• ulan bu türkiye çok enteresan bir ülke gerçekten. bir belediye başkanı, işinden vaktinden ayırıp, şahsi hobisi olarak (bakın şahsi hobisi olarak diyorum) oturup gerçeğe yakın heykeller yapmaya çabalıyor, yaptığı iş mükemmel olmasa da iyi kötü yurtdışındaki benzerlerinin yerini tutacak seviyede, adam kendi şehrine bunları bağışlayıp bir müze yaratıyor. sıfırdan yahu, herifin hobisi bu. ve bunun yaşandığı ülke türkiye.

    kaç tane böyle belediye başkanı tanıyorsunuz? benim alışkın olduğum başkanlar ancak ilçede alkollü festival yapılınca ortaya çıkıyor, işe gelince birden kayboluveriyorlar. benim tanıdığım başkanlar sosyal ağlardan ufacık çocuklara laf yetiştiriyor, mahkemeyle tehdit ediyor. benim tanıdığım başkanlar değil bir eser de kendi bıraksın, olan heykelleri de yıktırıyor ucube diye. tiyatral etkinliklere gereksiz gözüyle bakıyor benim bildiklerim.

    e günümüz türkiye'sinde biz beğenmedik tabii büyükerşen'in hobi müzesini. sevmedik. diğerleri gibi değil çünkü o adam. oturmuş uğraşmış. ayrıca beğenmedik, hepimiz gittik çünkü madame tussauds'ya ve bunu göstermek için bir fırsat olsa da hemen söylesek diye çıldırıyoruz. o yüzden başlığın adı da 'yılmaz büyükerşen balmumu heykeller müzesi' değil, türkiye'nin madame tussauds müzesi. özentilik paçalarımızdan akıyor.

    eskişehir'li değilim, hayatımda bir kere gittim. yarım saat mesafedeki ankara ile kıyaslayınca aradaki 'insan' farkını bizzat gözlemledim, anadolu'nun ortasında inci gibi duruyordu bağnaz halkların arasında. yılmaz büyükerşen'i hiç bilmem etmem, ama eline, emeğine, düşüncesine sağlık.

    bu başlık da aynen böyle dursun, 'biz neden adam olmayız'a güzel bir örnek olarak gelecek nesillere kalsın. 'biz yapamayız' çünkü. ne yapsak yaranamayız.
  • heykellere ucube diyen bir başbakanın %53 oy aldığı ülkede beğenilmemesi normal karşılanmalıdır.

    (bkz: eşek hoşaftan en anlar)
  • balçiçek ilter'in heykelinin neden yapıldığını anlamadığım müze.
  • bir biliminsanı, siyasetçi, belediye başkanı oturuyor tek tek balmumu heykeller yapıyor ve bunları bağışlayıp bir müze kurulmasını sağlıyor. giriş ücretleri de kız çocukları ve engellilerin eğitiminde harcanacak. bir proje hayal edin. içinde insan olsun, içinde sanat olsun, içinde sevgi, aşk, çocuk olsun deseler ancak bu olur. ama bunu bile eleştirebilecek, ömrü boyunca bir emekçinin yanından geçerken kolay gelsin bile dememiş öküz başlı antiloplar var. eleştriyor, eleştiriyor. adam oyun çamuruna hiç dokunmamış. ama ağzından "bir madam tuso değil" lafı düşmüyor. emeğin bu kadar aşağılanıp ucuzlatıldığı başka bir ülke var mıdır? ülkede kimse üretmiyor. kimsenin bu dünyaya bir eser koyayım derdi yok. üretmeyen kısırlar, susacaklarına, koca götleriyle eleştirip masa başından tembel masturbasyonu yapıyorlar. elinden klavyeyi alsan, götüne soksan bişey olmadı ki der.
  • 3 senedir eskişehirde bulunan bir istanbullu olarak türkiyenin çeşitli illerinde farklı sebeplerle bulundum. fakat gelin görün ki kendimi hiçbir yerde eskişehirde hissettiğim kadar evimde hissetmedim. nedeni ise tamamen yılmaz büyükerşen'in kendi yarattığı şehirdir. bu benim kendi söylediğim bir şey değil herhangi bir eskişehirliye "hocadan önce"sini sormanız yeterli. benim ingiliz edebiyatı dersime giren yabancı uyruklu hocamdan dinlediğim kadarıyla gerçekten 20 sene önce burası insana "nereye geldim ben?!" dedirtebilecek kadar kötü bir yermiş. fakat şu an görenlerin hayran olduğu bir şehir var ortada. inanın halkın çok çok çok büyük bir çoğunluğu yılmaz hoca'nın ömür boyu görevde kalmasından inanılmaz memnuniyet duyacaklardır. bunun partiyle, siyasi görüşle bir alakası olduğunu düşünmüyorum. bu tamamen insanların aradaki farkı görmesi ve şu an yaşadıkları şehre gerçekten aşık olmalarıyla alakalı. yoksa o bahsedilen altyapı problemleri falan yaşanmıyor bu şehirde öyle uzaktan atıp tutmakla olmuyor. ben istanbulda akp'nin yerel yönetime sahip olduğu bir yerde oturuyorum heykel de yok sokağı da sel basıyor her yağmurda. eskişehirde anca porsuk donar ona da antifiriz dökecek hali yok adamın. her yere heykel dikmenin mantığı sorgulanıyor sanırım insanlar tarafından. sanat mantık duygunuzu değil estetik duygunuzu tatmin etmek için varolan bir olgudur. ayrıca girmek için ardımızı yırttığımız avrupa birliğine dahil olan batı milletlerinin heykellerini falan az çok biliyorsunuzdur. hani 3-4 yy önce yaptıkları rönesansı, ardından düşünen sorgulayan insanların ortaya çıkmasını, çürümüş düzenlerin yıkılmasını, ancak eğitilmemiş zihinler tarafından kabul görebilecek kilise zırvalarının ayaklar altına alınmasını falan okumuşsunuzdur, reform falan derler. zaten sanata, insanlığa gereken önemi vermediğiniz için yarım yamalak bir medeniyet olarak kaldığımızın farkında değil misiniz? bıkmadınız mı artık koltuk sevdaları uğruna bu milleti gezegenden geri bırakmaya.

    19 mayıs günü kapısının önünde yaklaşık 100 metreye yakın kuyruk vardı.

    pazartesileri hariç haftanın 6 günü açık olan müzedir. giriş öğrenci 1,5 tl tam 3 tldir. tüm gelir kız çocuklarının ve engelli kardeşlerimizin eğitimi için harcanacaktır. bence laleden ve kömürden daha iyi bir hizmettir.
  • gerçek mt ile tabi ki alakası olmayan müzedir. bilmem kaç milyon dolarlar bütçesi olmayan , onlarca heykeltraş ve diğer personelden yoksun , kar amacı gütmeyen ve bu işi hobi olarak yapan yılmaz büyükerşen in eskişehir'e ve eskişehirliler için yaptığı yüzlerce iyi niyetli hizmetten sadece biridir. adam senelerce emek harcadığı 160 balmumu heykeli müzeye bağışlasın , burada çok saygıdeğer sözlük ahalisi müzeyi itin götüne soksun. olacak iş değil . baban bile seni kendisine benzetememiş hala laf ediyon...
  • yılmaz büyükerşen tarafından yapılmş heykelleriyle tam adı yılmaz büyükerşen balmumu heykeller müzesi olan müzedir.

    sözlükte yazılanları okuyunca aklıma şu hikaye geldi.

    çok ünlü bir ressam varmış. bu ressamın da, en az kendisi kadar iyi resimler yapan bir çırağı. ressam, çırağına neredeyse her şeyi öğretmiş. perspektif, ışık, gölgeleme. çırak gerçekten çok başarılıymış; renkleri ustaca karıştırıyor, tuvali gerektiği kadar ıslak tutuyor, ölçekleri başarıyla yansıtıyormuş.

    çırak birgün ustasının karşısına çıkmış ve "ustacığım ben de artık senin kadar iyi olduğumu düşünüyorum ve ustalığa geçiş eserimi yapmaya hazır olduğuma inanıyorum" demiş. ustası da "seni çok iyi yetiştirdim ama bildiğim her şeyi henüz bilmiyorsun, sana verecek son bir dersim var" demiş. "şu karşıda gördüğün büyük tuvale, bittiğinde bugüne kadar yaptığın en iyi resmin diyebileceğin bir resim çizmeni istiyorum; süresi, zamanı önemli değil, ne zaman bittiğine inanırsan o zaman tamamlanmış say. bana yardım ettiğin zamanların dışında yap eserini ve ben buradayken hep üzerinde nemli bezi örtülü olsun; bana da bitmeden gösterme" demiş.

    çırak çok heyecanlanmış. o gün kolları sıvayıp bir gün gurur duyacağı eserini yaratmaya koyulmuş. eserinde ilerledikçe atölyede yatıp kalkar olmuş. gündüzleri ustası gelmeden resmini örtüyor, ortalığı temizliyor, ustasının malzemelerini hazır ediyormuş. akşam ustası gidince de resmi açıyor ve tamamlamak için büyük bir hızla çalışıyormuş. bezi her açtığında resme yeni birşey ekliyor, beğenmediği yerlerini mükemmelleştirmek için elinden geleni yapıyormuş. ustası da büyük bir soğukkanlılıkla çırağını izliyor ve o da kendi eseriyle gurur duyuyormuş.

    günler günleri, haftalar haftaları kovalamış ve beş aylık bir çalışmanın sonunda çırak, resminin bittiğine kanaat getirmiş. o sabah ustasını karşıladığında heyecanla "ustacığım eserimi bitirdim" demiş. ustası gülmüş, sakallarını okşamış ve "aç bakalım tuvalin bezini" demiş. çırak örtüyü kaldırdığında ustanın gözleri parlamış. karşsında bugüne dek gördğü en güzel eserlerden biri duruyormuş. çok utlu olmuş ve çırağına sarılmış. "artık usta oldum mu sence ustacığım?" diye sorunca çırağı, "daha son dersimi vermedim ki" demiş bilgece. "şimdi bu resmi al ve gece kimseler görmeden meydandaki çeşmenin başına koy. yanına bir kova kırmızı boya ve değişik boy ve uçlarda fırçalar bırtak. bir de not iliştir. notta 'lütfen beğenmediğiniz yerleri işaretleyiniz' yazsın. resmin yanına dört gün uğrama. daha sonra resmini çeşmenin başından al ve tekrar atölyeye getir,birlikte inceleyelim" demiş usta.

    çırak biraz şaşırsa da heyecanla geceyi beklemiş ve resmi kaldırdığı gibi meydandaki çeşmenin başına götürmüş. yanına da ustasının dediği gibi kırmızı boya, fırçalar ve notu bırakmış. sonra da evine dönüp güzel bir uyku çekmiş.

    sonraki dört gün geçmek bilmemiş. çırak sürekli dalgın, aklı resminde olmasına rağmen işlerini hiç aksatmamış. ustası da gülerek onu izlemiş. dördüncü günün akşamı "hadi bakalım oğlum şimdi git resmini getir" demiş ve çırak atölyeden fırlarcasına çıkarken arkasından onu izlemiş, bir yandan da kafasını sallamış. yarım saat sonra çırak geri dönmüş. alı al, moru mor, suratı bembeyaz, elleri titriyormuş. resmi atölyenin ortasına koymuş. tabii ona resim denirse.. tuvalde çırağın resmine ait hiçbir yer görünmüyormuş neredeyse. her tarafı kırmızıymış. çırağın aylarca uğraşıp 'işte hayatıda yaptığım en güzel resim' dediği resmin yerinde yeller esiyormuş artık. ustası çırağına sormuş "ne oldu çeşme başında?" diye. çırak bir yandan ağlıyor bir yandan anlatıyormuş. "ustacığım gittim çeşme başına bir de ne göreyim, resmimi mahvetmişler, her tarafını boyamışlar, gözlerime inanamadım. oysa ki ben herkesin beğeneceğini düşünüyordum. üstelik ben resmin başına gittiğimde bunu sen mi yaptın, berbat olmuş diyen bir sürü insanla karşılaştım, bana bez parçaları bile fırlattılar" demiş.

    ustası ayağa kalkmış, çırağın sırtını sıvazlamış ve "şimdi aynı resmi tekrar yapacaksın" demiş. çırak da "hayır ustam, ben bundan sonra senin çırağın olarak kalmayı, yerleri süpürmeyi, boyaları temizlemeyi tercih ederim" diye yanıt vermiş. "dur hele daha dersimiz bitmedi ki" diye yanıtlamış usta. " aynı resmi tekrar yap, üstelik bu defa izinli sayacağım seni. istediğin zaman bitir" demiş. çırak gönülsüz de olsa kabul etmiş ve yeni bir tuvale yeni bir resim yapmaya başlamış. bu defa gündüzleri de çalıştığı için daha kısa sürmüş bitirmesi. resmi sürekli açıp kapamadığı için daha az düzeltme yapmış hatta. iki ayın sonunda ustasının yanına gitmiş ve resmini tamamladığını söylemiş. ustası da "haydi birlikte bakalım" diyerek resmin yanına gitmiş. gerçekten en az ilki kadar harika bir resim daha duruyormuş karşılarında. usta bir kez daha bıyık altından gülerek ne kadar doğru bir eğitim verdiğini düşünmüş. "şimdi" demiş usta, "bu resmi de bu gece çeşme başına götürmeni istiyorum. ancak bu defa yanına sadece kırmızı boya değil her renkten boya, inceltici, palet, çeşit çeşit fırça koymanı istiyorum. bu sefer yanına iliştireceğin notta da 'lütfen beğenmediğiniz yerleri düzeltiniz ve katkıda bulununuz' yazılı olsun, bu sefer yedi gün bekleyeceğiz." çırak son derece gönülsüz bir şekilde kabul etmiş ustasının isteğini. beş aylık emeği dört günde mahvolduktan sonra bu sefer de aynı şeyle karşılaşmak istemiyormuş. gece olunca istemeye istemeye resmi çeşmenin başına bırakmış. yanına da her renkten boya ve resim malzemesi ile ustasının söylediği notu koymuş. ve beklemeye başlamış.

    aradan yedi gün geçmiş, usta çırağa "git de resmini getir bakalım" demiş. çırak korka korka çıktığı atölyeye koşa koşa dönmüş yarım saat sonra. yüzünde güller açıyormuş. elindeki resmi atölyenin ortasına bırakmış. "ustacığım" demiş gözlerinden yaşlar süzülürken "bu seferki resmimi o kadar beğenmişler ki, bir kusurunu bulamamışlar, tek bir fırça darbesi bile yok benim yaptıklarımdan gayrı. üstelik orada bulunanlar da beni tebrik ettiler, başarılarımın devamını dilediler". ustası bir kahkaha atmış ve "otur bakalım yanıma sevgli çırağım, yoksa sana da usta mı demeliyiz artık" demiş. çırak çok heyecanlanmış. hemen ustasının yanına ilişmiş.usta başlamış anlatmaya.

    "aslında ilk resmin de mükemmeldi. ancak geri getirdiğinde üzerinin kıpkırmızı olacağını biliyordum. çünkü sen insanlara bilmedikleri bir konu hakkında ahkam kesme hakkı tanıdın. bu nedenle de bilen bilmeyen, anlayan anlamayan herkes eline kırmızı boyayı alıp istediği yere vurdu fırçayı. ama sen aynı güzellikte ikinci resminde onlara daha önce kırmızıyla işaretledikleri yerleri daha güzel hale getirmelerini istediğinde yapacak bir şeyleri olmadığını gördüler, zira senin yaptığın işten zerre anlamıyorlardı. eğer ilk seferinde pes etseydin, sanattan hiç anlamayan insanların acımasız eleştirileri yüzünden sanat dünyası doğmadan bir sanatçısını kaybedecekti, ancak sen pes etmedin ve bu sefer gerçekten anlayan insanlardan takdir gördün. sanatını, asla seni anlamayacak ama her daim eleştirecek insanlara göre şekillendirirsen eninde sonunda evinde oturursun. bu da sana son dersimdir. kulaklarını böyle insanlara tıka ve her zaman ikinci resmi düşün sevgili usta."

    görüyorum ki bugün bu başlığa elindeki fırçadan kırmızı boya damlayanlar akın etmiş. götüne benzetenler mi ararsın, ucuz kopyacılık diyenler mi, bir sike benzememiş diyenler mi, estetik bulmayanlar mı..

    kırmızı boyayla çarpı atmak kolay; balmumu, kil ve detay çalışma aparatları ile görelim sizi bir de..
  • neyse ne ilk defa bi belediye başkanının yaptığı şeye saygı duyuyorum.
    ankara'da da birileri ibret alsa keşke.
  • 70'li yılların ikinci yarısında
    bugünkü anadolu üniversitesi yunusemre yerleşkesi'nin olduğu yere,
    eskişehirliler, akademi derlerdi.
    sözkonusu akademinin,
    bugünkü hukuk fakültesi binasının olduğu binasında da,
    yılmaz hocanın o yıllarda yaptığı balmumu heykeller eskişehirlilerin beğenisine sunulurdu.
    dönemin ilk ve ortaokul öğrencileri de
    topluca öğretmenlerince bu küçük çaplı müzeyi gezip görmeye götürülürdü.
    kısacası,hoca'nın balmumu müzesi kavramını eskişehirliler onyıllardır bilirler ve izlerler.
hesabın var mı? giriş yap