• kendimi bir köşede güçsüz, çaresiz bulduğumda hissettiğimdir. insanın kimseye anlatamayacağı şeyler vardır, hep olur, ama paylaşılmaları da gerekir; işte bu durumda koşar gelir yazma isteği. en iyi dosttur kalem, en büyük sırdaştır kağıt. kağıdın, dert anlatıldığı için kimseyi güçsüz bulduğu görülmemiştir. tam da bu yüzdendir ki; yazın, yazdırın efem.
  • bugün bende hiç olmayan şey.
  • benim için genelde duygusal olduğum zamanlarda vuku bulan, ama içerde bir yerlerde hep hissettiğim istektir.
    güne dair şeylere dalıp gitmişken, bir senaryo yazdığımı hayal ederim, oyuncuları belirlerim, hikayemi kurarım, tabi sonra unutup gerçek hayata geri dönerim.
    insanlar hiç bir zaman hayal kurduğunuz o hümanist dünyadaki gibi olmazlar çünkü, her zaman sizi çekecek bir şey bulurlar, kendi dedikodularına, hayal kırıklıklarına iterler. sizin dünyanız cazip gelmez onlara neticede, çok dertliler ya tabi umutsuz ruhlarına yazıktır.
    yazma isteği bu zamanlarda ortaya çıkar bir kısmımız için evet, istediğimiz, şekillenmesinin imkansız olduğunu bildiğimiz dünyayı ve kişileri yaratabilmek için.
  • "yazmamak ve bunu yaparken, içinde yazma*, yazma, haykıran bir yazma isteği taşımak!" franz kafka - briefe an felice

    (bkz: franz kafka/@ibisile)
    (bkz: briefe an felice/@ibisile)
  • ufak tefek şeylerle ilgili bile olsa bu ara bir açlık halinde olduğum durum. kelimelerden taşmak, kelimelerle coşmak, kelimelerle yarışmak istiyorum. parmaklarımla zihnimin hızına yetişmek arzusu duyuyorum. kişisel donanımımın yetmeyeceğini bildiğimden kalkışamadığım yazmalara özeniyor, özendiklerimi yazmadıkça daha da hırslanıyorum. ama kırık kırtık da olsa yazıyorum. kalbim tatmin olsun diye yazmayı bırakamıyorum.
  • sabah güneşi tekrar vuruyor salonumun camına gece. gece vuran bu güneşi tanıyorum. ne zaman sokak lambasının aniden söndüğünü söylese biri,
    araba farı çarpmış gibi parlar perdelerim.

    her askerin bir tarzı var. her askerin bir öldürme şekli ölürken.
    nihayet aylar sonra her sabah camıma vuran bir gece güneşi beklerken izlediğim sokağın köşesinden biri görünüyor. ayakkabılarımı parlatıp ütülü gömleğimi giyiyorum tekrar. uzun ve önüme dökülen saçlarımı jöle ile kafama yapıştırıyorum. camdan içeri giren güneşin parıltısında silahımı tekrar temizlemeye başlıyorum.

    perdeyi aralayıp sokağa bakınca görüyorum.
    elinde bir g3 ile elma kokusunu sokağa salmadan salonuma nişan almış, bekliyor.
    yanına gelirken g3 almasına şaşırmadım. ne kadar keskin bir katil olsa da dediğim gibi herkesin bir tarzı var. g3 öldürmek için değildir sadece. birini öldürüp kalanları yaraladıktan sonra başkaları yaralananları izlerken ruhsal acılar yaşatsın diyedir g3. psikoljik savaş silahı ama öldürücü de. ne güzel.

    insan ölmeden önce neden izlediği filmleri düşünür? dinlediği şarkıları? etkilendiği şiirleri? kaçtığı cümleleri? gittiği şehirleri? okuduğu katliamları?
    insan ölmeden önce neden gerçekten ilk öldüğü günü düşünür? zaten kaç yıldır bugünü bekliyordum demek için mi? ya da herkes düşünür mü ilk öldüğü günü ölmeden önce?

    bir filmde bir adam sus yoksa kız kardeşini öldürürüm diyerek tecavüz ediyor küçük kıza. sonra da diğerine sus yoksa kız kardeşini öldürürüm diyerek tecavüz edip onları seslerini hiç çıkaramadan öldürüyor karanlık bir odada. sonra dış ses ''onları birbirlerine olan sevgileriyle öldürdü'' diyor. dış ses kulağımı sağır ediyor.

    bir şarkı ile kovuluyor şehirden bir adam. tüm yaralarından kanıyor.
    güzel seviştiğimiz için özlediğimiz kadınlarla özlediğimiz için güzel seviştiğimiz kadınlar bazen aynı yaralardan kanıyor.
    bir ölü saçını tarıyor.

    bir filmde kimseyi öldürmek istemiyorum diyerek esir aldığı askeri serbest bırakan bir askeri, serbest bıraktığı asker tam kalbinden yavaşça soktuğu bıçakla öldürüyor sonunda.
    dış ses susuyor.

    bir katliam okuyorum bazen. ülkenin fakir olmasından dolayı melezleri siyahiler palalarla öldürmüş. palalar çin malı ve dayanıksız. üç beş kez vurunca öldürüyor.
    başka bir katliamda aç insanların sokağına bir bomba atılıyor elmadan. önce kimse ölmüyor.

    bir öğretmen bir çocuk için hep aynı çocuklarla oynamak istiyor ama sonra hep kavga ediyorlar diyor. ne ilginç diye düşünüyor dış ses. çocukları düşünüyor.

    bir anımın bir yerinde bir çocuk korku trenine binebilir miyim diye soruyor. manasızca bakıyorum korku tüneline. bir çocuk neden bu trene binmek ister ki?
    ben de çocukken binmek isterdim diyerek anlıyorum. etrafa bakıyorum ve bazı kimseler asla izin vermiyorken korku tüneline izin alabilen bazı çocuklar vagonları dolduruyor. trenin çıkışına yürüyorum ve vagonlarda dehşete düşmüş çocukların arasında onun şaşkın ama gülen kahkahasına bakıp gülümsüyorum. korkmadım diyor. ben korkar mıydım korku treninden diye düşünüyorum çocukken. zaman ilerliyor.

    silahımı temizlerken tekrar bakıyorum camdan sokağa. merhaba diyor sokağa girerken insanlara gülümseyerek tüm sevimli yüzüyle. oldukça enerjik. kısacık eteği güneşte iç çamaşırına vururken siyah rugan botları parlıyor. omzuna koyduğu g3 ile yüzüme sırıtıyor eski bir dostun asla ödemeyeceği borcunu gizler gibi. onun adını eskiden duymuştum. adını duyduğum günlerde adını kendim bulmuştum kalabalıkta. uzaktan sevilesi bir sıradan gibi görünen bir katil. güzel cümleleri vardı elinde. güzel yazardı.
    salonda üç kişi olduğumu düşünerek gelmiş diye düşünüyorum. ben, yansımam ve diğerim. g3 ten çıkan bir kurşun beni öldürmek üzere vücudumu vurunca yansımam yere düşecek ve ben kendi bedenimde açılan bu yeni silah yarasının deliğine bakarken diğerim üzüntüden tırnaklarını yiyecek.
    nihayet seviniyorum.
    her savaşla başka bir askere dönüşsek de hepimizin en iyi olduğu ya da anlamlı bulduğu bir ölüm şekli var. ölmeyi sevdiğim gibi geliyor beni öldürmeye.
    biraz edebiyat. biraz elma. biraz g3.
    uzun zamandır yazmıyordum diyerek alıyor eline silahını. tüm cümlelerini silip gitmiş bir askerin kalan son iki yazısına bakarken silahımı tekrar doldurmam gerektiğini düşünüyorum.

    bazıları yeteneklidir. kısacık cümleleri arar bulur ve yazar öldüren.
    eskiden sözlükte çok sevdiğim yazarlar arasında bulgur pilavı aşığı bir adam vardı. sözlükte yayınlanmış en iyi entry ler diye bir başlıktan bazı entry ler seçip paylaşırdı. biri diyor ki mesela; bana geçen ay yeni bir konuşma paketi aldırdın daha yeni. binlerce dakika ve binlerce sms. şimdi ben bu kadar kontürü ve dakikaları ne yapacağım?
    başka biri diyor ki kalp rahim gibidir. içindekini atmak için kasılmak ve acı çekmek zorunda...
    güzel entry ler yazar ve güzel entry ler bulurdu kısacık. bir hikayesi vardı donan ve yanan iki ihtiyar hakkında yüzümüze gülüp taşşaklarımıza tekme atıyorsun diye tarif ettikleri. güzel tarifti.sonra gitti bulgur pilavı seven adam. bizi hiç düşünmedi. öyle bir gitti ki tozu yok boşluğunun. tozunu da alıp gitti.

    sokağıma tekrar bakıyorum gecenin sabah güneşinde saçlarımdan enseme damlarken sular. havada elma kokusu yok. el sallıyorum. ona buraya gel diye bağırıyorum. ateş etme. buraya gel...
    gülüyor gözlerini parlatıp ve omzundan cildinin altına sokuyor g3 ü. onu izliyorum. teninin altında kaç silah var?

    asansörün sesi ben ne zaman dinlesem beni korkutmuştur hep. hep birilerini korkuyla bekledim ya da küsüp giderlerken sessizce bağırdım arkalarından gitme diye. saçımın jölesinden enseme damlayan sulara karıştı kurumuş gözlerim.

    açık kapıdan içeri girip direkt yanıma geliyor ve masada duran şaraba ortak olurum ben diyor. kafamı kaldırıp yüzüne bakıyorum. kendine güvenen ve dalga geçen cin bir gülümseme. aslında olabilir miyim desen her zaman olabilirsin ama şu an masada özel bulduğum kimse ya da bir an yok. peki diyorum. ortak ol şaraba.
    bond çantasını kenara bırakıp yanıma oturuyor.

    -ne var çantanda?
    -hiç. senin çantanda olanlar...

    bizi bulaştırarak hata yaptın diyor. yok diyorum. aksine memnun oldum. aslında amacım sizi bulaştırmak değildi. size değdi sadece cümleler kendiliğinden hesapsız ve bu kadar zevk alacağınızı düşünmedim oynarken. bu kadar uzun sürdüğüne göre zevk veriyor olmalı. hem cümleler tatlı ve sıcak. kaynayan reçeller gibi tam dilimize göre. bu kadar sıcak reçelleri seviyorsak söylesene, sence aynı okul bahçesinin çocukları mıyız?
    hep sadece birbirleriyle oynamak isterken hep aynı çocuklarla kavga eden?

    yinede sözlüğe yazmana sevindim uzun süre sonra. sözlükte nazik bir çizgin varmış gibi. seni ilk burada görmüştüm ve sanırım twitter ın küfürlü yüzünü sevmiyorum. ya da o cephe artık benim cephem değil. keşke sen de savaştığın cepheyi değiştirsen. yüzüme anlamak ister gibi bakıp kadeh yok mu diyor? yok diyorum. şişeye ortaksın. ne cephesinden bahsediyorsun diyerek şişeden ilk yudumunu alıyor. meydan okumasına şaşırmıyorum. bizler aynı bahçenin çocuklarıyız.

    levent üzümcü ye hep şaşırmışımdır. tek tek sürekli atılan seviyesiz tweet leri bulup her seferinde bazen küfürle bazen bir cümleyle cevap veriyor. savaştıklarıyla savaşma biçimi tsunamide su dolan şehri elindeki tasla boşaltmaya çalışmak gibi. binlerce tas taşıyan insanlarla elbet tsunami dahi kovulur güzel şehirlerden ama başka savaşlar da var verilebilen. tanıdığım bir sakallı intihar ediyor sürekli öldürmek için ve her sabah yeniden doğuyor bir şairin dizeleriyle. diğeri bıçak kullanıyor ve onu hiç bir silahla durduramazsın. sonunda o da ölür ama önce hepimizi öldürür. -
    -film sahneleri mi paylaşıyorsun?
    -uzun bir entry olacak. eğlenin istiyorum aynı zamanda.
    sen elma kokusu parfümler sürüp korkutuyorsun kalabalıkları ve ben nasıl bir savaşçıyım bilmiyorum. biliyorum da, kendim için bir şeyler yazmam doğru olmaz. kılıcım var belki. traş bıçağım ve bir de aynam. traş olup kendime bakmak için bazen. bazen de kalabalığa kendisini göstermek için. bazen de birinin gözlerini almak için uzaktan...

    geçen gün twitter da bir fotoğraf gördüm. bir köpekle fotoğraf çekilmiş güzel bir kadın köğeğimi çok seviyorum ve on beş yıldır insana ihtiyaç duymuyorum demiş. beğenmişler. bu fotoğraf beni düşündürdü. birincisi on beş yıldır insanlara ihtiyaç duymuyorum diyerek insanları neden hiç sevmediğini itiraf ettiğini düşündüm. ikincisi bir insan sadece bir köpekle dost olabiliyorsa bence hiç traş olmuyor ve aynası yok demektir.
    hani diyorlar ya şimdilerde, bir insanın hayvanları sevip sevmediğine bakın, sonra eğer hayvanları seviyorsa hayvanları neden seviyor ona bakın. onun gibi yani. bir köpek dostla günler geçirmeyi ben de çok sevdim yıllar önce ve halen çok severim onları. ama insanlara ihtiyaç duymuyorum cümlesinde köpekleri seviyorum çünkü hiç aynada kendimi görmeme ve kendimi eleştirmeme gerek kalmıyor gibi bir anlam var. kimse beni eleştiremiyor gibi bir anlam. gizli. tabii çok tuhaf bir travma, bir olay ya da hiç beklenmeyen bir açıklama yoksa.(varsa özür dilerim)
    fotoğrafa baktım bir süre. on beş yıldır kimseyi, en azından birini öldürmek dahi istemedi mi?
    insan önce traş bıçaklarıyla arkadaş olmalı. aynalarla. her gün köpekleşen yüzünün çizgilerinden kazırken tüm siyahı daha da kendini tanımalı. önce kabul etmeli yüzünü. güzel yüzünü. sonra bir köpekle önce kendini severek dokunabilir hayata. kim bilir, insanları sevmeye niyetlenebilir. yeniden.

    hep hayal kuruyoruz. bir dost, kalıcı bir dost bizi hep sevsin ve biz biraz gezebilelim de sokaklarda bazen birini öpmek, bazen birini öldürmek için. bir adamı ya da bir kadını terk edince varlığımızın anlamını yüceltmek için onu yıkılmış düşlüyoruz. odalarda kimsesiz, eşyalarla konuşuyor sanıyoruz. böyle düşünerek özel oluyoruz zihnimizde. kendimizi daha çok sevdiğimizi sanıyoruz. kimse en sevdiklerini toprağa verir gibi yıkılmıyor artık. cumartesi belki birini buluruz diye birbirini eken insanların çarşamba sevişmelerinde duvarlara çarpıyor çığlıklar ıslak çarşaflarda. perşembe uyuyarak geçiyor. cuma biraz üzülerek. cumartesi pazar bond çantamızda taşıdığımız iş sözleşmeleri, satış bilmemneleri ve ihaleler silahlarımıza dönüşüyor yeniden akşam olunca. bir yarayı kaşımak ve kanatmak için. kanamak ve önemsenmek için. birbirimizden nefret ederek sevebilmek için.

    herkes silahlarını parlatıyor.
    aynı bahçenin çocukları bahçede toplanıyor.
    salçalı ekmekleri kan kırmızı.
    ne kadar kirlenirsek o kadar güzel.

    pazartesi salı hangi anlarda öldük diye sorguluyoruz tekrar. öldüğümüz zamanları söylesek zayıf olur muyuz? zayıf olmak kötü mü? ağlamak? keşke birbirimize ne kadar ağladığımızı söyleseydik türlü silahlarla saldırmak yerine diye düşünürken tekrar parlatıyoruz namluları. bazen bir elma kokusu. ya da bir g3. binlerce bıçak. bir kılıç veya bir el bombası...

    aynı bahçenin çocukları?
    korku treninden korkar mıydın?

    biliyor musun yinede sevindim seni sözlükte gördüğüme. eskiden yani geçen yıl seni başka biri sanıp bir hafta sustum saçmaladığı o birinin entry sine. o zaman seni başkası sanıyordum. başkasına senin hatırın için sustum.

    yazma isteğim var diyerek üç cümle düşmüşsün edebiyatımsı. her şey var edebiyata dair. üçüncü kadehi içerken gülen bir kadın ve kadıköy sokakları. daha ne olsun.
    daha önceleri ben de üç cümle düştüm bu tip bir saldırıya karşı da bugün konu yazma isteği. o yüzden uzun yazmalıyım. kendim için.
    mesela şu: okumasan da olur:
    (bkz: #71022960)

    biliyor musun aslında geçen haftalarda uzun uzun yazdım yazma isteği hakkında. hem size cevap vermek, hem sizi yeniden sevebilmek için. sonra yayınlamadım. birincisi kavgadan sıkıldım. ikincisi güzel cümlelerle hepimize haddini bildirdin-iz. ben kendi payıma kendi kılıç yaramı bırakıp yeterince delindim bıçak yaralarıyla. ölmek istedim ama ölemedim.
    çünkü bizler, bizleri öldüremeyiz ve bizi en çok kimsenin ölmemesi öldürüyor.

    gitmek istedim.

    ama dün gece yazma isteğinden bahsedince sen ve üstüne bir de traş bıçaklarımı küçümseyince paylaşmak istedim yazdıklarımı. tüm yaralardan kanayacağım demiştim güzel bir cumartesi günü. kaç gün oldu bilmiyorum...

    şimdi biraz traş olalım. ve biraz ayna. ama adaletli olmaya çalıştım. cidden!
    neden adaletli olmaya çalıştım biliyor musun? artık yazdığın hiç bir şeye inanmıyorum dediği için o. finalde birbirimize girdiğimiz zamanı tam anlatmamışım. iyi ama ne kadar rezil olursak o kadar iyi bu anlama gelmiyor ki. hem ne diyordu o enfes yazar. her şey hatırlandığı gibi. yaşandığı gibi değil.
    bazen karşımızdakini en çok hangi cümleler yaralıyor hiç bilemiyoruz.
    artık yazdığın hiç bir şeye inanmıyorum...

    -müzik yok mu?
    -elbette var. hatta bugün bir kaç şarkı da olsun istedim yazının kurgusuna bağlı kalarak. sonra bir kaç entry daha bırakacağım bu entry içinde gölgeleri olan. bu entry içinde dursun.

    ilk yazdığım şu idi;

    yazma isteği,

    bu istek tam olarak ne ile ilgili diye düşünüyorum. yazmazsam delireceğim diyen adamları anladım bugün. bazı yazarlar kusmak olarak da tanımlıyordu bu isteği. kusmak da doğru eğer savaştığınız kendiniz ise. kendim hakkında yazarken bazen yeterince kusmamış gibi hissediyorum. bu tıpkı psikiyatriste gidip yeterince anlatamamak gibi...
    yazarken bağırsaklarını deşen, kendisiyle yüzleşebilen insanlar geliyor aklıma. (gecenin sonuna yolculuk.)
    delirmemek için yazmak ise içimizdeki mücadeleyi yine aslında sadece kendimizle yaparken kendi etrafımızda dönmekten ibaret.
    hep anlaşılmak istiyor insan. hep ulaşmak. hep dönmek. bazıları kendi etrafında dönerek ibadet yapan aşkı deli sanıyor. sonra insan delirmemek için gelip yazıyor...

    dün gece kardeşimdeydim. abi niye uğraşıyorsun cevap vermekle boş versene dedi. hep sen değil miydin etkinin gücü tepki de gizlidir diyen. boş ver. yazıştığın insanlar seninle manüplasyon, safsata ile mücadele ettiler ve artık seni belkide kendi içlerinde iyice değersizleştirmek için iftiraya baş vuruyorlar. iftira ile mücadele etmek, insanlara söz konusu iftiranın gerçek olabileceğini düşündürmez mi ?
    sen yazmakla ilgili çok büyük bir destek aldın. gidip yazmakla uğraşsana...
    haklı dedim kardeşim ve evime geldim. ekranı açtım ama yazma isteği duymuyorum.
    bir şeyler yazmak istedim. uzun bir yol gibi. cumartesi yazarım diye düşündüm. cumartesi güzel bir gün. yazacaklarımı nasıl yazacağımı sorguladım. uyudum. sabah unuturum sandım ama yazma isteği gelip beni iş yerinde ekrana kilitledi. çünkü yine kendi etrafımda dönerek, kendi ibadetimi yaparak, delirmemeye çalışmalıyım.
    ama yazacaklarım için artık biraz yaşlı hissediyorum.

    tüm hikaye aslında kendime yenilip mücadele etmemle başladı sanıyordum ama içimdeki sevgiyle başlamış. şimdi anlıyorum. çünkü insan ayrıldığında hiç umursamadığı insanları takip dahi etmiyor. söyleyecek bir sözü de olmuyor. kimseyi suçlayamıyor insan takip edilmediği için sömürüldüğünü bilse de. sonunda insan en suçlu olarak kendisini takip edenleri, yani az da olsa sevmişleri suçluyor.

    söyleyecek son sözlerim var. kendim için. kendi etrafımda dönebilmek için. delirmemek için...

    11 martta bir sevgilimle olan anlaşmazlığım, sevgilimin kızımın çantası orada mı diye sorduktan sonra evime gelip bana tokat atması ve birbirimize girmemizle bitti. sonrasında çocukluğum aklıma geldi. duygusal çöküntü yaşadım. insan bazen bir saniyede gidiyor çocukluğuna. ve çocukluk tam da şimdiki yaşımızın yanına gelip oturuyor...
    pek bahsetmedim daha önce sözlükte ama bugün adaletli olmalıyım yazarken. söz verdim. delirmemek için yazdığım kadar kusmak için de yazmalıyım. kimseye haksızlık olmasın...
    artık yazmaktan utanmıyorum. aile içi şiddet olan bir evde geçti çocukluğum. hatta bir kaç gece yerden kanları ben sildim böyle bir şey olmadı ki diye düşünerek. bir süre bu şekilde yaşadım. kendimi kandırarak. istemediğim gerçekleri reddererek. babamı kaybettiğimle dahi babamı kaybettikten 3 ay sonra ''tam'' olarak yüzleştim. yani cenazeyle. günlerce uyumadım. sonunda beni uyutan bir hastane odasında açtım gözlerimi...uyutulmuşum.
    sonra kendimi kustum kendime kusabildiğimce. kendi gerçeğimi kabul etmeye çalıştım. edebildiğimce. kendimi sevmeye çalıştım. sevebildiğimce. öfkeyi ve nefreti kendi etrafımda dönerek uzaklaştırmaya çalıştım. yapabildiğimce. sevgi dolu şeyler yazmak istedim. yazdım. sanırım zaten hiç bir zaman öfke dolu biri olmadım ama artık bir şey hissetmiyorum.

    mesajlar aldım. konuştum. mesajlar aldım buluştum. mesajlar aldım tartıştım. kavgam olmadı pek... niye olsun?

    bir mesaj alıyorum bir tarihte, ankara'dan. konuşuyoruz. herkes gibi işte. birbirimizi seven cümleler. bilindik şeyler. sevişmeye çalışıyoruz cümlelerle. ayrıldığı sevgilisinden bahsediyor. sevgilinin geçmişi diye yazılmış hakaret dolu bir entry den bahsediyor. üzüntüsünü yazıyor. hakaretler orospu falan. her zamanki şeyler...
    günler geçiyor ve yazarla birbirimizi merak edişlerimiz buluşma önerilerine dönüşüyor. buluşuyoruz ve bir kaç güzel gün sonrası dönüyor ankara'ya. uzak mesafe ilişkisi. uzun telefon görüşmelerimiz oluyor ve bir görüşme esnasında eski sevgilisinin tehditlerinden bahsediyor. sevgili oldukları zamanlarda şiddet uyguladığını da söyledi sanırım ya da bununla tehdit etmişti, hatırlamıyorum. bir gece mesaj kutumda bir kaç tehdit de ben buluyorum. sessiz kalıyorum. bu tip tehditler genelde anlık sinirlenmeler vs. biliyorum ama savcılığa baş vurması gerektiğini söylüyorum uzak mesafe sevgilime. adam benim hakkımda da doğru olmayan şeyler söylemiş sevgilimin ablasına. iftira bir insan niçin atar diye düşünüyorum hiç tanımadığı birine?
    sevgilime bir gün onun için de, yani eski erkek arkadaşı içinde üzüldüğümü söylüyorum. tüm bu erkek davranışlarını ve bu yıkılmış olma hissini ve şiddet tehdidini bizlere, bana, sana ve herkese öğreten toplum....
    nasıl yaaa? diyor ağzıma lafı tıkıp uzak mesafe sevgilim. bu toplum öğrettiyse öğretti. ne demek. sen niye onun gibi değilsin? o da doğru yolu bulabilir. bana karşı onu savunduğuna inanamıyorum diyor. savunmuyorum diyorum. sadece anlıyorum. hayır diyor. bir insan doğru yolu bulabilir. bu kabul edilemez... tartışmamız yaklaşık 40 dk sürüyor. yorulup kabul ediyorum haklısın diyerek. dedim ya, bazen insan konuştuğu konulardan yaşlanıyor.

    ara sıra konuşuyoruz ama çok sessiz biri. seneye istanbul'a gelebileceğinden ve bana taşınabileceğinden konuşuyoruz. hatta bir kaç arkadaşımı arayıp iş bulabilir miyiz diye araştırıyorum. bulabilirmişiz.
    bir gece yine sessizlikle geçen bir görüşme sonrası hislerimi sorguluyorum. ne hissediyorum ona karşı diye? boşluk. bir ilişki istiyor muyum ya da kafam ne ile meşgul? boşluk. burada olsun isterdim. tanımak ve telefon sıkıcılığına katlanmadan onu yaşamak isterdim. şimdi taşın diyorum ona bir gün yanıma. ancak seneye cevabını veriyor ve bu zaten bencillik olurdu diyerek susuyorum. yazdıklarımdan konuşuyoruz bazen. oldukça iyi bir insan ve o kadar çocuk ki bazı cümleleri ve düşünceleri; onu geçmişiyle yargılayan adam ne kadar yanıldığını bilse idi keşke diyorum.
    ama işte; sıkılıyorum. o burada değil ve sanırım ben de hayatımda yaşadığım ilk uzak mesafe ilişkisi ile aslında uzak mesafe ilişkisine uygun olmadığımı anlıyorum. zaten biliyordum. yeniden anlıyorum. keşke ilişki konusu hiç açılmasaydı, açmasaydım. o bana zaten sadece görüşmek ve hayatının güzel kısmında olmak istiyorum demişti. niye bu ilişki konularını açtım ki? belki heyecandan. bu ilişkinin varlığı ve üzülecek konular aslında benim suçum.

    başka bir gece yeni tanıştığım biri ile amaç eğlenmek! diyerek dışarı çıkıyoruz. eve gelince biraz öpüşüp sevişmeye çalışıyoruz. çalışıyoruz diyorum çünkü suçluluk duyuyorum. sevişemiyoruz...
    yıllar yıllar sonra birini aldatıyorum kolay terk edebilmek için. kendimden rahatsız oluyorum. okuduğum kitaplardan. izlediğim filmlerden. sanki gizli bir söz ile içimdeki doğrularla yaşayacağım demiş olduğum tüm büyüklerimden özür diliyorum duvarlarda.
    ona ertesi gün ayrılmak istediğimi söylüyorum. uzak mesafe ilişkisine uygun değilim diyorum. beni yapmış olduğumuz gizli bir anlaşmaya uymamakla suçluyor bir konuşmamıza gönderme yaparak. haklı. çok haklı. ayrılıyoruz.

    bir kaç gün sonra izlediğim bir film benimle konuşuyor. aslında bana benim korktuğumu söylüyor. allen filmi. suçlu benim. yaşına rağmen aslında büyük ve olgun olan o. ben korkuyorum ve kaçıyorum... iletişimimiz kopmuyor. bir kaç gün sonra korkularımdan bahsediyorum ve beni cezalandıracağını da söyleyerek benimle barışıyor. tekrar gülmeye başlıyoruz bazen konuşurken ve bana iyi gelmek istiyor.

    bana ilk mesajı neden attın, ne etkiledi seni diye soruyorum?
    bir entry'mde eğer insanlar çok üzerine gelirse ağaçları ve gökyüzünü düşün yazmıştın ve entry bütün olarak çok güzeldi diyor...

    tekrar görüşeceğiz. tekrar yanıma gelecek çünkü onun yanına gidebileceğim şartlar onun açısından uygun değil. beni özledin mi diyorum? bilmiyorum, görünce anlayacağım diyor. pek bir şey yaşamadık ki...
    onu taksimden bir yerden alıyorum gece vakti ve pek de özlememişiz, fark ediyoruz.
    yoğun trafik sonrası eve geliyoruz ve oldukça hasta. ona iyi gelebileceğini düşündüğüm önerilerde bulunuyorum ama yemek yemeyi seven bir tip değil. uyuyor...
    ertesi gün onu yemeğe çıkarıyorum ve konuşuyoruz her şeyden. hatırlamıyorum. ona istersen burada iş bulabileceğimizi söyledi arkadaşım diyorum. harika diyor. güzel kız. güzel gülümsüyor. iş nerede olabilirmiş diye soruyor? bilmem diyorum, belki beşiktaş belki buralar...
    artık gitme zamanı geldiğinde hazırlanıyoruz ve onu yine taksime bırakacağım.

    yola çıkıyoruz. trafikte giderken bilgisayarında eski sevgilinin fotoğrafını gördüm diyor. bilgisayarımı mı karıştırdın? yani öylesine baktım ve o kız benden çok farklı diye düşündüm sadece diyor. o benim eski sevgilim ve benim geçmişimden bir parça, bu konuda konuşmak istediğine emin misin diyorum? susuyoruz.
    istanbul ne çok yol ve ne çok trafik diye hayıflanıyor. benim ankara'da işim eve yürüyerek 10 dk diyor. evet diyorum. ama güzeldir istanbul. yani ben severim. eğer işim çok uzakta olursa bana arabanı verirsin dimi diyor. gülümsüyorum...
    onu gece leş bir trafiğin içinde taksime bırakıyorum. donuk bir yüzle bana bakıyor giderken. eve geliyorum, olanları sorguluyorum. neler hissettiğimi. yoğun hisler bulamıyorum. seneye buraya gelecek ve eğer ilişkimiz yürümezse ne yapacak diye düşünüyorum? ev? iş? vs... nereye gidecek. belki o da korkuyor. ya da korkuyor mu?

    ilerleyen günlerde konuşmalarımız daha donuk ve sessiz geçmeye başlıyor ya da ben öyle hissediyorum. tehdit eden eski sevgili polis arayınca korkmuş, onu anlatıyor. dinliyorum. beni özledin mi gibi sorularına bazen onu kırmamak için evet dediğimi fark ediyorum. sanırım ben ayrılmak istiyorum...

    nasıl başladım tekrar onunla iletişime hatırlamıyorum ama geçen yılki sevgilimle yazışmaya başlıyoruz. bazen uzak mesafe sevgilim, bazen onunla yazışıyoruz ve ben eski sevgilimle geçen yıl kim nerede ne hatalar yaptı diye konuşurken o da sanırım şu aralar flört ettiği birileriyle yazışıyor. önemi yok.

    bir gece uzak mesafe ilişkisine ayrılmak istediğimi, uzak mesafe ilişkisine uygun olmadığımı, başka insanları özlediğimi söylüyorum. bana eğer istersem başkaları ile birlikte olabileceğimi ve bunu anlayacağını söyleyince onu tersliyorum. son yazışma böyle bitiyor uzak mesafe ile. tersleyerek.

    eski sevgilimi görüşmeye ikna ettiğim gece bir şişe votka ile geliyor. sanırım doğru kızla beraberim espirisini yine yapıp güldükten sonra konuşuyoruz. ayrıldıktan sonra neler yaptık, kimler oldu, nerelere gittik ve geçen yıl ne kadar üzüldü!
    çok üzüldüğünü söylediği zamanlardan birinde gözleri doluyor. ''seninle ilgili bir hayal, mesela aynı evde yaşama hayali kurmuyorum'' demişim. açıklamaya çalışıyorum. ben sana karşı iyi biri değildim belki o dönem ama ne zaman seninle bir ilişki olabilir mi diye düşünsem hep birileri ile yazışarak flört ediyordun diyorum. (hatta bir keresinde bunu sana ıspatlamıştım.)
    sen dahil değilken ben nasıl dahil olabilirdim diyor.
    aslında aynı şeyleri iş yerinde de söylediler. belki ben kendimi geri çekmesem ve hamle yapsam o da gardını düşürecek-miş. kim bilir?
    belkide diyerek çıkıyorum yola.

    bana geçen yıl yaptığı tatilden, evine gelen genç bir yakışıklıdan vs. bahsediyor. bana karşı öfkeli olduğunu düşünüyorum. haklı da buluyorum. bir şey söylemiyorum.
    geçen yıl intikam için yaptığı bir hamleye aslında üzülmediğimi, üzülmeye hakkım olmadığını, çünkü zaten ayrı olduğumuzu ve beni üzen şeyin geçmişe yapılmış saldırı olduğunu söylüyorum. anılara saldırman beni üzmüştü diyorum. her şeyi gözüme çok soktun diyor. çok üzdün. iyi ama ben hayatıma devam ettim. seni üzmek için yapmadım ve gözüne bir şey sokmadım. her zamanki şeyler. her zamanki entry ler. biz ayrıldıktan sonra biriyle tatile çıkmam doğal değil mi? susuyor. gidiyor. giderken tekrar görüşelim lütfen diyorum. bakarız diyor. gülüyor. güzel gülümsüyor.

    bir kaç gün sonra bana ne istediğimi soruyor bir kafede? bu yıl diyorum, geçen yıl yaptıklarımızı yapmayalım. birbirimize ve önümüze bakalım. mesela benimleyken eski sevgililerine laf sokma. ilgi almak için flört eder gibi davranma. bırakalım artık liseli davranışları vb. şeyler söylüyorum. bir çok kaygısı var ilişki ile ilgili ve bir çok soru soruyor. tüm kaygılarını dinlerken sakin olmaya çalışıyorum. çünkü ben dinledikçe yeni yeni cümleler geliyor diye düşünmeye başlıyorum.

    tekrar sevgiliyiz. planlar yapıyoruz. bir konser. bir tatil. bana ilk kez romantik bir tatil yapacağını söylüyor. ona karşı iyi olmaya çalışıyorum. o biraz uzak davranıyor. onun da ilişkiye geleceği günü bekliyorum. belki ilişkiyi ciddiye aldığımı ifade etmek için bir şeyler yapmaya çalışıyorum. ne bileyim hediyeler alıyorum ona ve kızına. bir bel ağrısı buluyor beni nereden geldiyse. onunla ilgilenirken ağrı ile de boğuşuyorum. ayrıldığımız süre zarfında kimlerle olduğumu sorup duruyor. geçen kadınları stalklıyor. bense konuşmaya çalışıp gerek yok diyorum. önemli olan şu an. şu an bir yazışma, bir laf sokma, bir arama ya da başka bir şey var mı?
    bana güvenmiyor, anlıyorum. ona hak versem de artık konu uzamaya başladı gibi düşünüyorum.

    işleri yoğun bir evrede. bir prim için uğraşıyor ve sabahları kızını etüde bırakıyorum. akşamları ise o meşgul. benim ağrım var ve kaotik bir zaman dilimi. ağrım için bana film randevumu beklememize gerek yok, öderiz falan diyor. konu para değil, film sonrası ne söyleneceğini biliyorum ve yapmam gerekeni de biliyorum diyorum. zaten 20 gün kaldı filme ve bekliyoruz. film çekilince zaten bana sadece dinlen dendi. tahmin ettiğim gibi.

    doğum günümün olduğu gece bana hiç hediye almamış. kış uykusu filminin afişini aramış. bulamamış. biraz bozuluyorum. insan en azından küçük bir hediye alır diyorum.(biliyorum insan beklenti ile yapmıyor ama beklenti oluşuyor işte ...) sen bana ilk çıktığımız yıl sadece kitap almıştın ve özel olmadığımı vurgulamak için de kızıma da kitap almıştın diyor. evet ama o zaman sana yalan konuşmuyordum ki. bir ilişkimiz yoktu ve bunu sana söylüyordum. ama o geçen yıldı. sen bu yıl geçen yıl ki ilişki ile hesaplaşmaya mı geldin diyorum. biraz susup yok diyor, afişi bulamadım.

    günler ilerlerken bir kedi yavrusuna bakıyorum bir haftalık. onu işe götürüp getirirken kızını benden rica ettiği günler etüde bırakıyorum. akşam yemek yapıp onun gelmesini bekliyorum ve bir süredir çay içiyorum. bir sabah, işe gitmek istemediğim bir sabah bana sorarsa artık pilim bittiğinden ve hayır diyeceğimden bana sormadan bırakıyor kızını(yani bence). uyanıp mutfakta görünce şaşırıyorum ve arıyorum. neden sormadan bıraktın diye sorunca bir pardon der diye düşünüyorum ama ''kendisi gitsin'' diyor. nasıl gidecek diye sorunca sinirle kızına sen tek başına gidebilir misin diye soruyorum? kızının gözleri yerlerinden fırlayacak gibi büyüyünce bu durumu kızına yansıttığım için kendime kızıyorum. ''kendisi gidebilir, gerçekten.'' diyor. giyinip kızını etüde bırakıp işe gidiyorum. öğleden sonra arayarak artık pilimin bittiğini söylüyorum. hiç bu ilişkide ben yardımcı oluyor muyum diye sorguluyor musun diyorum kendisini arayıp. ben sana kadınlık yapıyorum diyor. derin bir nefes alıp bu konuyu sonraya bırakıyorum. o da yoğun. güzel cevap yazıp gülümsüyorum... demek istediğini anlıyorum ve o da bir çok şey yapıyordu zaten. sadece şu aralar beni biraz acıtması mı gerekiyor. niye böyle, bilmiyorum.

    zamanın neresinde bilmiyorum, bir gün beni manüple ettiğini fark ediyorum şu genç dediği adamla ilgili ve ben de onu manüple edince çılgına dönüyor. tartışıyoruz. bak diyorum, ben de yapabiliyorum manüplasyon. ben de söyleyebiliyorum iki ucu açık cümleler vs. lütfen bunu yapmayalım. lütfen. çünkü bu bize iyi gelmiyor. hatırlamıyorum ama biraz daha konuşuyoruz, bağırışıyoruz. beni engellemekle tehdit ediyor. yazmadan duramayacak gibi hissedip, onu ben engelliyorum.
    sonrasında ona başka bir yerden ulaşıyorum tekrar. barışıyoruz.

    başka bir zaman diliminde yazın kaş'a gittiğin kadın instagramda neden hala ekli diyor. instagramda ekli ise hala hayatımdaymış ve bu onu dışlamakmış. bak diyorum, bir çok insan hiç iz olmasın diye hiç bir yerde ekli olmayan insanlarla başkalarını aldatabiliyor. ben buradayım. şimdiki zamanda. yanındayım. eski sevgililerini düşün. hangisinin ne önemi var? düşünüyor. sanırım ben anlam yükledim instagrama ama neden silmiyorsun diyor. senin için yine silerim ama bunu doğru bulmuyorum. kız bir saygısızlık yapmadı ya da şu an sen varken arayıp musallat olmuyor. ben seni hep şimdiki zamandan sorumlu tuttum diyorum. şimdi arayan ve soran ve sana asılan insanları neden hayatında tutuyorsun dedim hep...
    bu konuşmanın benimle bir savaş olduğunun farkındayım. (hatta bir gece sevdiği bir arkadaşı sen bana bir haftadır hiç dönmemezlik yapmazdın diye başlayan mesajlar atmaya başlıyor. telefonu eline alıp sanki gizli bir mesaj gelmiş gibi davranıyor dın dın dın seleri arasında ve ben merak edip mücadele edince fark ediyorum ki tek manüple edilen ben değilim...)

    ilişkiye başlarken tüm bu olup bitebilecek şeyler için kafamda biçilmiş bir zaman dilimi vardı. ona söylemiştim. sonuna geliyorum ve artık almakta olunan hınç bitsin ve ilişkiden iyilik çıksın diye bekliyorum.

    tatil için yola çıkıyoruz bir sabah. kış tatili. yol uzun ve arabayı ben kullanıyorum. yolda giderken annesi arıyor ve neden tatile çıktığını sorguluyor. kardeşi ile ilgili bir tartışmayı annesi manüple edince konu konuşulamadan kapanıyor.
    çevresinde onu sömüren tüm akraba ilişkilerine bir mesafe koyup artık önüne ve önümüze bakmamız gerektiğini söylüyorum. kendi akraba ilişkilerimden de örnekler veriyorum. şu hayatta yaptığım en iyi şey akrabaları siktir etmek oldu diyen bir tweet beğenmişti bir gün.

    tatil güzel geçiyor gibi ama değil. görmek istediğimiz yerleri görüp güzel yemekler yerken bir mesafemiz ve bel ağrım var. bir gece yemekte telefonuna geçen yıl flörtleştiği adamlardan birinden bir mesaj geliyor. sessizce yemeğimi yiyorum. işle ilgili herhalde diyor. bana uzun zamandır iletişimde olmadığını daha önce söylediği adamla ilgili olarak elimi tutsa ve merak etme, bir şey yok. halledicem. seni anlıyorum falan dese her şey buhar olacak. ama o bana dönüp, ne oldu, sinirlerini bozan bir şey mi var diyor? dik dik bakıyor. yok diyorum. ama oldukça sinirleniyorum. odamıza döndüğümüzde tartışıyoruz. sürekli beni kıskanç olmakla suçluyor. hayatımda sadece iki kadınla bu tip şeyler yaşadım. hatta birinin aşk acısının bir süresini onun yanında yaşadım. hayatımı bu denli bilirken aynı dinamiğin içinde kendimi bulmama kızıyorum. tam hatırlamasam da konunun hiç bir yere gitmeyeceğini anladığım bir anda ona tokat atıp onu yatağa itiyorum.
    ( ilişkimizin dinamiğinde bu tip oyunlar vardı zaman zaman ve özel)
    yatağa ittiğimde ağlamaya başlıyor ve o ağlar ağlamaz duruyorum. sonra ağlaması şiddetlendiğinde defalarca özür diliyorum. sadece sevişmek istemiştim diyorum. sarılıyorum. banyoya gidip derin nefesler alıyor ve sanırım panik atak krizi geçiriyorum diyor. öylece bekliyorum. yanıma gelip uzanıyor ve herkes gider diye ağlıyor. ona sarılıp ben kalmak istiyorum ama bana yardım et diyorum. ''sana ulaşamıyorum'' ve ''seninle konuşamıyorum'' diyorum. susuyor. mesela diyorum, benim de travmalarım var. çocukken aile içi şiddet olan bir evde büyüdüm. babamla annemin kavga ettiği zamanlarda annem bana uyuma derdi. babam gelirdi ve tartışmaya başlarlardı. babam hadi sen uyu derdi ve odama giderdim. uyurdum.

    sabah annem bana sen uyudun derdi ve susardı!

    evet. bugün kusmak da istiyorum sözlük. aslında bunlarla uğraşalı ve bu konularla yüzleşip kapatalı ya da doktora gideli çok oldu. sözlüğe yazmak ayrı bir konu ama yinede.

    o gece sevişip uyuyoruz. bir şey hissediyorum onunla ilgili. daha önce kimseyi sev-e-mediğini düşündüğüm. sanki bir kapı var ve o kapıdan girersem, ona ulaşırsam çok güzel olacak her şey. ilk kez sevecek. çözülecek. ya da sadece bir his ve yanılıyorum. bilmiyorum...

    meryem geliyor aklıma bu gece elma kokusu yazdı diye.
    sahi bir çocuğu olan bir orospu nasıl bakire olur?

    sabah kahvaltıya gidiyoruz güzel bir yere ve henüz bende ekli olmadığından konu nasıl açıldıysa instagrama geliyor konu. ha, hatırladım. yeni atılan fotolar idi konu.
    instagramıma girince yazın birlikte olduğum ve uzak mesafe ilişkime ait iki adet fotoğraf görüyor. fotoğraflar biraz seksi ve izin alıp paylaştığım, altına instagram ile ilgili bir şeyler yazdığım birer foto. inanılmaz sinirleniyor. bu fotoğraflar varsa ben yokum demektir bu ilişkide diyor. ona bu denli tepki vereceğini bilmediğimi, beni manüple etmekten ve şu telefon trafiğini sonlandırırsa daha düşünceli olabileceğimi söylüyorum. ve yineliyorum; bu fotoğraflar geçmiş.
    sevgilinin geçmişi!!
    ama telefonlar yanımda geliyor.

    istanbul' a dönerken yolu kar kapatmış ve hacı bektaş veli ye uğruyoruz. güzel bir çorba içiyoruz ve sanki daha keyifliyiz. buruk ama yinede. ondan 6 saatlik yol boyunca özür diliyorum ve ekliyorum. bu denli tepki vereceğini bilseydim, silerdim. ve lütfen. bitsin şu dinamik...

    (benden önceki sevgilisine şu günlerde neden laf sokma ihtiyacı duydu, soramıyorum bile. bazen hiç önümüze bakamıyoruz sözlük. hiç...)

    istanbul'a döndüğümüzde her zamanki koşturma devam ederken kardeşinin nikahı için ankara'ya gidiyor. onun öncesinde kardeşi ve ailesi ile ilgili tüm tespit ve yaklaşımlarımı dikkate alıyor. aksiyon alıyor. zaman zaman insanları çekiştiriyoruz ve bir gece şarap içip sohbet ettiğimiz iki yazarı yemeğe çağırıyoruz. fena bir akşam değildi diye konuşuyoruz. bazen de o gece konuşulan konularla ilgili konuşuyoruz. ama kimse mükemmel değil... kim bilir biz nasıl görünüyoruz uzaktan?
    arkadaşı bu aralar yoğunmuş ve eve çağırdığımız balık teklifini(o gece biraz yemek muhabbeti de olmuştu) evimiz uzak olduğu için istemiyor. diğeri pek ev sevmez zaten diyor...

    bir gece eve geldiğinde heyecanla bir film izlemek istediğini söylüyor. oturup açıyoruz filmi. bir yazar önermiş. heyecanlı görünüyor. heyecanlı mı yoksa yine aynı şeyler mi bilmem ama ağrım çok ve odaya gidiyorum. uyuyorum. uyandığımda gece yarısı ve salona gittiğimde telefon ile meşgul olduğunu görüyorum. ona el sallayıp odama dönüyorum. yanıma geldiğinde direkt uzanıp bana dokunmadan uyuyor. üzülüyorum. ertesi gün biraz soğuk davranınca ben bu konuyu konuşmak için buluşuyoruz ama kafede konu açılınca sesini yükseltiyor ve konu konuşulamadan kapanıyor. ona ulaşamadığıma, ulaşamayacağıma karar veriyorum.
    ve bir şarkı düşüyor zihnime sessizlikle ilgili.

    o ankara'da. sabah günaydın yazıyorum. günaydın diyor. canımlar cicimler vs derken.
    sakarya'da bir mola vereceğim ve sonra direkt istanbul yazıyor. öğleden sonra buradasın yani diyorum. benim de film çekimim var bel için ve evden çıkıyorum. film çekimi bitince biraz üzgün eve geliyorum. dışarı çıkmayı düşünüyorum ama zaten bir kaç saat sonra burada olacaklar diyerek köfte yapmaya başlıyorum. açım ama biraz daha bekleyebilirim. saat bir civarı bana mesaj atıp sakarya'da annesinin kuzeni olduğunu ve orada bir şeyler yiyeceğini söylüyor. kafam karışıyor. moladalar mı? bana söyledi ve ben mi kaçırdım? keyfim kaçıyor. yarım saat arayla sanırım üç mesaj atıyorum ve hiç birine cevap gelmeyince arıyorum. telaşla açıyor telefonu ve uyuyakalmışım diyor. e açım ama ben diyorum sitemle. bir pardon desin istiyorum. gönlümü alsın. ama hayır.
    ay yerimmmm diyor.

    bir kaç saat sonra kardeşim habersiz bana geliyor eşiyle. haber vermeden pek gelmezler ve hasta olduğum için, ben her aradıklarında hayır dediğim için(temizlik yapmak istiyor kardeşim) gelmişler. salonda otururken damatla mesaj geliyor onan. istanbul trafiği:( ve bir trafik fotosu. kardeşim bir türlü mutfaktan çıkmayınca yeter diyorum kardeşime. zaten kaç saattir açım ve yeter. kardeşimle tartışmaya başlıyoruz. birazdan arayacağım diye mesaj atıyor. niye ki yazıyorum? (arayan arar ve herkes aslında ne olduğunun farkında diye düşünüyorum.) pardon, geç kaldım ama gelince sana sarılıp vs gibi şeyler yazacak diye umuyorum. nereye gelelim diye soracaktım diyor. içim şişiyor. sen bugün kendi evine git istersen, zaten yorgunsun yazıyorum. kardeşimle tartışmamız bir taraftan devam ederken ben seni niye istediğim zaman arayamıyorum yazıyor. isteyen arardı, artık bu kadarı üç maymunluk diye düşünüyorum ve cevap vermiyorum. bir süre sonra arıyor ve kardeşimle zaten tartışıyor olduğumdan telefonu açıp, şimdi müsait değilim, sonra arayacağım diyorum. bir şeyler söylüyor ve ben ne dediğimi duydun mu? müsait değilim diyorum. o konuşmaya devam edince teli kapatıyorum. bir daha arıyor. açmıyorum. bir daha arıyor açmıyorum. ben saygı duyuyorsam ve bana söylenen her şeyi hiç karşı çıkma şansım olmadan kabul ediyorsam o da benim şartlarımı kabul etmeli diye düşünüyorum. o telefonu bir kez daha açmazsan bir daha açmana gerek kalmayacak diye mesaj atıyor. açmıyorum.

    kardeşim ve eşi yemek sonrası gidiyorlar. ona müsait misin? yazıyorum. cevap gelmeyince koltukta uzanıyorum. gece bir mesaj atıp kızının eşyalarını soruyor ve ben de tabii, gelip alabilirsin deyince bana geliyor. kapıdan girer girmez bana sol eliyle tokat atıyor ve donakalıyoruz. sonra ben de ona tokat atıyorum ve birbirimize giriyoruz. karnıma tekme atınca onu yere düşürüyorum ve ağırlığımı üstüne bastırıp yeter diyorum. ayağa kalkınca bağırışıyoruz. bana sakarya da annesinin kuzenine uğrayacağını söylemedim mi diye bağırıyor. ayağa kalkıp siktir git diyorum ve o an gözleri bana hiç inandırıcı gelmiyor(belki yanılıyorumdur). sonrasında holde yine tartışınca ve o gitmeyince sinirlenip solda duran vileda sapına sarılıyorum ve vileda sapını tutup ittiriyor.ıslanıyorum. saçından tutup çekiyorum ve yere düşüyor. bir yumruk atıyorum kafasına ve artık kapıyı tüm apartmanı sallayacak kadar sert kapatıp gidiyor. (tüm bu detaylar ilk bahsettiğim entry de dürüst olmadığımı söylediği için yazıldı. burası sözlük. benim bildiğim ve hatırladığım tüm detaylar bunlar.)
    ne kadar rezil olursak o kadar iyi cümlesinde anlatılmak istenen bu değil ama yazdım. istediğin gibi.
    ve bir favın var barış bıçakçıdan. demiştim. sonuçta her şey yaşandığı gibi değil, her şey hatırlandığı gibi...

    ayrılıyoruz. ayrılık sürecinin bir kısmını bir entry olarak yazdım. yaklaşık 3 ay süren bir laf sokma süreci ve aslında bazı kalıntılar halen devam ediyor.

    laf sokma süresince sessiz kalmamın nedenlerini anlatan ve beni inciten detayları yazıyorum. yazdıklarımda sürekli beni suçladığı kibir faktörünü daha önce beni onaylamış olduğu bir zamanı hatırlatarak yazıyorum. bak benimle hemfikirdin ve bu aslında kibir değil demek için... amacım kimseye bulaşmak değil. amacım tartışmayı benimle hemfikirdin ekseninden sürdürmek.

    sonuçta bir entry olacağı için bir başlık ve demek istediklerimi diyen bir kurgu seçip yazıyorum. entry de buluşup sonrasında yemeğe çağırdığımız insanlardan da bahsediyorum. onu aslında beklemiş olduğumu ve olup bitenin benim penceremden nasıl göründüğünü kendimce hakaret etmeden yazıyorum. o gece buluştuğumuz yazarlardan biri oldukça fan bir hdp li ve kürt kökenli. diğeri ise ataerkil ve içen bir adam. çoğumuz gibi.

    o gece arkadaşlardan kadın olanı masaya gelir gelmez şarap şişesine ortak olurum ben diyor. olabilir miyim ya da soru soran bir cümle değil. hayır diyorum. sonrasında şirin de olmaya çalışıyorum...
    ilerleyen saatlerde konu nasıl açıldı hatırlamıyorum ama hdp ya da azınlık hakları vs olabilir konu. iki arkadaş da homofobik olduklarını itiraf ettiklerinde bir süre bu konu üzerine konuşuyoruz. konunun ataerkil bir toplum olmamızdan kaynaklandığını ve 20-25 li li yaşlarda kurduğum bir çok cümleden şimdi utandığımı falan söylüyorum tüm azınlıklar için. gece fena değil, sarhoş oluyoruz.

    yazdığım entry devrim ve devrimciler ekseninde konuyu aşka bağlayan bir entry de olduğundan söz konusu arkadaşları da eleştiren bir entry yazmayı başarıyorum sonunda. kendimi ifade edebildiğimi düşünüyorum.
    ilk günler eleştirilerime aslında cevap vermeyen ama cevap olsun diye yazılmış tweet ler ile cevaplar geliyor. örneğin kızı ile ilgili yazdığım konulara ''çocuk bakmak karnını doyurmak değildir.'' gibi şeyler. elbette değildir.
    her cevabı ciddiye almıyorum ve zaten karşı taraf savunmaya geçtiği için tekrar bir mücadele başlıyor. ilerleyen günlerde bahsettiğim yazarlardan içen olanı bir duvara devrimcilerin resmini yaptırmış ve eski sevgilim like edince karşıma çıkan fotoğrafa şaşırıyorum. ilginç. cevap vermiyorum. onun nasıl haberi var diye sorguluyorum çünkü sözlükte beni bulup okuyacak ya da sözlüğe şimdilerde çok takılan biri değil. haber verildiğini ve mücadeleye çağırıldıklarını fark ediyorum. fotoğraf sinirlerimi bir an bozsa da aslında ortada bir cevap olmadığı için susuyorum.

    söylemek istiyorum; o gece homofobi konuşulurken yolda gördüğümüz kötü olaylara bakınca, bu insanların bağırış çağırışlarına, tepkilerine bakınca aklınıza etkinin gücü gelsin demiştim. bu insanların da zor hayatları var demiştim. azınlık haklarını konuşuyor isek herkes önemli demiştim. ya da dediğimi sanıyorum...
    üşenmeyip duvara resim yaptıran bu adama şaşırıyorum. neden bu kadar ciddiye aldı ki? bu etkinin gücü mü? bilmem.
    önce cevap vermiyorum ama eski sevgilim cevap vermem konusunda baskı yapınca ''safsata'' diye bir entry favlıyorum bu bir cevap değil demek için. entry yazmıyorum!

    bir kaç günlük sessizlikten sonra tehdit ediliyorum tweet ve ima yolu ile ve sinirlerim tepeme çıkıyor. cevap veremiyorum. birincisi zaten istenilen nokta eski sevgilimin buralarda birileriyle küfürleşip patırtı koparmam. ikincisi üç gündür uyumuyorum ve oldukça sinirliyim. korkuyorum. korkmaktan korkmuyorum. ama kendimden korkuyorum. bir bozuk para meselesi yüzünden ya da kırmızı ışıkta bekleyen iki aracın birbirine girip öldüğü haberlerden korkuyorum. imaya cevap vermek istiyorum ama kendimi engelliyorum. birincisi sonu yok ve ikincisi bu tam bir düşüş demek. her şeyin düşüşü... savunduğum her şeyin, yazdığım her şeyin, kendimin, seviyenin ve karşılaşırsak herkesin...

    kapadokya da aşk tepesine çıktınız mı diyen sarhoşa sert çıkışım sonrası pişmanlığım aklıma geliyor. boşu boşuna her şey ve hatta hayatlarımız değişebilir yanlış bir hamle ile ve ben artık bunlara sessiz kalmayı daha çok başarabilmeliyim.

    kardeşimi arayıp beni aramasını rica etmesini istiyorum eski sevgilimin. telini açmış ve arasın demiş. arıyorum. beni hiç stalklamadığını ve hiç laf sokmadığını söylüyor. yine duvarla karşılaşıyorum. diyorum ki; onlar nereden biliyor öyleyse? kim diyor. arkadaşlarının telini ver arayıp sorucam diyorum. vermiyor. mesaj at diyor. allahım deliricem. diyorum ki; sana ve kızına bir kez kötü davrandım mı? çooook diyor. bir tane örnek ver diyorum. veremiyor. bir ara tatilde davrandın diyor. biz orda da bu tip bir şey yaşadık ama sonra barıştık. diyorum ki, tüm gece özür diledim ve senin olay planlı bir şeydi. bir kez dahi pişmanlık belirtisi göstermedin. bu benim için artık sınırdı çünkü manüple ettin ve farkındaydın. diyor ki narsistsin. değilim diyorum. ben bir psikiyatristin elinden geçtim daha önce ve istersen gel beraber gidelim psikiyatriste. o dört yıl önceydi diyor. tekrar git. diyecek bir şey bulamıyorum. narsizm dört yılda gelişebiliyor demek ki yetişkinken... bak diyorum. kızınla beraber yaşıyorsun ve artık sağlığım bozuluyor. yapma. uyuyamıyorum. içim acıyor ve hep beraber rezil olucaz, yapma. ayrıca o entry de dürüst değilsin diyor. kafam şişti o gece. hani stalklamıyordun diyorum. susuyor. konuşmak anlamsız. konuşmayı kesiyorum ama bana bir tane dahi kötü davrandığım an söyleyemiyor...

    bir kez olsun kaçak dövüşmeden konuşabilmek isterdim.
    yooo diyor. ben seni stalklamıyorum bile...

    ben tehdite sessiz kalınca ve eski sevgilimi arayınca şu ana kadar sessiz kalan diğer arkadaş kendi twitter sayfasında hiç bir eleştiriye cevap vermeden kendi arkadaşlarıyla beni linç ediyorlar. küfürler eşliğinde. bir ara biri senin ulusalcılarla ne işin var yazıyor ama sonra yorum siliniyor. gülümsüyorum. benim bir şey yapmama gerek yok ki diye düşünüyorum sizinle mücadele etmek için.

    alt ediliyorum ve evimde sessizce otururken temple of the king şarkısını paylaşıyorum biz ne yaparsak yapalım tapınakların gerçek sahibi biz değiliz demek için.
    temple of the king.
    gün batımı pozu verdiğimi söylüyor sakallı daha da yıkmayayım kendimi diyerek. başarısız olduysam olmuşum...

    artık alt edildim. linç edildim. başarısız oldum. evet doğru kelime. ama kendimi yenik hissetmiyorum. sonuç olarak hiç bir eleştirime cevap gelmedi ve ayrıca benim açımdan konu onlar değildi. hiç olmadılar.

    ilerleyen günlerde hdp li ve kadın olan yazar eski sevgilime de laf sokuyor ve sanırım kendisine doğan cevap hakkında herkese haddini bildirmiş olmanın dik duruşuyla gidiyor. bu kabullenilebilir. normal. yani bence. kız arkadaşıma laf soktuğu şarkı güzelmiş.
    ölmeden öldürme beni.

    ama gerçek şu ki; hdp li kadın arkadaş, ikimizi de birbirimize olan sevgimizle öldürüyor.

    bir gece merak edip uzak mesafe ilişkisi yazıyor mu diye bakıyorum ve bana sokulan lafları, tüm bu olup biten içinde bana atılmaya çalışılan yumrukları okuyorum. şaşırıyorum. aklıma o gün kendisini tehdit eden adam için nasıl yaaaa deyişi geliyor. ben toplum bize bunu yapıyor deyince hayır, o da doğruyu bulmak zorunda demişti.

    kapadokya da gün batımı...
    beni bir bilgisayar başında yalnız hayal ediyor ve çok mutsuzum...

    soktuğu lafa cevap bir laf da ben mi soksam diyorum tüfeğimi elime alıp ama onu bir sniper ile vurmak kolay ki. iki cümle. ama gerek yok. o da üzülmüş işte ve susuyorum. saldırmadan sormak istiyorum. aylar geçmiş. 25 yaşında güzel bir kadınsın ve aslında birbirimizi özlemedik bile birlikteyken. şimdi aylar sonrasında tüm bu olup bitenin arkasına saklanıp bana bişiler sokman erkek arkadaşının davranışıyla aynı davranış değil mi?
    o doğruyu bulmak zorundaydı da sen doğruyu bulabilmiş misin?
    bu yaptığın aslında onun gibi erkek olsan onun gibi davranacaksın anlamına geliyor. başka bir şey değil.
    ve, ben sana inat gitmedim kapadokya ya. başkasına inat gitmedim kaş a. ben sadece hayatıma devam ettim. hepsi her zaman sadece buydu.
    ama yinede özür dilerim. özür dilerim ama seni sev-e-medim. bazen terk ediliriz ve ben de terk edildim bir kaç kez. buraya taşınsaydın ve ayrılsaydık çok fazla ortada kalacaktın. bunu bana yaptılar daha önce. bu iğrenç bir şey....
    ve aklım başka bir kadındaydı. onunla seni ya da seninle onu aldatmadım. çok iyi biri değilim. hiç olmadım. bir sürü iğrenç denilen ilişkiler yaşadım. ama kötü biri de değilim. çirkinim. ve bence aslında herkes çirkin. herkes sadece iyi olduğunu düşlemek istiyor. ama ne olursa olsun bir insanın çölde kendisine bir sıcak çorba verecek kardeşi olmalı. ve puro çorba sonrası hep iyi gider...

    beni anlayacağını umuyorum ve zaten beni umursadığını da sanmıyorum. sen yine tüm insanlar üzerine gelince gökyüzüne bak. ben bazen yapamıyorum. sen hep yap...
    sevdiğin entry de burada dursun;
    (bkz: #46658476)

    uykusuzluk ve cildimde çıkan tüm kızarıklıklara bakarken laf sokmalar devam ediyor. bakmamaya çalışıyorum ama başaramıyorum.

    laf sokmaların bir yerinde ilişkiye aslında benim kabul edilmediğim çünkü seks yeterince güzel değildi ya da tek eşlilik zaten istenmiyor anlamına gelen(benim algımla) bir paylaşım yapılıyor. üzülüyorum. bir mesaj atıyorum eski sevgilime, biz birbirimize teslim olamadık aynı zamanlarda diyen. dimi diyen. ve saldırı manüple edilip bana hakaretler yağdırılıyor. manüplasyon sonrası inanamayacağım bir manevrayla bana saldırılıyor. ibne olmakla ilgili! artık seviye yerlerde sürünüyor.
    homofobik dememin intikamı alınıyor ama bunu ben demedim ki. siz söylediniz. önemsemiyorum. üzülüyorum. gey olsam nolur ki? ne fark eder? bu bir hakaret mi? ayrıca nasıl bir insan bir buçuk yılın sonunda tüm sevişmelerimiz yalandı der?
    bir ilişki bitiminde bu kim için hakaret?
    sadece bu yaptığınız manüplasyon diye yanıtlıyorum. hakaretler devam ediyor.
    *****bugün entry i yazarken aklıma geldi ve burada şu bulunsunistiyorum.
    sonunda hepimiz başka bir yöne bakabiliriz belki...
    bir kaç gün önce birilerine ibne diye saldırıp başka bir gün gökkuşağı altında kızına destek olan bir babayı like etme tutarsızlığını göstermeyiz belki... yani bir gün belki...

    eve geliyorum. bir şişe açıp sarhoş oluyorum. tüm saldırılar artık bitti umarım derken ve ben sarhoşken duygusal şeyler paylaşıyor. önce ilgilenmiyorum ama sonra duygulanıyorum yazılan çizilen şeylere. aklı başında biri, asla cevap vermezdi bu duruma ama insan sarhoşken zayıflığını da yaşamak istiyor. sonu ölüm olsa da cevap veriyorum yazdıklarına. zaten artık ölmek istiyorum.
    ve beni reddediyor!
    sadece gülümsüyorum.
    tamam. alt edildim. tamam aslında sen istemedin. tamam, ben terk edildim. tamam ben foseptiğim. ibneyim ben. sen kazandın. siz kazandınız. tüm zaferler sizin.

    artık saldırılar biter dimi. alt edildim. ilgilenmiyorum. ama anlamıyorum. saldırılar halen neden var?
    tamam işte alt ettiniz. ben berbat biriyim ve alt etmişken gitsenize. sen de git. kurtuldun benden. insan daha ne ister ki benden kurtulmuşsa...
    yoruldum. birazda türkçe.

    günler geçiyor....

    saldırılar bitmiyor. ,

    sanırım hiç bir zaman alt etmek yenmiş olmanın ya da haklı olmanın doyumunu veremiyor. nerede okumuştum bilemiyorum, emrah serbes hakkındaydı. insan tüm rüzgar arkasında iken bazen yanılgıya düşüyor. arkasına aldığı rüzgarla bir an aslında boşlukta olduğunu unutuyor.
    bu mücadele bir satranç tahtasında duvar matı ile bitti. vezir kale tarafından korunurken şah dendi. şah susunca önce hdp li kadın arkadaş linç etti sonra eski sevgilim...

    ama sormak istiyorum. arkanızda cidden bir kale var mıydı?
    katliamlar aklıma geliyor. bir adam biz arkamızda amerika var diyerek sokağa çıktık diyor. sonra saddam saldırdı. elma kokusundan bahsediyor haberler. bir heykelden. ciğerim yanıyor. nasıl gelebiliyoruz bu hale. nasıl deli olabiliyor bir gücü eline alan. nasıl çıkıyoruz sokağa çocukları aslında hiç düşünmeden. bir çocuk diyor haberler; anne elma kokuyor diye bağırdı...

    kardeşim boş ver diyor. artık iftiraya uğruyorsun. yazmak istediklerini yaz. yazmak istiyorum ama yazmaya devam edebilmek için bu konuyu bitirmeliyim zihnimde.
    arkanızda aslında bir kale yok diye düşünerek yeter artık diyorum içimden.
    kendi kuyruğunu ısıran yılan gibisiniz.
    ve diyorum, uzun bir yola çıkmak istiyorum bir entry ile. entry mi girer gimez bir de sözlükten bazı tanımadığım kimselerce linç ediliyorum. yola çıkmak isteği ile dalga geçiliyor. gözüm bir tane yola çıkmanın, yola çıkmak olduğunu yazan bir entry arıyor. mesela, bu adam şimdi 50 sayfa yazmasın ahahaha diyen bir entry. yok. herkes yolu kendi şiddet dolu yolu olarak algılıyor. cumartesi güzel bir gün diyorum. hazırlanıyorum tüm yaralardan kanamak için bütopanın sayfasına bakıp ve en çok kendi yaramı deşmek istiyorum. bir kurgu kuruyorum kafamda. kanamak cümlesi o şekilde aklıma geliyor. linç edildiğim gün listede bütopan diye biri var. sayfasına yazmış, eğer sonumuz bir ahmet kaya şarkısı gibi olduysa yazık bize. ve eklemiş. hep yenildim. hep denedim....
    aklıma bir ahmet kaya şarkısı geliyor okuyunca.

    ve bu şarkı gibi...

    düşünüyorum.

    hepten suya verdik
    çünkü suyu yoktu
    dizelerinde su nedir?

    ya da yol nedir?
    başka bir şehir bulamazsın demiş biri.
    şehir nedir?

    edebiyat hep haklı hissetmek için bizi savunan cümleler bulma yarışı mıdır?
    yenilmeyi bilmek nedir? daha iyi yenilmek nedir?

    hdpli kadın arkadaş ve içen arkadaş: öncelikle sizlerden her ne olursa olsun olmamanız gereken bir tartışmanın içine sizi de yazdığım için özür dilerim. ama söylemek istiyorum, azınlık haklarını konuşuyorsak eğer ve siz bir kez kendinizi bir şehirde ya da bir olayda daha önce kendinizi azınlık hissettiyseniz, sizin karşınızda o an için azınlık olan kişiye hep talep ettiğiniz gibi adaletli ve ciddiye alan bir yaklaşımla yaklaşmanız gerekmez mi? siz farkında olmasanız da bu gereksiz kavga içinde aranızdaki kürt bendim. entyr mi okudunuz ve hiç bir eleştiriye cevap vermeden beni hep kendinize yapıldığını söylediğiniz için eleştirdiğiniz linç ile yok ettiniz. size kızmıyorum. bildiğiniz yol bu. bir şeyler yazmıştım ve size cevap hakkı doğmuştu siz haber alınca ama mesela;
    azınlık haklarını önemsiyorum ve o gece içilen şaraba ortak olmak istemem iyi niyetliydi. buraya kendi meseleleriniz arasına sıkışık ve aslında beni hiç tanımadan yazmanız hoş değil. dediğiniz eleştirilerin bir kısmına katılsam da yaptığınızı doğru bulmuyorum gibi bir yazı isterdim sizden. ve o gün azınlıktım. azınlıklara saygı göstermenizi isterdim. bir gün anlarız umarım. devrim, bize davrandıkları gibi başkalarına davranmayı reddettiğimiz gün başlayacak.
    ben daha önce kendimi çok azınlık hissettim bir çok konuda. hep dediğim gibi, okumanız şart değil, ama şurada dursun şu entry;
    (bkz: #48811138)

    bu şarkıyı dinledim yıllar sonra ve tüm yaralarımdan kanamak istedim. elimden geldiğince tarafsız yazmaya çalıştım. halen taraflı buluyorsanız insanlığıma verin.

    ama kullandığınız dil ve küfürlü yazmanız ve sonrasında hem bana hem eski sevgilime haddimizi bildirmiş olmanıza da bakarak tahmin ediyorum ki; siz azınlık haklarını da savunmak için değil, kürt milliyetçiliği yapmak için buradaymışsınız gibi bir izlenim doğuyor. kusura bakmayın. ama sonuçta bu benim izlenimim, çok da önemli değil sizin için. siz izmir li olsaydınız ulusalcı olurdunuz. yani bence...

    içen arkadaş; verdiğin resim yapma tepkisini hala orantısız buluyorum. ve bir cevap olarak görmüyorum. ben senden de özür dilerim aslında seni ilgilendirmeyen bir konuya seni istemeden davet ettiğim için ama düşünüyorum da;
    keşke,
    ya bu adam bizi balığa çağırdı, gitmeyince nasıl koyduysa 10 sayfa entry girmiş gibi bir şey deyip geçseydin. ve halen bugün bile artık konu kapandığı, beni alt ettiğin halde benimle uğraşıyor olmana şaşırıyorum. sanırım bizim sorunlarımızla biraz kendi sorunlarından uzaklaştın ya da aslında canın sıkılıyor. bazen bana da oluyor bu hisler ama artık bitti.
    artık o günlerdeki gibi gergin değilim ve o gün hissettiklerimi hissetmiyorum. seninle bir gün karşılaşırsak eminim biz bira içeriz. ama illa bir hıncımı alayım dersen ona da izin vericem ve sana el kaldırmicam. söz. gelebilirsin. istersen sonra yine bira içeriz.

    eski sevgilim: bilmiyorum neden bu kadar didiştik ama ben bugün olsa başka bir yol denemiyor diye düşünmek yerine başka bir yol bilmiyor diye düşünüp seni arardım. biz ilk senemizde güzel zaman geçirdik ve bana karşı çok iyiydin. ben de iyi olmak istedim ama hani sen bir keresinde şanssızız demiştin ya biz için, belkide şanssızdık. ben senden de özür dilerim tüm bu olup biten içinde. ama son olaylarda kendimi haksız hissetmiyorum. biterken bir an geldi ve yine kendimi suçladım. sana yazdım.
    zayıf olmaktan utanmadım. beni manüple etmiştin ve ben pişman ol diye bekledim. vapur yazar arkadaşların dediği gibi yaralarımı abartmadım. senden pişman olmanı isteyemezdim. pişman ol istedim. bir kez, benim de hatam var, adama neler yaptım diye sorgula isterdim. sonra sarılacaktık. bugün olsa seni arayıp belki başka bir dil konuşuyorsundur diye, hadi tövbe edelim derdim. ben pek bilmem bu işleri ama, şansımı denerdim. aklıma gelmedi.
    sen beni iki hafta sonra başka birileriyle birlikte olmakla tehdit ettin. sen hep tehdit ettin. hepsi ve her şey bitti ama son favladığın entry cevap vermek istiyorum. vermek zorundayım. kendim için.

    -evet ben cinsel devrimi halen savunuyorum. kendi kız kardeşimin yaşamına da karışmadım ve bir çok meselede bunun da payı var. mesela minik bir kız uzak akrabalardan gelince böyle gezmeye utanmıyor musun demesin annesine. en basiti...
    -ben hiç bir zaman ot içmedim. hiç bir zaman senden yapılan harcamaların parasını istemedim. her akşam yemek yaptım. alışveriş yaptım. annem sen yokken dondurma almıyor cümlesini söylemek istemezdim ama kendimi savunmak zorundayım.
    - hiç bir zaman(belimin ağrıdığı zamanlar hariç) sevişmeden uyumadık. hatta bana ilk ilişkimiz için her gece eve koşarak geldim ve her gece seviştik ama şefkat hissetmiyordum demiştin. üzülmüştüm. çünkü içim bambaşkaymış. birbirimizi görememişiz. ayrıca sızmış olduğum geceler var ise de, bu bazen saatlerce hazırlıklar için didindiğim ve yorulduğumdan olabilir. eleştirinde olduğu gibi sen ve kızın asla tarhana yemediniz ben varken. kalkan, lagos, köy tavuğu, bayılıyorum dediğin manda yoğurdu hep temin edildi. hiç bir şey senden istenmedi.
    -ben her zaman liberal bir çizgide insan haklarını savundum her sohbetimizde. kommin yaşam bilmem ne. ben böyle şeyler hatırlamıyorum bazen bahsetmiş olsak da. sana levent üzümcü nün paylaştığı bir şiiri diğer tarafın düşünceleriyle dinlediğinde anlam kaybı olmuyor dediğim günü hatırla. farklı düşünüyorum artık demiştin. vs. vs. vs. vs....
    - kusur görenindir diye yazıp çizdin ama, evime iş arkadaşlarımı çağırmaya utanıyorum dediğinde, evini temizle, onlar arkadaşın, evine bakarlarsa bu onların sorunu dedim. bir gece ikinci el ahşap mobilya buldum. gitmeden önce bana satan kişi sanırım muhafazakar, biraz kapalı mı gitsek dediğinde ne dedim? her şey kısmettir ve olmuyorsa daha iyisi olacaktır.
    -ilk bulduğumuz ev için ev sahibi ve emlakçı seni yargıladığında doktoru ve emlakçıyı tersleyip, olmuyorsa olmasın dedim sen üzüldüğünde. ve daha iyisi oldu. bana daha önce bu şekilde korumacı sevilmemişim, anlamadım seni, pardon demedin mi?
    -mobilyaları satan kadında bizi çok sevdi ve her şey sanki planlanmış gibi oldu.. olmadı mı?
    -bu kez geldiğimde kendimce iyi şeyler yapmaya çalıştım ama olmadı. ya da anlaşılamadı.
    kısmet.
    artık ikimiz içinde daha iyisi olacak.

    son olarak;
    beni sözlükte linç eden arkadaşlar,
    sizler aslında satranç tahtasında dahi yoksunuz. size lafım yok bu yüzden.

    bütopan,
    bir ahmet kaya şarkısı oldu sonumuz işte. yazık bize. yazık size. en çok hepimize. keşke yenilseydik yine deneyip sayfanda yazdığı gibi. hatta keşke bir kez yenilseydik bir kez göze alıp. yenilmek hep terk edilmek değil ki biten ilişkilerde.
    yenilmek,
    yenilmek işte.
    hep bilinen yola sadece yenmiş olmak için girmemek.
    ne diyorduk, keşke olmasaydı sonumuz böyle.
    ben bir bok olduğumu hiç gizlemedim ki. hep dedim. bazen bir bok başka bir boku sevmeye niyetleniyor. sonra gelip hep beraber içine sıçıyoruz...

    sevgiyle.

    bu muydu ilk yazdığın entry dedi. evet dedim. siyah bond çantasına bakınca cildime dokundum kılıç için. kavga etmek istemiyorum dedim. başka şişe var mı diye sordu. ortak olmak istiyorum. tabii dedim. var. ortak ol.

    yeniden sözlükte olmana sevindim.
    çantanda bir elma var. elma hakkında yaz. elma kokusu hakkında. konaklar hakkında yaz. büyük ve güçlü konaklar hakkında. yangından sağ çıkan mavi kağıtlar hakkında.
    en çok onlar hakkında yaz. gökyüzü hakkında yaz. gök kuşağı hakkında yaz. aşklar hakkında. seni çok da görev insanı yapmayalım. bazen havuzlar hakkında yaz. masajlar hakkında. deniz hakkında. güneş hakkında...

    biliyor musun bir kadının düğün fotoğrafına bakıp ayrılacağını anlıyorum bazen. bir kadın vardı. tam hayal ettiğini söylediği gibi evlendi başka bir adamla. başka bir kadın sadece at ve gelinlik koymuştu instagrama. bazen bir fotoğrafa bakıp yaşanılan zaman dilimi kim için aslında sadece bir fotoğraf oluyor diye sorguluyabiliyorum.
    o bir boğaz manzarasında kısa bir gelinlikle ve hep hayal ettiği saç modeliyle gülümsüyor... bazı insanlar hep aynı objektiflerde.
    eski eski eski eski sevgilimi de stalkladım geçen günlerde. uzun zamandır bir şey paylaşmıyor. hesabı kapalı ama hiç bir şey paylaşmıyor. umarım o da iyidir. mavi gözler umarım hep iyidir ama değiller. görebiliyorum. keşke görmesem...

    ankara umarım sen de iyisindir.

    biliyor musun elma kokusu, o gün köyünüze dönün sosyalleşemiyorsanız demen çok küçük ve saçma bir saldırı idi. bir de parayı düşündüğümü söylemen...
    bu tip saldırılara cevap vermek hep çok kolay ama sonu saçma. benim köyüm ya da köylü perdelerim yok ve zaten olsun da isterdim. yazdım bir kaç entry de köyleri sevdiğimi. ya da sana konu para ise başka bir adam için ''kızın patateslerini yedi'' diye tweet atan ben miyim diye sorsam... ıııımmmmh, bunlar çok saçma. bizi hiç bir yere götürmez.
    ve zaten konu siz değildiniz ki...

    elma kokusu;
    eskiden, yani iş yerim varken bir fotoğraf vardı duvarda. aile fotoğrafı. babam en önde. ben arkada. zorla gülümsüyoruz. babam oldukça huysuzdu o gün. istemediği bir şey yapıyordu sanırım. benim için. olmadığımız gibi görünmek mi istiyordum, o fotoğrafta ki gibi mi olalım istiyordum bilmiyorum. bir aile fotoğrafı var duvarda. iş yerimde duvarda.
    yıllar sonra babam ölünce kırdım attım o fotoğrafı. psikiyatrist arkadaşlarım haklıydı. o fotoğraf halen babamın ya da hep olmasını istediğim manzaranın gözüne girme çabasıydı. sevilme çabamdı. kırdım attım o fotoğrafı. ben zaten seviliyordum. istediğim gibi olmasa da seviliyordum.
    giderken tüm entry lerini silmişsin bulgur pilavı seven yazar gibi. iki entry bırakmışsın sadece ailen hakkında. duvarda asılı bir aile fotoğrafı gibi. umarım senin psikolojin benimki gibi değildir. ama bir sorgula isterim. kır at isterim tüm duvarda duran portreleri...

    sakallı seni seviyor. çok hem de. yani bence. geçen gün bir havuzun başından fotoğraf paylaşmışsın ve o da dağılsın kalbin demiş. öl hatta orda...
    içim cız etti nedense.
    seni neden seviyor?
    öylesine. bir nedeni yok.
    hep boka battığını düşündüğü yaşamında güzel bir elma kokusu olsun istiyor. hepsi bu. ölmeyi umursamıyor ki. o bir intihar bombacısı ertesi sabah hayata dönebilen ve senin için tüm şehri bombalar eğer istersen. ama işte, tüm şehir ölünce sen kimi öldüreceksin havuz kenarından bir pırıltı ile. bazı sevgiler hep mi çıkmaz sokak olmak zorunda? bir şehir ölmek zorunda mı bir aşk için ya da bir havuz kenarından bir elma kokusu düşmeli mi sigara dumanı gibi günün içine.
    ama sanki birbirinizi bekliyorsunuz. bekleyin. kim korkar beklemekten. herkesin bekleme şekli başka. yeter ki öldürmeyin ölmeden. yeter ki geçmişi salça yapmayın kan lekesi ekmeklerimizle. geçmişi önemseyin. yaşanılanları önemseyin.
    dedim ya,
    bizler aynı bahçenin çocuklarıyız. hep birbirimizle oynamak isterken hep kavga eden.
    bizi öldüremezler. bedenimize biri ateş eder ya da bir bıçakla oyar içimizi ama biliriz ki beynimiz yıllar önce dağılmış. bizi kimse kafamızdan vuramaz artık.
    bir ölü tekrar tekrar kaç kez ölebilir?
    (bkz: #63302755)
    okumasan da olur demiş miydim?

    azınlık haklarını tekrar gözden geçir. baktığın yönü ve savaştığın cepheyi tekrar gözden geçir. sakallıya halen konuşuyorsan söyle, ataerkil düşüncelerini gözden geçirsin. bir kadını neden evine taaaa bakırköy e bırakma ihtiyacı duyuyor. neden her başlangıçta önce köye uğruyor? bunları düşünsün. kimse ona saldırmadı ya da bir şey demeye çalışmadı o bana saldırmış olsa da. bunlar koparılabilecek küçük dallar. sen de, o da, ben de, bütopan da, ve herkes daha iyiye evrilsin. geçen bir tweet görmüştüm. eskisinden öl diyordu tweet. hepimiz ölelim. kendimizi öldürebiliriz. başka biri olmak ne ki? bir şehri bombalarız ya da esen rüzgarla bir elma kokusu salarız semalara. bir sniper ile sokak lambasını vurup sabah oluruz gecelere.
    ama birbirimizi öldüremeyiz.

    elma kokusu;
    sonunda en çok ne zaman sevildim ya da en çok ne canımı yaktı diye soruyor insan sonunda.
    bana bir gün telefon açıp ona aldığım elbiseyi giydiğini söylüyor kardeşinin düğününde. yüzü güleç. babası çok beğenmiş elbiseyi. hep böyle görmek istedim seni mi ne, güzel bir şey söylemiş. o gün çok sevdi beni o elbise ile. ses tonu yeterdi...

    elma kokusu;
    beni de özlediğini yazsın isterdim günlüklere. kaç kez sordum bir gün. hiç özlememiş.
    bir adam var onu sömüren bir kaç haftalık. onu özlüyorum demiş. biliyorum onaylanmayı özlüyor yalan da olsa ama insan kendisininde özlendiğini görmek istiyor sarı soluk sayfalarda. beraber yapılan tüm kahvaltılar, tüm ölerek sevişilmiş geceler, tüm çay buharı dolu mutfak sonrası birbirine bakan gözler, tüm yemekler, tüm pazar alışverişleri sonrası bir cümlede benim de adım geçemez miydi?
    canımı sanırım en çok bu yaktı.
    artık önemi yok.

    elma kokusu;
    geçen gün nuri bilge ceylan ın son filmini izledim. ahlat ağaçları hakkındaydı. bizi bize armağan edenler ve bizler hakkında. filmdeki bir kaç sahne bana ahlat ağacı davranışı gibi gelmedi. eleştirdim. eleştirim, sevgimdir.
    bütopan olsa kendini asardı o köfte sahnesinde dedim kendime cebinde taşıdığı bir iple. ben olsam içip şizofreni olurdum. o bir delikanlı bulup ağlayarak sevişirdi çığlık dolu odalarda duvarlara kafasını vura vura. sakallı ziyan olmasın diye akşamdan içip kustuğu şarabı yalardı tekrar sarhoş olmak için. sen olsan köyün suyuna zehir katardın hepimiz ölelim diye. filmdeki ahlat ağacı denen adam başka bir ottu bir ağacı kemiren. ya da ben çok şey bekledim filmden. bilemedim.

    traş bıçakları ve aynalar sohbet etmek için değildir.
    aynaya bakmak içindir.
    duvarları yıkmak için.
    hep etkiledi beni duvarların yıkılışı.
    bir şarkı var zihnimde.
    söylesene biz bu klipte hangi tarafın askerleriysek daha iyi?

    bence konserlere gitmeliyiz duvarlar yıkılsın diye şarkı söyleyen...
    traş olmalıyız aynalardan korkmadan.

    köpek dostlarımızla köpekleşen yüzlerimizi kabul edip sevdikten sonra koştururken,
    on beş yıldır insana ihtiyaç duymamak için değil,
    insanları da sevmek için.
    kendimizi sevmek için.

    not: sizinle tekrar asla kavga etmeyeceğim. bu konulardan yaşlandım.
    artık birbirimize çarpa çarpa az da olsa sevmeyi öğrenebilmişsek birbirimizi,
    biliyorum ki bir gün tekrar karşılaşacağız bir masada.
    yalnız olsak da yan yana oturacağız.
    tansiyon veya şeker olacak konu. ya da benim psikozum.
    sevgiyle bakacağız yanımızda olmayan aynı bahçenin beyninden vurulmuş tüm çocuklarına.
    korku trenlerinlerinden bahsedeceğiz.
    bizler aynı bahçenin çocuklarıyız.
    biz hiç korkmadık.
    çünkü çok korkutulduk ilk öldüğümüzde fil derisi inerken gözlerimize odalarda.

    elma kokusu;
    hep sözlüğe yaz.
    sevgiyle.
  • yazma isteğim çoğu zaman çok fazla, ama zaman zaman nereden başlayacağımı bilememem benim yazmama engel olan ana konu, bu durumu aştığım zaman yazmak istediğim düşüncelerimi dışarı aktarabileceğimi düşünüyorum ...
  • düşünceleri beynine sığmayan, benim gibilerin her daim hissiyatını yaşadığı durum.

    yazmak aslında bir haykırış, hayata karşı bir duruştur. kimi zaman en acımasız eleştiri iken, kimi zaman sevgi ve saygının ta kendisidir.
  • ilk önce aklınızda sıralamaya başlarsınız kelimeleri,
    düşündükçe bir sonraki anlamı
    takip eder gerisi

    düşüncede kalsın istemezsin,
    araçtan bağımsız bir yere aktarmak istersin
    bir de bakmışsın ki düşüncelerin sel oluyor, akıyor

    hangisini anlatacağını bilemez hale gelirsin
    sonunda da önünde boş bir sayfa ile kalırsın başbaşa...
hesabın var mı? giriş yap