• "roger waters gercekmi$"
  • "kalp durmadiysa, o muzigin bangir bangir 'kalbi titretmesindendir' " tanimini hakeden konser.*
  • david gilmour'a aşağıdaki mesajı yazmama neden olan konser.

    sevgili david,

    bugüne kadar pink floyd dendiğinde seni hatırladım. ön planda olduğun albümleri hep çok sevdim. roger waters ile o can sıkıcı tartışmaya girdiğinizde ve ayrıldığınızda onun solo albümleri yerine senin yaptıklarını takip ettim. ta ki 20 haziran'da istanbul'da boğaz kıyısında yaşadığım bir deneyime kadar.

    david, ben aydınlandım. şaka etmiyorum, gülme. neyin ne olduğunu anladım. aslında herşey gözümün önündeymiş yine ama ben görememişim. bu da bizim zayıflıklarımızdan birisi aslında; körlük. evet biz insan ırkı zayıf yaratıklarız. 2 yaşından sonra gelişimimiz duruyor. 2 yaşındaki bir homo sapiens ile 20-30-40 yaşındakilerin arasındaki fark alınan eğitim ve 3 boyutlu planda biraz boyun uzamış olması. ama yine ne istediğimizi hiç bir şekilde bilmiyoruz, bir konserde itişip kakışabiliyoruz, her yerde öff ben sıkıldım diyebiliyoruz. hepsinden önemlisi biz kendimizi sevmiyoruz, dolayısıyla başkalarını da sevmiyoruz. evet, artık anladım. roger bir homo sapiens örneği değil. o bir anunnaki, yani bir tanrı.

    david, can't you see?
    it all makes perfect sense.

    onlar bizim kültürümüzde her yerdeler. micha-el, rapha-el, isra-el, gabri-el. modern popüler kültürde jor-el, kal-el. bence rog-el onlardan birisi. roger ismini alıp aramıza indi ve bize bu müziği sundu, bizi kutsadı. ama hala aramıza tam karışamadı, us and them dedi bunaldığı bazı zamanlarda. antik sümer metinleri ve mısır uygarlığı aya takmış vaziyettedir, rog-el de ayın karanlık yüzü için bir albüm yaptı, insanlık tarihinin gördüğü en iyilerden biriydi bu. bu albümle ilgili piramit sembolünü kullandı, biz prizma diye baktık ona yıllarca. sonra rog-el bu gezegenin asla yatışmayan, sürekli fokurdayan yerlerine de gitti. 17 yaşındayken otostop yaptı orada. ve biz insanların zayıflıklarına rağmen ne kadar asil ve güzel olabileceğimizi de gördü fakir bir çiftin yemeğini yiyip, evlerini paylaşırken. david, homo sapiens kültürünün başını çeken ülkeden çıkan filmlere, hikayelere bir baksana. yolunu kaybeden otostopçu gençleri kesip biçen karakterlerle dolu her taraf. ama rog-el'in dünyasında bu yok. onun dünyasında evini bir yabancıya açan, yemeğini onunla paylaşan insanlar var. rog-el bizi bizden daha iyi tanıyor david. o yüzden de bu müziği yapabiliyor, bunca sene sonra inanılmaz bir enerji saçabiliyor sahneden bize ve bizi de yükseltebiliyor.

    senin hala olağanüstü bir rock gitaristi olduğunu düşünüyorum. division bell benim için hala 90'ların en iyi albümlerinden biri. on an island'ı gerçekten çok beğendim.

    ama rog-el başka. onun gibisi yokmuş david. sen bunu tahminen biliyordun. ben de öğrenmiş oldum işte...
  • hayatımın en dolu 3 saatini yaşamama sebep olmuş, konser demenin hakaret kaçacağı tanımsız etkinlik. gecenin en ilgi çeken şarkısının bir pink floyd değil, roger waters'ın kendi şarkısı olan leaving beirut olması ise ayrı bir ilginçliktir.***bir de gitaristinin adını dave gilmourson duyduğum ve büyük ihtimalle o bölümü götümle dinlediğim, another brick in the wall'da doğal olarak sesimin kısıldığı, dark side of the moon başlayana kadar olan bölümde alevlerin ısısını yüzümde hissedecek kadar sahneye yakın olduğum, 20 dakikalık arada ise tuvalete gitme gafletinde bulunduğum için dark side of the moon'dan itibaren gerilerden izlemek zorunda kaldığım mükemmel oluşum. 19 eylül 1998 the rolling stones konserine daha rolling stones'ı bilmeyen babasının omzunda oturan küçük şanslı bir piç olarak "konser nedir?" sorusunun cevabını almıştım. 20 haziran 2006'da "nasıl yapılır?" sorusunun cevabını öğrendim.

    edit: dave kilminster'mış bu yarmış amcanın adı, götümle dinlemişim.
  • neden diesel pantalona daha fazla para odeniyorsa, neden roxy' ye girerken 30 ytl giris odeniyorsa, neden marlboro tekel 2000den daha pahali ise, neden 100 ytl'ye de cep telefonu alinabilcekken pahali cool modeller tercih ediliyorsa, iste bu gibi sebeplerden pahali olan konser. hatta verdigim orneklerle karsilastirilmayacak kadar onemli bir konser.
    bahsi gecen kisi roger waters, boru degil. hani o cocukken asiliginizi ispat etmek icin bagira bagira soylediginiz " viiii doooont niiiiid noooo ecikey$iiiin" nakaratinin sahibi, sizi huzunden huzune sokan "wish you were here"in bestecisi, bugun modern muzik adina ne kalip, ne sample, ne riff varsa hepsini baslatan adam.
    iyi ki pahali olmus demiyorum ama hayatimizda o kadar cok seye gereksiz para harciyoruz ki, elestirecek bir roger waters konser bileti mi kaldi? ayrica konser mekani ilk 500 kisi arasinda olmanizi gerektirmeyecek kadar genis bir gorus acisina sahip. onun haricindeki bilet fiyatlari da de avrupa standardlarinda. hayatimizda en onemli rolu oynayan etkenlerden olan benzine avrupanin iki kati para odemek zorunuza gtimiyorda, hayatinizda bir kez, belki de yasayan en buyuk muzisyeni gormeye vereceginiz bi 80-90 ytl mi zorunuza gidiyor.
    ayrica bu konserin ne kadara maloldugunu da dusunun. nasil bir kadro, nasil bir sahne duzeni geliyor. roger waters da cok mu para aliyor? alsin. 40 yilin emegi, hem de yuzlerce basari ile sonuclanmis emegi var. kici kirik futbolculariniz milyonlarca dolar alirken iyi, roger waters bir kac yuzbin dolar isteyince kotu. ne ala memleket..
    elinizi vicdaniniza koyun, hayatta cok da gerekli olmayan seylere ne kadar para harcadiginizi dusunun, sonra yeniden yargilayin. iksv'yi protesto etmeniz, "fare daga küsmüs, dagin haberi olmamis olur. olan sizin hayatinizda belki de bir kere gelmis roger waters seyretme firsatini kacirmaniz olur.
  • 20 haziran 2006 ak$ami, istanbul bogazi kiyilarinda, kesin rakami tam olarak bilinmemekle beraber vasati 15.000 ki$inin ayni anda ya$adigi bir $aman ayini. *

    soylenecek o kadar cok $ey var ki... ve o kadar ki$isel ki bunlarin hepsi. herhangi bir yolla, herhangi bir platformda bu olay hakkindaki duygu ve du$unceleri aksettirmek cok zor. o gece orada olanlar, o dakikalari ya$ayanlar bilirler ancak tum ayrintilarina kadar o yogunlugu. vakif olmayana aktarmak cok zor... ama emin olunuz ki o gece orada gercekle$en olay tamamiyle bir ibadetti. "floydian" tabir ettigimiz pf muritlerinin tum ya$amlari boyunca tadabilecekleri mutluluklarin en yucesiydi. onemli olan, roger waters isimli tanrisal varligin sahnede, elinde bas gitariyla ve arkasinda orkestrasiyla 3 saat boyunca en kral bestelerini calmasi degildi...

    onemli olan, o 3 saat boyunca onunde neredeyse diz cokecek olan o 15.000 ki$inin kalplerine ve ruhlarina, adeta i$iktan mizraklariyla nak$ettigi o tarifsiz hislerdi... o birle$im, o "tek" olma vaziyetiydi.

    artik hicbir $ey dinlemek, hicbir $ey izlemek istemiyorum. bombo$um, muzige dair tum kavramlar kafamda silikle$ti. oturup bir playlist hazirladim kendime, roger'in caldigi sirayla, o gece icra edilen $arkilari dinliyorum tekrar tekrar. sadece o 3 saati yeniden ya$amak istiyorum. ama olmuyor, yeniden dipsiz kuyularda buluyorum kendimi.

    kendimde degilim. hic degilim. acil yardima ihtiyacim var...
  • ben ben olalı benim kim olduğumu bilmeden ya da kim olduğumu unutarak ruhumu teslim etmek üzere
    tüm kalbim, beynim ve hücrelerimle katıldığım doğa olayıydı.

    başlamadan önce çok sevdiğim martılardan bile sakındım gözlerimi. gözler , waters sahneye çıkana kadar başka birşey görmemeliydi. hipnotize olmuş bir biçimde hemen ayaklarının dibinde yerimi aldım ve ayaklarımı bir daha kıpırdamamak üzere kelepçeledim tıpkı yıllar önce şarkılarıyla
    beni kelepçelediği gibi.

    düşünün ki çocukken kolu kanadı kırık bir kuzuydum ben. şarkılarının sözleriyle kendime geldim. evet bu hayatta
    yapacak çok şey var dedim kendime en önemlisi insan olmasını öğrendim, ve her daim yanı başımda dost belledim
    dark side of the moon'u, animals'ı.. the division bell'i.. tüm şarkılarını.. kelimelerini.. notalarını..

    gizli mesajları...

    dile kolay bu anı 18 yıldır bekliyordum. binlerce insanın arasında yalnızlık duygusunu hissettim iliklerimde ilk
    defa, çok kötüydü ama yalnızlık duygusu buysa ben ömür boyu yalnız kalmayı istiyorum.

    konsere hazırlanırken saatime yüzlerce kez baktım. 20:32.. 20:35.. 20:40.. 50.. 53.. hayır geçmedi lanet olası
    dakikalar.. içki.. içki.. içki.. evet bu sefer gerçekle yüzleşme zamanı geldi kalp atışlarım hızlandı. 21:28 'de
    grubun production menajeri sinyali verdi tüm ekibe telsizle.. işte 18 yıldır beklediğin an geldi çattı.

    etrafıma bakındım.. yanımdakiler ağlamaya başladı in the flesh'in ilk notasını duyduklarında.. pink floyd şarkılarını
    iliklerine kadar hissedip dinleyen adam ağlamaz. aksine daha da güçlüdür. hayatı boyunca hep yara sarar durur..
    ne yalan söyleyeyim gözlerim doldu eyvah geliyor gözyaşları dedim kendi kendime.. beynimin içine bir karanlık
    çöktü.. ışıkları söndü gözlerimin.. kapattım.. bir süre gönül gözleriyle izlemeye devam ettim in the flesh'i..

    konserde en mutlu adam olmam gerekirken, beynimde sürekli karanlıkta dans eden nesneler..hüzün.. bunların hepsini
    heyecanıma bağladım, ömür boyu bitmesini istemediğim heyecanıma.. tutkuma.. in the flesh bitti, alkışlarla geldim
    kendime.. kafasını öne eğerek teşekkür etti ve işte solo başladı.. mother.. yüzlerce insan aynı anda;

    mother do you think they'll drop the bomb?
    mother do you think they'll like this song?
    mother do you think they'll try to break my balls?
    mother should i build the wall?
    mother should i run for president?
    mother should i trust the government?
    mother will they put me in the firing line?
    mother am i really dying?

    hayır olmuyor.. daha fazla yazamayacağım..
  • iki kuşağı yan yana ağlatmış olan konser.

    not: bu entariyi babam girse o da aynı şeyi yazardı.
  • gelmesin buraya. gercekleşmesin bu konser.

    ben bu adamı sahnede canlı göremem.
    hayatımın ilk gercek adımlarını bu adamlarla attım. aldığım ilk albüm,büyülendiğim ilk notalar, farkında bile olmadan ezberlediğim ilk sözler bu adamların.

    yıllarca hayatımın tek değişmeyen fon müziği.

    hergün dinlemekten bıkmadığım; her anında bana yeni seyler katan; hiçbir "diğer"e ihtiyaç duymadan algının kapılarını sonuna kadar acan; yaşamda büyünün var olduğunu hatırlatan gösteren unutturmayan; su gibi olan.

    pink'i ya da ondan birini canlı izlemek, düşünebileceğim hayal edebileceğim herşeyin üstünde. hiç ulaşamayacağim en büyük hayalim en büyük amacım.

    e şimdi geliyo deniyo.

    ne yani bi kere bukadar normalce mi gelecek? taşlar yuvarlanmıyacak mı? ya da denizler yükselip yedi kuleyi sarmayacak mı? yıldırım falan düşmeyecek mi?

    ben? ben kalp krizi gecirmeyecek miyim? konser esnasında felce uğrayıp her saniyesinde vücudumun heryeri kasılıp kalmayacak mı? sarkıları söyleyemeyecek kadar boğulmayacak mıyım? o adamı sahnede göremeyecek kadar gözlerim kızarıp şişip birer çeşmeye dönmeyecek mi?

    ya sonra? konser bittikten sonra orda ölmeyecek miyim? ölmem gerekmeyecek mi?

    hayatın aptal gercekliğinden delicesine uzaklasıcam, gözlerime bütün yıldızlar doluşacak, büyünün içimde yeşermesiyle fantastikleşip en üst doyuma ulaşıcam ve sonra bana:
    "hadi her normal konser gibi bitti, roger turneye devam edicek, sen de evine git yarın okul mokul var" mı d i y e c e k s i n i z?

    bu herhangi bi normal bi olay değil, herhangi çok istediğimiz bi sanatcının gelip 2-3 sarkı söylemesi değil.

    hayır roger! i s t e m i y o r u m... gelme...
  • kendimden geçtiğim bir sırada başıma tuhaf şeylerin geldiği olağanüstü konser. shine on you crazy diamond çalıyor. ben introsuna da sözlerine de kendimden geçmişçesine eşlik ediyor, hayatta en çok sevdiğim şarkıların top 10 listesine çoktan adını yazdırmış bu şarkıya bağlılığımı gösteriyorum; eller bir tarafta, kollar sağa sola açık, baş sürekli inip kalkıyor, ağız zaman zaman gitara, zaman zaman roger waters'ın vokaline eşlik ediyor, geberdim geberecem bi haldeyim, mutluluk ve doruk ikilisi arasındaki bağı başka sözcükler arasında bulma çabasındayım artık... tam şarkının solosunda bir adam geldi, ben iki büklüm sanal gitarımla solo atarken, "pardon" dedi, "bana yardımcı olmarnızı rica edicem"... şaşkın ve konsantrasyonumun dağıtılmış olması neticesinde biraz da kızgın, "ne oldu?" dedim. önce dışarı çıkmak için yol açıyor kendisine diye düşündüm, bir adım geriye seyirttim. ama herif gitmiyor. eliyle "bir dakika" demeye gelen bir işaret yaparak "sizden biraz gizemli bir yardım talebim olacak" dedi sonra. hayda, bu ne demekti şimdi, demeye kalmadı "sizde var galiba, bize de biraz verebilir misiniz?" dedi. "ne var bende?" diyecek oldum, iki elinin işaret ve baş parmaklarını birşey döndürüyormuş gibi yaptı, "verirsiniz di mi?" dedi. ya git kardeşim yok bende" deyince herif bi de ısrar etti, "vardır ya birazcık, lütfen" dedi, çokca yüzsüz bir tavır içerisinde. "yok kardeşim" diye sertçe söyledim, gitti. kısacası roger waters o gece bende öyle bir etki yaptı ki, birileri benim müzikle kendinden geçen halime "dış mihrak"ların oyunu muamelesini reva gördü.
hesabın var mı? giriş yap