• turgut uyar'dan,
    adı ile özel:

    ey susam!.. ey karanlık!.. ey borçlarını ödemeyenler!..
    sen o ses misin en aşağılardan gelen!..
    karıştırın bütün otları o aşağlarda
    yıkın benim güvenimi,
    soğuk bir at olsun seslendiğim ses, yıkın!..

    ben koşarım aşağlara, koşarım
    yıkanacak boğulacak su bulsam...

    ey her şey!.. ey beni gülünç eden bitki sapları!..
    sessiz katlanmalarıyla... içimde ölmüş çocukları sallıyan
    vazgeçilmez uğursuz şarkının salıncağı!..
    ben durmadan en utandırıcı şeyleri hatırlasam.
    nasıl camsı gürültülerle olacak her şey,
    ve sularla,
    ve nasıl artık arınamaz kirlenmiş olurum o zaman, yıkın!..

    ben koşarım aşağlara, koşarım
    yıkanacak, boğulacak su bulsam

    ey bütün kadınlar uzak!.. güneşi övmüyorum. ve
    kanım ne güzel akıyor... ıslak taşlıklarda. sanki herşey, sanki her şey,
    sanki her şey!.. katıyürekli kârcıların, yani büyük
    tecimenlerin
    uzaklardan getirip sunduğu kanlı pahalı bir tabak...
    ey yanan bir şey,
    yanan ve içilen bir şey,
    karanlıktı kanım bir şey,
    güneşe başkaldırmıştı kanım (.......) sanarak.
    ben artık büyük kıyıları boylasam..

    ben koşarım aşağlara, koşarım
    yıkanacak, boğulacak su bulsam...

    ey kimse yok!.. ey bir mavinin unutulmasından
    arta kalan!..
    ey sen var mısın?...
    ey olma!..
    ah, yağmur başlayacak
    ah, yağmur başlayacak
    ah, yağmur başlayacak
    ah, yağmur başlayacak
    ah, yağmur başlayacak
    ah, yağmur başlayacak
    ah, yağmur başlayacak

    gece olsa da sussam...

    ben koşarım aşağlara, koşarım
    yıkanacak boğulacak su bulsam...

    ey sür atlarını bacaklarımdan bağlayıp karışık ölümsıkıntııslakgülünçlüğü renkli camların!.. bir göl bulacağız sonunda, develerin suyunu içip tuzunu bıraktığı,
    kirli ayakparmak aralarını yıkadığı cünüp adamların, burunları kıllı..
    benim kanım gülünç ve kahraman lekeler bırakacak öbürkülerin yanında,
    camlar nasıl olsa kırılacak
    sonra yatacağı geceye gidecek herkes

    ben ne yapsam ne yapsam ne yapsam...

    senden haber ver, ey yaralı kahraman atlar!.. ey büyütüp yaralarını yalayan atlar!.. otoburlukla kana karışmayan atlar!..
    arabanızı çekiyordunuz,
    aygırlarınızı iştahla uyandıran kalçalarınızda büyük yaralar...
    kuyulara eğiliyoruz, ve büyük övgüsünü yapıyoruz küçük yıkıntısının soğuk ışıklı kulüplerin, ve kara küplerin ve etekleri kısa, koltukları tüylü kadınların ve kötü dükkanlar karanlığının...

    eğilmiş, çiçek toplayan bir çocuk bulsam...

    ben koşarım aşağlara, koşarım
    yıkanacak, boğulacak su bulsam...
  • turgut uyar'ın 1962 yılında yayımlanan tütünler ıslak adlı kitabında yer alır.
  • ey susam!..ey karanlık!.. ey borçlarını ödemeyeler!..
    sen o ses misin en aşağılardan gelen!..
    karıştırın bütün otları o aşağılarda
    yıkın benim güvenimi
    soğuk bir at olsun seslendiğim, yıkın!..

    ben koşarım aşağlara koşarım
    yıkanacak, boğulacak su bulsam...
    ...
    (bkz: turgut uyar)

    yıkılan güven özünü bulur mu bilmem fakat bu şiiri okuduğum zaman büyük bir umutsuzluk peyda oluyor içimde ve kaybediyorum kendimi bi yerlerde... çocukken yokuşun başından aşağı koşarken düşer kanatırdım dizlerimi. işte öyle bir sızı. kan tadı tuzlu olur ve kanımın tuzu toprağa değince acıdan yaşarmazdı gözlerim bunu biliyorum. işte aşağlarda kaldı çocukluk...
  • "ey susam!.. ey karanlık!.. ey borçlarını ödemeyenler!..
    sen o ses misin en aşağılardan gelen!..
    karıştırın bütün otları o aşağlarda
    yıkın benim güvenimi,
    soğuk bir at olsun seslendiğim ses, yıkın!..

    ben koşarım aşağlara, koşarım
    yıkanacak boğulacak su bulsam...

    ey her şey!.. ey beni gülünç eden bitki sapları!..
    sessiz katlanmalarıyla... içimde ölmüş çocukları sallıyan
    vazgeçilmez uğursuz şarkının salıncağı!..
    ben durmadan en utandırıcı şeyleri hatırlasam.
    nasıl camsı gürültülerle olacak her şey,
    ve sularla,
    ve nasıl artık arınamaz kirlenmiş olurum o zaman, yıkın!..

    ben koşarım aşağlara, koşarım
    yıkanacak, boğulacak su bulsam..."
    (bkz: turgut uyar)

    şiirin özellikle bu bölümünde kendimi buluyorum. bir çocuk gibi hissettiren dizeler içinde kayboluyorum. bütün bir yaz mevsimini geçirdiğim incir ağacının arasından bana gülümsüyor çocukluğum. ellerimi yakıp kaşındıran incir sütü beyaz bir boşlukla doluyorum. yıkanacak boğulacak sular buluyorum da bir yandan çok korkuyorum. beni utandıran şéyleri hep bir yerlerde kaybetmek istiyorum. sonra kaybolmak...
  • bir barbar kendin tartar bir barbar aşağlarda

    (kafayı yemiş birisi karanlık düşüncelerin arasında bir kurtuluş yolu arıyor)

    ey susam!.. ey karanlık!.. ey borçlarını ödemeyenler!..
    sen o ses misin en aşağılardan gelen!..
    karıştırın bütün otları o aşağlarda,
    yıkın benim güvenimi,
    soğuk bir at olsun seslendiğim ses, yıkın!..

    (ey sussam!.. susup kulak versem, karanlık düşüncelerime kulak versem!.. yalnız borçlarını ödemeyenlerin hissedebileceği türden karanlık, rahatsız edici düşüncelere kulak versem, onları çağırsam, ey diye seslensem!..
    sonra karanlık düşünceler belirir, ta zihnimin derinliklerinden gelen düşünceler, beni en çok rahatsız eden düşüncelerim bunlar mı?..
    içimde bir yerde, en karanlık taraflarımda sürekli rahatsız edici düşünceler beliriyor!..
    bir ot sürüsü gibi sayısız birçok karanlık düşünce,
    mahvediyorlar beni, kendime olan güvenimi alt-üst ediyorlar,
    yine de bir kurtuluş yolu arıyorum, aradığım şey gelsin bütün bu karanlık düşüncelerimi yok etsin, yıksın hepsini, beni de kurtarsın!..)

    ben koşarım aşağlara, koşarım
    yıkanacak boğulacak su bulsam...

    (her ne kadar zihnimin derinliklerinde beni un ufak eden düşünceler belirse de, ben kurtuluşu da aynı düşüncelerin arasında ararım.
    ya temizlenip feraha ereceğim, ya da artık ölüp tamamen kurtulacağım düşünceler arıyorum, ah bir bulsam!..)

    ey her şey!.. ey beni gülünçeden bitki sapları!..
    sessiz katlanmalarıyla... içimde ölmüş çocukları sallıyan,
    vazgeçilmez uğursuz şarkının salıncağı!..
    ben durmadan en utandırıcı şeyleri hatırlasam.
    nasıl camsı gürültülerle olacak her şey,
    ve sularla,
    ve nasıl artık arınamaz kirlenmiş olurum o zaman, yıkın!..

    (her şey!.. hem düşündükçe beni mahveden hem de ironik bir biçimde yine beni bir tek onların kurtarabileceğı düşünceler, beni gülünç düşürüyor, adeta bir bitki gibi kendi kendini sürekli tesis eden bu sonu gelmeyen karanlık düşünceler!..
    bir karşılık bile veremeden katlanan bir sürü düşünce... daha önce unutmuş olduğumu düşündüğüm birçok düşünceyi daha beraberinde getiren bunlar,
    ben ne yaparsam yapayım devamlı deveran eden bir sürü düşünce!..
    ve düşünmekten bir türlü kurtulamadığım, devamlı lanet ettiğim bir sürü düşünce.
    başka bir yolu olmalı bunun, bu kadar karışık olmamalı daha sade bir yolu olmalı bunlardan kurtulmanın,
    üstelik yol gösterici, kurtarıcı düşünceler olmalı,
    eğer kendi başıma bir yolu yoksa kurtulmanın,
    demin aradığım şey yine belirsin isterim, gelsin beni kurtarsın!..)

    ben koşarım aşağlara, koşarım
    yıkanacak, boğulacak su bulsam

    (her ne kadar zihnimin derinliklerinde beni un ufak eden düşünceler belirse de, ben kurtuluşu da aynı düşüncelerin arasında ararım.
    ya temizlenip feraha ereceğim, ya da artık ölüp tamamen kurtulacağım düşünceler arıyorum, ah bir bulsam!..)

    ey bütün kadınlar uzak!.. güneşi övmüyorum. ve
    kanım ne güzel akıyor... ıslak taşlıklarda. sanki herşey, sanki her şey,
    sanki her şey!.. katıyürekli kârcıların, yani büyük
    tecimenlerin
    uzaklardan getirip sunduğu kanlı pahalı bir tabak...
    ey yanan bir şey,
    yanan ve içilen bir şey,
    karanlıktı kanım bir şey,
    güneşe başkaldırmıştı kanım (.......) sanarak.
    ben artık büyük kıyıları boylasam..

    (bu giriftin içinde kalmışken, en güzel düşünceler bana bir hayli uzak gözüküyor, onları düşünmem mümkün değil!.. tutup dışarı çıkacak mecalim bile yok.
    ve tamamen kafayı sıyırmak üzereyim artık... çıplak tepelerde, kimsenin olmadığı yerlerde büsbütün yalnız kalmışım sanki. o kadar umutsuzum ki, bu içinde bulunduğum duruma o kadar alıştım ki yeni olan her şey, bana bir o kadar uzak gelecek...
    tekrardan karanlık düşünceler beliriyor her zamankilerden,
    karanlık ve bana direkt olarak tesir eden düşünceler bunlar,
    ben zaten bu durumdaydım,
    bir an için farklı şeyler düşündüysem de yine aynı düşüncelerin ortaya çıkıp beni rahatsız edeceğini biliyordum,
    keşke ölsem de kurtulsam artık..)

    ben koşarım aşağlara, koşarım
    yıkanacak, boğulacak su bulsam...

    (her ne kadar zihnimin derinliklerinde beni un ufak eden düşünceler belirse de, ben kurtuluşu da aynı düşüncelerin arasında ararım.
    ya temizlenip feraha ereceğim, ya da artık ölüp tamamen kurtulacağım düşünceler arıyorum, ah bir bulsam!..)

    ey kimse yok!.. ey bir mavinin unutulmasından
    arta kalan!..
    ey sen var mısın?...
    ey olma!..
    ah, yağmur başlayacak
    ah, yağmur başlayacak
    ah, yağmur başlayacak
    ah, yağmur başlayacak
    ah, yağmur başlayacak
    ah, yağmur başlayacak
    ah, yağmur başlayacak

    (ümidim bile kalmadı!.. ama en ümitsiz olduğum anda bile tuhaf bir biçimde bir türlü aklıma gelmeyen bir şey olabilir diye yine de bir ümide kapılıyorum!..
    ama sahiden böyle bir yol var mı?..
    zannetmiyorum olsaydı çoktan düzelirdim?..
    işte yine aynı düşünceler, saklandıkları gözeneklerden çıkmak üzere, birbirinin aynısı bir dolu karanlık düşünce üstüme yağacak, yine deveran başlayacak, yine aynı şeyleri yaşayacağım, yine kendi kendimi yiyeceğim, yine mahvedeceğim kendimi, yine üzüntüden kahrolacağım)

    gece olsa da sussam...

    (uykum gelse de yatsam, ancak bu şekilde kaçabiliyorum bu düşüncelerden...)

    ben koşarım aşağlara, koşarım
    yıkanacak boğulacak su bulsam...

    (her ne kadar zihnimin derinliklerinde beni un ufak eden düşünceler belirse de, ben kurtuluşu da aynı düşüncelerin arasında ararım.
    ya temizlenip feraha ereceğim, ya da artık ölüp tamamen kurtulacağım düşünceler arıyorum, ah bir bulsam!..)

    ey sür atlarını bacaklarımdan bağlayıp karışık ölümsıkıntııslakgülünçlüğü renkli camların!.. bir göl bulacağız sonunda, develerin suyunu içip tuzunu bıraktığı,
    kirli ayakparmak aralarını yıkadığı cünüp adamların, burunları kıllı..
    benim kanım gülünç ve kahraman lekeler bırakacak öbürkülerin yanında,
    camlar nasıl olsa kırılacak,
    sonra yatacağı geceye gidecek herkes

    (aynı şeyleri yaşayacağımı biliyorum, artık bu bile normal geliyor, ne oluyorsa olsun, yine kafayı yiyecek olsam da kii biliyorum kafayı yiyeceğimi, varsın olsun!.. olsun olsun ki, ben de bir yolunu bulacağım benim de buna inancım tam, beni parçalayan bunca karanlık düşüncenin arasında elbet bir ilham gelecek, karanlığın içinden elbet bir aydınlık belirecek,
    benim gibi sefil bir adamın aklına bile gelir bir kurtuluş yolu, elbet gelecek..
    bakmayın şimdi kendimi yiyip bitirdiğime, kurtulduğumda ve dönüp bakınca şu anki halime güleceğim ve başkalarına tavsiyeler bile vereceğim şu anki ben gibi olanlara,
    elbet bitecek bunlar,
    herkes gibi mutlu olacağım ben de)

    ben ne yapsam ne yapsam ne yapsam...

    (ah, ama sabrım yok, hemen bir şeyler bulmalıyım, deminden beri arayıp da bulamadığım yol, şimdi bana gözükse...)

    senden haber ver, ey yaralı kahraman atlar!.. ey büyütüp yaralarını yalayan atlar!.. otoburlukla kana karışmayan atlar!..
    arabanızı çekiyordunuz,
    aygırlarınızı iştahla uyandıran kalçalarınızda büyük yaralar...
    kuyulara eğiliyoruz, ve büyük övgüsünü yapıyoruz küçük yıkıntısının soğuk ışıklı kulüplerin, ve kara küplerin ve etekleri kısa, koltukları tüylü kadınların ve kötü dükkanlar karanlığının...

    (devamlı aradığım kurtuluş yolu artık gözük bana, karanlık düşüncelerin içinden belireceksin biliyorum!..
    önce beni birçok sıkıntıya sokan karanlık düşünceler, nihayet kurtuluşu da sizde bulacağım, biliyorum!..
    bir türlü kendini göstermeyen, sanki hiç ortaya çıkmayacak olan kurtuluş yolunu diyorum!..
    hani gözükecektiniz bana,
    ah, karanlık olduğu nispette; bir o kadar da büyük bir ümidi önceleyen karanlık düşünceler...
    sonra tekrardan derin düşüncelere dalıyorum, şu ya da şu olabilir şeklinde farklı farklı şeyler düşünüyorum...)

    eğilmiş, çiçek toplayan bir çocuk bulsam...

    (ah, ama sabrım yok, hemen bir şeyler bulmalıyım, deminden beri arayıp da bulamadığım yol, hemen şimdi bana gözükse...)

    ben koşarım aşağlara, koşarım
    yıkanacak, boğulacak su bulsam...

    (her ne kadar zihnimin derinliklerinde beni un ufak eden düşünceler belirse de, ben kurtuluşu da aynı düşüncelerin arasında ararım.
    ya temizlenip feraha ereceğim, ya da artık ölüp tamamen kurtulacağım düşünceler arıyorum, ah bir bulsam!..)
  • turgur uyar 'ın masumiyete özlemi.
    --- spoiler ---

    çocukluk masumiyet midir , büyümek kirlenmek mi? ya da şehirler kirletir mi?

    "üç ev görsek bir şehir sanıyorduk..." dünyanın en güzel arabistanı' nında neredeyse tüm şiirlere yayılan; moderniteye, kent yaşamına, bir örnek yaşamaya duyulan iğrenme hissini; aynı zamanda bu yaşamdan sıyrılamamanın,kentten kaçamamanın, "geyikli geceye" ulaşamamanın sıkıntısını ve şehir yaşamının verdiği korkuyu en güzel bu dize özetliyor herhalde. kentte herşey sahte ve sıkıcı. iyi yaşamak, neon ışıklı caddeler, buzdolapları,soğuk sandviçler,güzel giyimli kadınlar bu yavan ilişkilerin getirdiği yalnızlığı gidermeye yetmiyor.(işte bu ellerimle yalnızım bu inanmasan bak/bu saçlarımla bu iyi giyimlerimle ,bu paralarımla/sen varsın ya çoğu kez yetmiyorsun) turgut uyar sürekli bir kaçışın hayalini kuruyor ve örneğin "göğe bakma " aslında bu isteğin tezahürlerinden sadece biri. çünkü göğe bakmak şehrin karmaşasını görmemenin , gözlerini "kaçamak ışıklara" tesadüf ettirmemenin bir yolu şaire göre. ( gerçi aynı imgenin kullanıldığı"büyük ev ablukada" şiirinde görüyoruz ki bu kaçış da fayda etmiyor aslında : "göğe baktım yerli yerinde/ haydutlar dalavereciler yerli yerinde.") göğe bakmak bir yöntem ama tek yol bu değil. geyikli gecenin hayalini kurmak da öyle. ya da çocukluğa geri dönmek de...

    insan hiçbir zaman tam olarak büyümez. bir yanı hep küçük kalır ve olmadık zamanlarda kulağımıza fısıldar o çocuk...("sen o ses misin en aşağılardan gelen") bilmeceler,tekerlemeler çocukluğumuza aittir ama büyüyünce de unutulmazlar çoğunlukla ..."kartal kalkar dal sarkar; dal sarkar kartal kalkar." bilmeyen var mı? şiirin başlığı bu tekerlemeyi ne kadar da hatırlatıyor. ya da hepimizin bildiği masaldaki "açıl susam açıl!" sözü... hazineye açılan kapıyı yerinden oynatan sihirli sözcükler... şairin "ey susam" ünlemesi de aynı amacı gütmüyor mu? büyüyen ve değerlerini kaybettiğini,"barbar" laştığını (burada " kendini tartmak" kelimesi tekerlemeyi aynılamaktan başka şairin vicdan muhasebesini de ifade ediyor herhalde) hisseden şair en önemli hazine olarak gördüğü çocukluğuna dönmek istiyor. "aşağlar" ile kastedilen de kendine olmadık yerde seslenen çocukluk döneminden başkası değil. çünkü bu dönüş tüm kirlerinden arınmayı da getirecek beraberinde. en azından umut edilen bu.("yıkanacak, boğulacak su bulsam" dizesi bu isteğin tezahürü.). umut ediyor ,çünkü "yıkın benim güvenimi" dizesi bir yardım çağrısı aynı zamanda.

    şair,çocukluğuna dönmek istiyor ama bir yandan da kendini bu isteğin haklılığına inandırma çabasından da geri durmuyor...bir çıkış yolu arıyor aynı zamanda.("karıştırın bütün otları o aşağlarda" ya da "beni gülünç eden bitki sapları") bu iki dize uzun emekler sonucu mahsul vermiş bir tarlayı anımsatıyor. şair belki de çocukluğuna dönme isteğinin yanında bu zamana kadar edindiklerini kaybedecek olmanın tedirginliği içinde başlarda. fakat "karıştırın bütün otları o aşağlarda" dizesi otların ezilmesine kulak asmadan , ayaklarıyla ezerek,iki eliyle yararak geçen bir insan görüntüsünü andırıyor ki, bu da başlardaki tedirginliğin yerini kararlılığa bıraktığını gösteriyor.hatta şair bir "nasıl camsı gürültülerle olacak her şey" dizesiyle bu dönüşün hemen ve bir çırpıda olmasını, bir camın büyük bir taşla tuzla buz olması gibi anlık ve onarımı, geri dönüşü imkansız bir şekilde gerçekleşmesini istiyor.

    turgut uyar garip akımına yakın yazdığı ilk şiirlerindeki toplumsal duyarlığı hiç bırakmıyor aslında. ( kanım ne güzel akıyor... ıslak taşlıklarda. sanki herşey, sanki her şey,sanki her şey!.. katıyürekli kârcıların, yani büyük tecimenlerin uzaklardan getirip sunduğu kanlı pahalı bir tabak...) şair katıyürekli karcılar, tecimen(tüccar) kelimeleriyle "kan" sözcüğünü tekrarlayarak,kapitalist ilişkilerin bir anlamda "savaş"olduğuna vurgu yapıyor. kirlenmişlik sadece bir arada yaşamın getirdiği,aynı sıradan şeyleri paylaşmanın getirdiği bir şey değil; aynı zamanda "paylaşamamanın" , "bir arada yaşamayı becerememenin" de sebep olduğu bir kirlenme.

    bu kaçma isteği bir yerde o kadar şiddetli bir hal alıyor ki şair sayıklamaya başlıyor: (ey kimse yok!.. ey bir mavinin unutulmasından/arta kalan!../ey sen var mısın?.../ey olma!../ah,yağmurbaşlayacak/ah, yağmur başlayacak/ah, yağmur başlayacak/ah, yağmur başlayacak/ah, yağmur başlayacak/ah, yağmur başlayacak/ah, yağmur başlayacak) sayıkladığının kendi de farkında ve "gece olsa da sussam" diyor. burada "gece" "geyikli gece" de olduğu gibi bir kaçış imgesi. aynı imge "göğe bakma durağında" da kendini gösterir: "bu karanlık böyle iyi afferin tanrıya/herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum/hırsızlar polisler açlar toklar uyusun/herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam/herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım". turgut uyar'ın şiirin en başında "ey karanlık" diye çağırması bu sebepten olmasın?

    "bir göl bulacağız sonunda,/ develerin suyunu içip tuzunu bıraktığı,/kirli ayakparmak aralarını yıkadığı cünüp adamların, burunları kıllı..." bir çöl imgesi ya da "dünyanın en güzel arabistanı".yaşadığımız şehir hayatıyla ne kadar da zıt değilmi? hatta çoğumuz iğrendik,yüzümüzü buruşturduk. şairin yapmak istediği tam da bu. herşeyin kurgu olduğu, kendi yarattığımız kuralları kadimleştirdiğimiz çağda, bir şeyi iyi ya da kötü olduğunu düşünmeden, yüzünü buruşturmadan kabul etmek o kadar da kötü mü? turgut uyar' a göre değil. buna dair umudu da var:" camlar nasıl olsa kırılacak .../sonra yatacağı geceye gidecek herkes..." belki de "geyikli gece"ye...

    kuyuya seda veren, kendi sesinin yankısını dinler. kendi söylediği yalanlara sırdaş olur:"kuyulara eğiliyoruz, ve büyük övgüsünü yapıyoruz küçük yıkıntısının soğuk ışıklı kulüplerin, ve kara küplerin ve etekleri kısa, koltukları tüylü kadınların ve kötü dükkanlar karanlığının..." sürekli övme ihtiyacı içindeyiz yaşadığımız hayatı. neden? kendi söylediğimiz yalana kendimizi inandırma çabamız neden? tam inanmadığımız için mi? kuyuda hayatta kalan bir yusuf'un, gün gelip gerçeği yüzümüze vuracağı korkusu mu? bu yüzden mi kendi sesimizi duymaktan bu kadar haz duyuyoruz?

    "eğilmiş, çiçek toplayan bir çocuk bulsam...." bundan daha masum bir manzara olabilir mi?ya da köhne yalan ,böyle bir masumluğun karşısında ayakta kalabilir mi?en iyisi gidip geyikli gecede uyumak...
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap