• pangaltı'nın en meşhur sokaklarından. pangaltı meydanından yukarı, feriköy'e doğru çıkılırken dolapdere'ye inen yokuşu saymazsak sol koldaki ilk sokaktır. ergenekon caddesi'ndeki girişten sonraki ilk 50 metre eğlencelidir, neredeyse küçük bir çarşıyı barındırır.
  • pangaltının en uzun sokağı. ortalarına dogru eski rumlar oturur. sonlarına dogruda birkaç gay cift ve zenciler oturur.
    eger sonlarinda oturuyorsaniz, sabah ise geç kalıyorum heyecanıyla boydan boya yurudugunuz sokagı, aksam donerken "oha yaa oha yaaa ben her sabah bu kadar yol mu yürüyorum" diye hayıflanarak evinize döneceğiniz kadar upuzun bir sokaktır.
    sokaga girdiginizde solda kalan evlerin hemen hepsinin arkasında kot farkından dolayı bahçeleri vardır ki bazıları hakkatten enfestir.
  • bindokuzyüzellideki durumunu daha dün gibi hatırladığım sokak. ama ne esrefefendiyi tanırım ne de esrefefendinin kim oldugunu bilen bir esrefefendiliyi. ondört mayısta seçimi demokratlar aldı diye mahalleli birkaç halk partili abiyle birlikte kahrolsun bayar kahrolsun menderes diye saatlerce cırlak cırlak bağırdığımız sokaktır (mantık şööle: şimdi onlar milli şef olacaklar, eskisine gık diyemezdik ama bunlar madem hürriyeti getirdiler, biz de korkmadan bunlara bağırıp çağırabiliriz). ergenekondan başlayarak sokağın ilk elli metresi parke, yokuşun başladığı yerden aşağısı ise arnavut kaldırımıydı. evler arasında bir yığın boş arsa vardı. oralarda saklambaç, futbol filan oynanır, az daha büyüyünce de mahallenin kızları mıncıklanırdı. ama onüç onbeş yaşına gelince herkese bir utangaçlık çöker, artık her cins kendi arasında oynamaya başlardı. sokağın en dibinde, akağalar bayırına bakan düzlüğe gelindiğinde artık ev mev kalmazdı. buraya ramazanda, bayramlarda atlı karıncalı, kayık salıncaklı bayram yeri kurulur, bazen de cambazhane gelirdi. ben en çok ipe çıkıp yürüyen cıbıl cıbıl kızlara bayılırdım. ama kayık salıncağına binemezdim, çünkü korkardım. atlı karıncaya da içim giderdi ama ona da binmezdim, çünkü hanım evlatları binerdi atlı karıncaya. oysa ben kesinlikle ne hanım evladıydım, ne de muhallebi çocuğu.
  • iki seneyi aşkındır oturduğum sokak...
    14 yılı aşkın süre boyunca o semt senin, bu semt benim ev sahiplerine korkunç boyutlarda kiralar ödedikten sonra nihayet en büyük düşlerimden biri olan "istanbul'da kiradan kurtulmak" eylemini hayata geçirebildiğim, bu nedenle de hayatımdaki anlamı çok büyük olan sokak... bilhassa taksim'e , harbiye caddesi'ne, metro istasyonuna yürüme mesafesindeki yakınlığıyla, inanılmaz merkezi konumuyla beni cezdebeden şahane sokak... varsın, beni artık kira ödemekten kurtaran -halihazırda bu satırları da içinde yazmakta olduğum!- ev, zemin kat olsun, 60 metrekarecik gibi minnacık olsun (ve fakat boydan boya güneşi, sokağı gören geniş penceresi, doğal gazlı oluşu, şirinliği filan da bilhassa belirtilmeli efenim!) ben bu sokağı, bu semti çok seviyorum... hele taksim'e yürüyerek gidip gelebilmek şahane bişi... iniyorum harbiye askeri müze'nin bitiminde karşıya düşen citibank'ın az yukarısındaki turkcell mağazası'nın yanından aşağı inen sokağa, sağlı sollu birkaç öksüz barın ve otostop yapmakta olan travestinin arasından, her dem cafcaflı olan yokuşun başlarına, sonra sabahlara kadar açık olan, her saat, her vakit, sadece 45 saniye yürüyüp ekmeğinden tutun sigarasına, dondurmasından tutun mezesine, en kaliteli şarabından tutun en kalitesiz şampanyasına kadar her şeyi bulabileceğiniz turanlar süpermarket'in hemen yanından yukarı çıkan kısa yokuşu bitirip sola dönüyorum, sağda meydan taksi... yürüyorum, ilerliyorum....sağlı sollu cılız da olsa ağaçlıklı bir yol, ne güzel... ve işte evimdeyim... işte böyle bir yerdir eşref efendi sokak... gündüz, taksi durağının olduğu noktadan hemen sonrası tam bir mutena kent mahallesi atmosferindeyken sadece üç saniye sonrasında sabahlara dek süren canlılığıyla bambaşka bir yaşam devam edip gider; hani iki denizin birleştiği ama birbirine hiç karışmadığı, bu nedenle de kaptan kusto'yu bile oracıkta bu hikmet karşısında müslüman yapmış olması misali...
    hele komşularımdan birinin hâlâ istanbul'un ve pangaltı'nın en eski yerleşimcileri olan yahudi, birinin de ermeni olması, ayrı bir güzelliktir... camımın önünden zenciler görürüm kimileyin, bazen şık frapan gaylar, tek tük de olsa köpeğini gezdiren travestiler, sonra birbirine karışan türlü çeşit aksanlar, şiveler, (kürtçe, ermenice, türkçe, ingilizce...) bayılıyorum, bayılıyorum bu dillerin, türlerin ve ırkların olağanüstü uyumlu birleşiminden, yaşamından, birlikteliğinden... ben bu sokağı da bu semti de çooook seviyorum...
    işte böyledir pangaltı ve hele de eşref efendi sokak...
  • don karleone köftesi, yaz kış dışarıda yatan,sıçan deli şahin,her türlü her yaştan orospu ve travesti, polis olduğunu ve cok iyi ingilizce bildiğini iddia eden çiğbörekçi, sokaklarda daima içen ve küfreden bi grup, piyonun ne olduğunu bilmeyen ama yinede satranç kulübü kuran 3 - 5 orospu ve pezevengi, ayrıca 40 yıldır mac izleyip hala futbol hakkında hiç bisey bilmeyenlerin toplanıp maç izledigi kupa1 birahanesi(bi tanesi gecen haftaki konya maçındaki anelkanın pozisyonuna penaltı dedi, artık siz düşünün),ve birkaç günde bir bikaç kişinin öldüğü veya yaralandığı süper bar önleri (golden gate,bonjoure, fantom ve niceleri...).kısaca kozmopolit bi yer yani nası desem !!!!! bambaşka bir dünya burası istanbuluno.c.si,
  • her adası kendinden tuhaf pangaltı sokağı. sokağı oluşturan sağlı sollu ve hiç aralı evler arasına gerilen çelik halatlara yerleştirilmiş yeni dönem güçlü halojen aydınlatmasıyla sokağa bakan evlerin salonlarında gece bile gündüz hissi verir ki, geç saatlerde bir sokaktan ziyade upuzun garip ince bir yolu andırır.
  • şu aralar yapılan yol çalışması nedeniyle hem havası hem de psikolojisi bozulmuş sokak. her yer toz toprak. yine de renkliliğinden bir şey kaybetmiş değil. transseksüel vatandaşlarımız ve mahallenin nineleri apartman kapısının önünde çekirdek çitlerken belediye işçilerine yapılacak kaldırımın yüksekliğiyle ilgili izahat veriyorlardı geçenlerde.
  • yıllarca cihangir 'de oturup, sonunda oldu bu* dediğim sokaktır. medeniyetlerin, kültürlerin buluşma noktasıdır eşref efendi sokak. rum, ermeni , türk, kürt, alevi, sunni, herkes muhteşem bir uyum içinde yaşamaktadır. süper mutluyum bu sokakta.
  • sol framede görünce havalara girmeme sebep olan sokağım.
  • ilk bakışta huzurlu, şirin diye tarif etmekten uzaktır ama yine de bazılarımız için hayattaki küçük mutlulukların sokağıdır.

    ben topik'i pek sevemedim lakin gözlerim sokağa girer girmez bel hizasında bir ahşap rahleye oturtulmuş, üzerine turuncu çıkartma harflerle "meşhur topik" yazan, küçük, çift bölmeli bir sefer tasına benzeyen topik tezgahını arar. sanırım bir benzerini daha bulması zor bu seyyar tezgah, bilmeyeni başında bekleyeni de yok sanacağından, eski zamanlardan burada unutulup da gidilmiş gibidir. topikleri evinde hazırlayıp 20 küsur senedir hep bu sokağın tam da bu köşesinde satan musa abi'nin tezgahın başında durduğu pek görülmemiştir. gelen müşteriyi beğenmezse oturup tezgahını gözlediği civardaki dükkanların birinden çıkmayacağından da bazen şüphelenilmektedir.

    tezgahın hemen altında şahane çiğ köfteler yapan dükkanın konuşmayı pek sevmeyen ama güler yüzünü eksik etmeyen adıyamanlı sahibi en başta mutlaka bir küçük marula yerleştirip nar ekşisi sıktığı ilk sıkımı ikram eder. bir küçük dürüm de yaptırsanız, bininci kez de alsanız bin birinci seferde o yine o ikramı mutlaka yapar.

    sokağın -kedi demeye bin şahit kaplandan hallice- beyaz kedisi ya buralarda bir yerde ya da karşı kaldırımdaki manavın önündedir ve her daim ilgi odağıdır. dükkanın tavanına asma dolaba yerleştirdiği 35 ekranlık tüplü televizyonunda günün her saati haber izleyen manav yazın hava kararmaya yakınken kepenklerini indirdiyse eğer, biraz aşağıdaki kendi halinde ama müdavimi bol meyhane ve barların, mercan'ın, tatavla'nın sokaktaki masalarını kurma saati de gelmiştir.

    buralarda içenler, "dışarda iki tek atalım" diye değil de buralarda içmek için gelmişlerdir. sokağın sakinlerine eve giderken bir akşam birası için uğramak hafta sonları doluluğunda pek kısmet olmaz. bunların hemen çaprazındaki, önündeki kara tahtaya yazdığı "seksi tandır" yazısıyla reklamın yapan küçük meyhanenin müşterisi ise hem daha azdır, hem de genç-beyaz yakalı profilinden biraz daha uzakta genellikle ağır abiler ve ablaların yeridir.

    kurtuluş'un her sokağı gibi, eşref'te de adım başı değilse de köşe başı mutlaka bir bakkal dükkanı vardır. sokağın aşağı taraflarındaki "ne ararsan var" büyüklüktekilerin aksine bu ilk 50 metredeki bakkallar, birkaç müşterinin aynı anda sığamayacağı kadardır. lakin her birinin de ya nereden getirdiğini söylemediği pek lezzetli bir beyaz peyniri yahut tavsiye edeceği bir ucuz şarabı muhakkak vardır. bunlardan ilk sağdaki ve ilk soldaki, sokağın en eski gözüken evlerinin altında kuruludur. eh, tekel tabelalarıyla birazcık onları gölgelerler gerçi ya bu iki katlı, cumbası bile bulunan evler yine de güzeldir.

    bu bir yokuşun iki yanına, ardı arkası gelmeyecekmiş gibi sıra sıra dizilmiş çiğ köftecisinden kırtasiyecisine, çiçekçisinden nalburuna, meyhanesinden çamaşırhanesine dükkanların bulunduğu ilk elli metrenin bitip daha sakin bir mahalle hayatına geçilecek sınırı sanıyorum bir taksi durağı belirler. ve işte o taksi durağının yanı başında eşref'in (yok yok tatavla'nın), en güzel dükkanı: titiz berber! tıpkı yukarıdaki topik tezgahı gibi mavi boyası, camekana yapıştırılmış çıkartma harfleri ve içeride 1960'lı yıllardan kalmış gibi duran koltukları, aynası, tıraş takımları, yapma çiçekleri vazosuyla dört metrekarenin içinde nostalji rüzgarları estirir. bir erkek berberine hiç giremeyecek olsa da hayranlarını her önünden geçişinde camekanında yanıp sönen küçük renkli ampulleriyle daima neşelendirir.

    titiz berber'i de geride bıraktığınızda artık sokağın aralıksız apartmanlarla dizili geri kalanındasınızdır. bir alçalıp bir yükselen ve sonunda ufuk çizgisiyle birleşen bu yokuş yol; yine de güzel bir yaz gününde sanki bitişik nizam binalar arasında değil de o ufuk çizgisine yürüyormuşçusuna bir gün batımını size getirip, mutlu edebilir.
hesabın var mı? giriş yap