459 entry daha
  • kendisine ilgi gösteren her kadına aşık olmaya meyilli, göz teması sorunlu joe barish ile havai ve yer yer mavi saçlı bayan clementine kruczynski arasındaki şey'i anlatan film bu.
    fakat asla bu değil: http://www.imagehell.com/…p/i165066_fatumnonest.jpg
    efendim bu entirimde okuyucuya, ay pardon izleyiciye, yok yok hem okuyucuya hem izleyiciye seslenmek isterim; kafam biraz dağınık toparlamaya çalışıyorum; savsaklığım filmden kaynaklanmıyor aslında tam manasıyla; yok yok filmin de katkısı var tabi, ama bugün itibariyle yorgundum, argındım, üstüne böyle bir film izleyince tamamiyle dağıldım; şimdi efendim neyse beni geçelim; okuyucuya ve izleyiciye seslenmeye girişiyorum; filmin kaderle ilgisi olduğunu düşünüyorsun; yanılıyorsun, 2004 sevgililer günü'nde ne yaptın ne ettin bilmiyorum; bu filmi izlemeye giriştiğinde daha bidayet bölümünde; kafanda bir şeyler canlanmaya başlamış olabilir, iki yıldır ilk defa birşey yazmaya girişen bay joe 'nun günlüğünün de bir ilgisi yok aslında filmin bütünüyle; ama sen ey izleyici; sanki film boyunca ona ilgi gösteren her kadına aşık olduğunun altı çizilen bay joe'nun aynı zamanda clementine ile göz temasından kaçtığını, mümkün olduğunca boş bir hayatının olduğunu ve bu sebeple günlüğüne baksak hele; ne kadar sıkıcı bir insan olduğunu da anlayacağımızı söylediğini, onca karşılaşmanın kaderle bir alakasının olmadığını; böylesi hercümerç bir yorumdan kaçınmamız gerektiğini, aslında ilk telefon konuşmasında 'beni özledin mi?' sorusuna; bay joe'nun 'garip ama evet' diye cevap verdiğini, yardımcı olmak isteyen bay patrick'in elijah wood en az patrick star kadar güdük olduğunu hemen anlamış olabilirsin.

    sen sevgililer günü'nde; hafızadan kişi sildirme işlemlerinde artış'ın olduğunu öğrendiğin zaman, aslında birini hafızadan sildirmenin; dijitalleşmiş ve profanlaşmış modern insanın en temel ihtiyacı gibi göründüğünü; ve gündelik yaşantısında hayatın tümüne aklıyla hakim olabileceğini sanan herzevekil modern insanın; rasyonel dunyada en az bedelle en fazla mutluluk peşindeki o terbiyesiz'in, teknoloji ve tek dişi kalmış irfan yoluyla insanın, canlı cansız her varlıkla özdeş olan en temel doğası gereği; değişim olgusuna ayak uydurarak, stoalı mantığıyla konuşmak gerekirse; doğaya uyum sağlayarak (bkz: secundum naturam) yaşayabileceği hakikatini bir kenara atıp, ancak ve ancak hayvanlarla aynı düzeydeki insanın; onlardan akıl yöntemiyle ayırt edilebilirliğini unutmadan, hatta phalaris'in boğasında bile mutlu olan bilge kişiyi de anımsayarak; hatta epikurosçular için, eziyetler içinde duyulan bu mutluluk, geçmiş bir mutluluğun basit bir yeniden anımsanışı olarak değerlendirildiğini ve stoacılar için, ona maruz kalmaktan başka bir şey yapamayacak olana asla bağımlı olamayan bir olayın, eşit bir ruhla kabullenişine dayandığını da (bkz: jean burn) kafamıza kazıyarak; insanın modern dahi olsa; hatta humanitas kavramını en yetkin haliyle kavrayabilmiş insan betinde dahi olsa; anı denilen; o kallavi kazancı nasıl olur da silerler, yahu bu dramatiktir; ama id non fatum est yani 'bu kader değildir', sen ey izleyici nasıl olur da memoria est memoranda diyemezsin; yaşanmış olan dikkate değerdir.

    izleyici olan da şu an bu yazılanları okuyan da; 'sevgililer gününde hafızadan kişi silme işlemlerinin artış göstermesini' yukarıda belirttiğim sebeplerden ötürü, kaderin bir oyunu şeklinde değerlendiremez kanaatindeyim; her hatıranın duygusal bir özü varken, o özü paramparça edecek olan teknolojik işlemin, teknik açıdan beyne zarar vermesi, tartışmamızda ancak ikinci oturumda konu edilebilir; zira kişinin sevme işini de beyinle mütekabil gerçekleştirdiğini, silme işlemini de salt beyindeki ilgili noktalara yapılan manuel müdahalenin sonunda gerçekleşebildiğini iddia eden bir yapımda; -hem de joe 'nun anılarını sembolleyen kaotik sahneler eşliğinde anlatılıyor mevzu- asıl üzerinde durmamız gereken sanırım; kosmos'un yıkılışıdır; 'herşey yıkılıyor, joe, clementine'i siliyor, mutlu oluyor, berbat bir hikayenin mutlu sonunu yazıyor.' bu trajik madalyonun sadece bir yüzü; bir de diğer yüzü var; clementine ilişkide anlatan taraf; kanatlarını ardına kadar açan taraf, tamamiyle savsak gibi görünse de aslında kendince bir bütünlüğü olan taraftır ve ilişkide kurulamayan harmonia ise joe'dan kaynaklanmaktadır; konuşmayan o'dur, paylaşmayan o'dur. hatta daha başında; göz göze gelmekten bile çekinen o'ydu; ama mazereti vardı; 'iki yıldır ilk defa bir şey yazıyor, kendisine ilgi gösteren her kadına aşık oluyordu.' işte bu madalyonun hangi yüzüne bakarsanız bakın; ne joe'nun ne de clementine 'in hafızalarına manuel müdahele ettirmeleri saygın ve doğal bir sirkülasyon sayılamamakla birlikte; kanımca yukarıda belirttiğim gibi modern insanın ukalalığı; haddini aşması (bkz: hybris) hadisesinden başka birşey değildir. diyalektik eksikliği söz konusu burada. zira diyalektik; yanlışı doğrulamamayı ve sahte bir gerçeksiliğe aldanmamayı sağlayan bir yönteme sahiptir, o yüzden yaşamımızdaki iyilikler ve kötülükler (ben de biliyorum; iyinin ve kötünün ötesinde) öğrendiklerimizi onun sayesinde tutup saklayabildiğimiz için diyalektik erdemdir; bu modern çiftin erdemsizliğinin de işte böyle altının çizilmesi lazım bence. joe 'nun sıkıcılığına veya clementine 'in dağınıklığına rağmen; herakleitosçu karşıtlar teorisinin, bir'lik kavramının, gündüz'ün geceyi, siyahın beyazı, bir'in bir çok'u takip etmesi aslında tümüyle bir bütündür. yani bir olan; karşıtların uyumudur. zaten ölçüsünü yitirmiş, buna mukabil erdemsizleşmiş joe veya clementine, doğaya ayak uyduramayarak zihnindeki parçaları yok etmeye girişince, kalbin reaksiyonlarını reddederek, bunu salt beyinle halletmeye çalışırken, doğal olarak kendisini oluşturan, mevcut hali'nin asli sebebi olan özünü de kaybetmesi gerekirdi, işte burada hikayenin işleyen mantığı sekteye uğruyor. bunu bir örnekle açıklamalıyım ey okuyucu; joe, clementine'e asla güvenmiyor; onun gece 3'te eve geldiğinde; dışarda sevişmiş olduğunu falan düşünüyor; ama kız da üzerinde oluşabilecek yeteri kadar şüpheli davranışı sergiliyor; sahiplendiği özlüğü ve joe'nun da ta başından beri ortaya koymaya çalıştığı gibi; uyumsuzluğun asıl sebebi; clementine 'in bizzat kendisi ve bizzat özüdür zaten. hani bir ara clementine'i unutmaktan vazgeçtiğinde; işlem sırasında onunla birlikte kaçarken; buzlu zemin üzerinde yalpalıyordu ya; benzer bir sallantıyı, hikayenin mantığı geçiriyor. zira joe'nun beyninden silinecek olan clementine 'e ait anıları ve 'berbat bir hikayenin mutlu sonu' kabilinden; clementine 'in özlüğü aslında bizzat joe'nun kendi kabullenişidir. insanın kendi kabullenişini; kendi hafızasından silme çabası yanlışı benim yukarıda; 'doğal olarak kendisini oluşturan, mevcut hali'nin asli sebebi olan özünü de kaybetmesi gerekirdi' çıkarımımı açıklamaktadır. o halde insanın taşıdığı ne varsa; kendisidir. ne kadar dijitalleşmiş de olsa; ne kadar modernleşmiş hatta evrenin yöneticisi konumuna gelmiş dahi olsa insan'ın; kendisinin oluştuğu ve oluşturduğu bir'n parçalarını, dışarıdan manuel müdahele sayesinde dışarı atabilmesi hadisesi bir bilim kurgu yapımında bir hayli kompleks verilerle işlenebilecekken; bunu böylesi tatlı oyunculuklarla; hoş sahnelerle izliyor olmamız filmi ilginç kılan bence.

    bir ile birçok'un dönüşmesi, birbirini takip etmesi konularına fazlaca takılmış biriyim. hatta herakleitos'un 'yasa, bir^in kararına uymaktır.' fragmanının (fr.33) benim bu hikayeyle ilgili kimi yargılarıma destek olduğunu düşünüyorum; nomos yani yasa, her şeyin sınırları içinde ve belirlenen ölçülere uygun davranmasıdır. henos yani bir terimi, fragmanda; bir kişi'ye değil, kosmos'ta (evren) hüküm süren tanrısal yasaya işaret eder. yasa, tanrısal olanın kararına uymaktır. tabi burada benim algıladığım 'hüküm süren tanrısal yasa' biraz farklı, o konuya başka başlıkta değinirim; asıl benim burada bahsetmek istediğim; dijitalleşmiş modern insanın da aslında modern yaşamın yasa koyucusuna itaat ettiğidir. zira filmde bir güzellik daha var; doktor bile bizzat kendi yasak ilişkisinde, teknolojiyi kullanmış, insanlığın getirdiği (i.s. 2004) (tekhne 'den teknolojiye bu süreci de konuşalım, tartışalım, yararlı olacaktır.) bu tehlikeli oyuncağı yasak aşkı mary 'nin (bkz: kirsten dunst) üzerinde kullanmış. bana asıl dramatik gelen daha çok bu kısım oldu. zaten mary 'nin dr. howard mierzwiak'a okuduğu alıntı da bizzat filmin ciğerini oluşturuyor; "how happy is the blameless vestal's lot? the world forgetting, by the world forgot. eternal sunshine of the spotless mind. each prayer accepted and each wish resigned. / ne mutludur suçsuz bakirenin dostları! unutulan dünyadan, dünya unuturken lekesiz zihnin sonsuz ışığını! her dua kabul olunmuş ve her istek bırakılmış." daha sonradan mary'e sevgisini sunan slip donlu stan 'in (bkz: mark ruffalo) dramı ise bambaşka bir boyutta. açıkçası hikayenin bu kısmı bana daha bir dramatik geldi, seni bilmiyorum ey okuyucu.

    evet okuyucu veya izleyici her kimsen artık; seninle bu film üzerine konuşmamız sona eriyor; fakat zihnin karanlık koridorlarında değil, bizzat hayatın kendisinde 'keşke kalsaydı, keşke birçok şeyi yapmış olsaydı(k), vedalaşmış gibi yaparak, kapıdan çıkıp gitmeseydi.' fakat kapıdan çıktı gitti(k). hem joe hem clementine. yer değiştirdiler sürekli; gecenin gündüzü sürekli takip etmesi gibi; bir ile birçok'un dönüşmesi gibi; önce biri diğerini kapıdan kovdu, sonra diğeri öbürünü. zaten hikayede kimi kısımlarda seninle anlaşamadığımız yukarıdaki cümlelerimden gayet açık; farklı düşünüyoruz fakat eminim ki hikayede idea'ların çarpışmasını algılayabildik.
1164 entry daha
hesabın var mı? giriş yap