nasihat
-
öğüt verme
-
-
-
en kolay verilen , en zor alınan şey
-
zamaninda taze iken yenmemis ekmegi baskasina bayat yedirme cabasidir diye bir soz hatirliyorum... balzac'in olabilir. (bkz: yanilmiyorsam)
-
mehmet erdal alpdogan' ın ibret dolu bir şiiri. belki de yaşadıklarını kaleme almıştı. adnan şenses te bunu bir albümünde okumuştu.
nasihat
mal bıraktın mülk bıraktın üşüştük
kavga ile niza ile bölüştük
üç beş karış toprak için dövüştük
mezarında hüzün ile yat baba
evlatların etsinler diye rahat
satmadın da geçindin kıt kanaat
evladından sana olsun nasihat
o dünyada malın varsa sat baba -
(bkz: hayata dair küçük elkitabı)
-
deniz seki'nin bir şarkısı.şarkı pek matah bir şey olmamakla beraber klibinde çok tatlı çok hoş görünmektedir kendisi.onun hatırına oturup seyredilir.
-
-
bir abdülhak şinasi hisar notu.
-bir edebiyatçiya nasihatler-
--- nafile yere, hiç kimseye nasihat vermeye kalkışma! sözünü
başkasına değil, kendine bile dinletemezsin! halbuki her kaş yapmak
isteyenin maruz olduğu bir tehlike vardır ki o da gönül kırmaktır.
--- insanların karşısında o kadar ihtiyatlı olmalıdır ki tevazu bile
ihtiyatla gösterilmelidir. zira insana pahalıya mal olabilir.
sözlerini ciddiye alırlar da tevazuunu aczine hamlederler.
--- hiç olmazsa makul olan tevazuunu duyacak kadar mağrur olmalısın!
--- en evvel, başkalarının sandıkları gibi olmadığını göstermeye
çalış! fakat bil ki buna hiç muvaffak olamazsın! sonra, kendini
olduğun gibi göstermeye alış! fakat bil ki buna büsbütün muvaffak
olamazsın!
--- tıpkı bir fener bekçisi, bir yangın nöbetçisi gibi daima tetikte
olmalı, ufuklarımızı kollamalıyız ve içimizde beliren en hafif ışığı,
en küçük parıltıyı, en müphem nuru yazımızın ağlariyle avlamaya
kalkışmalı, eserimize aktarmaya çalışmalı, eserimize aksettirmeye
uğraşmalıyız.
--- bir meseleyi iyi biliyorsan onu hiç bilmeyenlerle münakaşa
etmekten ne zevk alıyorsun?
--- söylediğin sözler bari hoşuna gitmeli ki söylenmeye değsin.
söylediklerinden hiç olmazsa kendin zevk almalısın. hoşnud
olmayacağın şeylerden ne diye bahsedersin? sözüne değmeyeceklerle ne
diye konuşursun? tariz etmek için bile bir üstadı intihap et!
--- söyleneni dinlediğin ve duyduğun kadar söyleyene bak: sözün
saçmalığındaki sebebi görmüş olursun!
--- nafile, hiç kimseye meram anlatamazsın. sözlerin dinleyen
kulaklara göre değişir. sen düşünmek hakkını kullanırsın. biri kendi
hukukuna tecavüz ettiğini sanır. sana darılır. öteki hukuku düvele
riayetsizlik oldu diye telâş eder. kıyameti koparmak ister. nafile,
hiç kimseye derd antalamazsın!
--- adilikle karşılaşmak mukadderdir. muarızlarımız, yazık!
verebileceğimiz cevaplara lâyık olmayacak! fakat kendimize lâyık
muarızları nerede bulmalıyız!
--- serçeleri yere sermeye saçmalar yetişir!
--- başkalarının sana yapmayacakları iyilikleri sen ne diye onlara
göstermeğe kalkarsın? gönlümüzü kıran nankörlükler hep kendi
yetiştirmelerimizdir!
--- bir güldürmeğe uğraşan mizah mecmuaları ekseriyetle ne soğuktur!
halbuki hem kendileri, hem karileri tarafından ciddiye alındıkları
için insanı gülmekten bayıltacak kadar komik oldukları hiç takdir
olunmamış nice muharrirlerimiz var!
--- göze girmek için müverrihin tarihi ve münekkidin medhiyesi
çekilmez. göze batmamak için bir kaside söyleyeceksin! ve sonra
sükûtun bu kasideni muttasıl tefsir ve teşrih eder gibi olacak!
--- nazımda şu üstünlük var ki güzel bir kafiye yersiz bir sözü mazur
gösterir. ve, güzel dudaklar gibi, gevezeliğin hakkını teslim ettirir.
--- şairlerle görüşürken onları ilzam için ağzında mısralardan biri
eksik olmasın!
--- bir muharririn sanatı yazmak ve daha iyi yazmayı meşketmek
olduğuna göre kendi kalemini bırakarak başkasının kitabına sarılmak
yani okumak çok kere, bunun aksine, göz boyayıcı bir tenbellik
oluyor. zira kitapların çok kere yaptıkları dostların nice vaktimizi
alan gevezeliklerini tekrardan ibarettir.
--- gördüğümüz yerine hatırladığımız şeyleri yazmanın sanat
bakımından kolaylığı ve üstünlüğü şundan gelir ki hatırladığımız
güfteler, hafızamızın eleğinden geçerek, eski bestelere göre
kendinden geçmiş, eski aşklarımızın tesirile ve daha nice hilelerle,
kendi kendilerine, bize göre bir sanat eserine dönmüştür.
--- içimizde fena olan ne varsa fânî zamanın malı ve iyi olan ne
varsa ebediyetin mirasıdır. gündelik şeylerin cazibesinden kurtularak
ebedî şeylerin hakikatine dönmeliyiz. ve bunun içindir ki ne kadar
geç yazarsak o kadar iyi etmiş oluruz.
--- ruhun kabul etmeden kapı dışında bıraktığı malûmattan sanat
namına bir hayır gelmez. emniyetimizi temin için malûmatımızı bir
iman haline koymak lâzım gelir. bir edibin vazifesi kafasının
inandığı fikirleri ruhunun hisleri haline yükseltmektir.
--- sanatına o kadar sadık kalmalısın ki o bahis mevzuu oldu
mu; "hiçbir şeyi ihmal etmedim!" diyebilmelisin!
--- hayat, tabiattan kaç kere daha zengin, ne kadar daha güzeldir!
fakat, adına lâyık olan bir sanat da, bize bu servetin bir parçasını
olsun verebilmeli, bu güzelliğin bir zerresini olsun duyurabilmeli
değil midir? bunu da yapamayan sakat, yanlış, kansız ve yavan sanat
sanki neye yarar?
--- morfine alışanlar gittikçe daha çok morfin ararlar. edebiyata
alışanlar da gittikçe daha su katılmamış, daha koyu, daha safi, daha
kuvvetli, daha çok edebiyat ararlar.
abdülhak şinasi hisar
(aile, sonbahar 1949)
ic. kitap lik, s.55/eylül-ekim 2002.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap