• güzel film. edmond'ın balondan inişi, intikamlarını birer birer alışı, verdiği mücadele bir türk genci olarak beni gaza getirdi. evde "revengaaa revveenngaaaa" die koşturdu. film olarakta başarılı buldum ben. tüm kitaptan çevrilen filmlerin başına gelen bu filme de geldi. kitabı okuyan şahıs, kafasında canlandırdığını filmde bulamayınca film kötü olarak değerlendirildi. kimi olayların daha yüzeysel (mesela hazine ararken o bulmacayı çözme daha bi işlenip monkey island tadı yakalanabilirmiş), kimi olaylarınsa daha derin işlenmesini de yönetmenin tercihine bırakırsak, bence güzeldi.
  • sözlük teamüllerinin aksine le comte de monte cristo başlığında incelenmemiş (en azından romanın orada incelenmesi gerekirdi) roman, ve aynı romandan esinlenerek çekilmiş film ve dizilerin ingilizce söylenişi.
  • kitabını okumadan sadece filmini izleyerek şunu diyebilirimki, bu kont amca, 14 yıl yattığı zindandan, katıksız yemekle domuz gibi güçlü çıkmayı becerebilmiştir. kendisini takdir eder, hayatında başarılar dilerim.

    edit : ben sonra romanı okudum. hatta iki kere okudum. filmine koyayım size birşey olmasın. kitap harika.
  • filmde duello sirasinda tas atılabilecegini gorduk.biz onu asil bir olay olarak biliyorduk.kılıcın duserse yenilirsin.degilmiş.tas atmak serbest.
  • nedense pek de ısınamadığım kötü uyarlama. monte kristonun en güzel yanı neresidir diye sorarsanız mercedesin oğlu sırf mercedesin oğlu diye düellodan çekilmesidir. öyle herkesle aranı düzelt sonra da happy end, eski güzel günlere dönüş. maalesef gerçek hayat böyle olmuyor, neyse ki dumas bunun farkında ama yönetmen şahsiyet ve senarist bilmiyor galiba.
    ayrıca benim bildiğim mercedes bu kadar şahsiyetsiz bir kimse değildir. mondegonun kendisine asıldığı sırada sergilediği tavırlar da kimse kusura bakmasın ama aşifteliğin alası. be kadın sevgilinin en iyi arkadaşı sana gel sevişelim dese bu kadar mı soğukkanlı davranılır? adam şahsiyetsiz bari bir haddini bildir. zaten bu günümüz değerleri rötuşlu edebiyat uyarlamalarının o çağdaki ilişkileri çarpıtması da benim canımı gitgide daha fazla sıkıyor. türk filmine benzemiş diyenlere bir hatırlatma hülya koçyiğit erol taş a sezercik senin oğlun demezdi, gerekirse dayak yerdi ama yalan söylemezdi erol abime. mercedesin bu yaptığı da bir romantik dönem kahramanına sığmaz, ayıptır yani. hoş did you suffer lafını nerede edeceğini bilmekten aciz bir kadının bu tarz davranışlar sergilemesi de normaldir belki. neyse aynen tekrar ediyorum kötü bir uyarlama.
  • izlendikten sonra, her ne kadar zihinlere bir parça, abartılı kahramanlık öyküleri şablonlarına bağlı kalınmış tekdüzelik tereddütleri yaşatsa da, bu şablonlar çerçevesinde düşünülecek olduğunda, kalıplarının içinde sönük kalmayan oyuncuları, zamanı yansıtabilen görkemli** kostümleri, ihtişamlı şatoları ve tüyler ürpertici, karanlık zindanlarıyla, ihaneti ve aşkı, inancı ve iradeyi ve intikamı ifade ederken gerçekçi olmanın biraz gerisinde bir akışa sahip olan, fakat bunun yanında gerçeğe duyulan gereksinimi de sinema salonunun dışında bırakmayı başarabilip, izleyiciyi perdeye yansıyan zamanlara uzanan heyecanlı ve eğlenceli bir yolculuk yapmaya ikna edebilmiş bir film.

    kimi yerlerde 50’lerin technicolor filmlerinin tadını bulabilmek ve dahası kimi unutulmaz eskrim sahnelerini** aratmayacak düellolar görmek de mümkün.

    terrence malick in the thin red line filmiyle tanıdığım jim caviezel ın yanında, son sahneye değin nefreti elden bırakmayan kötü adam* mondego* ve işbirlikçisi yargıç rolündeki james frain de kayda değer oyunculuklar sergilemişler kanımca. tabii, richard harris in içinde olduğu her sahnenin filmin en keyifli dakikalarını oluşturduğunu da belirtmek gerek.

    bunların yanında, söz konusu serüven, heyecanlı kılıç sahnelerinin, korsanların, valslerin ve zindanların ürpertisinin birleştiği, dönemin avrupası atmosferini iliklerimize kadar hissettiriyor ve yönetmen kevin reynolds, entrikaların sürüklediği umutsuzluğun ve karamsarlığın içinden mizahla sıyrılıp, aşkı, macerayı süsleyen ve filmi katlanılabilir yapan eğreti bir öğe olmaktan çok, izleyiciyi etkileyecek temiz bir duygusallıkta anlatabilmekle, büyük usta dumas* ın ihanet – aşk – intikam üçgenini ifade edişindeki büyüyü bir ölçüde** yakalamış ve yansıtabilmiş görünüyor.

    filmin sonunda ise, yüzünüzde belirmiş aptalımsı gülümseme yavaş yavaş solarken, sadakatin cesaretle birleştiği yolda sonsuzluğa akan ve intikamı bir ip parçasının temsil ettiği bir bağlılıkla söndüren kusursuza yakın aşkın ancak kurgularda varolabileceğini bir kez daha talihsiz bir şekilde kavrıyorsunuz.
  • kostümleri, mekanları ve atmosferiyle muhteşem bir görselliğe sahip iznelesi film. her ne kadar sonuna doğru izleyici için baştaki ağır intikam* duygusu yerini hafif bir alaycı gülümsemeye bıraksa da yine de oldukça güzel.
  • gelmiş geçmiş en sürükleyici romanlardan biri ve bu romandan esinlenerek sinemaya aktarılmış filmin adı. sinema dili açısından pek eleştiremeyeceğim fakat; romanı okuduktan sonra film son derece bayağı ve sıradan geliyor. özellikle kitabın son sayfasına kadar süren intikam duygusuna filmde yeterince yer verilmemiş, dantes'in yalnız düşmanları değil onları soysop tüm ailelerini parçalaması, ölen onca kişi yok sayılmış ve filmi izleyen birine göre monte cristo öyküsü son derece sıradan bir hikayeymiş gibi görünmektedir. aslında filme çok da yüklenemeyeceğim; orjinali 900 küsür sayfa olan bir kitabın ve gelişen onca olayın yalnız 2-3 saatlik bir filme sığdırılması olanaksızdır bence.
hesabın var mı? giriş yap