• (bkz: leyl)
  • mekki bir sure olan, 21 ayetten oluşan sure. ayetler hakkında, nacizane, subjektif çıkarımlarımı paylaşmak istediğim ayetlere sahiptir ayrıca.

    1) allah ilk ayette, geceye yemin etmektedir. varlıklara edilen yeminlerin birden çok manaya gelebileceğini daha önce yazmıştım. ki bu benim değil, alimlerin de ittifakla kabul ettikleri bir çıkarımdır. allah geceye yemin ederek, bir anlamda akıp giden zamana, bir anlamda da, gecenin, bir sonraki ayette gündüzün, dolayısıyla her anın içinde yaşadığımızı, gece ve gündüzün, mahşerde şahitlik edeceğine de dikkat çekmektedir.

    2) ''parıldayarak tecelli edeceği an gündüze'' ifadesinin, hemen karanlığın akabinde zikredilmesi, karanlıkların sonunun aydınlık olduğunu, bu aydınlığa varmanın da, kur'an ile olduğunu ortaya koyar mahiyettedir. çünkü kur'an, karanlıkları delip geçen bir aydınlıktır. yine, karanlığın ardından gündüzün zikredilmesi, kozmolojik denge ve döngüye de işaret etmekte, fiziksel olarak da bu birbiri ardınca gelen sürecin, mutlak sahibine dikkatler çekilmektedir.

    3-4) allah bu kez kendi gücünü, yaratma kudretini doğrudan ifade ederken, bu gücüne yemin etmektedir. bu güce dikkat çekilmesinin olası nedeni, tıpkı gece ile gündüzün ardarda gelmesinde olduğu gibi, tıpkı kur'an ile yaşayan birinin, gece gündüz sembollüğünde, şirk, küfür gibi karanlıklardan, iman aydınlığına çıkacağının vurgulanmasında olduğu gibi, yine aşkın kudrete bir gönderme olsa gerektir. insanın her an allah ile yaşaması amaçlanmaktadır. allah-u alem. fakat bu ayette dikkatimi çeken kelime ünsa kelimesi olmuştur. bu kelime, insan için kullanılan, kadın manasına geliyorsa da, dişi, femina, yumurta oluşturan şeklinde gelmiş olması, elbette tesadüfi değildir.

    allah, erkek ve dişi yarattığını ifade ederken, bunu insan nesli ile sınırlı tutmamış, tüm alemleri kapsayacak şekilde bir kelimeyi kullanmış, böylelikle diğer canlıların da yaratıcısı olduğu gerçeğini otomatikman göz önüne sermiştir.

    bunca yeminin edilme gerekçesi ise, 4.ayette kendini göstermektedir; ''(sizin) işleriniz(çabalarınız, çalışmalarınızın sonuçları) başka başkadır.'' burada anlaşılması gereken nokta, işler, çabalar, yapılış amacına göre farklı sonuçlar verir. bunun en büyük dayanağı, ilerde gelecek ayetlerdir. gelecek ayetlerde, ''veren ve sakınan'' ile '' cimrilik eden, vermeyen, kendini kendine yeterli gören, yalanlayan'' insan tipinden bahsedilecektir. işte, olumlu örnekte verilen insan tipinin yaptığı eylemlerin sonuçları ile, ikinci tipte verilen olumsuz insan tipinin davranışlarının neticesi, elbette farklıdır.

    bu noktada; ''allah kaderi yazdı, biz de oynuyoruz'' diyenleri ikaz etmek istiyorum. demek ki, sonuçlar, yapıp ettiklerimize göreymiş. demek ki cennet veya cehenneme gidecekler, allah'ın önceden belirlediği kimseler değillermiş. demek ki onları bekleyen akıbet, bu dünyada yapıp ettikleri ile şekilleniyormuş. allah ilk 4 ayette, geceye, gündüze, erkek ve dişiye yemin ederek, bu beyanda bulunmaktadır.

    ''çocuklar neden açlıktan, sefillikten donuyor'' diye allah'a isyan etmek yerine, ''cimrilik etmemek, verilenden vermek, allah'ın haram ve günah saydıklarından sakınmak'' daha doğru ve isabetli olacaktır.

    5) allah, işlerin sonuçlarının farklı farklı olacağını buyurduktan sonra, bu kez, yukarda bahsettiğim gibi, iki insan tipinin ilkini ayetlerine konu edinmektedir. ''allah rızası için veren ve duyarlı davranan'' kişiler. müzzemmil suresi 20.ayet bu duruma değinmekte idi. bu ayete göre; ''kendimiz için önden gönderdiğimiz amelin, iyiliğin, kat kat büyüğünü allah katında bulacağımız'' allah tarafından bize müjdelenmekteydi. şu halde, ''allah rızası için harcamak, vermek'' müzzemmil/20 düşünüldüğünde, çok çok manalı bir hale gelmektedir.

    çılgın bir tüketim çağında yaşadığımız bu devirde, allah için yapılacak her harcama (a'tâ), maddi olsun, olmasın, allah katında büyük öneme sahip olacaktır. işin kolayına kaçarak isyan bayrağı çekmek yerine, yoksul gözetebilmek, yararlı olabilmek, sadece ekonomik bazda değil, her anlamda bu davranışları sergileyebilmek, insanı duyarlı hale getirecektir (ittekâ) takva kelimesi de aynı kökten geldiğine göre, şu çıkarım kendiliğinden süzülüp, önümüze gelmektedir; ''duyarlı, takvalı olmanın yollarından birisi de, allah için verebilmek, allah için harcayabilmek, allah için duruş sergileyebilmektir.'' bilhassa bu sosyal ortamlarda çok duymaktayız; ''allah varsa neden insanlar aç ve sefil? neden hastalıklarla boğuşuyorlar?'' kabilinden soruları.

    bu soruları soranlar ekseriyetle, kimseyle 5 kuruşunu paylaşmayan, ''allah versin'' diyebilen, duyarlılık gösteremeyen, kendinden başkasının iyiliğiyle ilgilenmeyen, doğal olarak sakınamayan, takvaya erişemeyen kimselerdir. işte, eğer ki elleri ceplerine gitse, üstü başı perişan insanlara yardımda bulunabilseler, ilk grup ayetlerde değinildiği gibi, işleri ve işlerinin sonuçları farklı farklı olan gruptan, olumlu insan tipine dönüşeceklerdir. çünkü allah onlara bu imkanı sağlamaktadır. ceplerinde az veya çok paraları olduğu halde, elinden bir iyilik geldiği halde bunu yapmayan, paylaşmaktan yana tavır sergileyemeyen insanların akıbetleri, ilerde zikredilecek ayetlerde verilmiştir.

    6) ''en güzeli tasdik etmek'' olarak çevrilen bu ayetin tercümesi, elbette yanlış değildir. en güzeli tasdik etmek demek, allah'ı bilmek, bu duyarlılığı allah için gösterebilmek demektir. fakat yaptığım araştırmalar sonucunda, mustafa islamoğlu'nun bambaşka bir yorumu ile karşılaştım ve çok etkilendim. aktarmak istiyorum; ''en güzeli tasdik edip, daha güzeliyle ödüllendirileceğine inanırsa''.

    insan, allah için harcayabilir, allah için duyarlı olabilirse, bu duruşu sergileyebilir. bütün bunları yaparken bir tek amacı olabilir, o da allahın rızasını kazanmak. allah'ın rızasının kazanılması, bugün dilencilerin ağzına sakız olmuş boş bir lakırdı değildir. allah'ın rızasının kazanılması demek, bu dünyadaki hayatında doğru işler yapıp, ahirette berat fermanı almak demektir. elbette ki, balığın bilmediğini halık bilmektedir. kalem suresi 32.ayet hatırlandığı vakit, bahçe sahiplerinin kıssası düşünülmelidir. bahçe sahipleri, bahçeleri yanıp küle döndükten sonra, ahlar vahlar içinde tevbe edip, böyle davranıkları müddetçe ''allah'ın daha güzelini vereceğini'' umuyorlardı. işte, duyarlı, takvalı davranabilen bir kimse, bütün bunları allah rızası gözeterek yaptıkça, allah muhakkak ki daha fazlasını o kimseye verecektir.

    7) günümüz toplumlarını çok ama çok yakından ilgilendiren bir ayettir 7.ayet. insanlar, ''allah'a dua ediyorum, allah dualarıma icabet etmiyor, allah'tan istiyorum, allah vermiyor'' diyerek, küsme, darılma, allah'a savaş açma yollarını seçiyor ve sonucunda allahsızlaşıyor. allahsızlık hastalığı bir iman hastalığıdır. duruş gösterememekten ileri gelir. bunu bizzat allah söylemekte ve yukarda söylenenleri yapan bir kimsenin ''işlerini kolaylaştıracağını, en güzele ulaşmasının önünü açacağını'' bildirmektedir.

    karışık değil değil mi? sen, allah'ın varlık ve birliğini tasdikleyecek, duruş gösterecek, cimri olmayıp harcayabilecek, takvalı olacak, allah ile yaşayacaksın, allah'da senin hem yollarını kolaylaştıracak, hem de en güzele ulaştıracak. kârlı bir anlaşma değil mi? bugün insanlar dua etmekten bile haberdar değiller. hemen her insan, yattığı yerden, bir çaba göstermeden, sadece iman ettim demekle, imanını allah'a kanıtlama çabası içine girmeden, güya dua ederek, bir şeyler istiyor. allah, nasıl dua etmemiz gerektiğini bize fatiha'da bildiriyor ama, haberdar değiliz ne yazık ki. iddia kuponu tutsun diye dua eden, hiç bir duruş göstermediği halde, takvaya ulaşma gayreti adına, bir kılını dahi oynatmamasına rağmen, allah'tan başarı, dünyalık meta isteyebiliyor. allah bunları vermediği zaman, allah'a düşman kesiliyor ve allahsızlaşıyor. oysa allah, formülü vermiş durumda. allah için harcamak, takvaya ulaşmayı istemek, bu amala duyarlı olmak, allah'ı hayatının her anında hazır ve nazır bilmek= başarılı kılınmak. basit.

    zaten takvalı bir kimsenin ulaşacağı en yüksek mertebe cennet olacaktır. doğru yolun sonu cennet'tir.

    8) kur'an mesanidir. yani, zıtlıkları birlikte anlatılır. bu bağlamda, allah yukardaki ayet grubunda olumlu insan tipinden bahsetmiş, bu duyarlılığının olumlu sonuçlarından bahsetmişti. şimdi mesaniliği gereği kur'an, olumsuz insan tipine değinmektedir.

    ''fakat kim cimrilik eder ve kendi kendini yeterli görürse''. yukardaki grup ayetlerde, veren, harcayabilen, yoksul ve düşkünü gözetebilen insan tipinin karşıtı olan, cimri insan tipinden bahsedilmektedir. bu tip kimseler cimrilik eder, harcamaz. bununla da yetinmez ve kendini kendine yeterli görür. alak suresi 7.ayet bu tip insandan bahsetmekteydi. bu insan, davranışlarında allah'ı hesaba katmaz. kazandıklarını hemen kendine mâl eder. kendi çabası ile bir şeyleri başardığını söyler, ama allah'tan hiç bahsetmez. bahçe sahipleri de allah'ı hesaba katmamış, malı devşirmek, yoksulun hakkını gasp etmek için yola çıkmış, ama bahçelerini felakete uğramış halde bulmuşlardı. işte, bu tip insan da kendini yeterli görmekte, akıbetinin ''bahçesinin yanması'' olacağını hesap etmemektedir. bahçesi olmayan birisinin de bahçesi yanabilir. bunu maddi bir meta şeklinde değil, cehennem'e postalanmak şeklinde anladığımız vakit, akıbet olarak görmemiz yanlış olmayacaktır.

    her başarıyı kendinden bilen, ama en ufak olumsuz olayda allah'ı suçlayan, kendisine verilenlerin bile farkında olmadan, muhtaçlara da ''allah versin'' diyebilen bu insan tipi, allah tarafından, olumsuz insan tipi olarak kur'an'da anlatılmaktadır.

    9-10) bu kişi, allah'ı, allah'ın sistemini, vahyini yalanlarsa, cimrilik eder, paylaşmazsa, duyarlılık göstermezse, duyarlılık göstermek şöyle dursun, allah'ı yok sayar, kendini kendine yeterli görürse, allah ona, en zor yolu kolaylaştıracaktır. bu ne demektir? nasıl ki olumlu insan tipinin yapıp ettiklerinden memnuniyet duyarak, en güzelin yolunu açıyorsa, sonu cennet'e ulaşacak bir sonu kendisine kolay kılıyorsa, yardımcısı oluyorsa, olumsuz insan tipi de bu davranışlarından ötürü, en zoru, kendisine kolay edilmiş bulacaktır. başı beladan, dertten kurtulmayacak, ve bunlar her seferinde azgınlığını arttıracaktır.

    yine ilk grup ayetlere değinmemiz gerekirse, eşit şartlarda yaratılmış olmalarına rağmen, insanlar yapıp ettikleri ve bunların sonuçları itibarı ile, başka başkadırlar. bunları başka başka kılan, işleri, eylemleri ve nihayet bunlarn sonuçlarıdır.

    11) bu tip insan düştüğünde, bu düşüşü ister bu dünyada amansız bir hastalık şeklinde, dermansız bir dert şeklinde anlamak olsun, isterse, cehennem'e düştüğünde, kelimenin ''yuvarlanmak'' anlamı gözönüne alındığında, cehennem'e yuvarlandığında, malı kendisine fayda vermeyecektir. mesed/tebbet suresi'nde de ''anhu maluhu'' ifadesini hatırlamaktayız. ebu leheb olarak bilinen adamın malı da kendisine bir fayda vermemiş, ölüp gitmiş, dahası, daha hayatta iken ''cehennemlik olduğu'' kendisine bildirilmiş idi. allah, malı ve serveti var diye, kendisine iltimas geçmemişti. demek ki, allah için harcanmayan mal, servet, yarın ahirette, dahası dünyada, başa bela olacaktır. insanların ihtiyaçlarından fazlalarını da yığmaları, paylaşmamaları, kendilerini yeterli görmeleri, cimrilikleri, kendilerini feci bir sona kolay ulaşmaktan başka bir işe yaramayacaktır. sonları, cehennem'e yuvarlanmak olacaktır, allah-u alem..

    12) allah bu ayette, "doğru yolu gösterme" konusunda tek yetkili olduğunu ortaya koymakla birlikte, sahte ilahları da açıkça ifşa etmektedir. çünkü ayet "doğru yolu göstermek yalnızca bize düşer/ o yalnızca bizim işimizdir" vurgusunu kullanmaktadır. allah'tan başkasına çağıran, kendisine çağıran, kendi cemaatine, kendi yoluna çağıran herkesi açıkça böyle fahşa etmekle, "kendisinden başka/ kendisininkinden başka yol gösteren her kişinin, yalnızca dalalete götüreceğini" ifade etmektedir. pek çok ayette de "insana yol gösterdiğini, isteyenin şükredici mümin, isteyenin küfredici nankör" olacağını vurgulamaktadır. buradaki bir diğer önemli vurgu "yolu gösteririz" ifadesiyle gelen seçme hürriyetidir. "allah yazdı, biz oynuyoruz" gibi bir algının çarpıklığı bu ayette ortaya çıkar. zira ayet "bize düşen, doğru yolu göstermektir" şeklinde gelmiştir. eğer hür irade olmamış olsaydı "bize düşen, doğru yola sokmaktır" olmalıydı. evvelki surelerde de "cehennemlik kişinin alın perçeminden tutulup sürüleceği" söylenmişti. bu, hür iradesiyle saptığı yanlış yolun cezası şeklinde anlaşılmaktadır.

    13) allah, 13.ayette "dünya hayatının da ahiretin de" yahut doğru başka bir meale göre "başın da sonun da" kendisine ait olduğunu ifade etmektedir. anlaşılmalıdır ki; allah'tan bağımsız, allah'ın olmadığı hiçbir oluş, hiçbir yer yoktur. her an allah'ın varlığının kuşattığı ve kaçılamayacak bir sistemin parçaları olduğumuz hatırlatılmaktadır.

    14) buradaki "telezza" ifadesi, yalın halde kullanıldığı vakit "leza" olarak geçmektedir ki "alevli ateş, alev alev yanan ateş, değdiği yeri kül eden ateş, çılgınca yanan ateş" gibi manalara gelir. zaten ilgili ayette de "sizleri böylesin alev alev yanan, çılgınca yanan, değdiği yeri kül eden ateşe karşı uyarıyorum" denmektedir.

    15- 16) peki "alev alev yanan ateşe, çılgınca yanan ateşe" kimler girecektir? "eşka" olanlar. eşka olanlar kimlerdir? en azılı, en eşkiya tipler. azgınlıkta, yalancılıkta, nankörlükte en önde, en ileri olanlar. 14. ayete döndüğümüzde, tersten okuma yaptığımızda görürüz ki, allah "azgınlıkta, yalancılıkta, nankörlükte ileri gelenlerden olmayın, telezza denen ateşi tatmayın" demektedir. iniş sırasına göre takip edildiğinde görülecektir ki; allah bu müstağni, azgın tipi tanımlarken "kendi kendine yetebileceğini zanneden, yalancılığı hayat tarzı haline getirmiş, allah'ın sisteminden yüz çeviren, parasının, malının kendisini kurtarabileceğini zanneden" ifadelerini çok sıklıkla kullanmıştır. bu ayetler mekke dönemi ayetleridir ve mekki ayetlerin bu konular üzerinde çok sık durduğu aşikardır. "allah'ın sistemi" denildiği zaman, insanlarda yalnızca yazılı kur'an ayetleri zannı doğmaktadır. oysa allah, kur'an'da "vermeyen, paylaşmayan, istifleyen, yetim ve kul hakkı yiyen, kendisini müstağni gören, mal ve evlat sayıp biriktirmekle övünen insan tipini" eleştirmekte, bu insanların davranışlarını "kendi sistemine karşı yüz çevirme" olarak görmektedir. insanların bu noktayı gözden kaçırmamaları önemlidir.

    17- 18- 19- 20) pekala. kur'an'ın mesani olduğunu daha en başlarda söyledik. şimdi beklenen şey "eşka" olan tipin tam tersinin ifade edilmesi gerekliliğidir. 17. ayet, buna örnektir. bu kez konu "eşka" değil "etka"dır. etke ifadesi muttaki olmaktan gelir ve allah'a karşı sorumluluk bilinci olan, duyarlı, paylaşan kimse manasına gelir. bu kişinin bu ayette belirtilen diğeri özelliği de "malını verebiliyor, paylaşabiliyor" olmasıdır. zira buraya kadar sayıp döktüğümüz nankör insan tipinde "mal birikten, bununla iftihar eden, malının kendisini kurtarabileceğini zanneden" insandan bahsedilmişti. şimdi "etka" olan yani muttaki olan insanın bir özelliği veriliyor; bu insan, malını paylaşabiliyor. paylaşabiliyor çünkü müstağni değil. ya ne? muttaki. kimseden bir beklentisi olmayan, yalnızca ve yalnızca allah'ın rızasını kazanma peşinde olan kişidir bu. yine hatırlanacağı gibi, allah'ın eleştirdiği insan tipinin diğer bir özelliği de "yaptığı iyiliği başa kakması" idi. zira bakara suresi 262. ayet tam olarak "iyiliği başa kakmayan" insanın durumunu nefis şekilde anlatan bir ayettir. yine müddessir suresi 6. ayet, açık ve net bir emri ihtiva etmektedir; "yaptığın iyiliği başa kakma." işte 19. ayet özelinde belirtilen, övülen insan, iyiliği başa kakmayıp, rıza ve takdiri yalnızca allah'tan bekleyen insandır. bu insanın, telezza denen ateşten, azaptan uzak tutulacağı açıkça ifade edilmiştir.

    21) bütün bu yaptıklarından sonra, yani muttaki olduğu, allah'ın rızasını gözettiği, malını paylaşabildiği, duyarlı davranabildiği için, allah bu kişinin "elbette hoşnut olacaktır" ifadesiyle, akıbetinin hayır olduğunu müjdelemektedir. yine pek çok ayette hatırlanacağı gibi "önden gönderilen her iyiliğin, her sevabın misli misli ödüllendirileceği" buyrulmuştu. işte allah, bu duyarlı, muttaki kişinin, cehennem'in uğultusunu bile duymadan, hoşnut bir akıbetle karşılanacağını müjdelemektedir.

    şüphesiz, allah doğruyu söyledi.
  • ibranice leylah (gece) sözcüğü arapçada leyl (gece) şekliyle belirmiştir. arapça leyli (gececi, yatılı) sözcüğünün yanı sıra, kuran'da leyl suresi’nin ilk ayeti "yemin olsun, örttüğü zaman geceye" diye başlamaktadır (92/1). leyla adının ibranice leylah sözcüğünden dönüştüğü anlaşılmaktadır. zendce ve pehlevicede leyliya (gece) şekliyle sesletiliyordu. arabi ayların son gecesine leyla deniliyordu. bu nedenle, hicrî (arabi) takvimdeki ayların son gecelerinde doğan kız çocuklarına leyla adının verildiği düşünülebilir. bu durum giderek tüm gecelere yayılarak, leyla adı, gece doğan kız çocuklarına uygun görülmüştür. bir zamanlar gece/yatılı okullara “leyli mektep”, öğrencilerine “leyli talebe” deniliyordu. arapçada leyle (bir tek gece) sözcüğü de vardır. bu bağlamda, leyle-i kadr denince ‘kadir gecesi’ anlaşılıyor. bunun gibi, leyle-i mî’rac, leyle-i regaib gibi geceler de kutsanıyordu. arapçada leyl (gece)’in çoğulu leyal, leyali ve leyail sözleriyle ifade ediliyordu. arapçada leylen (geceleyin) sözcüğü osmanlıcada da kullanılıyordu. "yaz mevsiminde gündüzler sıcak olduğundan leylen seyahati tercih ederim," cümlesindeki leylen (geceleyin) örneğinde olduğu üzere. (bkz: leyla/@ibisile)
  • peygamber ücret istemiyor ama allah sürekli onun yolunca harcamamızı istiyor. allah yolunda harcamanın sınırları da net belli değil, o sınırları da yaşadıkları dönemlerde peygamberler söylüyor. ben peygamberliğimi ilan etsem, para almayıp da, inananlarımın harcamalarını yönetsem, nitelikli der, kelepçeyi takarlar. belki bin dört yüz yıl sonra birileri bu olayı göz yaşları içerisinde, bana inananlara zulüm diye anlatırlar.

    https://kuranadair.blogspot.com/…9-leyl-suresi.html
hesabın var mı? giriş yap