• izlediğim bölümlerden birinde aşağıdaki diyaloga sahne olan yapım.

    yasemin, annesine kim olduğunu bilmeden seviştiği adamla tanıştığını söyler:

    - adı neymiş?
    - savaş. savaş baldar. vanlı bi aşiretin oğlu.
    - hiiii. yasemiiin. bu vanlılar çocuklarına çok düşkün olur. ömer*'i almaya kalkmasınlar bizden.

    evet. sadece vanlılar çocuklarına düşkün. bizde çocuk olunca kedi gibi ensesinden tutup dışarı atıyolar. saldım çayıra mevlam kayıra büyüyoruz biz.
  • bu dizide bir bebek var aynı abdullah gül'e benziyor, nurgül yeşilçay ve küçük abdullah.
  • sıradan bir kudret sabancı dizisi. neler olacağını tahmin bile edemezken âlâsını tahmin ediyorum. yazık.

    (bkz: zerda): belediye nikahı olmadan asla.
    (bkz: aliye): çocuklarım olmadan asla.
    (bkz: binbir gece): bedava asla.
  • bugün yeditepe üniversitesi mühendislik fakültesi önünde çekimleri yapılan dizi. sayesinde elimde sigara var diye kendi fakülteme yaklaştırılmadım. oyunculuk kariyerime "mozaiklenmiş kafa" olarak başlayacaktım, izin vermediler.
  • şöyle bir diyaloğun geçtiği dizi;

    -nadia hanım satışlarımız çok durağan, pazar payımızı artırmamız gerekiyor,

    -hmm, hatırlattığın iyi oldu, ben bi yasemin'i arayayım..

    bu ne laannnn, pazar payının artırılması öyle bi çalışanın hatırlatmasıyla yapılan bişey mi, firmalar bunun için yıllık planlar hazırlıyorlar..

    sanırım diyalogları iş hayatı terimlerini ardarda ekleyerek oluşturuyorlar.
  • ilk başladığında sırf nurgül yeşilçay oynuyor diye izlemeye başladığım dizi. allahım çok korkunç, bırakamıyorum diziyi. dizide hiçbirşey yok, bomboş. o kadar sittiriboktan ki anlatamam. dizide nurgül "trip atmazsa ölecek hastalığı"na tutulmuş gibi. savaş baldar* desen bokumun ağası; sert mi yumuşak mı ne halt olduğu belli değil. konu desen ilerlemiyor, iki ileri bir geri. amma velakin salak gibi izliyorum diziyi, biri beni kurtarsın. içine horoin mi ne katmışlar dizinin, anlamadım valla.
  • dün oturup baştan sona dinledim` :çizim yaparken bir ses iyi oluyor` bir bölümünü, nurgül yeşilçay gidince iflasın eşiğine gelen şirket olayı o kadar abartılmıştı ki kız geri geldiğinde camekana "mezeci hanım antep sofrası'nda" gibi "reklamcı yasemin yeniden falanca reklamcılıkta" yazmalarını bekledim açıkçası.

    bir de boyunsuz tavuk kılıklı kızıl saçlı bir kadın çirkinlikten ölen bir diğerine "bana müşteri bul, bana müşteri bağla, gerekirse adama ver" filan diyodu, özel sektörden iğrendim şirket değil red light district mübarek.
  • dün gece pizza sonrası şarap öncesi denk gelip izleyerek "bu ne be?" dediğim dizi olmuştur, o kadar zırvaydı ki üstüne sufle yedim anca geçti etkisi.

    dikkat spoiler çıkabilir!

    bir kere ciddi lokasyon/navigasyon problemi var senaristlerin. hop istanbul, yok bodrum, ce-e van. bir durun be, baş döndürdünüz! kız londra'ya gidecek, havaalanı yolunda; aa, pasaportu evde unutmuş! nasıl ya, vize konusunda en gıcık ülkeye, ingiltere'ye gidiyorsun, pasaportun yok! uçağa 3 saat var, ne zaman gümrükten geçeceksin? evde nişanlını basmak için rastlantının böylesi'*nden arak bir sahne! hadi onu geçtim, babanla nasıl bir muhabbetiniz varsa, rahmetliye verdiğin söz yüzünden 2 yıldır nişanlı damda/duvarda! ha bu, öküzün yaptığını haklı çıkarmaz, o ayrı. ama hiç evlenmesen n'olacaktı, babana söz verdin diye, sütlaca dönecektin... sonra tepindin, krizlere girdin, anırdın, ağladın, annen cık cık'ladı filan. nurgül abla olmamış, hiç inandırıcı değil. ciks bir reklam ajansında müştemsin, kırmızı elbiseler filan, galata'da süper ev... bırak, ben bile inanmadım.

    sonra baskın sonrası kriz geçirdiğin istanbul'daydın, pat, bir anda bodrum'a ışınlandın, bar taburesine tünedin, viskiler yuvarlandı durdu, hem de sek! bari bir uçağa binme sahnesi, camdan baka baka ağlama anı filan olsaydı. yoksa o bar bodrum'da değil de istanbul'da mıydı, e ama palmiyeler, kumsal filan... sonra iş arkadaşların da o bardaydı, anlamadım ben. altyazılara rağmen, şehirler karışıyor, bi durun kıçınızın üstünde. bu kadar zorlama ve mantık hatalarıyla dolu bir senaryo; hem töre, hem kan davası, hem bekaret, hem ihanet, hem berdel, hem sucuk altı uyuşturucu, hem kahve içi viski menemeni bir dizi daha yoktur herhalde! ilk bölümden mesaj bombardımanı, navigasyon karmaşası, türkiye turu...

    bir amerikan filmi klişesi daha, durdun durdun, viskileri yuvarlayıp kabak çiçeği gibi açılıp barmenle tekneye tav oldun! sonra yine üzül büzül... oğlana da hikayeyi anlatmışsın herhalde o arada, saflığına hasta oldu o da. kül kedisi misali kolye düştü, oğlan bir haftadır tespih yaptı kolyeyi eline, kapalıçarşı kuyumcusu gibi inceledi de inceledi! babanın hediyesi olduğunu anlamamız için arkadaşın bile sordu "nerde kolyen?" diye. patronunsa 47 milyarı düşünürken, adap yönü ağır bastı, kovaladı azgın hatunu. takdir ettim aslında, ama istanbul'daki ajanslarda böyle şeyler olmaz, yalan. sizin ajans bize exstra large extra large* * neymiş, davetiye boşa gitmiş, düğünü nasıl iptal ettiniz, davetlilere kim haber verdi, gelinliği naptın? 1 ay da kafa tatili. hay bin kunduz!
  • az önce neymiş ne anlatıyormuş diye şöyle bir kaç dakikalığına kulak misafiri olduğum dizi. gerçekten bu diziyi izleyen insanların ya vakti çok bol, ya da akıllarından zorları var. veya bana şanssız bir kısmı denk geldi dizinin. hikaye örgüsüne en ufak katkısı olmayan diyaloglar ve bayıcı sahneler...

    --- spoiler ---
    -pardon hesabı alabilir miyiz?
    (hesap gelir)

    bu sahne böyle bitti. başka bir şey yok.

    nurgül yeşilçay arabadadır, telefonu çalar. blackberry ekranında bilinmeyen numara belirir. telefon bir kaç kez çalar. nurgül yeşilçay açmaz telefona mal mal bakar.

    şoför: -hanımım iyi misiniz?
    nurgül yeşilçay: evet, kapandı çekmiyor herhalde...

    adının savaş olduğunu öğrendiğim şahıs posbıyıklı bir herifle konuşmaktadır.

    savaş-gidip bir çiçekle konuşayım ben
    posbıyık-savaş bir şey söyliycem sana

    hiçbirşey söylemez, sahne değişir.

    ceyda hanım isimli birisi yavuz bey isimli birisini arar...yavuz telefon dibinde olmasına rağmen yavaş yavaş telefonu açar

    yavuz bey- ceyda hanım
    ceyda hanım- merhaba yavuz bey!
    yavuz bey- merhaba!

    bu sahne de böyle bitti.

    bar sahnesi.

    burada akılda kalıcı bir diyalog vardı:
    bora noyan - benim adım bora noyan güzelim orada koca bir musluk dururken bir bardak suyla mı yetinicem?

    mutfak sahnesine geçeriz. döne isimli bir kadınla başka bir kadın mutfakta yemek pişirmektedirler.

    diğer kadın: döne bak bakalım sosun acısı iyi mi?
    döne(sosun tadına bakarak): az daha koysan tam olacak
    adının nazan olduğunu öğrendiğim kadın: kolay gelsin
    döne: sağol
    diğer kadın: nazan uyuyor muydun sen gözlerin şişmiş
    nazan: evet bu aralar çok uyuyorum, (döne'ye dönerek) döne baran'ın alerji şurubu nerede?
    döne: içeride
    nazan: hadi git getiriver, ne pişiriyorsunuz siz burada
    diğer kadın: mis gibi kuru köfte kuzu
    nazan(midesi bulanır, kusar gibi olur): bögggh! ay dayanamıycam çok fena koktu.

    ben de dayanamadım benim de bu noktada midem bulandı ama diziden. uzun uzun sessiz bakışmalar, odaya girmeleri iki saat sürüyor çıkmaları iki saat. bomboş içeriksiz konuşmalar. alakasız yerlerde istanbul manzaraları...böyle aşkın sefasını da skeyim, cezasını da ızdırabını da.

    sonra bir ara tekrar açtım.

    -anne ben yatırıyorum ömer'i...
    -iyi kızım, ben de yatayım yavaş yavaş...
    --- spoiler ---

    herkes özürlü gibi yavaş hareket ediyor.
  • dünya gözüyle şu diyaloğu gördüm bu dizide:

    -aç mısın?
    +evet, kurt gibi hem de.
    -pilav yaptım sana, tane tane.
hesabın var mı? giriş yap