• bayiliyorum boyle klasik bir eserin basligina geldigimde ilk gordugum seylerin "bir queen sarkisi", "bir roland emmerich filmi" olmasina. acaba yanlis yere mi geldim, turkcesini mi ruscasini mi yazmak gerekiyor diye suphelerden suphelere kosturuyorum.

    suc ve ceza: bir alman pornosu. artik kadin ne yapmissa, adam oyle bir cezalandiriyor ki *
    gazap uzumleri: koleleriyle iskenceyle karisik sevisirken surekli uzum yiyen romalilari konu alan bir donem pornosu. mad men'in yapimcilarindan geliyor.
    for whom the bell tolls: can kulelerinde gecen bir metallica pornosu. soundtracki iyi.
    babalar ve ogullar: porno mu degil mi tam bilmiyorum, izlemeye cesaret edemedim

    neyse, belki ilk yazilar silinmistir, ustelik queen'i de severim, ama oyle justin bieber falan olsaydi burada 3 sayfa sosyo-kulturel analiz yapar, burnunuzdan getirirdim. gecelim kitaba:

    "gorunmezlik fikrinin ilk kullanildigi kitaptir.(wells zaman yolculugu fikrini de ortaya atan ilk yazardir)".

    ikisi de yanlis, otur sifir. butun mitoloji o kadar gorunmez adam karakteriyle doluyken, bu fikrin ilk islendigi kitabi bulmak zor. ama bilimsel * yontemlerle erisilen gorunmezlik dersek, wells'den 16 sene once bu konunun islendigi the crystal man var. isminden kaybetmis belli ki; ben olsam bir avize saticisinin maceralari sanirdim. bunun yazari edward page mitchells denen bahtsiz bir zat. gorunmezlik konusunda onculuk ettigi yetmiyormus gibi zaman yolculugu yapan bir makina hakkinda da wells'in the time machineinden once bir kitap yazmis ama yine isminden kaybetmis: "the clock that went backward". oglum ne salakmissin, bak wells hic kasiyor mu yaratici basliklarla? direkt en bariz, konuyu en acik sekilde ozetleyen basliklar atiyor, leblebi gibi satiyor. ben ne yapayim bozuk saatler hakkinda bir hikayeyi?

    bu mitchells iyice asmis bir zat, cyborglar, teleportation, yapay zeka, isik hizindan hizli seyahat, bilinc transferi gibi konularin da oncusuymus bilim kurgu alaninda. fakat bu kitaplarla meshur olmamis, hayatini gazetecilikten kazanmis, olunce de tamamen unutulmus, taa ki 1973'te biri bunun antalojisini yapana kadar.

    wells'in romanina donersek, cok daha guzel islenebilecek bir konuyu rezil bir romancilikla heba ettigini soyleyebiliriz. siz soyleyemezseniz, ben soylerim, oyle de cesurum klasik eserlere karsi. buradaki potansiyel suydu: ya 1930lardaki meshur film adaptasyonunun basarisiz bicimde denedigi gibi gorunmezlik gucuyle sarhos olup ahlakini, empati yetenegini yitiren birinin cokusu ve icindeki iyilik kirintisinin canlanma mucadelesi anlatilacak, ya da guc istenciyle yanip tutusan bir gencin gorunmezligi elde edince hanyayi konyayi anlayarak yasadigi hayalkirikligi, eski hayatina donmeye calisirken insanlarin anlamadiklari seye karsi duyduklari korkudan dolayi bunu bir hayvanmis gibi avlamaya calismalari, ve bunun uzerinden linc kulturu, xenofobi kritigi yapilacakti.

    wells bunlari heba etmis. ana karakter zaten bastan beri psikopat. arastirmalari icin borc batagindaki babasindan para calip onun intiharina neden olmasina ragmen pek az bir uzuntu duyuyor. gorunmezlik ilacini uzerinde denedigi komsusunun kedisi icin umarsizca "herhalde bir arabanin altinda ezilmistir" diyor. komsusunu zaten dusunmuyor. sonra ev sahibi killaninca kacmak icin gorunmez olup, ardindan iz birakmamak icin evini yakiyor. bunlari en ufak bir pismanlik duymadan da anlatiyor flashback kisminda, karakterin arkaplani olarak. sonra anlamis ki gorunmez olmak o kadar da kolay degil: esya tasiyamiyor, para calabiliyor ama harcayamiyor, usuyor, yemek bulmak zor, ciplak ayaklari kan icinde vs. tamam guzel ama o kisimlarin anlatimi o kadar uzatilmis ki, bir giyecek bulsun diye 40 sayfa okudum yahu. neyse sonunda bir ihtiyarin evine girip, 10 sayfalik luzumsuz bir tasvirden sonra onu korkutup parasini caliyor - yine hicbir tereddut gostermeden- ve tekrar gorunur olabilmek icin arastirmaya basliyor, foyasi ortaya cikiyor, kovalaniyor. tam hikaye yukarda anlattigim ikinci senaryodakine benzeyecek derken bu sefer doktor arkadasini bulup, durduk yere "reign of terror baslatacagiz, birinci gorunmez adam doneminin birinci yilinin ilk gunu baslayacak, sen de benim yardimci olacaksin" diye gaza geliyor. yani karakter yine 180 derece donus yapmis oluyor.

    adamimiz gorunmez olunca ruhu curuyen, buna acizce karsi koymaya calisan biri degil, oyle bir ic mucadelesi yok. e haksizliga ugramis, kendini temize cikarmaya calisan biri de degil. yahut ihanete ugradigindan kendini intikama adayan biri de. dolayisiyla herhangi bir sempati duyamiyor insan, basindan beri gebersin de kurtulalim diye okuyor romani. dahasi bilimsel etik, gucun tekeli gibi konular kesfedilecegi yerde uzun uzadiya dovus sahneleri anlatilarak kitap sisiriliyor.

    hg wells'e bu firsati harcadigi, dahasi mitchells'a gidecek krediyi sirf kendi aldigi icin, tesla'nin hakkini calan edison muamelesi yapiyor, teessuflerimi bildiriyorum.
  • imdb puanına bakınca daha iyi bir film bekliyordum. filmin gerilimi vs iyi ama senaryoda çok fazla mantık hatası olduğunu düşünüyorum. en büyüğü ise,

    --- spoiler ---

    restorandaki bıçak ile boğaz kesme sahnesinden sonra kadın polis tarafından yakalandı ya, ee hiç mi güvenlik kamerası yok bu restoranın? oradan baksalar direk görecekler ya bu bıçak havada duruyor sonra kendi kendine kadının boğazını kesiyor diye. hayır başrol kadın da bunu hiç dile getirmiyor saçma şekilde.
    --- spoiler ---
  • düşün sen görünmez adamsın bak düşün, görünmezliği bulmuşsun, dünyalar çirkini kız arkadaşını stalkluyorsun. vizyonuna sokayım görünmez adam.
  • imdb puanına ve şu gibi entarilere bakınca aynı isimli ikinci bir film olduğundan şüphelendiğim çöp.
    okullarda ders olarak okutulur filan demişler de bunu okullarda okutursan oradan çıkacak yönetmenden bile bi bok olmaz.

    --- spoiler ---

    kadın koltukta otururken, 3 metre uzağındaki zenci kıza görünmez adamımız tokat atıyor, zenci kardeşimiz sırf hikayeye uysun diye bizim kahramanımızı suçluyor, ve bu en saçma sahne değil.
    kahramanımız, görünmez adamın 2. kıyafetini ele geçiriyor ve sanki aq’dumunun filminin sonunu biliyormuş gibi gidip bu kıyafeti kullanmak yerine adamın gardrobuna saklıyor. mükemmel bir zeka örneği.

    --- spoiler ---
  • ufak bir mantık hatası bulunan film.

    --- spoiler ---

    filmin başlarında kapının önünde nefes alıp verirken görünmez adamın ağzından buhar çıkıyor. kostümü buna pek müsait görünmüyordu.

    --- spoiler ---
  • h. g. wells romanına değil, 2020 filmine dair:

    --- spoiler ---

    narsisizm, gaslighting, güç zehirlenmesi ve çağlardır aşk adı altında romantize edilen çarpık bir cinsellik:

    filmin başında adrian cecilia'ya sarılarak uyuyor. adrian'ın en büyük korkusu aşık olduğu cecilia'yı kaybetmek. aşık bir insanın; özünde echo'ya karşılık veremediği için nemesis tarafından cezalandırılan ve bir su birikintisinde gördüğü öz yansımasına tutulan narcissus'tan pek farklı olmadığını görebilmenin en kolay yolu aşkın nesnesi olmuş kişiyi narsisist özneden uzaklaştırmaktır.

    narsisistlerin favori manipülasyon araçlarından biri gaslightingdir. gaslighting kavramının ortaya çıkışı gas light adındaki eski bir ingiliz tiyatro oyununa dayanıyor. gas light'taki jack karakteri, eşi bella'ya nasıl psikolojik manipülasyon uygulamışsa, the invisible man'de de adrian cecilia'nın gerçeklik görüşünü bozmak için elinden geleni ardına koymuyor. film psikoloji ile ilgilenen herkesin ilgisini çekebilecek ögeler içeriyor.

    * * *
    yapım, "bir gizem ve gerilim filminde ne gizemde ne de gerilimde aşırıya nasıl kaçılmaz?" sorusuna cevap olarak izletilebilir. paranormal activity ve benzeri her gerilim filminde mevcut olan o ani desibel yükselmeleri ve lüzumsuz görsel stimülasyonlar yok.

    genellikle bir filmin içerdiği diazepam miktarı ile protagonistin ve izleyicinin neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt edebilme kabiliyeti arasında ters orantı vardır. benzodiazepinler ters köşe yapma endişesi uğrunda öyle istismar edilirler ki, dan brown bile gider bunları inferno'da langdon üzerinde kullanır. leigh whannell ise olan bitenin cecilia'nın hayal ürünü olmadığını, sıradışı bir olayın gerçekleşmekte olduğunu onun perspektifinin dışında da açıkça göstererek netleştiriyor. bu yüzden bile, ucuz seks esprileri yapmadan da komik olabilen komedyenler kadar takdiri hak ediyor. shutter island gibi bir son veya split'in devam filmi olan glass'taki gibi bir ucu açık ikilem bekleyenler beğenmeyebilir, lâkin bulanıklığın ve duruluğun arasındaki dengeyi kurabilmek her baba yiğidin harcı değildir.
    * * *

    elisabeth moss'un başarılı bir şekilde canlandırdığı ana karaktere gelince; savaşta bile maşalı saçları ve makyajları eksik olmayan süper kahramanlardan nasıl bıktıysam, gözlerinin önü mosmor, dağınık saçları, kesik bileği ile düşmanının canına okuyabilen bir karakter görünce "sonunda reel yaşamda karşılığı olan bir feminist ikon görebildim." dedim. kadın saçını da makyajını da finale sakladı, olması gerektiği gibi.

    pek çok insan güçlü olmayı her koşulda pozitif olmak ile bağdaştırsa da bu yanlış. tam aksine, psikolojisi bozuk olmasına rağmen bir şeyler için uğraşan insan düzgün bir psikoloji ile hareket eden insandan çok daha güçlü, zira çok basit bir eylemde bulunurken bile karşılaştığı direnç bambaşka. bunu ohm kanununa benzetmek mümkün. aynı akımı elde edebilmek için direnç yükseldikçe voltajı da yükseltmek gerekiyor.

    * * *
    post scriptum:

    1) individüalizmi ve wunderkindleri ile göz yaşartmayan bir film amerikan filmi olamaz.

    2) sıfır distorsiyonlu bir görünmezlik teknolojisinin askeriyenin değil kızgın bir eski sevgilinin elinde oyuncak olabildiği memleket amerika olamaz.

    --- spoiler ---
  • maddelerin kiricilik indeksleriyle oynayarak kendini gorunmez yapan ve sonunda deliren asabi bir bas kahramana sahip roman. simdi bize ilginc gelmiyor tabi boyle seyler ama h g wells'in gorunmezlik fikrini de tipki zaman makinesi fikri gibi ilk ortaya atan kisi oldugunu dusunursek takdir etmemek elde degil.

    --- spoiler ---
    yalniz bir seyi anlamazdim bu romanda, madem ki her sey seffaflasiyordu, neden griffin efendi hala gorme fonksiyonunu yitirmemisti? isigi gecirmiyorsa gozundeki pigmentler nasil fotonlari soguracakti? hani fizikci olarak gozden kacirdi bunu diyelim, adam tip ogrencisiymis, oradan da mi aymamis? tovbe tovbe...
    --- polaris amaaan ---
  • şarkı olarak çok aman aman olmasa da yer yer şık fikirlerle dolu bir queen parçasıdır. sırası gelen eleman varyete yapmadan önce gaipten bir ses kimin döktüreceğini çığırır. bir tek sıra john deacon'a geldiğinde vaziyette bir değişiklik olmaz. çünkü o zaten şarkı boyunca parmak kopartan, bilek kanırtan, deve bağırtan bir slap ritm çalmaktadır. hatta başta pek çok queensever bu ritmin bir synth marifeti olduğunu sanmıştır. yanılmışızdır ama. zira deacon zoru sever.
  • film, kitaptan uyarlama değil sadece kitaptan 'esinlenmiş'. bir iki elementi almış, bir iki sahnede de orjinal hikayeye selam çakmış, gerisinde de kafasına göre takılmış.

    öncelikle filme vereceğim puan 6. eğer adam gibi işleyebilseydi 6.5 verebilirdim ama her şey öyle yüzeysel ve kötü ki 6'dan fazlasını hakkettiğini düşünmüyorum.

    --- spoiler ---

    yapımla alakalı ilk sıkıntım filmin uzunluğu üstüne. ilk yarım saat- 40 dakika boyunca neredeyse hiç bir şey olmadı. sıkıntıdan saate bakıp durdum. hatunun kaçışı ile ilk istilâ belirtilerinin gösterilmesi arasındaki vakit bommmmmmboş geçmiş.

    ikinci sıkıntım karakterlerin prototipliği ve yüzeyselliği üzerine. bayan c mağdur bir kadın. o kadar. filmin ilk bir saatinin sonunda mimar olduğunu, fransa'yı çok sevdiğini, manyak partneriyle bir partide tanışığını filan ultra yüzeysel bir şekilde, lütfen öğrenebiliyoruz. kardeşi ile olan ilişkileri ne düzeyde, anası babası var mı, kız kardeşi nasıl bir insandır, hayalleri umutları nedir, bütün bunların hiçbir önemi yok. dramatik bir alt yapı yok. filmin baş kötüsü de erkek ve bilim adamı. bildiklerimizin hepsi bu. motivasyonu ise "cecil'i istiyom çünkü o beni istemiyür" e brava. filmin ana kötüsü bile o kadar yüzeysel işlenmiş ki kadına yaptıklarına dair ufak bir sahne göremiyoruz. elimizde sadece cecil'in zorla ettiği iki kelâm var. halbuki ilk kırk dakika izleyiciye sıkıntıdan kurdeşen döktüreceğine koysana iki kız kardeş arasına bir 'bonding time'. geçmişlerine ve geleceklerine dair iki tane enstantane işlesene. baş kötüye bir 'backstory' versene. ver ki ben de filmin sonunda "oh olsun herife, efferim gız eline sağlık" diyebileyim. güzel güzel katarsisimi yaşayabileyim.

    dediğim gibi filmin ilk 40 dakikası, böyle faydalı işlere harcanacağına hiiiiiiiç umrumuzda olmayan james'in kızının abidik üniversite hikayesi, cecil'in nike ayakkabıları, merdiven mi aldım-eldiven mi verdim muhabbetiyle geçiyor.

    bir de sanki daha evvel hiç gerilim filmi izlememişiz gibi kameranın hareketli oluşuyla boşluk kullanımı, efendime söyleyeyim 17253726 küsur yıldır uygulanan kameranın boşluğa odaklanarak 'ayh orda biri var' hissiyatı vermeye çalışılması övülmüş. bunlar zaten türün default özelliklerinin başında geliyor. yani nasıl desem, "filmde oyuncu kullanmışlar" diye övmek ne kadar saçmaysa, bunların üzerinden filmi övüp 'temiz işçilik' iddiasında olmak da o kadar saçma.

    dahası kör gözüme parmağım bir "güçlü gadın - salak ve işe yaramaz ergeg" güzellemesi var ki acayip tat kaçırıyor. özellikle adrian'ın kardeşinin mortlamasından sonra james ile cecily arasında geçen "siz hiç bir bok anlamıyorsunuz, bi bok da beceremezsiniz" çemkirmesi öyle gereksizdi ki. yani james de zaten durumun cecil'in söylediği gibi gelişme ihtimaline kapıyı kapatmadan "bak böyle beyan edelim, yoksa seni hapise atabilirler, adrian işini sonra şeyederiz" diyor fakat 'güçlü gadın' bu makûl teklifi bile karşısındakini eziklemek için bir fırsat olarak değerlendiriyor. çok yaşa güçlü gadın.

    o çemkirme sahnesinde yaşadığım cringe'i daha detaylı tarif etmek istiyorum. hani böyle 80'lerden kalma bol aksiyonlu bir amerikan filmi izlersiniz de o zamanki konjonktür gereği bütün kötü adamlar ya rus ya da japon çıkar ya. böyle durumu anlayıp kıs kıs gülersiniz ama içten içe de utanırsınız bu rezillikten. yahutta 70'lerden kalma bir exploitation izlersiniz de; adi sokak suçlularının hepsi ya zenci olur, ya meksikalı, ya avustralyalı filan. hani böyle hollywood yapımı eski westernlerde kızılderililer hep kana susamış vahşilerdir ya, işte öyle bir şey. dönemin ruhu #metoo emrediyor diye basmışlar feminizmi exploit etmiş abilerimiz. kötü erkek biraderler dışında bize tanıtılan tek erkek olan james bile bi sikime yaramayan, beceriksiz moronun teki olarak tasvir edilmiş. eşşeğin şeyine su kaçırılmış.

    en rahatsız olduğum kısmı en sona sakladım. cecil'in 'ürkek minnak kız çocuğu' olarak başlayan hikayesi, bir anda 'görünmez adamın peşinden silahla koşan terminatör'e evriliyor ve bu erillik -en başta bir kadın olarak bana - hiç doğru gelmiyor. bunu biraz daha açmak istiyorum, sinemada güçsüz kurban kadının; kendi başının çaresine bakan kadına evrildiği hikayelere çok aşinayız. bunu yapmanın da iki yolu vardır ve bu iki yol, kadına bakışı özetler niteliktedir. ilk yol, karakterin naturasını- yani fıtratını koruyarak onu fail yapar. bu yolu tercih eden filmlerde kadın, içinde bulunduğu açmazdan çıkmak için başkalaşır ama kendi karakterine ait olan özü de korur. mesela terminatör filmlerindeki sarah connor böyle bir karakterdir. dışarıdan baktığınızda aşırı maskulen ve sert bir kadın görürsünüz; lakin içinde hala korktuğunu, sevdiklerine değer verdiğini, ne olursa olsun masum bir mühendisi öldüremeyecek bir insan olduğunu gösterir size yönetmen. bir başka örnek the silence of the lambs 'den clarice'dir. o korkunç evin içerisinde kapana kısıldığında, fbi kimliği ve elinde silahla, karanlıkta katile karşı savaş verdiğinde, korktuğunu ve paniklediğini görebilirsiniz. clarice çok güçlü bir kadındır ama aynı zamanda bir insandır. her normal insan gibi berbat bir duruma düştüğünde korkar, sıçar, insan olduğuna dair bir belirti gösterir. aynısı alakasız bir tür de olsa tarantino'nun the bride'ı için de geçerlidir. uma belalı bir tetikçi olabilir lakin duygudan azade değildir. kızını sever, bill'den intikam alsa bile yaşananların yasını tutar, üzülebilir ve ağlayabilir.

    ikinci yol ise kadını tamamen maskülenleştirmekten, 'core persona'sından koparmakla sağlanır. kadın, bir anda 'aydınlanır'. tüm duygularından, onu 'kendisi yapan' tüm niteliklerinden soyutlanır. aynı 'bir erkek gibi' soğukkanlılıkla intikamını alır. çünkü 'kadın güçsüzdür'. eğer kadın 'güçlü' olmak istiyorsa kadınlığından (duygularından) vazgeçmeli ve 'adam gibi' intikamını almalıdır. g.i. jane, soldier ve the invisible man bu kategoriye giriyor. öyle ki bayan c, kız kardeşinin ölümünden sonra bir anda 'aydınlanarak' görünmez yârinin peşine elinde silahla dangır dungur ateş ede ede düşecek hale geliyor. feminizm ayağına 'erkeklik' yüceltiliyor.

    daha da kötüsü bu 'değişim', 'aydınlanma' veya 'kırılma anı' da zayıf işleniyor. yani bana iki kız kardeş arasındaki duygusal, güçlü bağı vermemişsin ki. ölen kız kardeş hakkında polis olduğu dışında en ufak bir şey bilmiyorum. cecil'in ona bağlılığından haberim yok. sonra cort diye kadını öldürüyorsun ve o 'vuruculuğu' da işin dramasından ziyade, işin süprizliğine yüklüyorsun. sonra bayan c kafayı kırıp "racon kesmiyorum, kafa kesiyorum" diyor. yersen.

    kötü adam önünde can çekişirken gözünü dahi kırpmıyor, en ufak bir duygu-mimik-tepki yok. halbuki azıcık olsun bocalasa, asabı bozulup gülse dahi daha gerçekçi olurdu ve 'güçlü gadın'lığına da zeval gelmezdi. çıkışta james ile girdiği diyalog ise ayrı fecaat. yüzünde manidar bir ifade, "ne olduğunu duydun di mi, sana ne gibi geldi" goygoyları, james'in olaya hala uyanamayan keriz izleyiciler için "aslında amacın itiraf ettirmek değildi, di mi?" şeklinde sesli düşünmesi, bayan c'nin 'o muhteşem kudreti' karşısında güya dehşete düşmesi falan. izleyenin zekâsına hakaret. tamam ulan çok güçlüsün anladık.

    nesi bu kadar övülmüş, nesi bu kadar yüceltilmiş hiç anlam veremedim. tv'de karşıma çıksa bakacağım ama sinemada izlesem verdiğim paraya acıyacağım bir film olmuş. çer çöp içerisinde azıcık eli yüzü düzgünce kalmış hepsi bu.

    elisabeth moss'un gün geçtikçe merkel'e benzemesi de ayrı bir dramdır.
  • ilk tanisma tarihinizi aklinda tutabildigi gibi bir de sifresi yapan romantik, zeki ve yakisikli erkegi icinde bulunduran film. bu bana gorunmez olmasindan cok daha fantastik geldi. elisabeth moss muhtesem oynadigi icin 8 veriyorum. iki puani gorunmezligi bulmasina ragmen cep telefonu ile japon turist gibi dolasip fotograf ceken super kahraman icin kirdim. evet, en cok ona takildim.
hesabın var mı? giriş yap