• birkaç hayal kırıklığı:

    -istanbul'a pek yer verilmemiş ne yazık ki (en fazla 10 dk). bu beklentiyle gitmeyiniz. istanbul finale kadar gözükmüyor. filmin neredeyse tamamı yunanistan'da çekilmiş. yunanistan'ın antik yüzü güzel bir şekilde kullanılmış, fon oluşturmuş. keza girit de öyle. ama istanbul için aynı şeyi söylemek zor. gene hollywood filmlerinin çekildiği yerlerde çekilmiş film: kapalıçarşı'da. tabi bir de mezarlık sekansı var. başka da yok.
    -yiğit özşener son kurguya (final cut) kurban gitmiş gibi görünüyor. zira imdb'de gözükmesine rağmen filmde yok kendisi. umarım arkadaşlarını hava atmak için filme götürmez. yoksa iki kez izlemek durumunda kalabilir oynayıp oynamadığını anlamak için. bu kadar uğraşmaması için tekrar yazayım: ne yazık ki filmde yoksun.
    -istanbul gene ortadoğu'dan bir ülke olarak resmedilmiş. halbuki bence 60'ların istanbul'u, 2014'ün istanbul'undan daha az muhafazakardı (teşekkürler akp!)

    bunlar dışında klişe bir öyküyü izlenir kılmayı başarmış hüseyin amini. filmde gerçekleşen hiçbir şey şaşırtmıyor. iki erkek bir kadın klişesi üzerinden ilerledikçe ilerliyor öykü. senaryoda bir orijinallik olmasa da, daha önce gördüğümüz şeyler bizlere tekrar sunulmuş olsa da en azından bu sıkıcı bir şekilde sunulmuyor. ben izlerken eğlendim açıkçası. ama çok şey beklememek gerek. oyuncular ve kirsten dunst'ın güzelliği için izlenebilir. dunst gerçekten çok hoştu bu filmde. kıyafetiyle, saçıyla falan etkileyici idi. mortensen kıskanç-dolandırıcı koca rolünde iyiydi. üç karakter üzerinden ilerleyen bir film. en azından başka karakterlerle gereksiz yere hikaye dağıtılmamış. böyle de bir artısı var. sadece üç karaktere odaklanmış yönetmen. bu üç karakter arasındaki kedi-fare oyunu, "yakalanacaklar mı, yakalanmayacaklar mı?" heyecanı/gerilimi oluşturulabilmiş. lakin bu artılara rağmen sinemadan çıkar çıkmaz unutulan bir film. izle/unut. bir kalıcılığı yok ne yazık ki. umarım amini yönetmenlik kariyerine senaryosunu kaleme aldığı drive gibi kısa sürede unutulmayacak işlerle devam eder.
  • sinemada izlemiş olmak istedim açıkçası...dönem atmosferi cok başarılı verilmiş. hoş, yunanistan kıyılarının ic açan renkleri üzerine istanbul'u metalik--gri tonla resmetmek yine alışageldik bir durum gibi ama, uyarlama olarak düşününce nasıl yazıldığına da bakmak gerek haliyle. süresinden sebep biraz fazla budanmış gibi geldi bana, fakat, sevdim yine de.

    not: filmin başlangıcındaki "yunan koylarında yabancılık çeken amerika'lı turistler ve gözü açık yunan (amerikalı) rehberin karşılaşması" kısmen topkapı (1964) filminin girişini hatırlattı bana. artık bir selam çakma mı yapmış hossein amini, bilemeyceğim. :)

    not 2: oscar ısaac öyle veya böyle çok başarılı bir kariyer yürütüyor bu arada. 10 senelik sinema kariyerinde, içinde yer aldığı projelere bakınca ve de adamın oyunculuk yeteneğini de görünce, guatemala doğumlu 80'li bu yaşdaşıma gıpta ediyorum doğrusu.
  • yiğit özşener'in de rol aldığı film.
  • (bkz: janus)
  • aklimda sadece oscaar isaac'in "bir cay lutfen" demesi kalan; giris, gelisme ve sonuc kisimlarinin iyi anlatilamadigini dusundugum film.
  • rydal şapkası ve tipi ile genç rocky bilbao gibi ortalıkta dolanır durur.
  • can yayınlarının henüz bastığı, patricia highsmith romanı.

    her highsmith'te tom ripley'i arayanlara göre olmayan, 3 kişilik bir çemberin içine kurulmuş, o paris senin bu atina benim gezdiren roman da denebilir.
  • bir bölümü türkiye'de çekilecek film. viggo mortensen başrolde olacakmış.

    http://film.com.tr/haber/index.cfm?hid=14573
  • - sinemada izlenmeyi gerektiren bir film değil.
    - evde olur ama.
    - acayip inanılmaz bir hikaye değil ve bence zaten bu yüzden güzel. her şey mantıklı, her şey mümkün, hiçbir şey göze batmıyor. heyecandan ölmezsin ama izlersin de. gerisi için: spoiler.
    - he şey yalnız, oscar'ın hatuna ne oldu onu hiç görmedik. apar toplar gitti bizimkiler, insan bi vedalaşır ayıp. (filmin başlarında olduğu için spoiler sayılmaz.)
    - imdb bunun için thriller diyor ama dostum bu bildiğin drama. tamam thrill edecek bir yol izlenmiş ama drama yani. spoiler'de söylerim.
    - türkçe konuşmalar çok düzgündü, takdir edilesi. ama tc polisleri de türk olaymış iyiymiş.
    - iyi ki izmirli değilim, "neden bizi yunana itelemediniz :/" diye üzülebilirdim.
    - kirsten dunst'tan hoşlanamıyorum. soluk ten, soluk saç, ip gibi dudaklar, minicik gözler. benim için mahşerin 4 atlısı bunlar ve dördü de bu hanımda var.
    - ama iyi bir seçim yine de. neden iyi olduğunu spoiler kısmında söyleyeyim.
    - oscar isaac'ı ilk kez inside llewyn davis'te görüp çok beğenmiştim, burada da iyiydi ama aslında yine aynı adamdı. ne yaptığı belli olmayan, "bağsız" adam modeli. ama coen'lerin filminde sefillik de vardı, burada yok. böyle adamları iyi canlandırıyor, adamda "özünde iyi ama işte biraz şey" tipi var tam.
    - ayrıca da bir adamın yüzü bu kadar güzelken vücudu bu kadar "küt" olmamalı, üzülüyorum.
    - viggo mortensen'i lotr, şiddetin tarihçesi, şark vaatleri, kusursuz cinayet'te izledim. gerçi carlito's way'de de izlemişim ama hatırlamıyorum. kendisini en beğendiğim yer şart vaatleri (eastern promises) olmuştu ama şiddetin tarihçesi'nde (a history of violence) olduğu gibi, böyle hafif drama gibi filmlerde de oluyor gayet. bunun sebebi de yine spoiler'de.

    şimdiiii...

    --- spoiler ---

    neden drama bitanesi? şundan, bu aslında suç/gerilim filmi filan değil. bildiğin, "kimse saf iyi ya da kötü değildir" filmi. aile ilişkileri, karı koca ilişkisi, kadın eşin başkasından hoşlanması ama bu hoşlanmanın da gayet doğru düzgün bir şekilde kısıtlanması, oscar'ın taşralı viggo'nun orta sınıf ahlakı, bu esnada kadının "bağrıma taş basarım çünkü o benim kocam" şeklindeki dev öğretilmişliği, ohoo daha gider bu.

    hiçbiri kötü değil, ama o kadar iyi de değil. ve hepsinin bunun için geçerli sebepleri var.

    yediği her halt için "karım için yaptım" demekle "o benim kocam" deyip işin içinden çıkmak çok farklı şeyler değil izninizle.

    oscar'ın naptığı zaten belli değil, dedik ya, iyi çocuk ama biraz şey. ekmeğinin peşinde diyelim. neden? ailesinden uzakta olmayı seçip kendini bir "challenge" içinde bulduğu için.

    bakın her şey çok mantıklı. en sonunda ise, viggo son nefesinde her şeyi anlatarak olayı kurtarıyor. çünkü hiçkimse saf iyi veya kötü değildir.

    işte film bu yüzden çok heyecanlı filan değil. makul bir hikaye.

    kirsten dunst'ı da sevmememe rağmen iyi bir seçim olarak gördüm, çünkü bu kadın böyle bir kadın. olaysız. düz. öğrenilmiş tatlış. bildiğin orta sınıf ahlaklı american girl işte ya, bu filmdeki gibi. kadın karakterle oscar arasında bir şey olmayacağı, kadının kirsten olmasından belliydi. oraya daha güzel ve daha karakterli birini koyarsan, o ikisinin en azından öpüşmesi gerekir. ama kirsten'le bunu yapamazsın, o "he's my husband" deyip çıkar aradan.

    yoksa oscar güzel adam, güzel adamları böyle ruh gibi hayalet gibi kadınlara vermeyin yazık :/

    viggo abiye neden bu roller daha çok yakışıyor dersen, adam garip bir adam da ondan. bak mesela ed harris için de öyle düşünürüm. baktığın zaman işinde gücünde, iyi işler güçler bunlar, ama hop, şapkanda tavşan var. yüzleri öyle yüzler, adamın saf iyi olduğuna ikna olamıyorsun. ben viggo'nun yüzünü migros'ta görsem mavi tıkı verir geçerim, ne bileyim.

    eastern promises'te mafya işindeydi ama yine ayak çeviren bir adamdı, bu adam bu rolleri iyi yapıyor. mesela lotr'daki haline ilişkin hiçbir hissim yok, hem ben zaten "kahraman" sevmem.

    özetle böyle. yani olur, izlenir, ama vay ben bilmedim vay ben duymadım diye dertlenilecek bir durum yok ortada. keep calm & iyi geceler :)

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap