• 17. yy ingilteresi'nde geçen ve matthew hopkins isimli gerçek bir cadı avcısının hayatından bir kesit gösteren film. hopkins'in tipi de filmdekiyle nerdeyse birebir aynıymış. ingiltere kırsalı, köyler filan güzel filmde. aynı zamanda unholy trinity'nin* 3 filminden biri.

    --- spoiler ---

    hopkins gerçek hayatta tüberkülozdan 27 yaşında ölmüş. yani filmdeki kadar yaşlı değil ve öldürülmemiş.

    filmde geçen, kişinin cadı olduğunu açığa çıkarma teknikleri şu şekilde:

    1 - sırta sivri bir şey batırmak. bundan bahsedilmiş zaten. kan akar ve acı çekerse cadı değildir.

    2 - bir sahnede rahibi masanın etrafında koşturdular ama burada neye göre karar veriliyormuş zamanında onu filmden anlayamadık. düştü filan ama o testi de geçti rahip, tebrikler rahip.

    3 - bir ipe bağlanarak suya/nehire sarkıtılmak. suya batıp boğularak ölürseniz masum olduğunuz anlaşılıyor ama öldünüz. batmazsanız cadı olduğunuz anlaşılıp asılıyorsunuz ve yine öldünüz. yani yetkiniz varsa istediğiniz kişiyi cadılıkla suçlayıp bu şekilde öldürebilirsiniz.

    4 - yine sırta haç şeklinde kor haline getirilmiş bir damga vurulduğunda bağırıyor ya da bayılıyorsanız şeytanın sizi kurtarmak için yardım ettiği anlaşılıyor ve cadı olduğunuza karar verilip öldürülüyorsunuz.

    --- spoiler ---
  • film, the blood on satan's claw ile birlikte izlenirse korku sinemasında nerede durduğu daha rahat anlaşılacaktır. her iki film de 17. yüzyılda geçer ve birbirlerinden 3 yıl arayla çekilmişlerdir. 1971'de çekilen the blood on satan's claw şeytanın emrine giren çocukları ve bu çocukların yapacaklarını engellemeye çalışan bir yargıcın hikayesini anlatır, klasik bir korku filminin izleyeceği bir olay örgüsüdür bu. witchfinder general ise bu olay örgüsünün ters yüz edilmiş halidir, ne şeytan vardır ne doğaüstü etkinlikler ne de cadılar. bunun yerine para, kişisel çıkar ya da sadist isteklerini tatmin etmek için sıradan insanlara işkence eden cadı avcıları vardır. ve asıl korku unsuru da sistematik olarak, asla suçsuzluğun kanıtlanamayacağı davalarla yargılanmaktır. yani dehşet verici olan, şeytan gibi somut bir kötülük unsurunun ortaya çıkması yerine sistemin sahte şeytani unsurları çamurdan yapıp önlerine gelenin üstüne sürebilecek güce sahip olması ve bunu kullanabilmesidir. bu yüzden de -kimilerince korku türüne ait görülmese de- film, tam bir korku filmidir.
  • witchfinder general düşük bütçesine rağmen basit bir b filmi olarak tanımlanamayacak kadar özenli ve entelektüel yanı da olan bir filmdir. üstelik bunu daha açılış sahnesinden itibaren hissedersiniz. örneğin film, hikayesinin kalanı ile görünüşte hiçbir bağlantısı olmayan çekimlerle açılır: çayırda otlayan bir avuç koyun. hristiyan sembolizminde uysallığı, kolay güdülebilir olmakla birlikte, bir liderliğe ya da korunmaya ihtiyaç duymayı temsil eder bu hayvanlar. sıklıkla bir çoban olarak resmedilen isa'nın göğe yükselişinden önce sarf ettiği son sözlerinin arasında da yine onların yeri vardır: "koyunlarımı besleyin".

    bu sembolik kısa çekimler, seyirci için bir uyarı niteliği de taşımaktadır. biraz sonra şahit olacaklarımızın habercisi gibidir. açılışın hemen ardından kadraja dahil olan insanlar tıpkı bir koyun sürüsü gibi bir rahibin liderliğinde cadı asmaya giderler. bu sürü içindeki hiç kimse yaptığını sorgulamaz, hiçbirinin yüzünden en ufak bir duygu okunmaz, ne yaptıklarının bilincinde dahi değilmiş gibi halleri vardır.

    işte tam da böyle bir koyunlar dünyasında vincent price, witchfinder general rolüyle bir kurt olmanın kolaylığını test eder. sorgulamayan bir toplumda dinin nasıl güçlü bir silah hatta korku ögesi olabileceğine tanıklık ederiz biz de. filmde hiçbir okült ya da büyücülük unsuru yoktur. sadece dinin tahakkümü ve bu gücü içindeki potansiyel kötülüğü ortaya çıkarmak için kullanan insanlar vardır. hatta bunun da ötesinde intikam duygusunun da aynı şekilde insanı canavarlaştırabileceği fikrini de işler film taraf tutmayarak. yani doğrusu insanoğlu varken seyirciyi korkutmak için doğaüstü başka hiçbir canlıya ihtiyaç olmadığının kanıtı gibidir witchfinder general.

    melodramatik olmak için de neredeyse hemen hiçbir hileye başvurmamıştır genç yönetmen michael reeves. her şey yaşananların akıl almazlığına inat doğal bir akış halinde. film de tıpkı insanların cadı ilan edilip öldürülmelerini izleyen kitleler gibi duygusuzca davranmayı tercih eder. kurbanların korkularını dahi detaylandırma zahmetine girmez. onların son istekleriyle, af dilenmeleriyle veya masum olup olmadıklarıyla ilgilenmez. onlar en fazla sürü içerisinden kesim için ayrılmış koyunlar kadar anlam taşır. bu merhametsiz tutum filme kuşkusuz ayrı bir cazibe katacaktır.

    yönetmenin olay örgüsünü inşa ederken heyecan uyandıracak gösterişli ayrıntılarla filmini süsleyip seyirciyi duygusal olarak manipüle etmek yerine, dolambaçsız ve açık sözlü davranarak seyircinin kanını dondurmayı tercih etmesi isabetli bir karar. filmi süsleme işi ise sadece dekor bazında kalmıştır. bir müzikali andıran canlı renk kullanımı, ele alınan konunun karanlığıyla akıllarda yer edici bir tezat oluşturur.

    7/10
  • 1968'de çekilen filmin galasından dokuz ay sonra 25 yaşında aşırı dozdan hayatını kaybeden yönetmen michael reeves'in, 17. yüzyılda ingiltere'de yaşanan cadı avlarını; ihbar, işkence ve infaz boyutlarıyla oldukça gerçekçi ve gerilimi üst seviyede yansıtarak aktarabildiği kültleşmiş filmi.

    filmi izleyeli yaklaşık bir ay olmasına rağmen hakkında bir şey yazmak üzere filme geri dönme gereği duydum. bunda daha çok, hemen hemen tamamı gündüz ve güneşli atmosferde geçmesine rağmen filmin yansıtmayı başardığı gerilim dozu (bu yönüyle mindsommar'ı anımsattı) etkili oldu sanırım.
    ayrıca çekimler boyunca genç yönetmenin burnundan getirip film tutunca yönetmene on sayfalık övgü dolu mektup yazma gereği duyan vincent price'ın etkileyici oyunculuğu ve filmin işaret ettiği tarihsel dönemin ilgi çekiciliği de yazma konusunda itici faktörler oldu. işin aslına bakılırsa film olağanüstü bir yapım değil, günümüz izleyicisinin de sıkılarak izleyebileceği nitelikte bir film fakat ilginç şekilde etkiliyor ve iz bırakıyor.

    1645 ingiltere'sinde geçen filmde cadı avcısı zalim matthew hopkins ve yardımcısı; köy köy, kasaba kasaba gezerek hükümetin ve kilisenin verdiği yetkiye yaslanarak, ihbar edilen insanları önce işkenceyle cadı olduğuna ikna ediyorlar, sonra itiraf alıyorlar ve akabinde de çeşitli yollarla infaz ediyorlar. tarihi bir şahsiyetin hayatından yola çıkılarak çekilen filmde kullanılan yöntemler de tarihsel uygulamalarla örtüşüyor. bu yönüyle film, cadı avının mantığını ve uygulamalarını anlamak açısından epeyce fikir veriyor.

    cadı avcılarının sorgulama, işkence ve infaz yöntemleri 1486'da ismi lazım olmayan iki alman'ın iki senelik çalışma sonucu yazıp papaya sunduğu malleus maleficarum adlı kitaba dayanır. eserin adı da manidardır: dişi cadıların çekici. bu yüz karası kitap takip eden 200 yılda 28 baskı yapmayı başarmış.

    kitabın içeriğinden kısaca bahsedeyim:

    soruşturmayı yürüten müfettiş büyücü veya cadı olduğu düşünülen kadına 35 soru sormak zorundaydı. ilk soru büyüye inanıyor musun idi ve bu kritik soruya evet diyen büyücü oluğunu itiraf etmiş, hayır diyen dinsizliğini ikrar etmiş olacağından cevabı ölüm olan bir sorudur. eğer sanık hiç yanıt vermezse bu kez işkence devreye girer ve itiraf ettirene kadar vahşi işkenceler uygulanırdı. zira itiraf almadan infaz etmek yasaktı. en yaygın işkence çeşitleri ise; parmakların çekiç ile ezilmesi, göğüs uçlarının kesilmesi, ağza veya vajinaya sokulan bir aletin içeride açılarak tüm çenenin veya vajinanın parçalanmasıydı.

    işkence ile itiraf alınamazsa bu kez deneylere başvuruluyordu. su, ateş, iğne, kantar ve kanama deneylerinden filmde de uygulanan iğne deneyini örnek vereyim. sanığın vücudunda ben veya herhangi bir leke aranır, bene iğne batırılır ve kadının acı hissedip hissetmediğine bakılır. acı duymuyorsa şeytanla işbirliği yaptığına hükmedilirdi.
    yine filmde yer verilen soğuk su deneyinde de kadın eli bağlı şekilde suya atılır, su yüzeyine çıkarsa cadı olduğu, boğulursa masum olduğu ispat edilmiş olurdu.

    cadı avlarını kitlesel hale getiren uygulama ise itiraftan sonra işbirliği yapılan diğer cadıların isminin istenmesiydi. bu da öleceğini anlayan kişilerin sevmediği veya düşman olduğu kişilerin ismini vermesine yol açıyordu. ihbarlarla cadı zincirleri kuruluyor kitaptaki yönergeler ihbarcılara, ihbar etmesi sonucu infaz edilen kişinin mülküne el koyma izni veriyordu. sorgulayan müfettişe de el koyulan maldan pay veriliyordu.

    zannedildiğinin aksine cadı avları orta çağ karanlıkları olarak bilinen 12. veya 13. yüzyıllarda değil en yoğun olarak 1500-1600'lü yıllarda uygulanmış. ingiltere'de son cadı infazı 1682'de gerçekleşmiş. aynı tarihte fransa'da cadı mahkemeleri kaldırılmış. ingiltere'de 1736'da, avusturya'da 1755'de yasaklanmış bu mahkemeler.
    100 bin ila 500 bin arasında ifade edilen cadı infazlarında mahkumların yüzde 85-90'ını kadınlar oluşturuyordu. başlarda daha çok ebeler, şifacı kadınlar hedef olarak seçilmiş. giderek soylular, rahibeler ve şehirli kadınlar ve hatta filmdeki gibi rahipler bile hedef olabilmişler. halk arasında tam bir korku imparatorluğu kurulmuş yani.

    ilginç yönlerden biri de 11. yüzyılda cadılık diye bir şeyin olmadığını savunan katolik kilisesi giderek cadılığın var olduğunu, suç teşkil ettiğini söylemiş, 15. yüzyılın sonlarında da en büyük dinsel sapkınlık olarak tanımlamış. etyen mahçupyan önemli eseri batıyı anlamak'da cadı ithamlarıyla diri diri yakılan binlerce insanın neredeyse tamamının kadın olmasını, erkek egemen dünyada kadının gizemli, anlaşılmamış ve tehlikeli bulunan özelliklerine bağlar.

    olayın daha ilginç boyutu ise; dindarları kilisenin tahakkümünden kurtaran ve bireysel aklı önceleyerek hurafelere savaş açan protestanlığın, cadı avında katolik kilisesine bile rahmet okutmasıdır. martin luther, cadılığın büyük tehlike olduğuna inanmış ve kıyımlarda başat rol oynamış. mahçupyan'ın şu yorumu da kayda değerdir: "bireyselliğin sınırı, evrensel aklın esas sahibi olduğunu iddia eden otoritenin tehlikeli gördüğü noktada sona ermektedir."

    bugün cadının karşılığı "iç düşman"dır. iktidarlar iç düşmanlardan beslenir ve iç düşmanın artmasını arzular.
    mesela üniversiteye atanan rektörü protesto eden öğrenciler teröristtir.
    yurt çıkmayan ve yüksek ev kiralarını ödeyemediği için sokakta kalan, bunu duyurmak için eylem yapanlar öğrenci değil teröristtir.
    yüksek enflasyon nedeniyle fiyatların aşırı artması perakendeci zincirlerinin operasyonudur ve marketçiler, patatesçiler olayın failidir.
    örneklerde de görüldüğü üzere otorite, yaşanan tüm aksaklıklara itiraf alıp infaz edeceği bir cadı bulur.
    bütün kötülüklerin cadılara (iç düşmana) yüklenmesi etrafımızdaki herkesin cadı olması ihtimalini artırır. bu da korkuyu, güvensizliği, kaygıyı artırır ve hasta bir toplumsal yapı üretir. böylece yönetim koyunlaştırılan, sudan çıkmış balığa döndürülen bireyler için en güvenli sığınak sığınak haline gelir. mahçupyan cadıların tükenmeyen varlığının kilise ve devleti vazgeçilmez kurumlar haline getirdiğini, küçük hayatların kazasız belasız devamını tamamen bu kurumların varlığına dayanmasının otoriteyi en katı şekliyle cisimleştirdiğini belirtir.

    yine mahçupyan'ın analizden gidersek burada şöyle ilginç bir durum daha ortaya çıkıyor. aydınlanma nasıl bir insan tipi üretmeyi arzulamıştı? saygınlığı olan, girişimci ve yaratıcı bir birey.
    fakat ulus devlet tezgahından, verilen akıl yürütme imkanını kullanamayan,
    kendini küçücük hisseden, otoriteden çekinen ve ona biat etmeye hazır bir birey de ortaya çıktı. "işte modernitenin yerleşmesiyle birlikte bu iki birey tek bir insanda bütünleşti."
    gelinen aşamada erich fromm'un yetkeci kişiliklerinden oluşan, insanın sosyal atom haline geldiği şeyleşmiş bir toplum yaratıldı. fakat bu arada yazının ucu kaçtı, noktayı koyayım artık.
  • death penalty albümünü fena bulmadığım, gitarlarında ağır bir black sabbath esintisini gözlemlediğim hard rock grubu.
  • michael reeves'in yönettiği cadı avcılığı temalı 1968 tarihli film. başrolünde vincent price oynamıştır. film gerçek hayatta da yaşamış bir cadı avcısı olan matthew hopkins'i konu edinir. hopkins güya kendine has teknikleri ile cadılık işleri ile uğraşanları tespit eder ve cezalandırılır. ancak bu bir intikam öyküsüne dönüşecektir.

    film ingiliz klasik korku janrinda kendine has bir yer edinmiştir. şahsi kanaatimce vincent price'ın boy gösterdiği çok daha iyi filmler bulunmakta. lakin reeves'in de hakkını yememek gerek: bu filmi çektiğinde 25 yaşındaydı - kısa süre sonra da öldü. yani yaşına göre gerçekten iyi bir film çekmiş, zaten klasik korku deyince akla gelen filmlerden olması da bunu gösteriyor. vincent price ise hep olduğu gibi muhteşem <3<3

    film herkese önerilecek bir yapım değil. oldukça niş bir kitleye hitap ediyor. korku janrının -ve sinemanın- nasıl evrildiğini merak edenler mutlaka izleyecektir. ancak b-movie denen türü sevmiyorsanız size göre değil.
  • bu filmi sanırım iki yıl öne ingiliz folk korku filmlerine dadandığım esnada izlemiştim. film, vincent price'ın şeytani sıfatı hariç tek kelimeyle berbattır.
  • bu grubun bir de soviet invasion gibi talihsiz ve üzücü bir parçası vardır, ki zaten yer aldığı ep'nin adı da soviet invasion'dur, yani sovyet işgali.

    80'lerin başında, yani tam da 70 krizinden çıkan kapitalizmin, özellikle ingiltere ve abd'nin neo-liberal politikalarının tüm dünyayı sardığı, kendi toplumlarını da kıyasıya etkilediği bir ortamda kapitalist/emperyalist sistemi, hem de ingiltere'den çıkmış bir heavy metal grubu olarak, eleştirmek dururken sosyalizme saldırmak ne kadar mantıklıdır, ne kadar ahlaksaldır, tartışılır. üstelik bu parçanın sözlerinde soğuk savaşın tüm o nükleer silahlanmasının suçu sovyetler'e yıkılıyor. sanki 2 atom bombası atan, nazi eskisi subayları yanlarına alıp alıp natoyu kuran, sosyalizmi dünyadan silmek için her türlü yolu denemeye yemin eden eli kanlı katiller, abd ve ingiliz emperyalizmi değilmiş gibi...

    soviet invasion

    here we are afraid to give
    here we are afraid
    afraid to live
    largest nations in the world
    they kill, atomic missile, i hear unto

    the u.s.s.r. just fights us off
    with their crazy words
    for you know, you know the red stain hurts
    don't they know the next world war'll be the last one
    the dying country on it`s knees
    goes 'n drops the atom bomb
    and that`s the end of our world

    what kind of country is russia
    people dying, truth doesn`t lie
    communism's lost every meaning
    cos capitalism's all in their mind

    warn these words i say what`s the point in this life
    remember i say
    this life
  • ortaçağda tüm avrupada sürdürülen cadı sürek avının ingilteredeki kanlı faili olan matthew hopkins'e takılan ad. büyük korku duyulan bu paranoyak kişi yüzlerce kadının işkence ile öldürülmesine neden olmuştur. (bkz: burning times) (bkz: witch trials) (bkz: malleus maleficarum)
  • chuck schuldiner'ın favori gruplarından biri.
hesabın var mı? giriş yap