• olmadığı ileri sürülen, ama hep olan; uzun süre din kisvesi altında gizlendiği için görmezlikten gelinen, son yıllarda etnik boyutu pompalanan, marco aurelio'nun milli takımda oynaması ile ayan beyan ortaya çıkan pislik.

    haksızlık etmeyelim. bu pislik kapitalizmin bir ürünüdür ve her yerdedir.

    not: ırkçılıklarından rahatsız olanlar çok kötü düğmesine basarak rahatlayabilirlar.
  • genelde ırkçılığa maruz kalması gerekenler tarafından yapılan ,atatürk milliyetçiliği kisvesi altında yalan söyleyip işçeviren,oturmuş kişilikleri olmayanların kendini ispatlamak amacıyla yaptıkları şey.
  • "ırkçılık türklerin kanında yoktur"

    böyle bir safsatayı ciddiye almıyoruz. peki, şöyle densin:

    "ırkçılık illetine türk milletinin tarihinde rastlanmamıştır"

    buna da niye demek gerekiyor. milletin tarihi denirken, altı yedi eylüller, ülkenin ayıplı zamanları herhalde boş geçiliyor. milletin tarihi denirken kastedilen imparatorluktur.
    imparatorlukta ırkçılık neden yoktu, bu imparatorluğun yöntemi, onun bilgisi, onun başarısıdır. dünya dün kurulmadı ama bu ülke daha yeni. ülkenin geçmişine giden yollarını kesersen, geçmişinin başarılarını sahiplenemezsin. ülkeyi gökten zembille inmiş kabul edersen milletin, hafıza yoksunluğunun travmalarından payına düşeni alacaktır. böyle sahtekarlık olmaz olsun.

    türkiye'de ırkçılık bu sahtekarlığın eseridir.
  • konuyla ilgili olarak odtü'de görev yapmakta olan bir yabancı öğretim üyesinin türkiye hakkındaki gözlemlerini yansıtmak isterim.*
    kendisi "racism" ile "fascism" arasındaki farkı da göz önünde bulundurarak türkiye'de ırkçılığın henüz ciddi boyutlara ulaşmamış olduğunu memnuniyetle bildirir ve amerika'yla kıyaslanacak olursa türkiye'nin fersah fersah ileride olduğunu ifade eder.
    yeri değil ama şunu da söyleyeyim,, sheila odtü için "toplumsal cinsiyetçilik bağlamında (gender) dünyada gördüğüm en eşitlikçi yer" demektedir (kendisi amerika, avrupa ve afrika dahil olmak üzere sittin tane yerde çalışmış bir akademisyendir). bunu vurgulamamım bir sebebi de şu: eşitsizlikçi düşünce bir yerde kök saldı mı ırk, etnisite, yaş, cinsiyet falan dinlemez her alana sirayet etme temayülü gösterir.

    yalnız şu farkı da koymak gerekir:
    bu ecnebiler race (ırk) ve ethnicity (etnik köken) arasında bir ayrım koyarak düşünmekteler (biz bu iki sözcüğü de ırk olarak telaffuz ediyoruz- sanırım bizde ırkçılık henüz tam anlamıyla uzmanlaşılmış bir mesele olmadığından olsa gerek, ki iyi ki öyle).

    buna göre hangi ırk'tan olduğunu saklayamazsın:
    derin siyahtır, ya da sarı saçlı mavi gözlüsündür, ya da çekik gözlüsündür. bunları saklaman pek mümkün değildir ve hangi ırk'ın mensubu olduğun daha ilk görüşte, genellikle anlaşılır.

    ama hangi etnik kökene sahip olduğunu ekseriyetle saklayabilirsin. çünkü etnik köken daha çok, bourdieu'nun terimcesiyle konuşacak olursak, kültürel sermayenle ilişkili bir şeydir (kültürel sermayenin hangi şartlar altında biriktirildiği meselesine hiç girmiyorum). türkiye'de ayrımcılığa uğrayacağını bildiği için, ya da başka sebeplerle çingene olduğunu, kürt olduğunu, ermeni olduğunu vs. saklamak zorunda olan pek çok insan vardır (etnik kökenlerini ısrarla vurgulayanlar da vardır tabi).

    üç sebepten, sheila hoca yanılıyor olabilir. birincisi, her ne kadar tatillerini aksaray, kastamonu vb garip (?) yerlerde geçirmeyi tercih ederek türkiye hakkında daha çok bilgi edinmek istiyor olsa da daha çok görüp bildiği ankara'dır, hatta odtü'dür.

    ikinci olarak, kendisi biraz daha zor fark etse de, hatta hiç fark edemese de, kimin kürt olduğunu, kimin ermeni olduğunu vs anlamak bu ülke insanı için pek de zor mesele değildir.

    üçüncü olarak, memlekette henüz ırkı itibariyle hemen ayırt edilebilecek insan sayısı azdır. türkiye'de uzak doğuludur, afrikalıdır bu insanlar tektir tüktür.

    son olarak, ki bu tamamen sheila'ya ilişkin bir mesele,, kendisi mavi gözlü beyaz saçlı "profesör" bir kadıncağızdır ki sanmıyorum ki herhangi bir ters muameleye şahsen maruz kalmış/kalacak olsun.

    ama her ne olursa olsun haklı olduğunu düşündüğüm bir şey var.

    türkiye <<henüz>> dünyanın en ırkçı coğrafyası değildir. kaşağı hoca'nın da belirttiği üzere ırkçılık kapitalizm ile ilişkili bir meseledir. ve, iyi ki, kapitalizm <<henüz>> bu coğrafyaya tümüyle egemen olmuş değildir.

    bununla beraber, bu yolda önemli mesafeler kat etmiş durumdayız.

    yaklaşık olarak son dört yüz yıldır insanlığın çok acı bir şekilde tecrübe ettiği bu tarihsel olgu, bütün gerçekliğiyle yanı başımızdadır, içimizdedir.

    dikkatli olmamız lazım gelir.
  • sıkça bulunur. sadece su kenarlarında değil dağlık bölgelerde de yaşar. belli mevsimlerde daha verimli olmakla beraber 4 mevsim yetişir.
  • 1966 yılında forum dergisinde yayınlanmış önemli bir şerif mardin makalesi. bugün iletişim yayınlarından çıkan türk modernleşmesi başlıklı şerif mardin kitabında da yer alıyor. şerif mardin, bu makalesinde "türklük bilinci" ile ilk kez gültekin anıtlarında karşılaştığımızı belirtiyor. yine ali şir nevai'nin 15. asırda türk dilinin türkleri birleştirici bir unsur olarak kullanılmasından kıvanç duyacağını söylediğini vurguluyor. batıda ise germenlik ve ingiliz şuuruna dair bir belgeye 13. asırdan önce rastlanamadığını ekliyor. buradan türklük bilincinin batıdaki milliyetçilik bilinciden çok önce filizlendiğini anlıyoruz.

    ancak makalenin sonlarına doğru türkiye'de ırkçılığın biraz da cumhuriyet kentlisinin köylüye karşı tutumundan dolayı kuvvetlendiğini belirtiyor ki, burayı aynen alıntılıyorum:

    "bu yönden atatürk devrimleri istenen şekilde çalışmamıştır. burada kentlinin ve cumhuriyet kentlisinin ve devrimcisinin köylüye yaklaşımında otoriter bir tutumu olmasının çok büyük rolü vardır. (fakat son paragrafımızda görüleceği gibi en derin sorun bu değildir) köylü-kentli ayrımının asırlarca yara açtığı bir ülkede, sağduyu, "köylü efendimizdir" şeklindeki sloganların tatbik alanına geçirilmesini icabettirirdi. nitekim bunu en basit bir şekilde yapmaya çalışmış olan siyasi partilerin ne gibi mükafatlar elde ettikleri günümüzde görülmeye devam etmektedir."

    mardin burada mükafat sözcüğüyle muhtemelen 27 mayıs'ı ve çok partili döneme geçişteki sancıları işaret ediyor. makalenin sonunu ise islamcılık ve ırkçılık konusunda bir kehanette bulunarak bağlıyor ki, bugün bile o kehanetin geçerli olduğunu düşünüyorum ben şahsen:

    "bir kere türkiye'nin sosyo-ekonomik bünyesinin değişmesi kendiliğinden ırkçılığı ortadan kaldıracak değildir. halk adamı, geleneksel çerçevede daha sıcak, kendisiyle ilgili bir ortam bulduğuna kanaat getirdiği ölçüde gene islamcılığa ve ırkçılığa dönecektir. salt bilimin gelişmesi de problemi çözümleyecek nitelikte değildir. insanlar, bundan iki üç sene önce rusya'da çıkmış olan bir romancının kullandığı başlığı hatırlatmak gerekirse "yalnız ekmekle yaşayamazlar". ideolojilerin ve dinlerin kuvveti bu noktada toplanmaktadır."

    şimdi şerif mardin'den bugün yani 41 yıl sonra bile ders çıkarılacak bir aydın eleştirisi geliyor ki en derin sorun olarak kastettiği de bu:

    "hümanistin zaafı böyle bir yola sapmayı kabul etmemesidir. ne var ki, hümanizmin değerlerini kütlece anlaşılır bir şekle getirmek karşımızda bir problem olarak durmaktadır. bu iman problemi halledilmeden de kendini "batılı aydın" sayanların şimdiki biçimdeki faaliyetleri kısır kalmaya mahkumdur."

    görülen o ki, bu problem hala önümüzde duruyor. bir tarafta tehlikenin farkında mısınız gibi güdük sloganlarla faaliyet gösteren o otoriter dil. diğer tarafta kendi içinde ürettiği dille kendi meramını yalnızca kendine anlatabilen aydınlar. bir üçüncü tarafta ise kendisiyle daha yakından ilgili bir ortam bulduğu için ırkçılığa yönelen bir halk. sizce de kullandığımız dili yeniden gözden geçirmenin vakti gelmedi mi?
  • geriye doğru kısa bir yolculuk; http://www.radikal.com.tr/…r.php?ek=r2&haberno=7416
hesabın var mı? giriş yap