• nazi kamplarinda kullanilan argo bir terim. kampa alindiktan kisa bir sure sonra yasama istegini kaybedip hastalanan, verilen islerde calisamayan ve olmeye yuz tutan mahkumlara verilen isim. (bkz: curuk elma)
  • (bkz: muselman) *
  • auschwitz'de kullanılmaya başlayan, daha sonra diğer kamplara da yayılan bir tabir. temerküz ve ölüm kamplarında tutulan esirlerden, yetersiz beslenmeye aşırı derecede maruz kalmış, yaşama isteğini kaybetmiş, çevresine ilgisizleşmiş, ölümü bekleyen ve neticede mutlaka ölen yüzbinlerce isimsiz esiri adlandırır.

    almanca müslüman demektir. esir argosuna niye girdiğine dair iki teori vardır. birincisine göre, ölmekte olan esirler normal fiziksel hareketleri yapamamakta, dizlerini bükememekte, dik de duramamaktadır; diğer esirler onların hareketlerini namaza benzetip onlara müslüman demiş olabilirler. ikinci teori, müslümanların kaderciliğine dair avrupa'da yaygın rastlanılan önyargılarla ilgilidir. buna göre, bu esirler kaderlerine teslim olduklarından müslümandırlar. bu kategorideki esirler diğer kamplarda başka isimlerle de anılmışlardır: eşekler, yüzücüler, kötürümler, develer, yorgun şeyhler.

    kamplara getirilen esirlerin büyük çoğunluğu muselmann olmasına rağmen, bunların hikayesi yazılmamıştır. kamplardan kurtulanlar muselmann olmayanlardır, muselmann olanlar ise tanıklık edemezler zira ölmüşlerdir. primo levi bu paradoks üzerinde epeyi durur. soykırım'ın hikayesini tümüyle anlatmak mümkün değildir, sağ kalanların tanıklığında her zaman bir boşluk olacaktır, holokost'u bütünüyle deneyimleyenler bu deneyimi asla anlatamayacaklardır. giorgio agamben de "remnants of auschwitz"de bu noktadan başlar, muselmann'ı insanı insan olmayandan ayıran bir eşik olarak görür; bu haliyle muselmann, kampın gerçek özüdür, nazi rejiminin siyasi projesinin apaçık bir tezahürüdür.
  • nazi kamplarındaki tutukluların en işe yaramaz, en düşkünlerine verilen isim... muselman'san sabun olmaktan kurtulma şansın yok....söyleyenlerin yalancısıyım.
  • kökeni müslüman ibadetlerinden gelen deyim. açlıktan bacak kaslarını kaybetmiş dolayısıyla emeklemek, dizleri üzerinde durmak zorunda kalan insanlar için naziler tarafından kullanılmış. bu da tahmin edeceğiniz üzere namaz kılarken alınan pozisyonlar çağrışımından ortaya çıkmış. aşağılamak adına bu insanları, muselmann(alm. müslüman) deyimi kullanılmış.

    tam doğrusu :

    (bkz: muselmann)

    galiba...
  • agamben, tanık ve arşiv'de muselmann bölümüne şu alıntıyla başlar: "kendi umutları tükenen, arkadaşlarının da umudu kestiği, kamp dilinde adına muselmann dediğimiz tutsağın bilincinde artık iyi ve kötü, onurlu ve alçak, mantıklı ve mantıksız ayrımına yer yoktu. o artik son çırpınışlarını sürdüren bir fiziksel işlevler yığını, güç bela yürüyen canlı bir cesetti. bizim için ne kadar zor olursa olsun, onu değerlendirmelerimizin dışında tutmalıyız." (amery,1980:9)
  • “bu terim özellikle auschwitz'de yaygın olarak kullanılıyordu. müslümanın tevekkülü; allah'ın iradesinin her an için, en küçük olayda bile geçerli olduğu inancına bağlıyken; auschwitz’in muselmann'ı bunun yerine her türlü irade ve bilincin toptan kaybıyla tanımlanabilir...gerçek anlamda hayatta kalma iradesini uzun zamandır kaybetmiş, diğerlerine göre daha geniş insan grubuna müslümanlar -kayıtsız şartsız kaderci insanlar-denirdi."

    giorgio agamben
    auschwitz'ten artakalankar
  • nasıl ki soykırım yalnızca modern uygarlıkta olabilecek bir şey ise,
    nasıl ki faşizm modern devlete içkin bir şey ise,
    nasıl ki holokost modern aklın bir cinnet anında işlediği bir suç değil de modernliğin bir normali ise,
    nasıl ki auschwitz toplama kampı modern fabrikaların evrimleşmiş hali ise,
    modern toplumun ortalama öznesi de muselmann'dır.

    muselmann auschwitz kampında ölümü bekleyen esirler için kullanılmış bir tabir. müslüman kelimesinin almanca söylenişi sanırım.
    yukarıda ottoman vampire'in net olarak ifade ettiği gibi "ölüm kamplarında tutulan esirlerden yetersiz beslenmeye aşırı derecede maruz kalmış, yaşama isteğini kaybetmiş, çevresine ilgisizleşmiş, ölümü bekleyen ve neticede mutlaka ölen yüzbinlerce isimsiz esiri adlandırır."
    müslüman kaderciliği veya tevekkül anlayışına atıfla ölmeden ölmüş bu insanlar için bu tabir kullanılmış.

    giorgio agamben de, toplama kampları’nın ortaya çıkardığı muselmann’ın yaşamsal, akılsal ve iradi pasiflikle tanımlanabileceğini ileri sürer ve onun bu isim ile adlandırılmasının nedeninin müslümanlıktaki teslimiyetle bağlantılı olabileceğini vurgular.
    agamben devamında jean améry’den şu alıntıyı yapar: “kendi umutları tükenen, arkadaşlarının da umudu kestiği, kamp dilinde adına muselmann dediğimiz tutsağın bilincinde artık iyi ve kötü, onurlu ve alçak, mantıklı ve mantıksız ayrımına yer yoktu. o artık son çırpınışlarını sürdüren bir fiziksel işlevler yığını, güçbela yürüyen bir canlı cesetti.’

    günümüzde aynı müselmann davranışını çin'in dünyaya "mesleki eğitim merkezi" olarak sunduğu toplama kamplarındaki 1 milyon civarında müslüman uygur'da görüyoruz.
    dış dünyaya tamamen kapalı olan kamplardaki insanlar röportaj amaçlı uzatılan mikrofonlara kamp yönetiminin hoşuna gideceğini düşündükleri yavan sözleri tedirginlikle sıralıyorlar: "tehlikeli, aşırı düşüncelere kendimi kaptırdım, burada çok mutluyum. iyi, güzel ve faydalı şeyler öğreniyorum."
    iradesi çökertilmiş bu insanlar umudunu yitirmiş, pasifleştirilmiş, ilgisizleşmiş, kaderine razı hale getirilmiş, yürüyebilen cesetlere dönüştürülmüş yani "müselmann"laştırılmışlar.
    batılı devletlerin çin'le olan hesaplarından dolayı duyarlıymış gibi davrandıkları doğu türkistan'daki çin mezalimine karşı başta türkiye olmak üzere tüm islam dünyasının dilini yutmaşcasına sükut etmesi de "muselmann"laşmanın başka bir boyutunu teşkil ediyor.

    şimdi tekrar ilk paragrafın son cümlesine dönerek modern toplumun ortalama öznesinin muselmann olduğu yargısıyla ne kastettiğimizi biraz daha açalım.

    fransız düşünür roland barthes'in özlü ifadesiyle söylersek faşizm konuşma yasağı değil söyleme mecburiyetidir.
    itaatsiz'in bu cümlenin ekşi sözlük'teki başlığına on dört yıl önce yazdığı gibi "örtük, gizli, sinsi bir faşist dil ortalıkta geziyor ve insanları bir otokontrol mekanizmasına uymaya çağırıyor. insanlar söylediklerinin yanında ne olmadıklarını da söylemek zorunda bırakılıyor. bu çok zaman dediğim gibi aleni bir baskıdan ziyade, "aman beni şöyle sanmasınlar" fikrinin salgıladığı bir otokontrol sayesinde oluyor."
    gerçekten de günümüzde söze başlarken şu cümleleri kurmak zorunda hissetmek faşizm değil de nedir: "akp'li değilim", "babaannem de başörtülüydü", "kemalist değilim ama" veya tam tersi olarak "ben de atatürkçüyüm, türk milliyetçisiyim"...

    faşizm, ne olmadığını söyleme mecburiyeti olduğu kadar çoğu durumda da düpedüz konuşma yasağıdır. eğitimci-yazar abdulbaki değer'in ifade ettiği gibi "faşizm, kaba saba bir muameleye maruz bırakılmaktır. norm’un dışına yerleştirilmektir. norm’un muhatabı olma vasfını kaybetmek, popüler ifadeyle ‘özne’ olmaktan çıkarılmak, her türlü istisnaya norm dışı (anormal) muameleye muhatap kılınmaktır."

    abdulbaki değer'in sözleri günümüz türkiye'sinde de aynen geçerli değil mi sizce de? sistemi, mevcut yöneticileri ve onların hemen her gün "artık bu kadar da olmaz" dedirten uygulamalarını eleştirmek veya gidişatın yanlışlarına karşı bir duruş sergilemek, norm'un dışına yerleştirilmek ve özne olmaktan çıkarılmak için yeterli bir sebep.
    o yüzden insanlar uyuşturulmuş gibiler. tepkisizler. her ne olursa olsun reaksiyon göstermiyorlar. kaderlerine boyun eğdiler, kendi rızalarıyla özne olmaktan vazgeçtiler ve yanlış anlaşılmış ürkütücü bir tevekkülle bir çeşit muselmannlaştırıldılar.

    evet modern toplumun ortalama öznesi muselmann'dır ve bu toplumun üyesi olarak bize de bu durumda, akıl sağlığını kaybetmeden yaşayabilmek ve çin’deki toplama kampları’nın duvarına bir esirin yazdığı gibi "kalbim, lütfen dayanmaya devam et!" demek düşüyor sanırım.
  • bu ülke için laikliği hiçe sayarak müslüman ülke diye defalarca vurgu yaparken ve bunca kötüye giden şeylere rağmen, bir kesim ülkenin tüm kaynaklarını denizde tek bir tane balık, kabuklu vb bırakmazcasına trol ile avlanır gibi kurutup yerken utanmadan kaynaklara erişimi sınırlandırılmış olanlara şükretmeyi öğütlerken nasıl bir kafaya sokulduğumuzun en güzel tanımıdır.

    akıl sağlığımızı korumak ve bu duruma düşmemek için hatırlamamız gereken olguları sayarsak:
    1- burası laik bir ülkedir, bunu unutmayın. müslüman sayısının fazla olduğu ülke derseniz anlarım.

    2- teslim olmayın, beyinlerin, kurumların içi istenildiği kadar boşaltılsın, siz sadece yeni çağa ayak uydurun, hepimizin elinde internet var, kendinizi eğitim farkındalıklarınızı geliştirin, mesleğinizde yeni oluşumları inceleyin, bir fabrikada telefon üretmeseniz bile kendinizce üretmeye devam edin, bunu ben kendime de çok söylüyorum, benim için de hiç kolay olmuyor ama deniyorum.
hesabın var mı? giriş yap