış bir poz verdim. fotoğrafta aynadaki görüntü daha sonra bilgisayarda manipülasyon ile tamamen kel hale getirildi. yani adam seyrekleşen saçlarının gelecekteki kel haline bakıyor gibi. konu böyle basıldı dergide.

    derginin piyasa çıktığı haftanın sonunda pazar kahvaltımı yaparken gazetelerin pazar eklerini okuyordum. telefonlar gelmeye başladı birden. bir saç ekim merkezinin mankenliğini yapmışım güya, gazetelere ilan verilmiş, yarım sayfa benim fotoğrafım varmış. şaşırdım, böyle bir çalışmam, anlaşmam yoktu. söz konusu gazetenin hafta sonu ekinin orta sayfasındaymış açtım baktım. şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım; dergi için verdiğim pozu aynen alıp kullanmışlar. aleni telif hakkı olan bir hırsızlık yapılmış. hem derginin telif hakkı var, hem model olarak benim. en ilginci de model olarak iznim bile yok bu ilan için. saç ekim merkezleri kolay kolay konu mankeni bulamazlar, erkekler böyle bir poz için imtina eder genellikle.

    o tarihlerde evliyim, eşime, yarın bu firmaya gidip saç ekim fiyatı almaya geldiğini söyleyerek etrafı bir kontrol eder misin dedim. gitti. akşam işten eve döndüğümde önüme bazı broşürler koydu. o ilanı veren saç ekim merkezinin broşürleriydi. hepsinin kapağında ben vardım. yetmedi, merkeze girince duvara boydan boya benim fotoğrafımı koymuşlar.

    avukatımı aradım. aynı sitede oturuyoruz, kalktı evime geldi. durumu anlattım, gazete ilanını ve broşürleri verdim. bunlardan maddi manevi tazminat istedim. ve fotoğrafım bir daha kullanılmayacak, kullanılan materyaller, broşürler imha edilecek kararı aldık.
    bunu o saç ekim merkezine deklare etti yazılı olarak. mahkemeye gitmeden sulh yoluyla çözelim önerisini sundu. bizi görüşmeye davet ettiler. kalktık gittik. bağdat caddesinde lüks bir yerde. kapıdan girince sekreter kız “aaaa. o adam” diye çığlık attı. hala hatırlayınca gülerim. :)
    savunma argümanları çok kötüydü. bizim dergi de bu fotoğrafı güya bir yerden bulmuştu. çünkü fotoğraftaki adam sarışındı. sarışın adam türk olamaz. dolayısıyla dergimizin bu fotoğrafı çalmış olduğunu düşünüp onlar da bizim dergimizden çalmış. bu fizikte bir türk olabileceğini hiç düşünemedik dediler. açıklamanın, bahanenin facia oluşu bir yana, fotoğrafın yurtdışından da apartılsa bir telifi olabileceğini hiç düşünmemeleri çok vahim bir durumdu..
    neyse, oturduk konuştuk. telif hakkı ve tazminat konusunda epey pazarlık ettiler. al takke ver külah bir rakamda anlaştık, dolar üzerinden nakit olarak aldık ve çıktık gittik.

    telif hakkı konusu hala ülkemizde tam anlaşılamamış bir konu. türki cumhuriyetlerde tuzlu ayçekirdeği satan bir komşum vardı. onun ambalaj tasarımlarını yaparken, google’dan bir görsel beğenir, al bunu kullan ambalajda derdi. uyarmama karşın dinlemezdi. çok ambalaj yaptık öyle. anadolu’da da bu anlayış maalesef çok yaygın.
    çok meşhur bir örnek vardır. amerikalı bir yoğurt üreticisi, yoğurt ambalajlarının üzerine bir yunan köylüsünün editoryal olarak satılan bir fotoğrafını kullanmıştı. editoryal bir fotoğraf reklam amacıyla ve ticari olarak kullanılamaz. bu örnekte marka yüzü yapmışlar köylüyü. fotoğrafı çeken arkadaş çok okkalı bir tazminat alıp, o köylüyü de sevindirmişti. yanlış hatırlamıyorsam eğer, amerika’da o yoğurtları üreten de bir türk’tü.

    telif hakları konusunda şöhretimiz maalesef çok kötü. bu konuda bilgisiz olmak bir yana öğrenmek için de bir çaba harcamıyoruz.
hesabın var mı? giriş yap