• " bugünlerde aşk üzerine kitaplar okudum. bir tanesinde diyor ki: "aşkın ilk tezahürü, hayranlıktır." ben bu hayranlığı duymak için otuz beş sene bekledim. senin âşık olmak için bir dakikaya ihtiyacın olduğunu sonradan öğrendim. ben bu güzel dakikayı doğuramadım. sen bana hayran olamadın. doğru, neyime olacaktın ki? "

    şeklinde bir kısım vardır sait faik'in, havada bulut adlı hikâye kitabında.

    " bir insan neden yalnızdır? " sorusunun kişinin suçu kendinde bulduğu bir cevabını barındırır.

    la bruyere ise;

    " tüm belalar yalnız kalma yeteneğimizin olmayışından gelir başımıza " diyerek yalnızlığı yüceltir.

    kinyas ve kayra'da ise mükemmel bir şekilde sevdirilir bize;

    " sorarlarsa, 'ne iş yaptın bu dünyada?' diye, rahatça verebilirim yanıtını: yalnız kaldım. kalabildim! altı milyar insanın arasında doğdum. ve hiçbirine çarpmadan geçtim aralarından... "

    yalnız kalmaktan korkmayın derim.
  • sene bindokuzyüzseksenyedi.

    akıl haritamın ve gönül topoğrafyamın izdüşümsel kıvrımlarında gezinen, kalbinin olduğu yerdir evin denilen yerdeyim. o zamanlar bu düşkentteki gibi yalnızlıkla dolu değilim. aksin(d)e can evimdeyim. uçsuz bucaksızca özgürlüğüyle bir çocuk parkında salıncakta sallanan çocukluk (işte dediğim) günlerimdeyim.

    nedense komşunun köpeği, kızkardeşimin kenarları siyah püsküllü kırmızı botunu kapının önünden her gece (ç)alıp, - ağaç yalnız kalmasın diye belki de ? - götürüp hep aynı ağacın altına gömüyor. sonra çıkarıyoruz kızkardeşimle ben onu oradan sabahları, giyiyor ayağına, giyiyorum kolları kısa gelen okul önlüğümü, * * * eli içinde benimkinin okula gidiyoruz. yaprak sallıyor ağaç arkamızdan, kırmızı bota. yürürken ayakları birbirine dolaşan, "akşama getireceğim onu, merak etme!" dercesine kızkardeşim de el sallıyor ona. o aralar ki, çocukluğunun son anlarını yaşayan, hayata garip, mahçup, alındıkları güzel oyuna son kez bakar gibi bakan, tek tip giydirilmiş ama bambaşka hülyalara sahip vasati 400 çocuğun içinde, geçmiş sabahın bir vakti\acısından geçemediği akşamdan kalma sarhoş okul müdürünün kan çanağı gözleri, her daim andımız' ı okuyan okulun en güzel kızı yerine beni görüyor. sen, diyor, çık kürsüye ve oku andımız' ı. bense çıkıyorum kürsüye, hiç yapamayacağım bir şeyi yapamıyorum. andımız' ı okuyamıyorum. okuldaki herkes beni tanıyor artık. ve ' aaa . . . andımız' ı okuyamayan çocuk ' dedikleri için bana, ben okula hiç gitmek istemiyorum. sonra, kaçmak için tanıdık yüzlerden, sadece - mahalledeki serserilerin sürekli 4 göz diye - umursamadığım - dalga geçme sebepleri olan - gözlüğümü, girerken okulun kapısından çıkarmak geliyor aklıma.

    ama, nafile . . .
    sonlar, hep aynı kavşakta iniyorlar eninde\kolumda, hayatımızı taşıyan uzun yol(cu) olabilme dertli kısa yol(culuğumuz)un otobüsünden . . .

    gurbette; doğduğu toprak hasreti depreştiği için, ankara' dan, çocukluğunun geçtiği can evime dönen babam, - yaşayamadığı çocukluğunu hatıratlarda yaşatmak için belki de - yalan dünyadan kaçıp, sınırsızlığa meyilli gerçek bir suskunlukla, - ' biz ne zaman içsek, iç değilizdir aslında' dizesine inat, içiyor. sadece. alkollü bir gecenin eve ezbere dönülen yollarında, çocuk yüzünü bana miras bırakarak\yağ tenekelerine diktiği çiçeklerini birden soldurarak beyin kanamasından ölüyor sonra. bense toprak değirmenleri inşa ediyorum yarlarda. eliyorum toprağı, ulaşıp en saf tanelerine hayranlıkla bakıyorum. diyorum ki;

    keşke babamı bu elediğim topraklara gömselerdi...
    belki o zaman acımazdı hiç bir yeri(m)...

    evin önündeki kireçli toprağa fasülye dikiyorum ve kırmasın * rüzgar - birden sarmaşıklığı kıskanıp tarifsiz uzayan - dallarını diye, kendimi rüzgarın oğlu olduğuma inandırıp çıkıyorum yüksekçe bir yere, geldiği *uzaklardaki yerlere bakarak, kollarımı açıp durdurmaya çalışıyorum rüzgarı. bazen babam oluyor, bazen olmuyor.

    anlamak ve görmek için gezegen yolculuğumuzu, babamın aldığı kitaplardan gılgamış destanı' nı okuyorum sürekli. enkidu gibi bir arkadaş istiyorum kendime. şöyle hesapsız\burkulmaya her dem hazır duygularıyla yanımda öle(bile)n.

    yemek saatleri dışında kayısı ağaçlarının üstünde(n) geziniyorum hep. nedensiz bir gökyüzüne yakın olma köşegeni(m), depreştiriyor ağacın en yüksek yerine çıkma isteğini içimde. kayısıyla kayıtsız aşkımız pür dem devam ederken bir yandan da badem ağaçlarına meyilleniyorum. ama sahibinin korkusundan onlara yaklaşamıyorum. birbirimizin bedenlerine dokunamadan doyamayacağımız yasak ilişkimiz, onlarla, mesafeli bir akışkanlıkta ilerliyor.

    gazoz kapakları biriktiriyorum. oyuncağı olanların oyuncusu olamayacağı bir oyun için. diziyorsun gazoz kapaklarını bir yere, atıyorsun taşı. dağılıyorlar birden etrafa, seni görünce, beni yalına çaldıran hüzünlerim gibi. mahalle takımının kalecisi kızkardeşim, o kadar küçük ki, ikide bir rüzgarda dağılan yalnızlığını bile toplayamıyor.- kaldı ki kaleye gelen topları toplasın. - bense oyunda nerede duracağımı bile bilmiyorum. tıpkı şimdilerde insanların içinin neresinde\nasıl durmam gerektiğini bil(e)mediğim gibi.

    televizyonumuz var ama hiç bir zaman sağlam değil. sadece sesleri geliyor, rol mü yapıyorlar\kendilerini mi oynuyorlar anla(şa)madığım oyuncuların. annemse sırtını dönüp\halinden şikayetçi ol(a)madan, radyodan ' arkası yarın ' dinler gibi, dinliyor, insanların, -kaybolmasın kendinlerinden bir şeyler diye- zamanın bir yerlerine asılan seslerini. bizse siyah ekranda görün(e)meyenleri hayale dalıyoruz kızkardeşimle. komşunun evine gidiyoruz bazı, superman' i izlemeye. en heyecanlı yerinde, komşunun oğlu kalkıyor, kapatıyor televizyonu.

    soruyorlar neden diye;
    "- ısındı, televizyon !" diyor.

    sonra kızkardeşimle ben superman' in süperliğinin yarısına er(e)meden, yoksulluğa eren yerlerimizin derin sızısı gözlerimizden akan düşüncelerimizde, eve dönüyoruz.

    şimdi sıklıkla düşlüyorum da, görsem komşunun oğlunu tekrar, ona;

    - "sen bize o zaman izletmedin süperman' i. belki de sen sonraları izlettirmeyerek içindekileri de kimselere, korunaklı bir süper adam oldun, böylece."
    ama;
    " benim kadar yalnız olamadın ! " demek isteği yalazlanıyor bozkır rüyalarında yaşayan imde.

    * * *
    * * *
    * * *
  • şunu hepinize söyleyebilirim,
    çok kalabalıktım ve yalnızdım hem de.
    bilirsiniz bu suyun
    akması gibi sıradan.
    ve olağandışıdır büyümek kadar.

    oysa güzel öyküler yazabilirim,
    mutlu sonla ve hüzünlü biten öyküler.
    mutluluk hüzünsüz
    bir şey hiç değil.
    ve bir gülüş sadece bir sessizlik kadar.

    ne demişti bilge hatırlayabilirim,
    yeni ay çıkınca, eski ayı n’apsınlar?
    kırpıp kırpıp
    yıldız yaparlar ve bizi.
    büyüyorken kırıp kırıp yalnız yaparlar.

    buna aklıma geldikçe üzülebilirim.
  • ben yalnız değilim, siz çok kalabalıksınız amk...
  • en son sana bilmediğin bir şey söyleyememde yapmıştı bunu: 'ne kadar iyilik varsa hepimiz için, hepsini dileyip gerisine direniyorum' :
    şebnem ferah'ın bizim için iyi niyet elçiliğini üstlenmeye devam ettiği, kelimelerin yetmediği şarkı;

    'uzaklara dalıp gitme
    gözlerin de dolmasın
    kimse böyle yalnız olmasın'

    hep kuytu köşelerimizde yakalıyor bizi, dokunuyor usulca, bazen ağlatıyor bazen de garip bir gülümseyiş yerleştiriyor duygu çakışmalarında.
    sesi kulaklarımızda, gözleri sanki gözlerimizin tam içinde...
    ne diyebilirim ki; teşekkürler
  • klibin son sahnesinde şebnem ve camdaki yansıması müthiştir, güzel bir detaydır.
  • şebnem ferah'ın benim adım orman albumunun en güzel bestesine sahip şarkısı. akordeon girişi ve yağmurda o müzisyenin kutusuna atılan paranın sesi inanılmaz güzel olmuş. vals ritmi üzerine kurulmuş çok hoş bir müzik gerçekten. gitarlar, davullar hepsi yerli yerinde diye düşündürtüyor insana.
  • şarkıda ''her bahar öncesinde kardelene dönüşmeyi anlat'' diyen şebnem ferah, çok önceleri de ''dikensiz gül olmaktansa kardelen olurum'' demişti.

    bir şey yok, öylesine belirtmek istedim.
  • bu güzel şarkıya bir de klip gelmiştir.
    klipte gözüme çarpan bir-iki detay var. birincisi şebnem ferah'a bir şeyler olmuş. duru güzelliğini ortaya çıkarmış. özellikle son sahnede. ikincisi yine şebnem ferah için. otobüsün içinde otururken böyle yanındakilere filan bakıyor ya, bana biri öyle baksa tırsarım. hele o ilk oturan adama bakışı. korku filmi başlangıcı gibi vesselam.
    son olarak o girişteki akordiyonu bir sokak çalgıcısı çalsaydı olmaz mıydı?
  • "yedi gün yalnızlığını anlattı
    sekizinci gün ben de gittim."*
hesabın var mı? giriş yap