• bilim ve felsefeyi harmanlamış film. rüya işleri, felsefi bir düşünce ortaya koyuştan ziyade ilgi çekme, sıkıcılığı dağıtma amaçlı da konulmuş olabilir gibi geldi. konuşturduğu kişilerin sahiciliği de hoşuma gitti. mesela özgür irade problemine kafa yormuş biri olarak bu konu hakkında filmde konuşan kişinin, adını bildiğim david sosa olduğunu bilmek iyi geldi.

    izlenesi.

    bu arada gözü çok yorduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.
  • doyurucu, derinlikli, felsefi diyalogların (ya da monologların) adamı olan richard linklater'ın bu filminde bu özellik doruğa çıkıyor. zihnin bir anda sindirip işlemesinin zor olduğu yoğunlukta fikirler barındırıyor film.

    zaman algısı, benlik algısı, rüyalar, daha spesifik olarak lucid dreaming gibi hayatta araştırdığım, aklımın bir köşesinde duran her şeyi karşıma çıkarıp bunlarla ilgilen, ihmal etme diyen bir film. izleyip geçmenize de izin vermiyor. araştırma, öğrenme, düşünme, fikir yürütme ve bunların ardından sonuca varma veya varılacak bir sonuç olmadığını görme aşamalarından geçmenizi gerektiriyor.

    bir sürü referans var. en iyi düşünsel hazzı almak için araştırıp öğrenmeniz gereken şeyler var, tabii filmde söz edilen her şey hakkında bilgi sahibi değilseniz. araya yıllar koyarak iki kere izledim. ikincisinde izlemekle kalmayıp filmin metnini okudum. bazı bölümleri birkaç kere. serumun damara infüzyon yoluyla verilip bedeni beslemesi gibi, zihnimin, ruhumun ihtiyacı olan besinleri damla damla, sindire sindire aldığını hissettim. tam bir "feed your brain" durumu. hem de maddesiz.

    alıntı yapayım dedim, ama filmin metnini olduğu gibi buraya koysam yeridir. bölümler halinde verilmiş tam metne aşağıdaki linkten ulaşılabilir:

    http://wakinglifemovie.net/
  • ' teorisi olmayan eylemci olmak ' istemindeki dionysosçu yaşama, biçâre, eylemsiz egzistansiyalist teoriler birleşkesinin neticesizliğiyle cevap veren film.
    o direğe tırmanmış yaşlı adam, nietzsche'nin olmak istediğinin sinematografik yansısıdır.
    lâkin ' çok az çekerdi bilgi bizi, yolunun üzerinde bu denli fazla ortadan kaldırılacak utanç olmasaydı ' diyen nietzsche'nin kaçınılmaz, keskin çaresizliği kendisine bile sirayet etmişken filme nasıl etmesindi?
    film de bu çaresizlikten dem vurmakta. bengidönüş'ün centaurist keşmekeşliğinin zeminini hazırlayan modernitenin içre hapsolmuşluğun aks'ı.

    '' kendi yıkımını hazırlayan insan kendini yabancılaşmış, sapına kadar yalnız hisseder.
    toplumun dışındadır. kendi kendine şöyle der: 'deliriyorum galiba'
    anlamadığı şudur: toplum da tıpkı kendisi gibi büyük zarar ve felaketlerden karlı çıkar.
    bu savaşlar, kıtlıklar, su baskınları ve depremler çok belirli gereksinimleri karşılarlar.
    insanlar kaos ister. doğrusu buna geresinimleri de vardır. durgunluklar, çatışmalar, halk hareketleri, cinayet, hepsi korkunç.
    ölüm ve yıkımın yarattığı bu karşı konulmaz orji durumunun içine çekilmişiz neredeyse.
    hepsi içimizde. içinde olmaktan zevk alıyoruz. tabii ki medya tüm bunlara üzgün
    bir yüz takınır, bunu, onları büyük insan trajedileri kılıfına sokarak yapar.
    ama hepimiz medyanın işlevini biliyoruz, dünyadaki kötülükleri yok etmeye çalışmaz, onun görevi bu kötülükleri kabul etmemizi ve onlarla birlikte yaşamamızı sağlamaktır.
    iktidarın bizden istediği edilgin gözlemciler olmamızdır. ve onlar bize başka bir seçenek vermezler.
    arada sırada bütünüyle simgesel değerde bir katılım eylemi olan oy vermenin dışında tabii.
    sağcı bir kukla mı yoksa solcu bir kukla mı olmak istersin?

    galiba şimdi sosyopolitik ve bilimsel modellere ilişkin yetersizliklerimi ve hoşnutsuzluklarımı yansıtmanın tam sırası.
    bırak duyulsun sessizliğim. ''
  • süresi 1 saat 40 dakika ama sindirebilmek için en azından 2-2:30 saat gerektiriyor.
  • izlerken benim gibi astigmati olanlara iskence etmiş ve korkunc bir mide bulantisi yaratmis olan film.

    ya arkadaş, ben sizi gercekten anlamıyorum. boyle türüne az rastlanan muhtesem konulu bir film yapiyorsun ama sirf izleyemeyelim diye turlu dolambaclar ceviriyorsun. vay efendim once gercek cekim yapalim da sonra animasyona çevirelim, alanimizda ilk olalım falan fistik.

    1 gun surdu izlemem, 1 gun. dinlenip dinlenip izledim. inat ettim ama izledim. boyle monolog, boyle diyaloglar gormedim. felsefe ve bilimin karmasi cok guzel ic ice gecmis bir sekilde aktarilmis.

    yillar sonra yeniden izlemek istedigim nadir filmlerden.
  • öncelikle filmi durdurup durdurup izledim. anlamadığımdan değil, yer yer not alma ihtiyacı duyduğumdan. filmin ben de en çok bıraktığı iz yetersizliğim oldu. didaktik bir film olduğu henüz başlarda belli olsa da insan "ulan bunları bu millet bu kısacık ömründe nereden öğrendi. eşşeğğk kadar adam olduk bi zük bilmiyoz" diyor. yine de komplike olan bir çok bilgiyi genel izleyici kitlesine indirgemiştir. her ne kadar hissettirmese de müzik sürekli kayan görüntülerle gayet ahenk içindedir. bu uyum daha filmi izlerken rüyada mıyım lan ben hissi vermiştir.

    ayrıca richard linklater "madem bir rüyanın içerisindeyiz, o zaman nasıl ola ki özgür irademizle nasıl hareket edebiliyoruz?" sorusunu ve antitezini öngürmüş olacak ki, filmin başında özgür irade yoktur savını ince ince işlemiştir.

    son olarak mükemmel bulduğum sistem eleştirisi repliğini de ekleyeyim:

    - hiç nefret ettiğin ve gerçekten de sıkı çalıştığın bir işin oldu mu ? uzun, sıkı bir çalışma günü. sonunda evine gidersin yatarsın, gözlerini yumarsın. ve birden kalkar, farkına varırsın ki o gün boyu çalışma sadece rüyaymış. içine uyandığın hayatı asgari ücrete satmak yeterince kötüyken, şimdi bir de riyalarını bedavaya alırlar
  • richard linklater filmlerinde neredeyse hiçbir karakter gördüğü ve beğendiği birisini öylece geçip gitmez. ya onunla gider tanışır ya da onu beğendiğini sözlü olarak ifade eder.

    --- spoiler ---
    waking life filminde ise pembe dizi seven kız, asıl karakterimiz wiley’le metrodan çıkarken karşılaşır. sonra geri döner ve gidip onunla tanışır.

    pembe dizi seven kız: hey, bunu tekrar yapabilir miyiz? biliyorum henüz tanışmadık ama karınca olmak istemiyorum.
    demek istiyorum ki, hayatın içinden antenlerimiz birbirine çarparak ve sürekli karınca otomatik pilotunda, sanki hiç insana ihtiyacımız yokmuş gibi geçip gidiyoruz.
    “dur. git. bekle burda. oraya sür.” tüm eylemler hayatta kalmak için. tüm iletişimin amacı da bu karınca kolonisini verimli ve nazik bir şekilde tutmak için.
    “para üstünüz burada.” “kağıt mı plastik mi?” kredi kartı mı banka kartı mı?” “ketçap ister misin yanında?”
    pipet istemiyorum. gerçek insani anlar istiyorum. seni görmek istiyorum. senin beni de görmeni istiyorum.
    bundan vazgeçmek istemiyorum.
    karınca olmak istemiyorum.
    wiley: d. h. lawrence’ın yolda karşılaşan iki insanla şöyle bir düşüncesi var: birbirlerinden gözlerini kaçırarak geçip gitmek yerine, ruhlarının karşılaşmasına izin verirler. şey gibi… içimizdeki cesur ve yiğit tanrıları özgür bırakmak gibi.

    --- spoiler ---

    yazının tamamı: richard linklater filmlerinde insanın anlam arayışı
  • lucid dream ın ne olduğunu bilmeyen ya da hiç lucid dream tecrübesi olmayanların pek beğenmeyeceği bir film. aksine lucid için kasan ve bununla eğlenen, ne olduğunu merak edenlerin beğeneceği tatlı bir sohbet havasında geçen film. bir çok tatlı konuyu bir başlık altında incelemişler bu konularda fikir oluşturabilmesi açısından kesinlikle izlenmesi gereken bir film.
    yalnız izlenmesi, sindirebilmek adına partların arasına zaman koyularak izlenmesi tavsiye olunur.
    filmi önce normal olarak çekip daha sonra animasyona çevirmişler. arka plandaki nesneler sürekli hareketli ve insan yüzü kaşı gözü vs sabit değil. bunun sebebi bence yine lucid dream tecrübesi en azından benim kadar olanların anlayabileceği gibi bu tip rüyalarda tıpkı bu şekilde nesnelerin hareketli olması ya da bizim tam olarak çizemiyor olmamızdır. ben not bad buldum.
    ha bide not defteriniz yanınızda olsun boş zamanlarınızda incelemek isteyebileceğiniz güzel başlıklar var..
  • rüyalarla ilgili bir çok film vardır. sonunda aslında rüyadır vb ama bu film rüyayı ele almaktadır. rüyada dolaşan karakterimiz felsefik konuşmaları dinler. film hakkında (bkz: geceyarısı sineması) dergisinin 19. sayısının 24. sayfasında başlayan bir yazı bulunmaktadır.
hesabın var mı? giriş yap