• senaryosunu, basina hicbir sey gelmeyen bi adamin oykusunu anlatmak ruyasinda olan cesare zavattini'nin yazarak bu ruyasina en yaklastigi filmdir. umberto d, az bi emekli maasiyla bi pansiyonda gecinmeye calisan, kopeginden baska kimsesi olmayan, ve pansiyonun hizmetci kizdan baska kimsenin ilgi gostermedigi yasli, hafifce huysuz bir adamdir; ve film umberto d'nin basina gelenleri, daha dogrusu gelmeyenleri anlatir. daha cok insanin ebedi yalnizligina ve bencilligine bi agit gibidir- umberto d, evsahibesinden, hastanedeki doktorlardan, yemek yedigi asevindeki garsonlardan, yolda karsilastigi eski arkadaslarindan ilgi ve anlayis bekler, halbuki herkes kendi derdindedir. kendi dedemize benzetip hali icin uzulebilecegimiz bi portre cizer umberto d, ama insanlarin ilgisizliginden, soguklugundan, anlayissizligindan yakinirken, kendisi de benzer davranislari hizmetci kiza karsi gostermektedir.

    hizmetci kizin uyanmasi, yataktan kalkmasini, mutfakta kahvalti hazirlamasini veya umberto d'nin odasina gelmesi, ustunu degismesi, yataga girmesini anlatan sekanslar filmin en carpici bolumleridir, zira gayet acelesiz, tum detaylara dikkat edilerek cekilmis, muthis gercek parcalardir bunlar. ayrica uzun koridorlar, uzun dar ara sokaklar, buyuk sutunlu binalar gibi alanlar kullanilarak insanin dunyadaki kucuklugu ve yalnizliginin alti cizilir sik sik. film, kopegini yalniz birakamayacagini ve kendisiyle beraber olume surukleyemeyecegini anladiginda, umberto d'nin son anda intihar etmekten vazgecmesiyle biter. parkta kopegiyle oynayarak gozden uzaklasir, ama mutlu bi son olmaktan cok uzaktir bu- cunku parkin goruntusu, daha once yalnizlik ve umutsuzlugu sembolize eden koridorlar, dar ve uzun sokaklar gibidir. belirsiz bi gelecege dogru yurur umberto d, kalicak bi yeri veya parasi olmadan. .
  • de sica demistir ki, bu filmi babama adiyorum; yani, gunluk hayatin kahramanlarindan birine.
    umberto'yu oynayan amcadede super bir performans vermistir. ki kendisi oyuncu degil, de sica'nin yolda ayakuzeri tanistigi bir fizik profesorudur.
  • 1952 yapımlı bu film bisiklet hırsızları’yla (ladri di biciclette- 1948) birlikte italyan yeni realizm akımının en avangart filmlerinden biri.

    filmin her sahnesi sizi oturduğunuz yerde adım adım kişisel bir dramın şahitliğine ortak ediyor.gelelim bu eşsiz başyapıta:

    --- spoiler ---

    umberto (carlo battisti) amcamız emekli olmuş ununu elemiş eleğini asmış 2. dünya savaşı sonrası dönemlerinde 3 kuruş devlet maaşıyla hayata tutunmaya çalışan bir yalnız adamdır.kırık dökük, izbe bir pansiyonda hayatla son kozlarını paylaşmaktadır.

    gelgelelim pansiyonun suratsız cimcimesi umberto’yu pansiyondan şutlamak için elinden geleni yapar.kiralarını düzenli ödeyemeyen umberto bir çıkış yolu olarak bir süreliğine bir hastaneye kapak atmak için arayışlara girer. bir süre de olsa kalır da.

    ancak gerçek hayatta pansiyona olan borcunu temin edecek parayı bulamaz bir türlü .eş dost çevresinde selamlaştığı bir iki dostuna durumunu çıtlatsa da hayırsızlardan çıt çıkmaz.

    filmin yoğun melodramatik havası gerçekten asla yapay durmuyor. öyle sahneler var ki bakarken kahroluyorsunuz.beni en derinden etkileyen sahneler umberto’nun sırf hastanede kalmak için bile bile hastalığının olduğuna yönelik doktora ısrarlı yalan söyleyişi.

    yine bir arkadaşından borç istemek için renkten renge girmesi yürürken bir türlü konuyu açmaya fırsat bulamaması.

    umberto hayattaki tek dostu ve can yoldaşı köpeğini son çare birilerine bırakıp kendi hayatına son tekmeyi vurmayı düşünecek raddeye varır. ancak ne var ki gözden çıkardığı köpeği flike umberto amcamızın her türlü girişimine karşı ondan kopmaz.ve nihayetinde bir trenin altına birlikte atlamasına da izin vermez.umutsuzluğunun en karanlık yerinde tekrar hayata tutunmasını sağlar.

    filmin finalinde umberto’nun elinde kozalakla flike’in peşinde koşturmasıyla az da olsa burkulan yüreğinize umut kırıntıları dökülür.

    ama sanırsam en yakıcı sahne dilenmeye bir türlü yüzünün tutmaması. elini açıp tam sadaka verilecekken yağmurun yağıp yağmamasını kontrol ediyormuşçasına gökyüzüne bakıp hızla ters çevirmesi. ardından da köpeği flike’nin ağzına şapkasını tutuşturup dilendirmeye çalışması.ama bu kez de kendisini tanıyan yakın bir arkadaşını görüp telaşla köpeğin ağzından tekrar şapkasını alması.

    filmin finalinde sanırım sinema tarihinin en başarılı ve dokunaklı sahnelerinden birini görürürüz.bir çocuk parkına bıraktığı tek dostu köpeğinin peşinden koşa koşa gelişi.umberto amcamızın köprünün köşesine saklanmasına rağmen köpeğin hemen sahibini bulması gerçekten en vurucu sahnelerden biri olmuş.

    filmin finalinde her şeye rağmen senaryonun klasik dramatik bir sonla bitmemesine nedense seviniyoruz.umbeto amcanın bir anda sonbahardan kışı çalımlayarak bahara en azından bir merhaba demek için gülümseyişine sevinerek eşlik ediyoruz.

    --- spoiler ---
  • andre bazin'in, "zamanın realist sineması" ve "a cinema of duration" şeklinde tanımladığı de sica filmi. bazin, umberto d. üzerine kaleme aldığı eleştiri yazısında çeşitli sahneleri örnek göstererek, bu sahnelerde, yaşanılan zamanın nasıl tamı tamına "spectacle quality" kazandığından söz eder. 50'lerin klasik hollywood filmlerini düşünelim: senaryo için ayrı ayrı kurgulanmış sahneler ve senaryo için kurgulanmış zaman içerisinde aşk tiradları, ayrılıklar, gerilimler seyirciyle buluşturulurken, umberto d. için bazin, bizlere özellikle bir sahneye işaret etmekte:

    --- spoiler ---
    bu sahnede umberto d.'nin kaldığı pansiyondaki hizmetçi kızın, mutfakta kendi kendine gerçekleştirdiği günlük hareketleri görmekteyiz. yemek yapar, yürür, mutfak içinde anlamsızca gezinir, düşünür, elien aldığı kap kacak ile oynar, vs. bazin der ki; bu kızın hareketlerinin, baş kahraman umberto d.'nin başından geçen olaylarla hiçbir ilgisi yoktur. bu sahne bağımsızdır; sadece kendisi için vardır. bu noktada zaman özgüldür, mekan da. klasik holywood filmlerinde olduğunun aksine, bu sahne hiçbir gelecek sahneye bağlanmaz; kendisidir. ayrıca seyirci tarafından "izlenilebilirdir" de. "spectacle" hüviyeti bundan ileri gelir. sıradan bir insanın, sıradan hareketlerini, filmin anlatmak istediğinden bağımsız bir halde vermiştir izleyiciye de sica. bazin'e göre umberto d., italyan neo-realizminin zirvesini temsil etmektedir.
    --- spoiler ---

    bir not: umberto d. bu açıdan, deleuze'ün ortaya koyduğu "zaman-imge" - (time-image) esintileri içermektedir...
  • filmin başrol oyuncusu -ki performansı efsanevidir- carlo battisti aktör değil university of florence'ta eğitim veren emekli bir profesördür. daha önce hiç oyunculuk deneyimi olmamasına rağmen böyle harika bir performans göstermiş olması filmi ayrı bir güzel kılar..
  • neorealist sinemayı anlatmak adına örnek olarak gösterebileceğimiz birçok sahneye sahip olan film.
    bir tane anlatalım.

    --- spoiler ---
    sekansın başında hizmetçi yatakta kediyi izlemektedir. kalkar, mutfağa geçer, sonra pencereden bakar, biraz yürür, fırının yanına gelir ve burada vücudunu kontrol eder. sonra masaya gider, oturur, ağlamaya başlar.
    günlük işlerinin rutininden bir anda hamile olduğunu anlayarak geleceğine geçilir filmde. neorealist yapımlarda gördüğümüz gerçekçilik, ayrıntı ve dramın bir arada kullanılmasına çok güzel bir örnek çıkar karşımıza.
    --- spoiler ---
  • 1957 yılında oscar'a aday gösterilen, 1999 yılında özel bir italyan televizyon kanalı tarafından görüntüleri elden geçirilerek yeniden vizyona sokulan, umberto domenico ferrari'nin hikayesinin anlatıldığı film.

    umberto amcanın son çare olarak dilenmeye çalıştığı sahne, züğürt ağa'nın domates diy(emey)işini hatırlatır fena halde ve fakat burada gülmek yerine ağlanır, boş bulunulursa çok da fena ağlanır.
  • sinema yıldızı olmayan başrol oyuncusu, stüdyo, dekor, kostüm vesaireye yüz vermeyen yapısı ve bireye odaklı değil yaşanan çevre perspektifli kamerasıyla yeni gerçekçiliğin köşe taşlarından olan film.

    (bkz: antropomorfik sinema)
  • vittorio de sicanın 1952 yapımı filmi. italyan sinemasında realizmin doruğu.
  • umberto amca'nın alınyazısı sanki bisiklet hırsızlarının kalemiyle yazılmış gibi. de sica her zaman oldugu gibi her ayrıntıyı düşünmüş, kamerasını talihsizliğin bütün gelgitlerine yoğunlaştırmış evet bugünlerde herkes dikenlerle vuruyor.
hesabın var mı? giriş yap