*

  • out of africanın yazarı bu hanım kızımız bana göre hayatı boyunca kişiliğini oturtamadığından ve iki dakika içerisinde halletmem gereken işin uzun bir zamanımı alması için ömrünü feda ettiğinden, yaşamı boyunca pek çok isim altında birçok faaliyet göstermiştir. hangisi kendisinin gerçek adı, hangisi takma adı her şey birbirine göirmiştir. karen christenze, karen blixen, isak dinesen, tanne, tania, karen von finecke, osceola, pierre andrezel, pellegrina ve şehrazat gibi takma isimler edinen bu hanım kızımıza ben de allahın cezası diye hitap etmek istiyorum.
  • yüzü frengi sebebiyle mahvolmu$ durumdayken bile ince bir kadın olma tutkusundan vazgeçmemi$ ve hayatının son yıllarını sadece $ampanya ve istiridyeyle beslenerek geçirmi$..
  • efendim, ayrıca kendisini sık sık ziyaret eden dostları arasında, truman capote de bulunmaktaymış. pearl s. buck ise, yaşamında da öykücü olan bu şehrazat'ın zincirleme olarak sigara içip şampanyasına bile dokunmadan durmadan anlattığına, anlattığına, anlattığına tanık olunca gözlerine inanamamış.
    kendisinin pek güzide bir lafını ise eklemeden geçemeyeceğim, "düş kurmak akıllı uslu insanların intihar etme biçimidir."...
  • "the cure for anything is salt water: sweat, tears, or the sea." sözünün sahibi yazar kişi.

    türkçe meali: "her şeyin ilacı/çözümü tuzlu sudur: ter, göz yaşı ve deniz."
  • danca orijinalinden nur beier tarafından çevrilen yedi harika hikâye kitabı iletişim yayınları'ndan çıkmış yazar.

    http://iletisim.com.tr/…edi-harika-hikâye-1869.aspx
  • yarınki, ya da aslında saat itibariyle artık bugünkü taraf'ta mehmet güreli'nin andığı yazar.

    =====alıntı=====

    hikâyeler ve karen blixen... - mehmet güreli

    taraf, 20 aralık 2012

    http://www.taraf.com.tr/…ayeler-ve-karen-blixen.htm

    insanın aradığı belki de her zaman güzel bir hikâyedir.

    en acılı gününde sığındığın, konuştuğun ve ruhunu canlandıran bir ışık kaynağı. yağmur birikintilerinin içinde kendini korumuş, çamura dönüşmeden zor kelimelerle de olsa sana sunulmuş sıcak bir hediye.

    hayattan bir kopuş ya da yoldan çıkış sırasında ulaşır size.

    uykusuz bırakanlar en unutulmaz olanlardır.

    bir çırpıda anlatırlar hangi karaltı penceredeki mumla konuşur diye. gece yarısı mahallede neler olur, kimler döker gözyaşlarını onlar bilir.

    bir gün çekip gittiklerinde de o kahramanların yeni hikâyelerle, yeni maceralarla döneceğini düşünür herkes.

    kaybolan zamanı geri almak için uçurumlarda dolaşırlar. sahici olmayan, üzerinde oynanmış bir fotoğraftır zaman.

    aramayanın hikâyesi de olmaz.

    bazılarına kendiliğinden yelken açar konular. dolaşmaya bir çıkmaya görsün, yakalayıverir sizi bir limanda. bütün küçük meselelerden ağlar örülür sessizce. balıkçı düğümü kurgunun yerini alır. bazılarının öyküleri de anlatamadıkları üzerinedir. hikâyenin ilerlememesi insanı üzer, beklentilere sürüklese de, buradan iyi bir yazar sizi ne yapıp edip dışarı çıkarmayı başarır.

    ama kesinlikle bu alanda tarihle oynamayacak kadar dürüst olmalı insan. kendi tarihim deyip de prensiplerden kopmamaktır işin püf noktası.

    “hayatı hayal gücünde tekrar etmeden, tam anlamıyla yaşamak mümkün değildir” diyen karen blixen’le (ısak dinesen) afrika’ya uzanırken güneş dağın eteklerinde kaybolur yavaşça. kaplanlar uyanır, müthiş yağmurları yazarken sincaplar, porsuklar, maymunlar dolar odaya...

    yüzleri boyamanın zamanı çoktan gelmiştir.

    batmaz kâğıttan gemiler.

    karen blixen’in denys finch-hatton ile olan ilişkisinde yakalar bazı ipuçlarını hannah arendt.

    gözleri kör eden bir tutkunun duvarlarına çarpar o da. sanki öykülerin gücü serseme çevirir.

    cümleler giderek yaklaşır; ellerinde tebeşirler birer birer atlarlar duvarlardan, bizi uzaklara götürür.

    herkes sevinçten çıldıracak gibidir, dönüşten hiç söz etmezler, öykülerin içinde kaybolur.

    her zaman olduğu gibi odada garip garip etrafa bakan insanlar vardır. neden yorgun göründüklerini anlamak pek kolay değildir. masada bazı kitaplar. okumuş ama beğenmemiş olanlar da var, ilk satırda yere düşmüş olanlar da.

    hikâyelere bir türlü ısınamıyorlar.

    onlara hikâyeler sadece uzak ya da karışık gelmiyor; belli ki baharatı, acıyı, tutkuyu, müziği, dekoru, karakterin yıkılışını, yanlış sokakları, çölleri, parçalanan vagonları, kaybolmuş sayfaları yakalayamıyorlar.

    ancak hayal gücü olanlar görebiliyor trenleri...

    puf, puf, puuuf...

    onlar, karanlık zamanlar içinde yakalıyor hayatı, ağaçların en yükseklerindeki kuşları çiziyorlar, hayal gücünün her yeri aydınlattığını fısıldıyorlar. blixen’in sözüyle bir çok yazar çıkıyor yola, gözünü hikâyelerden ayıramıyor ve kaybolup gidiyorlar. bir yere kadar sanki aynada kendi hayatlarını görüyor gibi oluyorlar.

    ama hayır, hayat onların beyinlerinin kıvrımlarında yeniden şekilleniyor sadece.

    hikâyeler sahici kelebeklerle dökülüyor yeryüzüne...

    bu kadar yalana karşı ancak öyle direnebiliyorlar. tutkularıyla paylaşıyorlar palmiyelerin gölgelerini. parmaklarının yorgunluğunu gideriyor sabah serinliğindeki kahveler. onlarla aşkın yeşil ve mavi tonlarına karışıyor kelimeler. yavaş yavaş toprağın rengine bürünen yazılar, tamtamların, fillerin, zürafaların sesleriyle sahne alıyor.

    eğer son bir şarkı varsa öyküde; onu söyleyecek olanın hikâyesinde belli ediyor kendini...

    kısık bir sesin hikâyesi, ölümün kol gezdiği kabilelerin, çin’den yollanmış palaları gömdüğü yerde başlıyor.

    ve düşmanlıklarla, ölümlerle sürüp gidiyor.

    okumak istemiyor, başka sayfalara geçiyor, bir kısık sesin eşlik ettiğini söylüyor gecelere.

    ve durmadan şunu anlatıyor dizeler. aşkın olmadığı, hikâyenin olmadığı hiçbir şey hakikatin parçaları olamaz. sahici olan hikâyedir kısaca.

    nasıl da güzel hikâyelerle dolu sokaklarda geçti ömrüm. bazı yazarlara söyleyebildim çok sevdiğimi öykülerini, bazılarını ise göremedim bile, ama çoğuna mektup yazdım; yıllar sonra gördüğümde ya ellerine geçmemişti satırlarım ya da unutmuşlardı ne dediğimi...

    =====alıntı sonu=====
  • "her şeyin tedavisi tuzlu sudur: ter, göz yaşları veya deniz." isak dinesen (karen blixen)

    "geceleri uykularında düş gören insanlar, gündüzleri yaşayamadıkları özel bir mutluluk yaşarlar. dile çalınan bal gibi, dingin bir coşku ve kalp huzurudur bu. ayrıca şunu da bilirler bu insanlar: rüyaları tam bir cennete çeviren asıl özellikleri, sınırsız özgürlük ortamlarıdır. kendi iradesini dünyaya dayatan bir diktatörün özgürlüğü değil; herhangi bir iradesi olmayan, irade zincirlerinden boşanmış bir sanatçının özgürlüğüdür rüyalardaki." (al alvarez night'ta out of africa'dan alıntılıyor.)

    (bkz: msabu)
    (bkz: night/@ibisile)
  • (bkz: out of africa)
hesabın var mı? giriş yap