• bilmiyorum teknik olarak bu semsiye terimin icine girer mi ama halihazirda belirtilmis olan turlerine ek olarak soyle bir acilimi da var: cahil ve basit olmaktan sapikca bir zevk almak, bundan ovunmek.

    tabii bu biraz genel oldu, su anda aklimda olan baglam spesifik olarak kulluk kavramiyla ilgili, din cercevesinde yani. hangi dinin oldugu onemli degil, ben daha ziyade hristiyan fundamentalistlerin ilgili retoriklerine sahit olmustum ama sanmiyorum ki diger kulturlerde de farkli olsun. bunlar ne zaman bilimle catissalar ayni sumsukluge basvuruyorlar, adim adim soyle gelisiyor bu:

    1) bakin dunya ne kadar guzel, butun canlilar sahane bir dogal sistemde uyum icindeler (tarihteki tum canli turlerinin yuzde 99.999unun yokoldugu bir uyum)
    2) evren ne inanilmaz, ne kadar harika bir duzen var (halbuki duzen muzen yok, herseyin birbirine girmesini gecelim evrenin kendisi bile hizlanarak genisliyor)
    3) bunlara bizim aklimiz ermez, zaten bu mukemmelligi sorgulamamiz cok kendini begenmisce olur
    4) dolayisiyla en onemli erdem basitliktir; zaten ben de pek derin veya kompleks sayilmam
    5) cunku cok dusunursem suphe duyarim, aklim karisir, o da seytan isidir, vs

    gunluk hayatta da orada burada rastlariz bazi insanlara, ne bileyim bilgisayar bilmediklerini cumle aleme ifsa ederler, insan beyni konusunda hicbir sey anlamadiklarini/dusunmediklerini neredeyse ovunurmuscesine soylerler falan fesmekan. laf arasinda gecen masum seyler bildigin. fakat iste bunun bir adim otesinde, bu mantiktaki insanlari alip endoktrine ettigin zaman (yani bir doktrinin egitiminden gecirdigin zaman), bilgisizlikten,meraksizliktan,sorgulama korkusundan ovunc duyan bu sapik mantik laf arasinda boy gostermekten cikiyor, insanin dusunsel yasaminin merkezine oturabiliyor.

    o yuzden, ormanda yasayan pigmeleri degil elbet ama imkani ve gormus gecirmisligi oldugu halde salakligindan ve basitliginden gurur duyan insanlara eskisi kadar hosgoru gosteremiyorum, bunlari sirinlik olarak goremiyorum.
  • anti entelektüelizmin elbette farklı formları ve bu formların belki farklı dinamikleri var, ama özellikle "vatanından/milletinden/dininden/mukaddesatından kopuk entelektüel" tiplemesine duyulan öfke, aslında bir hayıflanma, bir iç çekme barındırıyor, bunun üstünde durmak lazım.

    mesela hem dindar muhafazakarlık, hem de ulusalcılık gibi seküler muhafazakarlık formları, boğaziçi gibi ülkenin önde gelen, dünya standartlarına yakın olma çabası içindeki belli başlı üniversitelerine karşı evvelden beri takındıkları olumsuz tutumda gayet uzlaşıyor. sebebi, muhafazakarlığın entelektüel faaliyete, ve bu faaliyet sonucu gelişebilecek entelektüel tekamüle ilişkin tasavvurunda saklı.

    yanlış hatırlamıyorsam schopenhauer diyordu: "felsefe, sorun olarak görülmeyen şeyleri sorun haline getirmektir." kanaatimce felsefeye ilişkin yapılabilecek en güzel tanım budur. bilimin, felsefenin, bir bütün olarak entelektüel faaliyetin başlıca derdi budur. dolayısıyla entelektüel, toplumun bütün sorgulanmayan hakikatlerini, kutsallarını kaçınılmaz bir şekilde masaya yatıran ve tartışmaya cüret eden kişidir.

    muhafazakar ise, ortada önden verili, sabit, hazır reçete olarak sunulmuş bir hakikati elinde tuttuğuna inanan kişidir. bilimsel yöntemle elde edilmemiş, yalnızca atalardan tevarüs edilen, öğrenilen, duygularla yoğrulmuş bu hakikatin tartışılacak, sorgulanacak bir tarafı yoktur; o sadece muhafaza edilmeli ve savunulmalıdır. tartışmanın, münazaranın amacı, olsa olsa bu hakikati savunmak, karşısında duranları ikna etmek olabilir. yani bu bakış açısından, "tartışma" denen şey bir retorik savaşından ibarettir; tartışmanın amacı karşılıklı bir şeyler öğrenmek, bir şeyleri birlikte sorgulamak, ortak bir hakikate varmaya çalışmak olamaz, yalnızca kendi hakikatini sonuna kadar savunmak olabilir. dolayısıyla "cehalet" denen şey de bir retorik güçsüzlükten ibarettir aslında; entelektüel, olsa olsa ağzı daha iyi laf yapan kişidir.

    evet biz haklıyız, hakikati elimizde tutuyoruz, ama tek sorunumuz özümüzden uzaklaşmak, ve cehaletimizden dolayı kendimizi iyi savunamamak. sen bakma geride olduğumuza, ezildiğimize, aslında kurtuluş da kendi özümüzde saklı, biz ona bir sarılsak, onu bir iyice öğrensek, kendimizi de daha iyi savunacağız, bizi aşağılayan batıya haddini bildireceğiz. ama işte cahiliz maalesef, sahip olduğumuz hakikati iyi savunamıyoruz o yüzden, istiyoruz ki oğlumuz kızımız okusun, o bizden daha iyi, daha cafcaflı, daha iddialı, daha tumturaklı ve ağdalı bir dille, daha kendinden emin bir şekilde bizi savunsun, muarızlarımızı alt etsin, bizim değerlerimizi gavura karşı müdafaa etsin.

    ama o da ne, evladımız okudukça bizden uzaklaşıyor? gavurun ağzından konuşmaya, gavurla aynı kavramları kullanmaya başlıyor, gavurun sahip olduğu hadsizlik ve pervasızlıkla bizim kutsal değerlerimizi masaya yatırıp tartışmaya kalkışıyor, gavurla bir olup üstümüze geliyor? yumurta çıktığı kabuğunu beğenmiyor, vatan millet din iman elden gidiyor? demek ki yanlış şeyler okuyor hep, demek ki gavurlar ele geçirmiş bu okulları da, gençliğin imanını sorularla çalıyorlar :(

    halbuse ne kadar okusa da, dönüp dolaşıp bizimle aynı fikre gelmeliydi, yıllarca araştırıp edip sonunda yine bizim hakikatimize varmalıydı, bizim gibi milliyetçi/muhafazakar olmalı, tarihe, siyasete, dünyaya bizim gibi bakmalı, gavura karşı bizi temsil etmeli, bizi savunmalıydı.

    yani muhafazakarlık ciddi ciddi bunu bekliyor, okudukça kendisinden uzaklaşan gençlere bakıp, yahu niye okuyanlar benden uzaklaşıyor diye kendisine dönüp hiç şüpheyle bakmıyor, kendisinin doğruluğundan, haklılığından hiçbir zaman şüpheye düşmüyor, aksini düşünmesi mümkün değil, çünkü bu "demek benim durduğum yer ile, muhafazakarlıkta, milliyetçilikte sebat eden bu sarsılmaz duruşum ile, cehalet arasında bir ilişki var" çıkarımını yapmaya zorlayacak kaçınılmaz bir şekilde. elbette bunu kabul etmesi mümkün değil, o yüzden "aa tüh bunu okuttuk o kadar ama bak bu da onlardan oldu" diye sürekli saf değiştirip kendisine ihanet eden entelektüellere kin duyacak, sürekli sırtından hançerlendiğine inanacak.

    çünkü ona göre, hakikat oturup okuyarak, düşünerek, araştırarak, deney ve gözlem yaparak, tez ve antitez geliştirerek, karşındakini ikna etmek için değil gerçekten de yeni bir şeyler öğrenme ve birlikte sorgulama amacıyla tartışarak, kendini doğrulamak için değil bilakis yanlışlamak için araştırarak, sadece kendi lehine olan delillere değil kendi aleyhine olan delillere ulaşmaya çabalayarak, ulaşılabilecek bir şey değildir. hakikat sabittir, verilidir, elimizdedir. daha fazla okuyarak, düşünerek, sorgulayarak elde edilebilecek başka bir hakikat yoktur; okumanın amacı olsa olsa elimizdeki hakikatleri daha iyi kavramak ve daha iyi savunmak olmalıdır. anti entelektüelizm tam da burada başlar zaten, entelektüel faaliyetin kendisi bizatihi anlamsızlaştırılır, yapılması gereken elimizdeki hakikati savunmaktır, dinimizi, milletimizi, ülkemizin çıkarlarını savunmaktır, tarihe, bütün sosyal bilimlere bu gözle bakmaktır. ama evladımız okudukça bu değerlerden uzaklaşır, kutsallarımızı masaya yatırıp tartışmaya başlar, bize sırtını döner. öyleyse bu okulları fethetmeli, gavurun zihniyetinden kurtarıp kendi bayrağımızı dikmeliyiz.

    evet, istiyor ki evladı yıllarca okusun, ama hiç değişmesin, kendisiyle aynı kafada kalsın, aynı cehaleti savunsun, dünyaya aynı gözle baksın, aynı milliyetçi mukaddesatçı ruh halini hep muhafaza etsin, aynı hamaseti daha edebi bir dille, daha retorik bir güçle müdafaa etsin. ama işte sürekli elinden kayıp gidiyor okuyan gençler, suyu avuçlarına hapsetmek istiyor, yumruğunu sıkarak suyu tutmaya çalışıyor, bunun mümkün olmadığını bir türlü kabullenemiyor.

    o okulları fethederek, bayrağını dikerek, bütün akademik kadroyu dağıtıp kendi kafasındakileri yerleştirerek, bütün özgürlükçü geleneğini yıkıp muhafakazar sınırlara hapsederek, kendisi gibi düşünen "entelektüel"ler yetiştiremeyeceğini, olsa olsa o okulları da çölleştirip kendi kafasındaki gibi militan cahiller üreten yüzlerce okulun seviyesine indireceğini bir türlü idrak edemiyor. kısmet.
  • bilgisizliğe sempati duymak ve akılcılığı reddetmektir. en büyük darbelerini modern tıbba, küresel ısınmanın engellenmesine ve demokratik sistemlere vurmaktadır.

    anti-entelektüelizmden söz edebilmemiz için öncelikle edinilmiş bilgilerin epistemolojik değerlerini ve entelektüellere karşı geliştirilmiş olan psikolojik aksülamelleri tanımlayabilmemiz gerekir.

    pseudoscience ve bilimi ayıramama kaynaklı anti-entelektüelizm, epistemolojik karmaşalardan kaynaklanır. bir insanın etiket sahibi olması, elbette onu aliyülala bir şahıs yapmaz. dünya tarihi, lobotomi faciasını görmüşken böyle bir garanti verilemez, septisizm abartıya kaçmadığı sürece sağlıksız değil sağlıklıdır. lakin komplo teorilerine gereğinden fazla yatkın olmak alerjik reaksiyonlara benzeyen bir durumdur: kişi gösterdiği tepki ile aslında kendi sağlığına zarar vermektedir.

    bugün alternatif tıp propagandasını, madonna, tom cruise, gwyneth paltrow gibi isimler yapmaktadır ve bu insanların ortak özellikleri şudur:

    - beyanlarının doğruluğunu test etme zahmetine girişmeden milyarlara ulaşabilirler. ortalık zaten kendisini ünlülerin yaşamlarını ve düşüncelerini takip etmeye adayan fanatiklerle doludur.

    - önerdikleri remediler ilaç olmadığından, farmakodinamik veya farmakokinetik ile ilgili problemlerden sorumlu değildirler.

    tom cruise hayranı, tom cruise'un ortaya attığı bir safsatayı, gwyneth paltrow hayranı ise gwyneth paltrow'un un ortaya attığı başka bir safsatayı dinleyecektir.

    şüphe yoktur ki martin shkreli olayının farmasötik sektörüne ve tıp yöntemlerine karşı alınan tavırda payı büyük olmuştur. lakin bir yerde refah devleti ve vahşi kapitalizm arasındaki balansın sağlanamamış olması, sağlığın bir temel insan hakkı değil, bir lüks olarak algılanması ile modern tıbbın diğer yöntemlere karşı bilimsel üstünlüğü birbirinden bağımsız düşünülmesi icap eden konulardır. ikisi farklı problemlerdir, farklı problemlerin de farklı çözümleri olur.

    "kansere çare bulundu da bizden gizleniyor." gibi iddialar alelekser karşılaşılan anti-entelektüelizm göstergeleridir, burada yalnızca kanser tiplerinin patofizyolojilerini bilmemekten kaynaklanan bir cehaletten fazlası vardır: insanlar ilaç sektörüne olan güvenlerini tamamen yitirmişlerdir. artık eğitimli olduğu hâlde meditasyonun ve bitki çayının her derda deva olabileceğine inanan bir kitle vardır. çünkü ilaçlar pahalı ve "kimyasal"dır. (homo sapiens periyodik cetvelde yer alan elementlerden oluşan bir organizma değildir(!) tabii)

    anti-meritokratik anti-entelektüelizm entelektüellerin halkçılıktan uzak zengin elitler olarak algılanmalarından beslenir. faraza, amerikan kapitalizmindeki bill gates gibi figürlerin, havsalanıza sığmayan bir antipati eşliğinde sosyoelit paris hilton gibi figürlerle aynı kefeye konduğunu görürseniz, karşı karşıya olduğunuz vaziyetin bu olduğu söylenebilir. hatta entelektüel figürler futbolculardan, mankenlerden daha çok antipati toplayabilirler.

    bu tür bir anti-kapitalist anti-entelektüelizmde bill gates'in medicare karşıtı politikacılarla aynı siyasi görüşü paylaşmamasının, miras karşıtlığının veya kimsenin umursamadığı global iklim değişikliği üzerine kafa yormasının bir önemi kalmaz çünkü insan beyninin "tümevarım" dediğimiz bir özelliği vardır. dünya genelinde; liberal ekonomi savunucusu entelektüeller, zaman zaman kapitalizm kökenli anti-entelektüelizm dediğimiz yangına körükle gidebilirler.

    slavoj zizek'in de sık sık söylediği gibi: donald trump tüm kötülüklerin babası olan bir hastalık değildir, yalnızca daha derinlerdeki bir hastalığın bir semptomudur. oy vermeye indirgenen bir demokrasi anlayışında tür problemlerin ortaya çıkacağı bundan yıllar evvel tocqueville tarafından dile getirilmiştir. tocqueville haklıdır da, zira günümüz demokrasilerinden bazıları(?), siyasete ilgisini tamamen kaybetmiş, siyasi tartışmaları sıkıcı olarak gören entelektüellere de, çoğunluğun tiranlığına da ev sahipliği yapmaktadır.

    dezavantajlı kesimlerin sosyal sistemlerde bulamadıkları avantajları çoğunluğun tiranlığında aramaları, liyakat ilkesinin daha çok zedelenmesi, "okumakla adam olunmaz." gibi cümlelerle kendisini gösterecek ekstrem bir meritokrasi korkusu, entelektüelin içine çekildiği yaşam stili ve eğitim sistemi değişmediği sürece kaçınılmazdır.

    küresel ısınmanın reddi de tam olarak burada filizlenmektedir. küresel ısınmayı reddeden kişi lisede aşmış olması gereken bazı epistemolojik karmaşaları aşamamış olabilir, sanayiye bağlı bir sektörde çalışıyor olabilir. kendisine müstehzi bir üslupla yaklaşan ağaç sevdalısı hippi profilinden hoşlanmaması veya değişime bir katkıda bulunmaya gücü yetmeyeceği için inkâr psikolojisine kapılması onu nasa'ya dair bir komplo teorisi üretmeye kadar götürebilir.

    anti-entelektüelizmin tek bir formu yoktur, bambaşka endişelerle ortaya çıkabilir ve çok boyutludur. fakat sebep her ne olursa olsun, dirayetli olana septik yaklaşayım derken bilginin kendisine düşman olmak akılcı bir tutum olamaz.
  • ikiye ayırmak (hatta üçe beşe ayırmak da) mümkündür. en etkili olan birinci kesim, gerçek iktidarın ve resmi görüşün rahat ve konforlu cephesinden konuşan köşe yazarları ve yarı aydınlardır. genegeçer kabullere ve resmi politikalara karşı argümanlar geliştiren entelektüelleri harcama operasyonu, toplumda da geniş kabul gören "entel bunlar, dediklerinden hiçbir şey anlaşılmıyor, zaten hayal dünyasında yaşar bunlar ve reel politikten habersizdir" önkabulune yaslanarak "kelle alma" biçiminde gerçekleşir. genel olarak da başarıya ulaşır. bu operasyona karşı çıkan cılız sesler de ülkedeki genelgeçer havanın (bkz: medya) da yardımıyla kolayca bastırılır. diğer az önce de tarif etmeye çalıştığımız kesim de toplumdaki entelektüel düşmanlığından bilerek ya da bilmeyerek ilham alır. bu noktada önemli olan tabii şudur: burada karikatürize edilmiş entel tiplemesi epey yardıma koşar. kendini entelektüel gibi gören ve göstermeye çalışan bu tipler, "bilgi güçtür" safsatasından yola çıkarak ellerindeki bilgi kırıntılarını toplum üzerinde manevi bir iktidar kurmaya harcayarak kendilerini komik duruma düşürür. bu hıyarca tutumdan da gaz alan "yeni bilgiden rahatsız olmuş" toplum, kendince bir anti entelektüelizm geliştirerek durumu tamamen karikatürize eder ve rahatlar. bildiği sularda kulaç atmanın huzuruna erişir.
  • italyan ve alman fasizminin en belirgin ozelliklerindendir. hitler “bir enerjik adam konusmaktan baska birsey bilmeyen binlerce entellektuel gevezeden degerlidir benim gozumde.” der. mussolini ise “bazilari beyinleri ile dusunuyormus, biz ise kanimizla.” diyerek entellektueller konusundaki hislerini saklamaz. onlara gore bazi seyler tartisma disidir. insanlar kucuk beyinleri ile ilahi meseleler hakkinda gorus belirtmeye nasil curet ederler. onlari yargilayacak olan “universite hocalari degil, politikalarini takip eden yuzyillar olacaktir.”
  • (bkz: ertuğrul özkök)
    (bkz: fatih altaylı)
    (bkz: hıncal uluç)
    (bkz: emin çölaşan)
    (bkz: oktay ekşi)
    (bkz: hasan pulur)
    (bkz: engin ardıç)
    (bkz: daha gider bu)

    genel olarak muhafazakarlığa ve faşizme özgü bir bakış açısıdır, yerleşik düşüncelerin sarsılmasından duyulan içgüdüsel tedirginlikle alakalıdır.
  • tanımlamak için öncesinde entelektüel kavramı üzerinde mutabık kalınmasını gerektiren sosyopolitik ve belki de psikososyal bir haleti ruhiyedir.

    entelektüel birçok farklı tanımı yapılabilecek olan bir kavramdır. bu sizin tanımı yaparken konumlandığınız yeri de göstermesi açısından mühimdir. mesela bilgi üretebilen kişidir diye tanımlamayı deneyelim.

    entelektüel bilgi üretebilen kişi olarak tanımlandığı zaman uzmanlaşma süreçlerinden geçerek kazanılmış ve meslekî olarak kullanılan bilginin kişiyi entelektüel yapmadığı sonucuna varırız. mesela tıp eğitimi aldıktan sonra aile hekimi olarak çalışan bir doktor uzmanlaşma ile kazanılmış bilgisini kullanır fakat bilgi üretmez. bu nedenle bu kişiyi entelektüel yapmaya yetmez.

    başka bir tanıma göre ise entelektüel en az bir alanda bilimsel çalışmaları olan ama eğitimini aldığı disiplin dışındaki alanlardan en az birine bir şekilde merak duyan kişi olarak da tanımlanabilir. yanlış hatırlamıyorsam ilber ortaylı bu tanımı kullanmıştı.

    bu durumda, herhangi bir alanda çok fazla eğitim aldıktan sonra onlarca makale yayınlamış bir akademisyenin bilgi ürettiğini kabul edebiliriz. öte yandan bu insanın başka alanlarda herhangi bir entelektüel merak gelişimi yoksa bu tanıma göre entelektüel olarak da tanımlanamaz. halbuki bilgi üretebilen kişi olarak tanımlandığında bu kişi entelektüel olarak tanımlanabilir.

    arapça ışık anlamına gelen tenvir kökünden neşet etmiş münevver ve güncel karşılığı olan aydın ve latincede intellectus yani anlama yeteneği, namı diğer istidat-ı idrak, olan karşılıkları aslında entelektüel tanımı üzerine de çok başka sosyal konumlanmaların payı olduğunu söyler.

    dolayısıyla entelektüel tanımı üzerinde açıkçası keskin bir konsensüs olmadığını kabul etmekle beraber ben bilgi üretebilme becerisine ek olarak farklı disiplinlerde amatör merak ve yüksek bir bilgi işleyebilme hızına sahip insan tanımı üzerinden anti entelektüelizm kavramına değinmek istiyorum.

    kavram genel olarak toplumun bir kısmının ya da kahir ekseriyetinin alanında uzman kişilere karşı duyduğu güvensizlik ve/veya düşmanlık olarak tanımlanabilir. bu durumda bir toplumda bunun kendine nasıl koşullarda bir zemin bulabileceği üzerine kafa yormak faydalı olacaktır.

    öncelikle en temel şart tabana yayılamamış bir refah dağıtımına sahip bir toplum yapısıdır. modernleşme hareketlerinin merkezinde yer alan toplumlara nazaran modernleşme hareketlerinin çeperinde kalmış toplumlarda bu nedenle daha sık görülmesi mümkündür. bu tarz ülkelere türkiye güzel bir örnektir.

    öte yandan bir toplumda refah üretiminin maksimize olduğu koşullar ile refah dağıtımının optimize olduğu koşullar arasında farklar vardır. bu noktada aslında gelir dağılımı eşitsizliğiyle refah dağıtımının eşitsizliği arasında belirgin de bir fark vardır.

    insanların mutluluğu hayatlarının iyiye gittiğini düşündükleri sürece artmaya meyillidir. burada esas olan nokta kişinin hayatının iyiye gittiğini düşünmesidir, iktisadî olarak iyiye gitmesi bunun için her zaman şart değildir. muhtelif kitle iletişim araçları da zaten bu amaca hizmet etmek üzere sıklıkla kullanılmaktadır ama her zaman yetmeyebilir.

    muhtelif faturalarınızı ödeyemediğiniz pek de düzgün olmayan bir semtte oturduğunu düşünün. her gün toplu taşımayla işe gitmek zorunda olduğunuzu da ekleyelim. sizden daha iyi şartlarda yaşayan onlarca insanın olduğunu bilmek içinde bulunduğunuz durumdan mutsuz olmanıza yol açar. dolayısıyla refahın tabana yayılma süreci burada devreye girer.

    hayatınızın iyiye gitmediğini düşünmeniz için daha iyi hayatların olduğuna şahit olmanız gerekir. bu nedenle gelirin eşitsiz dağıtımından ziyade refahın eşitsiz dağıtımı çok daha ciddi sosyal tansiyonlara gebedir. çünkü belirli bir gelir seviyesinin üzerine çıktıktan sonra refahınızı iyileştirecek adımlar sosyal tansiyon yaratma potansiyelini kaybetmeye başlar. sanırım refahın eşitsiz dağıtımıyla, gelirin eşitsiz dağıtımı arasındaki farkı açıklayabilmişimdir.

    refahın maksimize olmasıyla optimize olması arasında ise başka bir fark var. refah üretimi dediğimiz şey aslında iktisadî bir eylem sonrasına ortaya çıkacak olan sonucun yaratabileceği toplam talep ile ölçülebilir. bir maden işçisinin çıkaracağı demir cevheri sadece ham madde talebi olan şirketler için bir anlam ihtiva eder. öte yandan o madenin kullanılacağı akıllı telefonu almak isteyen onlarca insan vardır. bu anlamda refah ile katma değer arasında bir ilişki de bulunur.

    günümüzde refah üretmek için bilgi üretmek yani mühendislik gerekir. çünkü pozitif bilimlerde bilgi ancak keşfedilebilir. yerçekimi newton'un kafasına elma düşmeden önce de vardı, ha keza termodinamik biliminin kanunları da. mühendislikte ise bilgi üretilir. üretilen bilgi de, daha doğrusu üretilebilen bilgi de iktisadî bir değer taşır. içten yanmalı motorun iktisadî değer taşıması buna bir örnektir.

    refah/bilgi üretmek içinse günümüzde çok ciddi yatırım harcamaları gerekir. bunun temel nedeni kümülatif şekilde artan bilgi birikiminin giderek yeni uzmanlaşma süreçleri gerektirmesidir. bilgi üretimi için nitelikli emek ile nitelikli sermayeyi buluşturmak elzemdir.

    bu noktada kaynakların tahsisi üzerine verilecek olan karar refahın toplum sathına optimizasyonu ile refahın üretiminin maksimizasyonu arasında bir fark yaratır. modernleşmenin ister merkezinde yer alın, isterse çeperinde bu bir vakıadır. mesela abd refahın maksimizasyonu ile ilerlemeyi tercih etmiştir. bu yüzden keskin bir refah farkına maruz kalan onlarca insan trump gibi bir deliyi başkan seçmeyi tercih etmiştir.

    mesela türkiye özelinde de hep katma değer yoğun teknolojiler yerine inşaat üzerine yatırım tercihlerinin şekillenmesi kalkınmacı iktisat mahfillerinde eleştirilir. basit bir ekonomi politik okuması yapan birisi bunun mümkün olmayacağını görür. islamî cenahı merkezine alarak iktidarın merkezine yürüyen bir çeper, yüksek katma değerli üretim yoğun alanları merkezine alacak bir yatırım politikası güttüğü durumda bundan kendi seçmen tabanının faydalanamayacağı aşikardır. siyaset bir yerde de kaynakların dağıtımı üzerine bir ikna üretme mekanizması olduğuna göre bunda şaşılacak bir şey de yoktur.

    bu bağlamda anti entelektüelizm için gereken temel toplumsal şartların keskin bir refah gradyanı olduğunu belirtmekte bir beis olmadığı kanaatindeyim. toplumsal olarak bu refah gradyanının oluşumunu tesis eden ekonomi-politik kaynak dağıtım mekanizmaları ise farklılık teşkil edebilirler. abd ve türkiye örnekleri de buna güzel bir örnektir.

    sosyal devlet olmak yerine kapitalist devlet ve refah maksimizasyonunu önceleyen abd, insanların doğuştan gelen yetenek farkları ve çalışma motivasyonları nedeniyle yıllar içinde keskin bir refah gradyanına sahip toplumsal yapı yaratmıştır. türkiye ise modernleşme hareketlerinin çeperinde kalması nedeniyle geç sanayileşebilmiş ve refahı tabana yaymayı başaramamıştır. bu nedenle geniş toplum kitleleri arasında yüksek bir kültürel farklılaşma süreci neşet etmiştir.

    vatandaşları kendilerini dışlanmış hissettikçe daha doğrusu kendilerinden daha müreffeh toplum kesimleriyle aralarındaki kültürel farkı da gördükçe önce siyasal olarak örgütlenmiş ve daha sonra da iktidarın merkezine yürüme sürecine başlamıştır. 1994 belediye seçimleri bunun miladı olarak değerlendirilebilir. tabana yayılamamış refahın toplumsal rıza üretme mekanizmaları üzerinde bilgi üretimi ile refah üretimi arasındaki kabulü koparması sonucunda anti entelektüelizm türkiye'de mukim bir yapı haline gelmiştir.

    ezcümle, anti entelektüelizm bilgi üreten ve/veya kullanan işçi ve sermaye kesimine toplumun genelinde duyulan güvensizlik ve düşmanlıktır. bu düşmanlık için kesinlikle elzem olan şart ise toplum kesimlerinde keskin bir refah gradyanının gelişmesidir. bu durum insanları hayatlarının iyiye gitmediği fikri etrafında örgütlenmeye iterek siyasal alanda mevzi kazanma amacıyla iktidara yürümeye iter. sonucunda refah üretimi ile bilgi üretimi arasındaki bağın toplum sathında zedelenmesi ile anti entelektüelizm toplum genelinde ve özellikle refah üretimine uzak toplum kesimlerinden temerküz edecek şekilde güçlenir.
  • turkiye'de son derece guclu olan bir dusmanlik turudur. fakat bunu egemen gucun hayal kirikliginin tezahuru olarak ele alma fikrinin tam olarak butuncul oldugu kanaatinde degilim.

    turkce karakter kullanamadigim bu yazi icin uzgunum, gozlerinizi kanatmak istemezdim ama icinde oldugum sartlar ne yazik ki beni buna mecbur birakiyor.

    fizikten ve leibniz'ten analojiler yaparak baslamak istiyorum. gaz dinamiginde sicaklik ve basinc onemli ve bir o kadar ilginc kavramlardir. bunlari ilginc kilan aslinda hep mikro olcekte hem de makro olcekte tanimlanabilmeleridir.

    bu yaziyi okudugunuz odanin icindeki havanin sicakligi yani sizin hissettiginiz makro olcekteki sicaklik odanin icindeki havada bulunan butun gaz molekullerinin toplam etkisinin bir sonucudur. cunku molekuler duzeyde sicaklik bir molekulun anlik kinetik enerjisidir. dolayisiyla bir odanin sicakligi 25 derece celcius iken anlik olarak 1500 derece celcius sicakliga sahip tek bir molekulun olma ihtimali bile vardir.

    basinc ise birim hacimdeki kinetik enerjidir. odanin makro olcekteki basinci 1 atm olabilir ama molekuler duzeyde birim hacim daralttikca pekala farkli basinclar molekuller tarafindan hissedilecektir.

    lokal-molekuler acidan bu tarz farkliliklar olsa da, makro duzeyde bunlarin hepsi belli bir zaman araligi icin teke indirgenir. cunku makro duzeyde hissedilen aslinda tek tek butun molekullerin sahip oldugu konumlarin istatistigi tutuldugunda olma ihtimali en yuksek olan mikro durumdur.

    yani icinde bulunulan makro kosullar olmasi en mumkun olan mikro durumun dikte ettigi kosullardir. leibniz biraz da teolojik bir zaviyeden bakarak icinde oldugumuz evrenin olabilecek en iyi evren oldugunu soyler. ben bunu ulkenin icinde bulundugu sartlardan ve gaz dinamiginden mulhem bir sekilde ele alarak biraz degistiriyorum. icinde bulundugumuz durum olma ihtimali en yuksek olan durumdur.

    makro olcegi toplum ve devletin kendisi, mikro olcegi de molekullerden mulhem her bir turkiye cumhuriyeti vatandasi olarak ele alirsak; icinde oldugumuz sartlar hepimizin eylemlerinin bir sonucu olarak ortaya cikmis ama bireyler olarak hepimizin farkli hissettigi kosullardan mutesekkildir, hep basinc hem de sicaklik olarak. yani hem para hem de ozgurluk olarak.

    maarri'yi takip etmem fatih harbiye yazisiyla baslamisti. edebi yeteneginin benim son derece mekanik benzesimlerimin yaninda son derece guclu kaldigi muhakkak fakat hakikat gercekten bu mu yoksa bizim icinde oldugumuz kosullarda hissettigimiz mikro duruma bizim verdigimiz reaksiyon mu bu? eger ikincisiyse bu ilk durumu da guclendiren bir yon tasimali zira bu pekala her mikro bireyin davranisi olabilecegi icin yekunde bunun da yansimalari olmasi gerekir cunku eylemlerimizi sekillendiriyor.

    bana cok kizan oluyor her seyi tarim toplumu, sanayi devrimi uzerinden ele aldigim icin fakat meselenin daha temelinde bir yerde aslinda enerji var. fizikte bildigimiz anlamiyla enerji ve onu kullanabilme/kontrol edebilme becerisi butun bu catismalari da aciklayabiliyor eger benimle ayni yerden bakarsaniz.

    bugun bizi 17. yuzyilda yasayan herhangi ortalama bir insandan daha mureffeh yasatan sey nedir?

    cevap tabii ki teknolojidir ama aslinda teknolojiden de ote enerjiyi istedigimiz forma sokabilme kolayligidir. bu yaziyi yazdigim bilgisayar, sabah su kaynattigim isitici, kullandigimiz araba, konustugumuz telefon ve saire bunlarin enerjiyi bizim ihtiyaclarimiza gore istedigimiz forma istedigimiz miktarda sokarak yasamimizi kolaylastirir.

    turkiye ne tam sanayilesmis ne hicbir sanayi altyapisi olmayan bir ulkedir. arada hibrit bir yerde kendine ozgu kosullarda bulunan bir ulkedir. bu yonuyle din ve sekulerlik arasinda, tarim donemi aliskanliklariyla sehir hayati arasinda bir yerde coklu toplum yapisina sahip bir ulkedir. bu yuzden anlamaya calisirken bu iki toplum pratiklerini daha genis bir acidan ele almak gerekir.

    sanayi devrimi en kisa haliyle uretimde kas gucunun disina cikilmasidir. tarim toplumunda kismen hayvanlarin kas gucunden de faydalanildigini dile getirsek dahi tarim toplumunun arti degeri cok buyuk olcude insanin kas gucunden turemistir. bu hiyerarsik bir baglami cok daha kolay kurmaya yarar. osmanli'nin yaptigi da bundan baska bir sey degildir aslinda.

    dogu ile bati arasinda cok ciddi farkliliklar mesela ama bunlar sanayi devriminden once de vardi. buradaki temel neden ise ticaret ve tarimdir. tarima elverislilik dedigimizde, birim alandan elde edilebilen mahsulun kalori degerinden bahsedebiliriz. baska bir deyisle uretimde ne kadar az insan kas gucu kullanip ne kadar uzun sure tok tutacak mahsulu yetistiriyoruz.

    gerek iklim, gerek gece gunduz saat farki nedeniyle olsun, mezopotamya ve nil deltasinin zirai verimi bize kita avrupasi kadar genis imkanlar sunmuyor. buna bir de akdeniz limanlari ve cin-avrupa ticaret aksinin bu bolgeden gecisini ekleyin. hem uretimin hem ticaretin yuksek miktarda dondugu bir yer olarak zihninizde canlanir ortadogu.

    boyle bir yerde para da cok dondugu icin haliyle en ufak hirgurde insanlar birbirine giriyor. bu hirgurden de en cok ticaret etkileneceginden dolayi bir duzen arayisi hasil oluyor ve surekli din dedigimiz olusumlarla toplumlari kontrol altina almaya calisiyoruz. sanayi devriminden sonra bunun bir benzerini ulus devletlerle yapmaya calistik.

    tarim toplumu doguda da batida da benzer toplum yapisi yaratiyor ama batida tarimsal uretim kapasitesi sinirli oldugundan dolayi ozellikle roma imparatorlugu zayifladiktan sonra irili ufakli bir suru kucuk devlet oluyor cunku hicbirinin digerini baski altina alacak kadar riza uretemedigini goruyoruz.

    bu nedenle tarim odakli imparatorluklar doguda daha debdebeli ve buyuk olabiliyor. tabii bu durumu yanlislayacak bircok olusum da var. buyuk iskender'den roma imparatorlugu'na kadar. yine de medeniyeti eski yunan'dan bile baslatsaniz isin ozunde ticaretin kolay tarimin rahat oldugu yerler olmasi yatiyor.

    fakat insanlarin rizasini uretmek sanildigi kadar da kolay bir is degil. tarim donemi bile olsa cok siktiginiz zaman insanlari kontrol edemiyorsunuz. yine onlara bir ozgurluk alani vermek zorunda kaliyorsunuz ki aslinda bu da enerjiden baska bir sey degil. en basit haliyle tarlada calisana mahsulden pay vermek bunlardan biridir.

    aynisini sanayi toplumunda ve modern devlette riza uretmek icin de yapmak zorundasiniz fakat olcekleri farklilasiyor. sanayi devriminin kritik noktasi uretimde kas gucunun iptaliydi. bu oldugu zaman toplumdaki bireylerin uretebildigi enerji miktari da degisiyor. dolayisiyla insanlarin hem birbirine dusmesini hem de sisteme karsi ayaklanmasini engellemek icin yeni onlemler gerekiyor.

    anti entelektuelizm de iste bu onlemlerden biridir. demek istedigim devletleri insanlar gibi dusunmemek gerektigidir. cumhuriyet ve osmanli tarihi onlarca savas ve katliamla doludur. insanlari birbirini surekli kiskanan bir ulke oldugumuz icin devleti de insanlastirmak istiyoruz.

    ornek vermek gerekirse, devlet tinisi hosuna gitmedigi icin kurtceyi yasaklamadi, modaya aykiri oldugu icin bas ortulu ogrencilere universiteleri yasaklamadi, gicik kaptigi icin okumus insanlari hapislerde curutmeyi secmedi. hesap her zaman dogru olmayabilir ya da tutmayabilir ama hesabin temelinde duygular degil duzen insa etme arzusu vardir. hesap her zaman tutmaz ama mesela firavun'un hayati zindan ettigi koleler sonra onu tahttan indirmistir, ya da dayatilan universitelerde bas ortusu yasagi bugun artik yoktur.

    turkiye fakir bir ulkedir fakat bir ulkenin fakir olmasi bir insanin fakir olmasi gibi degildir. turkiye fakir bir ulkedir cunku sanayi alt yapisi yeteri kadar yuksek know how sahibi degildir. nitelikli ara eleman/muhendis/doktor yetistirecek okullari nufusuna gore cok azdir. yetisenleri de ulkeden gitmenin derdindeler.

    bu sartlar altinda anti entelektuelizmin gelismesi toplumsal acidan kolaydir. cunku zaten insanlar mutsuz oldugu icin ofkesini cikartacak yer arayisindalar. senelerce iyi kotu okuyana sunulmus imkanlara sahip olamayan milyonlar zaten ofkeli ve bir de bu durum ciddi kultur farki yaratmis.

    fakat bu durum basta da verdigim ornekteki gibi toplumu kendi kucuk toplum parcamizdan mutesekkil sanmaktan ibaret bir durum. evet turk modernlesmesinin basindan beri bir laik-musluman, modern-sekuler artik adina ne derseniz bir kulturel fay hatti var bu ulkede ama bunu ortaya cikaran sartlari aramamiz gereken yer devlet iyi devlet kotu, islam iyi islam kotu, turkler salak bati bizi kiskaniyor gibi kisa yollar degil cunku bu yollarin hepsi birer cikmaz sokak.

    sartlar boyle olmasaydi bugun baska bir sey yasiyor olabilirdik. james watt buharli motoru bulmasaydi bugun belki de hala osmanli vardi biz de tarlada calisiyorduk. belki de baska bir evren vardi. anti entelektuelizm bu ulkede var hem de osmanli'dan beri var ve hep de olacak cunku turkiye geliskin bir demokrasi olabilecek kadar zengin bir ulke degil. yikilacak kadar da fakir bir ulke degil.

    bu tip meselelerde tek bir zaviyeden bakip bir zanli yaratmak ve insanlari bunun karsisinda birlestirmek bir tercih ama sorunlari gidermiyor. tek bir zanli aramak dogru degil. ille de arayacaksak ben sallayayim bir tane o halde. tum bu yasadiklarimizin sorumlusu james watt, yavsak bok vardi o motoru icat edecek.
  • kavrama konu tanıl bora makalesi için:

    serencamını kendi meşrebince anlatmış ama bu halin, tavrın irdelenmesinde işin ekonomik boyutu, yani her şeyin altyapısı nerededir mevzubahis makalede? bir cümle ile 60-70'lerde niceliksel bir çoğalmanın getirdiği değersizleşmeye değinmiş sadece. türkiye ekonomisi uluslarası pazarda değer kesbeden bir şey üretmediği sürece, türk sağı “plan değil pilav” istediği sürece entelektüel düşmanlığı bitmeyecek.
  • anti entelektüalizmin oluşumuna katkıda bulunan olgulardan biri de aydın ya da yarı aydın kesimlerde görülen "bilgi güçtür" lafının olur olmaz altının çizilmesidir, diyebiliriz. zira bu tutum bazen insanı otomatikman "bilgi iktidardır" noktasına sürüklemekte ve böylece bir aydın (sahte) iktidarının oluşmasını sağlayarak başta dediğimiz gibi anti entelektüalizme körük vermektedir. bilgiyi paylaşılacak bir "hammade" gibi görmeyip bir manevi iktidar nesnesine dönüştürme eylemine bir itirazdır, "bilgi güçtür safsatası" deyişi.
hesabın var mı? giriş yap