yalın ayak
-
seniha teyzem ve annem tarafından sürekli "..kıçı kabak" şeklinde tamamlanan söz.
- evladım gezme öyle yalın ayak kıçı kabak!
hayır kıçım açık da gezmiyorum hiç. tamam kabak gibi olabilir ama nerden gördün be kadın?!
edit: latife yaptım mesaj atmayın. kabak gibi falan değil, gayet bart simpson poposu gibidir. -
hele ki şu sıcak günlerde en çok özgürlüğe ihtiyaç duyan organdır belki de ayaklar. içimizle ilgilenmekten dışımızda hem en ihmal edilen hem en eziyet edilenlerdir. en keyifsiz anlarda bir an bırakıp korumayı kendimizi, çıkarıp çorapları yalın ayak basmak çimlere, betona ya da yürümek suların içinde, kumsalda, kimi rahatlatmaz ki? hatta en sıcak yaz gecelerinde, gittiğiniz lüks bir restoranda bir kaçamak yapıp, masanın altında çıkarıp ayakkabıları yere basmanın tadı başka nasıl bulunabilir ki?
bir anlık öznesini yitirmiş bir nesne olarak
bir düş ülke: çıplak ayak
ayartıcı, sapkın, gözükara
` :ilhan berk` -
bir çeşit "sıyrılma" ve "aslına dönüş" şekli. bu anlamda bir "yüzleşme" olarak da betimlenebilir aslında. gardolabı açınca dışarıya fırlayacak gibi duran kat kat giysilerden; timsah, yılan, ceylan derisi ayyakkabılardan medet ummaksızın, tüm markalardan soyutlanarak aynaya bakabilme yetisine sahip kişilerin zaman zaman yapabileceği bir tercihtir yalınayak kalmak. insan olarak yaşandığı sürece başa gelebilecek her türlü felâketle savaşabilmek, bazen yalınayak kalmayı göze alabilmek demektir çünkü. atlar, hanlar, hamamlar, adidas, nike ve mercedes'ler ve dahi çevreye doluşmuş onca insanın söz konusu olabilecek her hangi bir felâket durumunda size ne gibi bir yararı olabileceğini görebilmek açısından seçilmesi gereken farklı bir duruştur aynı zamanda. hiç bir şeye sahip olmazdan önce kişiye ait olan her ne ise, bunu tüm sahip olunanlara rağmen yeniden görmek ve görüp de hatırlamayı göze almaktır. yalınayak kalmayı bilmek hali ise, sokaklarda yalınayak yürüyen birilerini gördüğümüzde "acıma" hissinden çok, gün boyu mızırdandığımız pek çok sorunun ne kadar da anlamsız olduğunu, insan olarak yaşamanın her türlü felâketi göze almak olduğunu fark edip hatırlayarak, o yalınayak oluşa acımaktan çok, saygı duymayı da becerebilmektir. bu bakımdan "açıl ey dünya! ben geliyorum!" diyebilmek isteyenlerin vitrinlerin önünden ayrılıp, aynaya çıplak bakmayı seçebilmesi de büyük bir mucizedir aslında. mucizelerden anladığı deniz üstünde yürümek, kanatları olmadan uçabilmek olanların ayaklarının altında nasır olmaması da bu sebepten olsa gerek. bebek yağıyla yağlanıp, yumuşacık tabanları olan o ayakların sahipleri; "bakımlı" ayaklarını birer fantazi ögesi kabul ededursunlar... hayat nasılsa bir gün onlar için de son derece trajik olacak.
-
kendimizden uzaklaşma şeklimizdir. çorapsız filan.
"alışık olmayan ayaklar, su toplar.
alışık olan ayakkabılar nal toplar." * -
-
alisik olmayan karisik ayaklara "ben cam olsam batmam" seklinde bir ozguven patlamasi yasatabilirler... ama iste biraz yasamaktan anlamak gerekiyo... yoksa bildigin ayaktan bahsediyoruz... cok fena yani... toynak diyince kotu birsey soyler gibiyken kendimizle dalga geciyoruz mesela... lan toynak dedigin en azindan estetik... bi de bunun fetisizmini cikarmislar saskinliktan... yoksa neyin fetine şiyziyolar onu ben bi turlu anlamadim... zamanin otesine butonuna basmadan once son cikis!.. bak hala okuyo ya. yuh.
-
yani sadece ayak!
kapsiz.. ter korkusunu da yendiginden terliksiz...
alisabilenler alisamayanlara anlatsin..
ayrica ikinci anlami da bizim mahallede bir abi
yalinayak: kim demis alisanda ayri alismayanda ayri duruyorum, kim soylemis beni hangi de yi nereye ayiracagini bilmiyor diye ama kim? kimsiniz lan siz...
alisan bir sarkicidir ayrica... niye durduk yerde bi insan sifati olsun... delirttiniz lan beni! -
yazarlarının tamamı ögrenci olan, takdir edilesi yazıların bulunduu,çiçei burnunda edebiyat dergisi..
-
taşla münasebeti sırasında çıkan sesi "şap şap"tır.
halı, kum gibi daha yumuşak zeminlerdeki münasabeti sırasında çıkan sesi ise; "tors tors"tur. -
bir nazım hikmet şiiridir.
kafamızda güneş
ateş
bir sarık.
arık toprak
çıplak ayaklarımıza çarık.
ihtiyar katırından
daha ölü bir köylü
yanımızda,
yanımızda değil
yanan
kanımızda.
omuz yamçısız
bilek kamçısız
atsız, arabasız
jandarmasız,
ayı ini köyler
balçık kasabalar
kel dağlar aştık,
işte biz o diyarı böyle dolaştık!
hasta öküzlerin
yaşlı gözlerinde
dinledik taşlı tarlaların sesini.
gördük ki vermiyor
toprak altın başaklı nefesini
kara
sabanlara!
rüyada gezer gibi gezmedik
hayır,
bir çöplükten bir çöplüğe ulaştık.
işte biz bu diyarı böyle dolaştık.
biz
biliriz
o memleket
neye hasret çeker.
bu hasret
bir materyalist kafası kadar
çizgileşmiştir,
bu hasrette
madde var
madde!
basık
suratı asık
evler
köstebek yolu sokakların üstünde
vermiş kafa kafaya.
cin gözlü
güvercin sözlü
abani sarıklılar
dükkânlara bağdaşmış
yarık
tabanı çarıklılar
önlerinde.
yarma
bir jandarma
tarlada zina eden
bir çifti sürür.
kahvede
piri mugan dede
sulanırken çırağa
"lâhavle ve lâ" çekip derin derin
bu geçenlerin
suratına tükürür.
işte şu
ekşimiş uyku kokan çömlek gibi şehrin
kara sevdası değil öyle romantik,
onun
ruhunun
iki kıvrak kelimelik
hasreti var:
buhar
elektrik!
kör değilseniz eğer
görürsünüz ki
şu toprak yüzlü rençper
kafkastan arta kalan
kalbur göğüslü oğlu
kel başlarında mültezimin
tırnakları oyulu,
kızıyla
karısıyla
kağnısıyla
son karış toprağına sarılmak,
ölse de burda onlarla ölmek
burda
onlarla
gömülmek
istiyor.
dağların tarlaların özlediği,
arzulu bir kadın gibi şehvetle gözlediği
her tırnağında 1000 manda kuvveti
demirleşen
ve su çalkalar gibi toprağı eşen
ruhu buhar
makinalar!
ey cam karınları
sarı
nargileler gibi horuldayan,
ey üç atlı yaylısının içinden
sağır
burunsuz
kör
köylülere
pierre loti ahı çekip geçen
ağzı gemli
eli
kalemli
efendiler!
tatlı maval dinlemekten gayrı usandık.
artık
hepinizin kafasına
şu
daaaaaank
desin:
köylünün toprağa hasreti var,
toprağın hasreti
makinalar!
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap