• kuramını desteklemek için verdiği örnekler çarpıcı fakat çok sık tekrar ettiğini düşünüyorum.
    sıkıcı olsa da okunması gereken bir kitap. özellikle çin için yaptığı çıkarımın sonucunu merakla bekliyorum.

    bana asıl ilginç gelen, kitabın sonlarına doğru thomas friedman'a demokratikleşmeyle ilgili giydirdiği bir kısım varken, thomas friedman'ın bu kitabı öven bir köşe yazısı yazması.
  • türkçe çevirisinin adı "ulusların düşüşü"dür.

    doğan kitap tarafından yayınlanmış.

    mutlaka okunmalıdır.

    http://www.dogankitap.com.tr/…ulusların düşüşü-1802
  • kitabın kapağının bir tek bana "aha! kapsamlı kapitalizm eleştirisi geliyor" dedirtmiş olduğunu sanmıyorum. içerik ve kapak arasındaki bağlantı çok düşük.

    eleştirel bir kitap kesinlikle değil, daha ziyade açıklayıcı. etliye sütlüye pek de karıştığı söylenemez. veya birine karışıp diğerine pek karışmıyor.

    kurumsal açıklamaları çok başarılı ve doyurucu, hiç lafım yok aksine arkasındayım. ama ulusların düşüşü bazen ulusların "düşürülüşü" şekilnde de vuku bulabiliyor. tüm iç dinamikler kendi dedikleri gibi olumsal olsa da, kitap dış dinamiklerin özellikle böylesi bir kapitalist çağda ne kadar etken olduğunu biraz gözardı etmiş.

    kavramsal ve olgusal olarak harika açıkladıkları iç dinamikler'in (kapsayıcı ve dışlayıcı kurumlar) yanında ülke ekonomilerindeki uluslararası piyasa etkileri de belirtilse kitap daha bütüncül olurdu.
  • why nations fail adlı kitap özellikle kalkınma iktisadi konusunda karşılıklı ülke değerlendirmeleri yapan düşünürler için oldukça faydalı ve ufuk açıcıydı.

    kitabın daron acemoğlu ve james robinson gibi önde gelen iktisatçıların kaleminden çıkması da konuya ilgiyi baya çekti.

    kitabın konusu adından anlaşılacağı üzere belirli: bazı ülkeler kalkınma ve refah artırımı konusunda oldukça başarılı olurken neden diğerleri olamıyor. erken dönemde sanayileşmeyi becerebilen ülkeler refah seviyelerini sürdürürken sadece parmakla sayılı birkaç ülke gelir tuzağından kurtularak aradaki kişi başına gelir açığını kapatarak gelişmiş ekonomi statüsüne çıkabiliyor. 188 ımf üyesi ülkeyi göz önünde bulundurursak, en son weo tanımına göre yaklaşık 154 ülke (rakamı teyit etmem lâzım ezberden konuşuyorum) yükselen piyasa ve gelişmekte olan ülke statüsüne sahip.

    bu ülkeler neden arzu edilen ivmeyi yakalayamıyor sorusu aslında tarih boyu birçok düşünür tarafından ele alındı. ibni haldun da bunlardan biri, ki kendisi "coğrafya kaderdir" diyerek kendince konuya bir yaklaşımda bulunmuştu.

    ibn haldun çizgisinde birçok teorisyen ve pratisyen konu hakkında görüş açıkladı. örneğin jeff sachs, ki kendisi de coğrafyayı kalkınmada ön plana çıkaran günümüzün önde gelen akademisyenlerinden. özellikle önemli deniz yollarına yakınlığın ve elverişli coğrafi şartların bir ülkenin toplam ve kişi başına gelir seviyesi açısından önem arz ettiğini belirtir.

    acemoğlu ve robinson ise kendilerinden önce konuya ilişkin açıklama yapan düşünürlerin vurguladığı hususların üzerini çizmeden "kapsayıcılık" vurgusunu ön plana çıkardılar.

    özellikle occupy wall street gibi hareketlerin tekrar ortaya çıktığı, 1968 hareketine benzer şekilde eylemlerin tekrar genele sirayet ettiği, gelir dağılımı adaletsizliğinin daha yüksek sesli bir şekilde dile getirildiği günümüzde, kitapları piketty'nin "capital in the 21st century" kitabı gibi büyük ses getirdi.
    alışılagelmiş şekilde coğrafyayı merkeze çekerek açıklama yapmak yerine, kurumsal kapasitenin ve kapsayıcılığın kalkınma açısından daha önemli olduğu hipotezlerini öne sürüp çok çarpıcı örneklerle desteklediler.

    daha kapsayıcı kurumlara sahip ülkelerin uzun vadede daha başarılı olduğuna ilişkin göz ardı edilemeyecek ülke örneklerini hem tarihten hem de günümüzden derleyerek okurların bilgisine sundular.
    konuyla ilgilenen ve ülkesinin neden bir türlü üst gelir seviyesine çıkamadığını düşünen kişiler için kayda değer ölçüde tatmin edici açıklamalara sahip kitap.

    ufuk açıcı diyebilirim. bu kadar geniş örnek kitlesinin metodolojik şekilde bir araya getirilerek sunulması oldukça faydalıydı.

    teorilerini desteklesem de her ne kadar, tabiki bulguları ve ileri sürdükleri görüşler "kanun" niteliğinde değil.

    coğrafya önemli bir unsur kalkınma açısından. ancak günümüzde görüyoruz ki kalkınma için coğrafya her şey değil. önemli jeostratejik konuma sahip olmayan ya da uluslararası ticaretle gelir transferi sağlayacak başta gelen hammaddelere sahip olmayan ülkelerin başarısını etkileyen önemli bir unsur olarak "kapsayıcı kurumlar" ön plana çıkıyor.

    belki de konunun en önemli örneği 1950'lerde aynı niteliğe sahip 2 toplumun doğu ve batı kampında 2 farklı yapıya ve sisteme bürünmesidir. güney ve kuzey kore yani. bir ülke kapitalist sisteme geçip batının askeri ve mali yardımlarıyla batı sistemine entegre olmasıyla birlikte muhteşem bir kapasite ve gelir artışı yaşıyor. diğer ülke ise diktatör yönetimi altında sadece kendisini resmi yayınlarla kandırmayı sürdürüyor.

    kitapta bu gibi birçok örnek aktarılmış. ancak, bu tip ülkelerin kalkınmalarını sağlayan ilave birçok unsurun olduğunu, kapsayıcı kurumların önemini reddetmeden, düşünüyorum.

    toplumların/ülkelerin kendi karakter özellikleri (örneğin girişimci nitelikleri, (beyin ve işgücü açılarından) göç almaları, konformist yapıları, dini nitelikler (protestan ahlâkı ya da islamın yasakladığı bazı hususlar) vb.), diğer ülkelerden aldıkları teknoloji transferi ve finansal yardımların niteliği ve boyutu, jeostratejik önemleri gibi hususlar oldukça önemli.

    kore'de 1950'lerdeki savaş yaşanmasa, bu ülke nato üyesi ve komünist ülkelerin güç savaşı alanı olmasa, bölgede denge için kritik bir konuma sahip olmasa, aynı kore popülasyonunu alıp afrika'da ilginç bir noktaya yerleştirseydik örneğin, aynı atılımı yapabilirler miydi? bence hayır.

    ya da sömürgeci güçlerin "erken kalkıp erken yol aldıktan" ve uluslararası para, finans, ticaret ve üretim sisteminin köşe taşlarını kaptıktan sonra diğer ülkelere kalkınma doktrini ve reçeteleri sunmaları ne kadar doğru? kendileri kalkınırken eski sistem içinde zamanında uyguladıkları korumacı politikaları, gelişmekte olan ülkelere uygulatmamak için dayattıkları liberalizasyon (serbestleşme) süreçleri olmasa bu ülkeler kalkınamaz mıydı?

    ya da bu sömürgeci ülkelerin gelişmekte olan birçok ülkeyi savaşa iç kaosa sürüklemeyip ana üretim kaynaklarını sömürmeselerdi bu ülkeler ne konumda olurdu? mevcut durumda fiziken işgal etmedikleri; ancak, iktisadi ve finansal sistemlerini tamamen ele geçirdikleri ülkeler kendi kararlarını kendi menfaatlerine olacak şekilde alabilseler ne halde olurlar... düşündürücü.

    kapsayıcı ya da dışlayıcı kurumlar üzerinden ülkelerin kalkınmasına vurgu yapmak bana amartya sen'in demokrasi-kalkınma konusundaki vurgusunu andırıyor.

    kalkınmanın tek yolunun "demokrasi ve kapsayıcı kurumlar" olduğunun kapitalist sistemin faydaları ön plana çıkarılarak "zımnen" vurgulanması ise hoşuma gitmeyen bir yol açıkçası.

    arada "correlation does not mean there is a correlation" diyesi geliyor insanın. çünkü kalkınmayı açıklayan bir sürü diğer etken var.

    türkiye örneğin, bu coğrafyada olmasaydı mevcut nitelikleriyle ne kadar başarılı olabilirdi? sadece kapsayıcı kurumları kuran, demokraside atılım sağlayan ülkeler mi kalkınıyor, yoksa gelir seviyesi arttıktan sonra mı bu ülkeler daha kapsayıcı kurumlara geçiş yapıyor, demokraside hukuk devletinde ilerleme sağlıyor, ayırt etmesi güç.

    tarihi perspektifte de çok gerilere gitmenin fazla fayda sağlamayacağını düşünüyorum. çünkü tarihi toplumların ve devletlerin karşı karşıya olduğu iktisadi sistem bugünkünden çok farklıydı.
    gelir seviyelerine göre ülke tasniflerine ilişkin hep aklıma şu vurgum gelir: "ancak bu kadar gelişebilen ülkeler" diye ayrı bir sınıf oluşturulmalı. mevcut gelir seviyeleri, ham madde kaynakları ve coğrafi nitelikleriyle ülkeler mevcut seviyelerinden üste çıkabilirler mi? örneğin türkiye orta gelir tuzağına düşmeden gelişmiş ülkelerle arasındaki gelir farkını kapatabilir mi? işte bu noktada acemoğlu ve robinson'ın altını çizdiği kapsayıcılığı daha faydalı görüyorum (bence türkiye, kitapta aktarılan çerçeveye tabiri caizse "cuk" diye oturan bir pozisyona sahip, bilhassa mevcut konjonktürde). yani, ex post bir değerlendirme yerine "ex ante" bir değerlendirme için.

    kitabın "kapsayıcılık" bulguları, tarihi örnekleri açıklamak yerine mevcut halimiz nasıl iyileştirilebilir konusunda daha aktif şekilde kullanılmalı.

    ama göz önünde bulundurulması gereken en önemli etken bence "one size does not fit all" vurgusunun akılda tutulmasının ve "neoliberal amentü"lere her daim gözü kapalı şekilde inanılmamasının gerekliliği.
  • ulusların düşüşü
    güç, zenginlik ve yoksulluğun kökenleri
    daron acemoğlu - james robinson

    günümüz gençliğinin mutlaka okuması gereken kitap..

    zira buncağız dahil, yaşlı kuşakta umut yok.. bu kitapta anlatılan somut bilgileri her ne ideoloji benimsediyseniz benimseyin orada kullanabilirsiniz.

    kitap elbette liberal hatta neo-liberal bakış açısına sahip ama sonuçta bir kuram sunuyor ve onu savunuyor.

    kitap üzerine:

    iki tesadüf nedeniyle kitapta öne sürülen kuram beni fazlasıyla etkiledi.

    birincisi, clifford d. conner’in halkın bilim tarihi ve ha joon chang’in sanayileşmenin gizli tarihi kitaplarının ardından okudum.

    ikincisi ise kitabı okumadan önce tesadüfen daron acemoğlu’nun kitapta öne sürdüğü kurama ilişkin uzun bir konuşmasını dinledim.

    halkın bilim tarihi, bugünün dünyasını oluşturan çok kritik bilgilerin kökenlerini araştırıyor. bilim tarihinde, çoğu batılı bilim insanların adıyla anılan çok sayıda buluş ya da bilginin aslında bilgi olarak var olduğunu ileri süren bir kitap. mesela, çiçek aşısı afrika kabileleri tarafından binlerce yıldır kullanılıyor. yön bulma vb. denizcilik yetenekleri güneydoğu asya’daki ada halklarında çok ileri düzeyde. abd’de mısır tarımını verimli hale getiren afrikalı kölelerin çiftçilik yetenekleri vb. kitaba göre bilimdeki sıçrama (kitap yayınları, bilginin yayılması vb. etkileri göz ardı etmiyor) bilimsel düşünmenin ve buluşların sistematik hale gelmesi ve disiplin haline gelmesi.

    sanayileşmenin gizli tarihi ise (orijinal ismi bad samaritans. the myth of free trade and secret history of capitalism) bugün her tür korumacılığı hatta devletin rolünü tartışmaya açan ülkelerin, geçmişte ekonomilerini büyütmek için devlet desteklerine hatta korumacı önlemleri nasıl kullandığına dair net bilgiler veriyor.

    ulusların düşüşüne ilişkin konuşmayı dinlediğim için kelimenin tam anlamıyla “coşkulu bir liberalizm güzellemesi” bulacağımı zannediyordum.

    ancak coşkulu bir liberalizm bulmakla birlikte; sosyal bilimlerde uzun zamandır eksikliğini hissettiğimiz, gerçek anlamda geleceği tasarlamada kullanabileceğimiz bilimsel bilgilere dayalı bir kuramı görmekten büyük mutluluk duydum.

    evet kitap büyük bir bölümünde “neo liberalizm güzellemesi” ama ister liberal, ister neoliberal isterse sosyalist olsun belirli bir dönemde belirli bir topluluğun sıçramasındaki ana etkinin, insanların (toplumların) yaratıcılıklarına ve tercihlerine fırsat sağlanması olduğunu ispatlıyor. bu bazen paranın motivasyonuyla, bazen yeni bir şeyler yapmanın motivasyonuyla, bazen son derece güçlü siyasi akımların motivasyonuyla gerçekleşiyor.

    gelişmenin asgari şartının özgürlük olması şaşırtıcı değil. özgürlüğün korumasının objektif kurallara bağlanması (pozitif hukuk) ve üstelik bu kurallar dizisinin ortak görüşlere dayalı üretilmesi (meclisler) ve bu meclislerin yargıyla birlikte özgürlükleri ve güçlerini korumak için özgürlükleri korur tavır içine girmelerinin önemini fark etmemiştim.

    kitapta şaşırdığım en önemli unsur: bugün türkiye’nin yaşadığı güçlü bir çoğunluğa sahip iktidarın, bu gücüne dayalı olarak hukuku ayakbağı görmesi, meclisi sindirmesi ve hukuk üstünlüğü yerine kendi hukukunu dayatmaya yönelik girişimlerinin, tıpa tıp olarak güney amerika ülkelerinde yaşanmış olmasıdır.

    benzerlik o kadar büyük ki, neredeyse ortada bir şablon var ve bu şablon uygulanıyor gibi.

    ulusların düşüşünde öne sürülen “verimli döngü” ve “kısır döngü” kendini yeniden üretir tezi son derece güçlü.

    tarihi kırılma anlarındaki farklı yönlere gidişi olumsal olarak açıkladığı kadar, bu farklı yönlere gidişin nedenlerini ana tezindeki formüle göre inceleyerek doğrulaması da güçlü bir tez.

    ulusların düşüşü, acemoğlu ve robinson gibi liberalizm-neo liberalizmi coşkuyla savunmaya yaradığı kadar, bugün sol iktisadın sıkıştığı marksizmi ileri taşımak için de pekala kullanılabilir bir tez.

    özellikle ülkemizde de çok sayıda gözlenen, coğrafyanın, kültürün, dinin gelişmenin önündeki engeller olduğu yönündeki batıl inançların yerine ölçülebilir ve gözlenebilir bir araç sunuyor geri kalmışlığın nedenlerine ilişkin.

    savunma mekanizması gibi, toplumlar da entelektüel düzeyde geri kalmışlığın nedenini “kendimiz dışında” arama eğiliminde: din, kültür, coğrafi konum vb.

    oysa sorun biziz: bireysel yaratıcılığa alan tanımazsan, insanların tercihlerine saygı duymazsan, insanların kazanımlarını, tercih yapma hakkını ve yaratıcılıklarını koruyacak bir hukuk sistemi kurmazsan ve bu hukuku devletin kendisinden bile üstün hale getirmezsen, yasama, yürütme ve yargı erklerini birbiriyle ve hepsini de halkın tercihleriyle denetleme yollarını kapatırsan geri kalırsın.
  • iki sene önce "her şeyi açıklayan tek teori" muamelesi yapmışım kitaba. o zamanlar 10/10 olarak düşünüyordum sanırım. şimdi tekrar bakınca 7.5-8/10 gibi. eh, kurumsalcı büyüme teorileri epey benzer zaten. instutionalism denince douglass north birkaç adım önde gerçi bana göre. kitapta beğenmediğim kısımlar:

    -merkezi bir gücün (i.e, devlet) varlığının gerekliliği. hatta yanılmıyorsam bunun için somali'yi örnek vermişti, fakat bu kısım tamamen yanlış. somali konusu çok sık yanılgıya düşülen konulardan biri, sanki bir devlet yoksunluğu yüzünden orada durum felakete dönüştü gibi bir algı var. ama bu empirik olarak yanlış. hukukun üstünlüğü de merkezi olmayan özel yapılar nedeniyle sağlanabiliyor.

    -tekel/tröstler konusu. burada acemoğlu ve robinson'ın atladığı "ufak" detay bu kanunların çoğu zaman (+%90) ekonomik nedenlerle değil siyasi ve rant nedenleriyle çıkıp desteklendiği. yoksa standart oil'in kötü bir etkisi yoktu, hatta benzin fiyatlarını %90 oranında düşürmüş ve ar-ge çalışmalarına epey katkı yapmışlardı. tröstler ve tekel kanunları için dominick armentano epey yetkin bir isim. bunun yanında burton folsom.

    -gereksiz demokrasi vurgusu. kitaba gelen eleştirilerden biri de demokrasiyle ekonomik büyümenin eşit olmadığıydı, yanılmıyorsam acemoğlu buna kendi blogunda yanıt vermişti ama pek tatmin edici değildi. demokrasinin ekonomik büyüme için o kadar iyi olduğu konusunda şüpheler(im) var. demokrasiler piyasanın işlemesi için gereken altyapı (hukuk+hakların korunumu) sağlamak için bir araç olabilse de iş ekonomik politikalara geldiğinde sonuçlar genellikle optimalin altında oluyor. bunun için öncelikle (bkz: #60849651) sonra da gordon tullock ve james buchanan'dan başlayan public choice okuluna bakılabilir. bir de demokrasinin zaman tercihi eksenli eleştirisi için hans-hermann hoppe'nin democracy* kitabı var.

    -tek-nedenlilik. acemoğlu ve robinson konuyu sürekli açık kurumlara, ve sonuçta demokrasiye bağlamak istiyor gibi. bu tek neden için de gayet faydalı diğer teorileri esgeçiyorlar. mesela jared diamond'ın tezini direkt bitirdiler, aynı şekilde kültür merkeziyetli tezi de. fakat coğrafi nedenler o kadar kolay es geçilebilecek şeyler değil, hakeza kültür de. thomas sowell 2015'te epey güzel bir kitap çıkardı, wealth, poverty and politics diye, hem coğrafyayı, hem kültürü hem de siyasi kurumları birden temel alıyor bu kitap. mesela deirdre mcclosky'nin "ekonomik gelişimi sağlayan şey kurumlar veya devlet müdahaleleri değil, fikirlerdir" tezli bir serisi var "the bourgeois" adlı. bunun yanında paul romer gelişimi sağlayan şey inovasyondur diyor. gibi. bunların hepsi de kendi çapında önemli şeyler, o yüzden monocausalitye bu kadar dayanmamak lazım. tabi belirli bir framework içinde çalışır herkes ama alternatif teorileri direkt reddetmemek gerek.

    bunların dışında kitap epey kaliteli, yine de herkesin okuması gerek diye düşünüyorum.
  • bana mi öyle geldi bilmiyorum; ama kitapta yazarlar refah için tek yol olarak serbest piyasa ekonomisinin güzellemesini yapip, kafasını felsefe ve sosyoloji teorilerinden kaldırmayan hayalperest götlek hippilere feci diss atmış sanki.
  • doğan kitap tarafından 15. baskısı haziran 2016 tarihiyle çıkmış olan tam adı:
    ulusların düşüşü güç, zenginlik ve yoksulluğun kökenleri olan kitap. tam olarak adının hakkını vermektedir.

    kronolojik olarak bütün toplumların, devletlerin( veya hükümetlerin) neden düşüşe geçtiği veya neden zenginleştiği, güçlendiği hakkında fikirler sunmakta.
    yazara göre geçmişte ve günümüzde var olan ulusların arasındaki refah farklılığı ne dine, ne coğrafi farklılıklara ne başa geçen yöneticilerin zekasına ne de düşünce farklılıklarına dayanmaktadır. bu farklılık tamamen ekonomik ve siyasal kurumların nasıl kullanıldığı ile ilgilidir. ekonomik ve siyasal kurumlar birbirinden ayrılamaz, ayrı düşünülemez.
    ekonomik ve siyasal kurumlar sömürücü ise yani gelir kaynakları belli sayıdaki elitin çıkarlarına hizmet ediyorsa ve çoğulculuk yoksa alttaki emekçi sınıfın emekleri sömürülür, kaynaklar verimli kullanılamaz ve bu ulus yokolmaya mahkum hale gelir. tabi bu sömürücü kurumlar da doğası gereği bir miktar büyümeye eğilimlidir çünkü sömüren elit grubun sömürmeye ihtiyacı vardır. fakat bu geçici bir büyümedir ve çökmeye mahkumdur( örnek olarak bir çok devlet verilmiş biri de sscb) .
    fakat kurumlar kapsayıcıysa uluslar gelişir, büyür; hem ekonomik hem de siyasal olarak.

    bu kitap için araştırma yaptığımda bir yorum görmüştüm; " elimde olsa bu kitabı bütün kütüphanelere ve okullara dağıtırım. herkesin okuması lazım. " kesinlikle katılıyorum.
  • aslında bu kitaptaki tezin zıttı denebilecek muazzam bir eser (bkz: guns germs and steel) çıkaran jared diamond'ın bayağı övdüğü bir kitaptır.

    ilk bakışta guns germs and steel ile zıt gözüküyor; çünkü biri kurumlara bağlarken diğeri bir nevi kadercilik-yaşanılan bölgeye bağlıyor. ancak jared diamond'un pekala aptal olmadığı barizken bu kitabı övmesinin sebepleri var.

    ne kadar daron acemoğlu ve james robinson dünya tarihinin büyük kısmını kapsayarak tezler sunsalar da; muhtemelen jared diamond'ın tezleri geçmiş dönemler için daha doğru denebilir. mutlaka why nations fail'in savunduklarının tarihin her döneminde payı var, ancak guns germs and steel ile tarih içindeki etki yüzdelerinin sürekli değiştiğini düşünüyorum.

    dünya bu kadar küreselleşmeden, yani ticaret bu kadar iç içe geçmeden önce (daha merkantilizmin hakim olduğu dönemlerde ve onun öncesinde), guns germs and steel'in sunduğu sebeplerin bir toplumun gelişmesine etkisi 95% olarak başlayıp, why nations fail'in sunduğu sebepler ise 5% ile başlamıştır. (tarihin başladığı andan itibaren diyelim.) yıllar geçtikçe, dünyanın farklı yerlerindeki toplumlar geliştikçe, rekabet arttıkça tabii ki why nations fail tezleri 5%'ten yükselmeye, haliyle guns germs and steel tezleri ise düşmeye başlıyor. günümüze geldiğimizde ise, bilginin serbest dolaşımının etkisi ile - daha doğrusu ıt devrimi (bkz: endüstri 3.0) ile- coğrafyanın önemsizleşip, why nations fail'in tezlerinin ağır bastığını görüyoruz.

    aslında iki kitap birbiriyle çelişiyor değil, birbirlerine atıfta bulunmasalar ve birbirlerine itiraf edemeseler de birbirlerini tamamlıyorlar.
  • günümüz dünyasındaki ekonomik farklılıkların, yoksulluğun, geri kalmışlığın nedenlerini tarihi bir perspektiften yola çıkarak ülkelerin sahip olduğu politik kurumlar ekseninde ele alan; bu yönüyle hem ekonomi politik, hem tarih, hem de sosyal-antropoloji alanlarına dokunan güzel bir eser. zaman zaman amerikan modelinin güzellemesi gibi görünüp rahatsız etse de, sunulan verilerin yorumlanış biçimi oldukça ufuk açıcı bilgiler sunuyor. özellikle guns, germs and steel'de ortaya konan coğrafya hipotezine getirdiği eleştirilerle, söz konusu kitabı okuyunca pek çok konuda aydınlanan benim gibi insanların ufkuna yeni ufuklar eklemeyi de ihmal etmiyor. dahası, günümüz türkiyesinde yaşanmakta olanları ve yaşanacak olanların muhtemel sonuçlarını öngörme noktasında da çok önemli tespitler içeriyor. singapur, güney kore gibi ülkelerin gelişmelerinin tesadüfi olmadığını yine türkiye, pakistan ve hindistan gibi örneklerin de çok ilerleyememelerinin tesadüfi olmadığını görüyoruz. kısacası, ortaya attıkları kuram, sunulan göstergelere bakınca gerçekten çalışıyor.

    ve ne yazık ki bir göz göre göre bataklığa saplanmaya devam ediyoruz.
hesabın var mı? giriş yap