*

  • pencere'nin acik hali. acik kapi kadar mecazi bir anlam tasimasa da bir sosyal iletisim araci olarak "evdeyim ben" mesaji vermek icin kullanilabilir.
  • soguk havalarda hos karsilanmayan, sicaklarda ise ruzgar olmadigi surece ortam isisinda fark olusturmayan seydir. ikisi biraraya gelince cereyan yapmak gibi akrobatik hareketlerde bulunurlar.
  • başka yerde duyamayacağınız veya satır aralarında kaybolan haber ayrıntılarına yer verilen, yorumları yapılan, kimi zaman nefis hicivlerle bezenen, çizgisinden senelerdir taviz vermemiş, pazartesi hariç haftanın her günü milliyet'te yayımlanan köşe.
  • yıldız teknik üniversitesi sinema kulübü tarafından düzenlenmekte olan ücüncü yildiz kisa film festivali dahilinde ücretsiz gösterilecek olan kısa filmdir...
    yönetmeni haktan kaan içel , süresi 05:24'dir...
  • milliyet gazetesinin artık klasikleşmiş melih aşık köşesi. gündemi yorumlayan yazı ve notlara destek olarak ercan akyol'un ''çiziyorum'' adı altında yayınlanan karikatür köşesini de içerir. çizgisinin hiç bir dönem, herhangi bir konjonktürün etkisinde değişmemesi güvenirliğinin de temel unsurunu oluşturmuştur sanıyorum.
  • fahrettin fidan, haldun ertem, akif kökçe'nin yazılarıyla; ercan akyol'un ise vinyet ve karikatürleriyle zenginleştirdiği; 26 ocak 2013 itibariyle 15 cm kısal(tıl)mış olan milliyet gazetesi'nin melih aşık köşesi.
  • yazar erhan benerin ölmeden önce yazdığı son denemeler kitabıdır. kitabın baskısından kısa bir süre sonra aramızdan ayrılmıştır. ölüme yakın bir yazarın kaleminden çıkmış kıyısına köşesine ölüm bulaşmış ve aynı zamanda yaşam bulaşmış denemelerdir. kırmızı yayınlarından çıkıyor. almanızı, okumanızı öneririm.
  • kısa öykünün üstadı (bkz: hector hugh munro)ingiliz yazara ait güzel bir öykü.

    onbeş yaşındaki gençkız, kendinden son derece emin bir tavırla:
    teyzem, birazdan gelir, bay nuttel, siz de bu arada bana katlanmak zorunda kalacaksınız. dedi.
    framton nuttel, kızın teyzesinin gecikmesiyle ilgili, münasip bir şeyler söylemek için kendini zorladı, tanımadığı insanlara yaptığı bu resmi ziyaretler silsilesinin sıkılganlığını gidereceğinden emin değildi
    kız kardeşi, abisi köye yapacağı bu yolculuğa hazırlanırken, "ne yapacağını biliyorum, oraya gidince kafanı kuma gömecek ve tek kişiyle konuşmayacaksın, utangaçlığın daha da artacak, sana sadece oradaki tanıdıklarıma götürmen için taktim mektupları vereceğim, hatırladığım kadarıyla bazıları çok iyi insanlardı."
    frampton, mektuplardan birini takdim edeceği bayan sappleton'un da bu iyi insanlardan olup olmadığını merak etti.
    kadının yeğeni yeterince sessiz kaldıklarına hükmettikten sonra:
    burada oturanları tanıyor musunuz? diye sordu.
    - hemen hiç kimse, bildiğiniz gibi dört yıl önce, kız kardeşim burada oturuyordu, ve bana buradaki bazı kişilere vermem için taktim mektupları verdi.
    son cümleyi biraz pişmanmış gibi söylemişti.
    - o halde teyzemle ilgili hiçbir şey bilmiyorsunuz.
    - sadece adını ve adresini...
    bayan sappleton'un evli mi, dul mu olduğunu bile bilmiyordu ama odada erkeksi bir atmosfer gözüne çarpmıştı...
    çocuk, "üç yıl önce başına o büyük felaket geldi.. tam sizin kız kardeşiniz gittikten sonra..." dedi.
    - felaket mi?
    bu huzur dolu, sakin yere felaket sözcüğü yakışmıyordu.
    kız, terasa açılan fransız tarzı,büyük camlı pencereyi göstererek,
    - ekim ayında, şu camlı pencereyi niçin açık tuttuğumuzu merak ediyorsunuzdur...
    - bu aya göre hayli sıcak ama açık kapının teyzenizin uğradığı felaketle bir ilgisi mi var?
    - üç yıl önce, tam bu gün, teyzemin kocası ve iki erkek kardeşi ava gittiler ve bir daha geri dönmediler. çayırları geçerken, en sevdikleri av bölgesinde bataklığa saplandılar yazın buralar çok yağışlıdır, insan kolayca aldanabilir, işin en acısı, cesetleri asla bulunamadı.
    tam burada kızın sesindeki kendine güven kayboldu, daha mütevazileşti,
    - zavallı halam hep, bir gün onların geri döneceklerine inanıyor, yanlarındaki küçük köpekle hem de, o da kayboldu, o da aynı kapıdan gitmişti, o yüzden karanlık basana kadar bu kapıyı açık tutarız zavallı teyzem, kocasının su geçirmez yağmurluğu koluna alarak nasıl gittiğini, erkek kardeşinin " bertie" adlı şarkıyı söylemesini hep anlatır, teyzem o şarkıya ifrit olurmuş, o da onunla dalga geçmek için söylermiş, biliyor musunuz bazen, özellikle sessiz gecelerde, üçünün şu pencereden çıkıp geleceklerini sanıyorum...
    kız hafifçe titredi, teyzesi geç kaldığı için özürler dileyerek içeri girince frampton rahatladı.
    - umarım vera size iyi vakit geçirtmiştir...
    - çok ilginç biri..
    - umarım kapının açık olmasından rahatsız olmamışsınzıdır, kocam ve erkek kardeşlerim ava gittiler, hep bu kapıdan gelirler, bataklıkların kenarında avlanacaklardı, halılarımı batıracaklar yani...bütün erkekler gibi...
    kadın neşeli şekilde avla ilgili konuşmaya başladı, kuş sayısının azalmasından, kışın gelen ördeklerden filan, frampton için tüm bunlar ürkütücüydü, konuyu daha az ürkünç bir şeye getirmeye ümitsizce çabaladı, fakat kadın dikkatini adamdan çok açık pencereye veriyordu, ziyaretinin tam bu korkunç felaketin yıldönümüne rastlaması ne talihsizlikti...
    frampton, "doktorlar bana tam bir dinleme önerdiler, heyecanlanmayacağım, fazla yorulmayacağım, perhiz konusundaysa hem fikir olmadılar, diye devam etti. tanımadığı yabancı insanların kendi hastalığiyla filan ilgilenmek için can atmadıklarının farkındaydı.
    bayan sappleton, esner gibi, öyle mi? dedi. sonra aniden gözleri parladı ama frampton'un söylediği bir şey yüzünden değildi.
    - işte geldiler tam çay saatinde.. sanki tepeden tırnağa çamurlara batmış gibiler
    framton hafifçe ürperdi ve kadının yeğenine acımayla karışık, anlıyorum gibisinden bir bakış fırlattı, gençkız dehşet içinde açık pencereye bakıyordu, anlamadığı bir korkuyla frampton, oturduğu koltukta dönüp kızın baktığı yere baktı.
    akşam karanlığında, üç kişi açık pencereye doğru geliyordu, hepsinin de elinde tüfekler vardı, bir tanesi omuzuna beyaz bir yağmurluk atmıştı, yanlarında bir de beyaz köpek vardı, sessizce eve doğru yaklaştılar, sonra gür, genç bir ses "bertie" adlı şarkıyı söylemeye başladı.
    frampton çarçabuk bastonunu ve şapkasını kaptı, kapıya koştu, az kalsın bir bisikletliyle çarpışacaktı...
    beyaz yağmurluğun sahibi, "biz geldik hayatım! oldukça çamurlandık ama çoğu kurudu..bizi görünce tavşan gibi kaçan o adam kimdi?"
    - çok tuhaf bir adamdı sadece hastalığından bahsetti ve ne bir allahaısmarladık dedi, ne de özür, öyle çekip gitti, gören hortlak görmüş sanırdı
    kız sakin sakin: " galiba köpek yüzünden.. köpeklerden çok korktuğunu söylemişti.. bir gün ganj nehrinin kıyısında bir mezarlıkta köpeklerin saldırısına uğramış, geceyi açık bir mezarda geçirmiş, tepesinde hırlayan, gırlayan seslerle...kim olsa sinirleri bozulur.." dedi.
    çarçabucak hikayeler uydurmak uzmanlığıydı....
hesabın var mı? giriş yap