• charshaflıların giydigi tur gelinlik ... bi kere gormushtum pek fena
  • istemeden evlenmeye kalkan ya da evlendirilmeye zorlanan kizlarin tercih ettikleri gelinlik rengi.
  • sisman bir gelin adayi siyahin zayif gosterdigini duymasi sonucu bu renk gelinlikte israr eder.
  • evlilik tarihi almis bir ciftin toren evvelsi yasa girmesi sonucu giyilen gelinlik
  • siyahı sevenlerin tercihi.
  • hülya koçyiğit ve murat soydanın beni kelime anlamıyla yerlerde süründüren filmleri; `murat soydan yakışıklı her limanda bir sevgilisi olan çapkın bir kaptandır (merak ediyorum o dönemde bu filmler yüzünden kaptanlık müessesini derinden zedeliyor diye olaylar çıkmışmıdır ya da filmde ah zavallı genç kız diye ağlamaktan bunları düşünmeye vakit mi bulamamışlardır belki), hülya da annesiyle beraber bir pansiyonda kalan yerseniz lise öğrencisi yalnız bir kızdır.. filmle ilgili kilit bu yalnız kelimesidir çünkü olaylar kafayı yemiş hayal dünyasında yaşayan bir insanın hal ve tavırları üzerinedir; yani tamamen bir kendi kendine gelin güvey olmak filmidir!.. adamla maksimum 3 diyalogları olmuştur ama kız adama çoktan adama aşık olmuş, fantaziler kurmaya başlamıştır, ailesi ankaraya taşınır bu yok ben seviyorum onu evlenmeyeceğim başkasıyla diye kalkıp bir başına istanbul a geri döner, sen koca şehri sokak sokak yürüyerek adamı arar, bulamaz tesadüf sinemada karşılaşıp peşinden koştururken adam fark eder bunu, efendim yemekeler sarılmalar kır yürüyüşleri derken "oh kız verdi rahatladı" diye düşünüyorsunuz değil mi, heheyt o kadar kolay mı türk filmi bunun adı daha olayların başındayız.. ertesi gün 1 aylığına denize açılacağım sonra koşarak sana döneceğim diyaloğundan sonra morat soydan gider, ve 4 ay sonra limanda durmuş denize bakan karnı burnunda hülya yı görürüz!!!
    bir sonraki sahne doktor da geçer ki süper doktor amca "kızım bu çocuğu doğurursan 1-2 yıl anca yaşarsın" diye durumu anlatmaktadır, biz öküz deriz bubu söylemek 8. ayda mı aklına geldi, ama mühim değil dediğim gibi hülya o yıllarda seyircide fedakar anne, sadık aşık, saf kız izlenimi yaratsa da ben izledim gördüm deli manyak, yok sevgilim için illa doğuracağım der, e kadın sen doğurup ölünceksin adamsa yok ortada yazık değil mi çocuğa..
    bir sonraki bölümde pansiyonda boş süt şişesi ağlayan bebeğin bezi değiştiren hülya koçyiğiti görüyoruz yine, alt kattaki komşusu tamirci adam onlara elinden geldiğince yardım etmektedir (adını hatırlayamadım hani bütüm filmlerde çok iyi sevgi dolu ama 2. adam olmaya mahkum o kişi), kiralarını öder yemeklerini alır zırt pırt limana gider haber almaya çalışır.. en nihayet murat soydan ın dönüş haberi gelir hülya bebeği alıp koşarak evine gider konuşmaya kavuşmaya, tesadüftür ki murat da aynı zamanda evine gelmiştir sarhoş ve kolunda fingirdek bir sarışın ile hem de, tanımaz tabiki beyaz lalesini, kadın yıkılır pansiyona döner, bir kısım saçma sapan konuşmalar sonunda çocuğu yetimhaneye verme kararı alınır, yıllar geçer hülya yataklara düşer artık sadece tamirci arkadaşının anlattıklarıyla çocuğun durumundan haberdardır vs vs.. penceresinin yanındaki ağacın yaprakları döküldükçe kendisi de biraz daha ölmektedir, "yarın son yaprak düşecek ve ben öleceğim" sözünün ardından tamirci nin o yaprağı ağaca monte etmesi ise sinema tarihinin en muhteşem düşüncelerinden biridir bunu kabul etmemiz gerekiyor.. sonra işte bu manyak kadın çocuğu babasına göndermeye karar veriyor gidiyor yuvadan buna el ediyo al bak bu babanın resmi diye adresi veriyor, duvarlardan atlatıyor, çocuk tam murat soydanın nikahı sırasında ortaya dalıveriyor tam evlere şenlik yani.. bu arada film bir mektubun liderliğinde devam ediyor ki o da hülyanın murat a tüm gerçekleri(yani düşlerini) anlatmak yazdığı mektuptur, aslında kadın ölünce eline geçecekti ama ortamdaki tek akıllı, sağduyulu kişi tamirci sağolsun çocukla beraber aynı anda eline geçmesini sağladı(hayır mektup olmadan bir belge olmadan adam o çocuğu koymaz mı kapının önüne ay ağlayacağım).. neyse tekrar kavuşuyorlar, kadın ameliyat oluyor, evlilik hazırlıkları yapılıyor, hülya gelinliği giyiyor, gemiye binip istanbula(ameliyat dönemi izmirde geçiyor) gelecekler mutlu sona kavuşacaklar ama murat tam gemide bunu karşılamak için güverteye çıkmışken üstünde bir duvak bulunan tabutla karşılaşıyor film bitiyor, allahım ömrümü yedi bu film ondan yazdım uzun uzun, özellikle oğullarının hali ruhiyesinden çok endileşeleniyorum, bacak kadar çocuk 2-3 günlük bir süreçte;
    -bakım evinin kapısına gelen bir kadın tarafından babası olduğu söylenen adama gönderildi
    -babası olduğu adam annesi olduğu söylenen kadının yanına getirdi
    -annesi olduğu söylenen kadın ilk başta babası olduğu söylenen adama yollayan kadın dı
    -annesini bulmuşkenölecek olduğunu öğrendi
    -sonra annesinin ameliyatla kurtulacağını öğrendi
    -anne ve babası evlenmeye karar verdi
    -annesi hazırlanıp gemiye binip gidicekken öldü
    -tabutla geminin güvertesinde istanbula geldi
    -hepsinden önemlisi anne zaten tuhaftı hayalinde ilişki yaşayıp dallanıp budaklanan bir kadındı
    filmin sonunda öyle bir ambale olmuş öyle bir hobaa haydi halay çekelim ifade ile bakıyordu ki salonun ortasında yerlerde süründürdü beni, hemen bu filmin devamını çekmek bu sorunlu gencin nasıl bir seri katile falan dönüşeceğini göstermek istedim..
  • hülya koçyiğit, murat soydan ve süleyman turan'ın başrollerini oynadıkları filmin senaryosu stefan zweig'ın bir hikayesinden esinlenilmiştir. senaryo, yeşilçam usulüne uygun olarak biraz daha ağdalı kılınmış olsa da orijinal hikayenin tüm esaslı unsurlarını taşır. yoksul kız, zengin adama aşık olur. ondan çocuk yapar. adam onu tanımaz. kızı ve çocuğu hazin bir final bekler. iki eser arasında hissedilir tek fark, zweig'ın hikayesinin kahramanı olan kadın, kibar fahişelikle yolunu bulurken, gayrı meşru bir çocuk doğurarak geleneksel türk ailesinin necip yapısını bozan hülya koçyiğit'in uzun uzun acı çekmesidir.
  • son yaprak düşünce öleceğim hikayesini olduğu gibi "o henry" nin "son yaprak" isimli hikayesinden şavullamış türk hedesi *
hesabın var mı? giriş yap