• evet. vardır böyle bir durum.

    biz niçin bir yabancı dil öğrenemiyoruz? yıllarca (10-12 yıl) zorunlu olarak ingilizce, almanca, fransızca dersleri alıyoruz fakat "çişim geldi" diyemiyoruz. türkiye dışına çıktığımız an işeyemeyecek durumdayız. bunda sanırım eğitim sisteminin de büyük bir rolü var. eğitim sistemi derken klasik meb eleştirisinin dışında eğitim fakültesi-fen edb. fakültesi eleştirisi barındırıyor içinde. yani senin öğretmenin o dile hâkim değilken, senin öğretmenin daha öğreticiliğini yaptığı dilin konuşulduğu ülkeden bîhaberse yapacak pek bir şey yok.

    aslına bakarsanız diğer dilleri geçelim, türkçeye bakalım. yıllardır türkçe dersi veriyoruz fakat üç cümle yazamıyor halkımız. gerçekten zaman kaybediyoruz ülke olarak. ülkenin tüm yükü birkaç yüz binlik bir kitlenin omuzlarında...
  • çünkü türkler'de mükemmel konuşmamaktansa, hiç konuşmayacagım egosu vardır da ondan.
    onlara pakistanlı,rus ların ingilizcesini göstermek lazım.
  • (bkz: dil aileleri)

    yabancı dil öğrenilirken ana dil ile öğrenilecek dil arasında akrabalık ilişkisi varsa öğrenmek çok daha kolaydır. türkçe'nin akraba olduğu diller moğolca, korece, tunguzca ve japonca'dır. bu dilleri öğrenmek bizler için kolay ancak ingilizce vb. avrupa dilleri ile dilimizin akrabalık ilişkisi olmadığı için bize öğrenmek çok daha zor gelir.

    kürtler ingilizceyi çok daha kolay öğrenir. zira kürtçe'nin kelime dağarcığının büyük kısmını farsça kelimeler oluşturur ve farsça, ingilizce ile aynı dil ailesindendir. bu akrabalığı ana kelimelerden de rahatlıkla çözebilirsiniz.

    örneğin farsça erkek kardeş anlamına gelen "birader" ile ingilizce erkek kardeş "brother" aynı kökten gelir. aynı şekilde farsça "mader" ingilizce "mother", anne anlamına gelir.

    işe bu noktadan bakacak olursak ingilizce, türkçe'nin akrabası olmadığı için daha çok zorlanıyoruz. ingilizce-türkçe bağı görümcesinin kaynanasının dayıoğlu şeklindedir.
  • yabancı dilden bahsetmek için önce bir tanıdık dilden bahsetmemiz lazım. öyle ya, önce tanıdık bir dil olacak ki yabancı bir dil dediğimizde de bunun bir anlamı olabilsin.

    -tanıdık dilin ne?
    +yok.
    -e peki yabancı dilin?
    +efenim dedim ya, ben türküm.

    gördünüz dimi sorunun cevabının kendiliğinden nasıl da açığa çıktığını.

    şimdi efendim, bu konuya açıklık getirmek lazım. nurullah ataç diyor ki zamanın idarecilerine: madem bu işe giriştiniz, bizi alıp başka bir kültüre ekiyorsunuz, o zaman çocuklarımıza mekteplerde yunanca ve latince de öğretelim ki bu geçiş tam ve müessir olsun. ha, yok böyle yapmazsanız ben de öztürkçe denen bişey uydururum.

    nurullah ataç haklı. “o zaman ben de öztürkçe denen bişey icad ederim” kısmı hariç. böyle dememeliydi, öyle yapmıyorsanız o zaman ben de eski minval üzere devam ederim diyebilmeliydi, çünkü imkansızı mümkün görmek gibi bi acayipliğe düşmezdi en azından.

    yine aynı konuda aziz yardımlı da şöyle diyor ısrarla kullandığı dili savunurken: bizim bütün sözcüklerimiz şeffaf, saydam olmalı. mesela tecrübe demeyelim, deneyim diyelim, müşahede demeyelim, gözlem diyelim. niye? çünkü sözcük saydam olmalı, tecrübe de müşahede de bize kapalı.

    haklı, bence de kapalı. ama niye kapalı? çünkü biz artık arapça ve farsça öğretmiyoruz da çocuklarımıza, o yüzden kapalı. eskiden kapalı falan değildi, müşahede dendi miydi mürekkep yalamış kişi onun "şe he de”den geldiğini adı gibi biliyordu, ve bütün bu süreçler canlı akıyordu.

    yani aziz yardımlı’dan da bu haklı itirazını doğru bir zemine oturtması beklenirdi, nurullah ataç gibi imkansızı mümkün görüp göstermesi değil.

    mesela batılı, fizik bilimi dediğinde bunun doğa bilim olduğunu ya da bisiklet dediği zaman bunun çift tekerlek olduğunu sarahatle anlıyor, çünkü tıpkı bizim zamanında arapça farsça da öğrendiğimiz gibi onlar da mekteplerinde latince ve yunanca öğreniyorlar. mesela bir farisi bisiklet demiyor. ne diyor? “duçarkh” diyor. yani çift çarklı.

    hani derler ya yarım doktor candan, yarım hoca da imandan diye, bizimki de o hesap yarım devrim bizi dilden etti. yazı devrimini bu haliyle bile savunanlara şöyle deyip bitireyim: mustafa kemal harbiyeyi bitirdiği vakit voltaire’i aslından okuyup anlayabilecek derecede iyi fransızca biliyordu.
  • öğrenmemek, öğrenmek istememek, öğrenememek bize ve eğitim sistemine ait bir problem. ama öğrenilen yabancı dilin kalıcı olmamasında türkçe’nin ingilizce, almanca, fransızca, rusça, arapça gibi önemli dillerle farklı dil ailelerinden gelmesinin çok etkisi var. bizimki sondan eklemeli falan mesela ama elin dilinde, başına sonuna kelime ekleyerek veya kelime köküyle oynayarak yeni anlamlar kazandırıyorsun.

    bir avrupalının, başka bir avrupa dilini kolayca öğrenmesi ve rahatlıkla akıcı konuşmasında bu durumun etkisi çok büyük. hele hele latin dillerinin yapısal olarak birbirine çok benzediğini düşünürsek, herhalde demek istediğimi daha iyi ifade etmiş olurum.
  • abi sabırsız adamlarız bi kere! şak diye ingiliz aksağanıyla konuşulacak zannediyoruz. bir kaç gün sonra böyle olmadığını anlıyoruz ve hevesimiz kırılıyor. hepsi bu.
  • en büyük sebebinin zorlamadan ve ilkokul da bunun eğitimini verenlerin yetersiz ve dil ögretme bilgisinden yoksun olmasindan kaynaklandığını düşünüyorum. bu durum da gelecekte insanda bir soğuma ortaya çıkarmaktadır.
  • tabii ki sorun yabancı dilde zira bir türk asla öğrenemiyor olamaaaaz :)

    şahsi fikrim; gramerden başlanılmaması yönündedir. yapıştır kelimeleri sonra yapıştır speakingi bi aç önümüzü bi götümüz kalksın yapabildiğimizi görelim ulan zekiymişim haa havalarına bi girelim. daha fazla kelime öğrenmek isteyelim di mi? çivi çiviyi söksün olmaz mı?

    olur mu hiç? daya grameri, daya ezberi, ondan sonra da valla biz elimizden geleni yaptık sizin çocuk biraz geç anlıyor.

    haklılar.
  • özgüven sorunudur. hala çağdaş olamadık.
  • grameri mükemmel bilip konuşamamsı durumudur. aynı durumu yaşıyorum çünkü 9 sene ingilizce gördüm sadece gramer var , oda her sene aynı şeyleri işlemekten kaynaklı ezber.
hesabın var mı? giriş yap