• 1660 istanbul için felaket yılı, şehrin 3te2’si yangınla yok oldu, 1666 londra için felaket yılı, 80bin nüfusun 70bini evlerini kaybetti.
    1660’lı yıllar dünya tarihine kurak yıllar olarak kaydedildi, o yıllara ait bir kayıtta son 900 yılın en kurak yılları diye yazılmış!
    istanbul bu tarihten sonra sayısız yangınlar gördü, her seferinde ahşaptan yeniden yapıldı, yeniden yandı, ta ki taştan binalara geçinceye kadar
    londra ise 1666 dan sonra ızgara şehir planına ve taş binalara geçti. o tarihten bu yana bilinen devasa londra yangını olmadı...
    1666 yılı diyorum, yani ortaçağın karanlığında, geceleri cadı yakarak sosyalleşen, boğazlarına kadar pislik ve cehalete batmış adamların yaptığına bakın! ızgara şehir planı ve taştan evler...
    demek ki istanbul için o tarihlerde alınacak böylesine basit bir karar ile istanbul’un kaderi nasıl değişirdi acaba?!
    200-300 yıllık mahallerimiz olur muydu? (olsa ne güzel olurdu)
  • iyi bir karşılaştırmadır. yüzyıllardır oturup da adam gibi bu işleri düşünen olmamış. bu toprakların kaderi bu şekilde. aşılması da zor.
  • 1660 istanbul yangını neden önemlidir ?

    bu dönemlerde istanbul yangınları peşin sıra gelir. birbirini bütünleyen bir tamlama gibidir. ama bu yangın neden önemlidir? kendinden önceki yangınlardan çok daha büyük bir yangındır. dini ve siyasi mimariye bir çok zarar vermiştir. bir çok sonuç doğurmuştur. osmanlı devleti içerisinde kinen büyük yangın diyebiliriz.
    belgelerde dahi en büyük yangın olarak geçmiştir. halik-i kebir olarak tanımlanmıştır. bu yangında taşlar bile yanarak kömürleşmiş. süleymaniyenin minarelerine kadar yükselmiştir alevler. süleymaniye caminin minareleri bir kandil gibi yandı şeklinde konuşmalara neden olmuştur. beyazıt camiininde bir külahı yanıyor.

    bu yangın ve diğer yangınların toplumsal kaygılarını beraberinde getirmesinin yanı sıra yeniçerilerin yangını söndürmek adına hiç bir çaba sarfetmediği görülmekte. yangını bir fırsat bilerek bir çok talepte bulunmuşlardır. bir zam artışı yahut sadrazam veya vezirin öldürülmesini istemişlerdir. (yeniçerilerin bir kısmı tulumbacıları oluşturuyordu.) ancak kayıtlarda bundan bahsedilmiyor. yeniçerilerin yangını söndürmede başarısız olduğu dile getiriliyor. bu dönemde sert bir poyrazla karşı karşıya kalan istanbul’da yangını söndürmek zor bir iş oluyor. halkın desteği dahi yetersiz kalıyor. bir tufan bir sel gibi önüne kattığını götürüyor yangın.

    yangın sonrasında fırsatçılar peydah olmuştur. yağmacılara gün yüzü doğmuştur.

    istanbul’daki yangınlarda sokaklar çok dar olduğu için bir evin yanması bütün sokağın yanması demekti. bir mahalle komple harap olabilirdi. ancak ardından aynı mahalle aynı düzeni ile kurulurdu. yangını söndürme sistemi ise 100-150 metre ötedeki evleri yıkarak sıçramasını önlemekti. bilinen modern sistemler bu dönemde yoktu. yangını önlemek adına bir önlemde alınmazdı. bu yıkma metodu batıdada vardı. taşıma su ileyi yangın söndürmek imkansızdı. yeniçeriler ellerinde çengellerle gelerek binaların çivileri söker ve çökerterek yangını önlemeye çalışırdı. şiddetli bir rüzgar varsa alevler çoğalacaksa bu yıkım işlemi hız kazanırdı. ki poyra rüzgarı istanbul için bir felaketti.

    1660 yangınına gelirsek istanbul’un üçte ikisini yok etmişti. 1660 yazına baktığımızda ise 900 yılın en kurak mevsiminin bu dönemde olduğunu görüyoruz. bu susuz ve kurak mevsim yangınıda tetikliyor. bu dönemde londra’dada bu kuraklığı etkisi gözüküyor. ahşap mimariye sahip olan londra yangından payını alıyor ve londra taş mimariye dönerek şimdi ki yerleşim planını bu dönemde oluşturmuş oluyor.

    1660 yılında çıkan yangının büyüklüğünden çok sonuçları yangını büyüklüğünü gösteriyor. literatürde dahi bu şekilde yer tutmuştur. dini, mezhepsel ve siyasi olarak bir çok sonuçu var. batıda dahi bir çok araştırmacının dikkatini çekerek araştırmasına neden oluyor.

    osmanlı devleti millet sistemine dayanarak içerisinde bir çok milletten insana yer veriyordu.( yahudiler, rumlar, ermeniler vs.) şimdi tarihi yarımada dediğimiz eminönü civarında ise bir çok yahudi yaşamaktaydı. ticarete yön veren insanlardı. şuhut kapısı (yahudi kapısı) burada bulunurdu. istanbul’un üçte ikisi yanarken yangından büyük zayiat alan bölgelerden biride burasıydı. nitekim buradaki yahudilerinde zarar görmesi batıdaki tarihçiler ve araştırmacılar için 1660 yangınıma bakmada başka bir pencere araladı.

    1590’lı yıllarda yahudilerin olduğu bu bölgeye baktığımız zamanda ise safiye sultan tarafından temeli atılmış bir camii inşaatı var. ancak bu dönemde maddi imkansızlıklar nedeni ile bu camiinin inşaatı bitirilemiyor. ancan yangından sonraki dönemde mimar başının hatice turhan sultana teklifi ile yarım olan camii (yeni valide camii) inşaatının bitirilmesi kararı alınıyor. camiinin bitirilmesi kararı ile burada iskan eden yahudilerin ise bir daha burada oturulmaması gerektiğine dairde ferman çıkıyor. bu sınırlar içerisinde gayri müslümler meskun olmayacak şekilde bir karar çıkıyor. bu nedenle buna yahudi sürgünü ve bölgenin islamlaştırılması deniliyor. yahudilere karşı bir politika geliştirme deniliyor. bu bir islamlaştırmamı onu anlamaya çalışıyoruz. yine aynı şekilde buradaki yahudilere meskenlerini terk edeceklerine ve müslümanlara bırakacaklarına dair karar var . dr. kenan yıldız ise şu şekilde yaklaşıyor olaya: buradaki meskenlerde yahudiler zaten kiracı ve bölgeye genel olarak baktığımızda müslümandı diyor.

    batıdaki araştırmacılara baktığımız zaman ise yangın sonrasında yahudilerin burada yer sahibi olduğunu devletin hukuksuz bir biçimde istimlak yaptığını ve mallarını yahut dükkanlarını müslümanlara devrettiğini veya sattığını söylüyor . dışardan bakıldığı zaman evet bu bir problem. bir azınlık hakkı olmadığını gösteriyor. ancak bunu söylerken osmanlı vakıf hukukunu görmezden geliyorlar. bu yahudilerin iş güç sahibi olup bulundukları topraklar vakıf toprağıdır. anlamamız gereken ise şu aslında yahudiler burada kiracı pozisyonundalar. ki yangından sonra ise burada bir ıslah çalışması yapılması gerekliydi zaten. yine burada kimlerin oturacağına ise vakıf hukuku karar vererek mukaata yahut iraceteyn ile vakıf karar veriyor. yani ya kayd-ı hayat şartı ile ölünceye kadar burada kalabilirsin ancak kimseye devredemezsin veya kiracı olabilirsin. temelde görmemiz gereken toprak devletin vakıfın malıdır anlayışıdır. bazı seyahatnamelere ve kadı sicillene baktığımız zaman ise şunu görüyoruz. aslında toprak devletin ama üzerine yapılan bina, dükkan yahut işyeri kişiye ait. bu yapıları vakfedebilir , satabilir veya istediğin şekilde tasarruf edebilirsin. ancak toprak devleti mukaata toprağı arazi toprağı üzerinde söz hakkına sahip değilsin. ki yangından sonrada yahudilerin bir mülkiyet hakkı kalmıyor. üzerine yaptıkları yapı ve inşaatlar yok olmuş oluyor. burada kimseye toprak hakkı verilmiyor aslında toprağın üstünde yapı hakkı veriliyor.

    bakıldığı zaman islamlaştırma politikası gibi gözüksede aslında hukuksal anlamda tam tersi olduğunu görüyoruz. haklar bağlamında bakarsak meseleye burada bir hak gaspından bahsedilemez. yapılan şey bir şehir planlaması aslında. 1999 depreminden sonra nasıl kentsel dönüşüm hızlandıysa bu yangında buna sebep veriyor. yine bu bölgedele başhanelerin olduğu (kelle paça satan yerler) kötü kokuların yayıldığı ve şehrin içerisinde keşkemekeşin olduğu bir yer. hünkar kasrına bu kadar yakın olup kötü kokuların yayılması ise kabul edilebilir bir şey değildir. yani meseleye sadece yahudilerde diyemiyoruz. hızlı bir ıslah çalışması ile tarihi yarımadanın düzenlenmesidir. muhit olarakta tekin olmayan ve insanların geçmekten dahi imtina ettiği yerlerdi. bu çoğu seyahatnamedede yazmaktadır. böyle bir bölgenin düzenlemesine yangın hız kazandırmıştır. bunu yazan seyyahların abartılarıda vardır tabi fransız, italyan ve alman olduğunu varsayarsak..

    yeni valide camiinin inşaatı ile birliktede şu ayrıntı gözümüze çarpıyor: camiiye müslüman cemaat gereklidir. eğer bu bölgede bir camii yapılıyorsa etrafında müslümanın mesken tutmuş olması gerekir. fıkıhtada böyledir. dahası ebu suud efendi bunun hakkında kararda çıkarttırmıştır. yapılan her camii için bu geçerlidir. yahudilerin buradan çıkarılmasının arka planındada bu vardır . yahudiler camiiye gitmeyeceklerine göre etrafında müslümanın olması gereklidir.

    bu yangın bir yandanda mülk sahibi değişimini getiriyor. yanmış olan muhtes kiliselerde tekrardan inşa edilmiyor. yahudilerin yanısıra ortodokslarda bu şekilde etkileniyor. hatice turhan sultanın vakfiyesi altında bulundu bu topraklar. yine osmanlı devletinde bir kilise yandı ise onun tekrardan inşaası müşkül bir durumdur. padişah iznine tabiidir. kilisenin basit bir tamiri dahi büyük bürokratik işlemlerden geçerken tekrar inşaası muammadır. muhtes ve kadim kiliselerin farkı ise şudur: muhtes kiliseler fetihten sonra yapılmış olup zaten istanbul’da geçmiş oluşturan kiliseler değildir. tekrar yapılmasıda önem arz etmez. ancak kadim kiliseler fetihten öncede var olup önem teşkil etmişlerdir. herhangi bir zayiattada tekrar yapılmıştır.

    buradan giden yahudiler ise hasköy, balat ve yemiş iskelesi taraflarından mevzilenmiştir. devlet tarafından kovulmamıştır. ancak bu bölgeyi bırakmakta içlerinden gelmemiştir. ticaretle uğraşan bu azınlık için eminönü bölgesi gümrüğün ticaretin döndüğü yerdir. yerli tüccarla yabancı tüccar arasındaki bağlantıyı kurmaktadır. ancak sokullu mehmet paşa kesin bir emirle buraya gelişi yasaklamıştır.

    sonucunda şunu görüyoruz. yarımadayı derleyen düzenleyen bir yangın çıkıyor karşımıza. camiilerin inşaatı , ticaretin akışı ve bölgenin düzenlenmesi adına bir adım atılıyor. ancak bunun içerisinde bir hak gaspından yahut sürgünden bahsedemiyoruz. zeyrek’ten sirkeci’ye kadar olan bölgenin ıslah çalışması başlamış oluyor. problemleri ortadan kaldırmak adına büyük bir şehircilik harekatı oluyor. alt yapı dahi bu dönemde gerçekleşiyor. yangının sonucu beklenilmeyen bir düzen çalışmasını getiriyor. ancak bir felaket midir ? kesinlikle, bu dönemde vebadan 700-800 kişi ölürken bu yangında iki günde 2700 kişi ölmüştür. bu bile felaketin boyutunu göstermek için yeterlidir. yine sosyal tabakada bu yangının etkisini kadı sicillerinin çevrilmesi ile ulaşılıyor. şeriye sicilleri ise iyi bir destek merkezin bakış açısıyla değil çevrenin bakış açısı ile kayıtlar oluşmuş oluyor.
  • "1666 yılı diyorum, yani ortaçağın karanlığında, geceleri cadı yakarak sosyalleşen, boğazlarına kadar pislik ve cehalete batmış adamların yaptığına bakın." ifadesini kabul etmek pek kolay değil zira parlamento öncülüğünde krallarını yargılayıp idam edebilen bir toplumdan ve çiçeği burnunda cambridge mezunu isaac newton'ın yaşadığı yıllardan bahsediyoruz.
  • 24 temmuz 1660 tarihli yangın, bu zamana kadar istanbul’un görmüş olduğu yangınlar arasında en büyüğü olarak anılıyor. ikindi vaktinde tütün içen birinin dikkatsizliği sonucu (bu nasıl bir dikkatsizlik birader) odunkapısı ve ayazmakapısı’nın ortalarında bulunan ahî çelebi camii’nin yakınındaki bir sandıkçı dükkânından başlayan yangın, suriçindeki keresteci dükkânlarına, oradan ağakapısı, süleymaniye, eski saray, beyazıt ve fatih’e, bir koldan yeniçeri odaları, molla gürani ve davutpaşa’ya, bir koldan tahtakale, yahudi mahalleleri, kapalıçarşı çevresi, mahmutpaşa ve hocapaşa’ya ve bir koldan atmeydanı, kadırga limanı, kumkapı, nişancı ve samatya’ya kadar uzanmıştır.

    başladığı anda müdahale edilmiş edilmesine ama şiddetli poyrazın etkisiyle yangın hızlı bir şekilde büyüyerek şehrin üçte ikisini küle çevirmiştir. çok kurak bir dönem olan temmuz ayında çıkmasının da etkisiyle çok miktarda ev harap olmuş, 2.700 ila 4.000 civarında insan ölmüş, 120 saray ve konak, 40 hamam, 360 cami ve mescit, yüzden fazla mahzen, birçok medrese, tekke ve kilise yanmış. o dönem için nasıl bir yıkım olduğunu tahmin edersiniz...
hesabın var mı? giriş yap