• anne

    bütün bir hafta, aralıksız
    annemin görüntüsü geçti gözlerimden
    kolunda ağır çamaşır sepeti
    çatı katına tırmanırken

    ve ben yaramaz, delişmen çocuk
    bağırır, tepinirdim yerimde
    bıraksın da koca sepeti
    çatıya beni taşısın diye

    o, söylenmeden, bana bakmadan
    çıkar, sererdi çamaşırları
    göz kamaştıran aklıkta çamaşırlar
    sallanır, döner, hışırdarlardı.

    ağlamak için çok geç şimdi;
    annemi uçuşan kır saçlarıyla
    görüyorum gökyüzü sonsuzluğunda
    göğün suyuna katarken çivitini...

    çeviren : ataol behramoğlu

    http://www.radikal.com.tr/….php?ek=ktp&haberno=4097
  • seveceklerdi beni

    iyi nedir kötü nedir düşünmüyorum
    çalışırım, acı çekerim: yaşamım bu.

    takma pervaneli kayıklar, çanak çömlek yaparım,
    kötü zamanlarda kötü, iyi zamanlarda iyi.

    işlerim sayısızdır! yalnız sevgim,
    sezmekle bunları, boyuna bir yere biriktirir.

    sevgim kuşkusuz inansa da onlara
    susar daha yeminden, inanıştan önce.

    bir ağaç yapın beni, kargalar sanırım ki
    yakında başka ağaç yoksa tüneyecek dalıma.

    bir tarla yapın beni, yaşlı çiftçilerin çapası
    göreceksiniz büyüttüğüm yaban otlarını sökmeye çalışacak.

    patatesleri terinizle sulamalıydınız ki
    nankör toprağımla nasıl büyüdüklerini göresiniz.

    suyum ben. biçimlenmeye başlayan bir bataklık.
    ateş? külüm ben. ama bir tanrı olsaydım eğer,

    tanrıların bulunması gerektiğini bildikleri yerde,
    insanlar tüm duyarlıklarıyle seveceklerdi beni.
  • flora

    şimdi iki milyarlar zincirlemek için beni
    benden bir çoban köpeği yapmak için kendilerine
    fakat iyilik, şefkat ve incelik duyguları
    göç ettiler onların dünyasından güney'e.
    artık ışık içinde göremiyorum bu dünyayı
    göremiyorum, deney tüpüne bakan bir doktor rahatlığıyla
    diz çöküyorum, haykırıyorum yenilgimi
    sevgilim, bir an önce gelmezsen yardımıma

    köylü nasıl toprağa muhtaçsa
    yağmura, güneşe nasıl muhtaçsa, muhtacım sana
    bitki nasıl ışığa muhtaçsa
    ve klorofile, fışkırmak için topraktan;
    muhtacım sana, çalışan kalabalık
    nasıl işe, ekmeğe, özgürlüğe muhtaçsa
    ve nasıl avuntuya muhtaçlarsa kuşatıldıklarında
    çünkü gelecek doğmadı daha acılarından.

    bir köye nasıl okul, elektrik
    su, taştan evler gerekliyse
    çocuk nasıl gereksinirse oyuncaklara
    ısıtan bir sevgiye;
    işçi için bilincin
    ve gözüpekliğin anlamı neyse
    yoksul için onurun;
    ve bulanık çocuklarına bu toplumun
    bir hayat çizgisi nasıl gerekliyse
    ve nasıl gerekliyse hepimize
    akıl, uyanıklık yol gösteren bir ışık
    flora! yüreğimde yerin işte öyle.
  • ahmet telli'den:

    "gençliğimizin hüzünlü türküsü
    john steinbeck’in bitmeyen kavga adlı romanı şu cümleyle biter: “ o hiçbir zaman kendini düşünmedi.”
    böylesi insanların var olabileceğine, bugün kimileri asla inanmayacaktır. tüketim ahlâkının tüm insanları kıskıvrak sardığı gerçeklikte, belki de aklın almayacağı bir olgudur bu. oysa vardı bu insanlar; bireysel tarihlerine onurdan başka bir şey bırakmayı düşünmeden var oldular üstelik. egemenlikçi sistemlerle uzlaşmaya yanaşmadan, sistemin üretim araçlarına dönüşmeden var oldular hem de. dünyanın bağımsızlık mücadelesi veren halklarından kopmadan, kendilerini vietnamlı, filistinli, kolombiyalı, kübalı saydılar. şöyle de söylemek mümkün: 1970’li yıllarda türkiye’de, gençliğin temel duygusu, “kendisi için bir şey istemeden” emperyalizme ve faşizme karşı olmaktı.
    “68 kuşağı” da denilen bu gençliğin yetişmesinde sosyolojik yapıtlar kadar, sanat da etkin olmuştur. dahası, duyguları örgütleyen bu sanat yapıtlarını yaratan yazarlar, sanatçılar da 68’li denilen gençliğin idollerindendi. sosyalist dünya görüşünün edinilmesinde, coşkusunun kazanılmasında, edebiyat ve sanat ürünlerinin, bilimsel yapıtların önüne geçtiği dönemler olmuştur. nâzım hikmet’ten julius fuçik’e, che guevara’dan bertolt brecht’e birçok yazar, yaşamöyküleriyle de anıtlaştı bu kuşağın gözünde. şimdi, bunun doğruluğu, yanlışlığı değil önemli olan; önemli olan 70’li yıllardaki mücadeleci kuşağın, edebiyattan ve sanattan etkilenmiş olmasıdır.
    türkiye’de 70’li yıllar gençliğinin duygu yönünü belirleyen şairler arasında attila józsef de ayrı bir yer almıştır. józsef’in bugün için didaktik sayılabilecek şiirlerinin, o günlerde, duyguları örgütlemede ve mücadeleci coşkuyu yaratmada önemli bir işlevi olmuştur. çünkü o, üretim sürecindeki macar halkının alttan alta kaynayan direngen coşkusunu hüzünlü bir dille anlatmaktadır.

    “bir köye nasıl okul, elektrik
    su, taştan evler gerekliyse
    çocuk nasıl gereksinirse oyuncaklara
    ısıtan bir sevgiye;
    işçi için bilincin
    ve gözüpekliğin anlamı neyse
    yoksul için onurun;
    ve bulanık çocuklarına toplumun
    bir hayat çizgisi nasıl gerekliyse
    ve nasıl gerekliyse hepimize
    akıl, uyanıklık, yol gösteren ışık
    flora! yüreğimde yerin işte öyle.”

    józsef’in dramatik yaşamöyküsü, genç yaşta ölümü de hüzünlü duyguların, sisli anıların ardında ışıldayan yıldız şavkıması gibidir zihinlerde. zaten o yıllarda okunan şiirler, öyküler, yaratıcılarının yaşamıyla içselleşir ve öylece coşku sağlardı. attila józsef, kropotkin’den bolşeviklere uzanan marksist serüveninde, “kendisi için hiçbir şey istemeden”, varolduğunu unutmadan; kederli, kırgın, yoksul günlerinde bile mücadele eden kişiliğiyle, örnek alınacak biridir.
    biraz ser, militanvari duruşuyla “ben şiirden miirden anlamam” diyen kimileri çıkardı zaman zaman. onlar bile, nâzım hikmet’ten, brecht’ten, neruda’dan, attila józsef’ten şiir okunduğunda saygıyla dinlerler: “ yahu bunlar bizim duygularımızı bizden iyi anlamışlar” falan derlerdi.

    “ey gece!
    keten lifleri nasıl yağışırsa ipe
    öyle yapışıyorsun gökyüzüne, hüznün
    yapıştığı gibi hayata, ey gece!
    yoksulların gecesi! kömürüm ol
    çekirdeğindeki dumanı ol kalbimin,
    benim içime erit demiri,
    kırılmaz bir örs yapmak için, ve bir zafer bıçağı
    ey gece!

    gamlı gece, ağır gece
    kardeşler ışığı söndürmeliyim ben de
    acı geçici bir konuk olsun ruhumuzda.”

    68’li gençliğin duygusunu örmede önemli bir yeri olan attila józsef, kimi şairlerimizi de etkilemiş, onunla ilgili duygularını dizelerine dökmeye yöneltmiştir. sözgelimi ataol behramoğlu, ondan türkçe’ye şiirler çevirmiş ve kimi şiirlerinde józsef ile ilgili izlenimlerini aktarmıştır. metin demirtaş da öyle. ama en dokunaklısı, en iç burkanı da behçet aysan’ın şiiridir. 93 temmuzunda, o da genç yaşta katledildi. behçet aysan’ın “attila józsef’i okurken” şiiri, 68’li gençliğin de duygusu olması bakımından mutlaka anılmalıdır. şiir şudur:

    “acıyla okuyorum attila józsef’i
    hazin ve sararan güzün şarkısıyla
    karşılıksız bir kuğu aşkı gibi ak
    lut gölü kadar derin bir acıyla.

    acıyla okuyorum attila józsef’i
    ikimiz de doldurup yalnız kederle
    aynı çeşmeden hayatın güğümünü
    tünelleri aynı kara trenle.

    acıyla okuyorum attila józsef’i
    ikimiz de savrulan mor çığlıkların
    katmışız çivitini aşkların ateşine
    ve o benden tam kırk yıl önce.

    acıyla okuyorum, bitimsiz bir acıyla
    ağabeyim benim, kalbim, attila józsef’im
    ‘bir çocuğun annesini sevişi gibi’
    seviyorum seni kederle, hüzünle.”
    heder olan ve heder olunan kim varsa biraz da attila józsef değil midir?"
  • 11 nisan 1905 - 3 aralık 1937 yılları arasında yaşamış macaristan'ın ünlü toplumcu gerçekçi şairi.

    budapeşte'de doğdu. hayatı tamamıyle acılarla geçti. 3 yaşındayken babası ailesini terk etti. annesi temizlikçilik yaparak 3 çocuğunu geçindirmeye çalıştı. attila jozsef bir aileye evlatlık verildi. 13-14 yaşlarındayken de annesi öldü. kişisel dramlarının yanında o dönemde macaristan'da yaşanan çalkantılar da onu etkiledi.
    şizofreni tedavisi gördü.

    şiirlerinde toplumsal sorunları ve bireysel çelişkileri başarıyla sergilediği söylenir.
    şairin temiz yürekle şiir kitabını türkçeye hazırlayan kemal özer, attila jozsef'in şiirini yaralayıcı olarak tanımlar.
  • attila jozsef'i okurken

    acıyla okuyorum attila jozsef'i
    hazin ve sararan güzün şarkısıyla
    karşılıksız bir kuğu aşkı gibi ak
    lut gölü kadar derin bir acıyla

    acıyla okuyorum attila jozsef'i
    ikimiz de doldurup yalnız kederle
    aynı çeşmeden hayatın güğümünü
    tünelleri aynı bir kara trenle

    acıyla okuyorum attila jozsef'i
    ikimiz de savrulan mor çığlğkların
    katmışız çivitini aşkların ateşine
    ve o benden tam kırk yıl önce

    acıyla okuyorum, bitimsiz bir acıyla
    ağabeyim benim, kalbim, attila jozsef'im
    bir çocuğun annesini sevişi gibi
    seviyorum seni, kederle ve hüzünle

    behçet aysan
  • budapeşte'de doğan jozsef, zor bir çocukluk ve ilk gençlik geçirdi. babası, üç yaşındayken evi terk etmiştir, diğer iki kardeşiyle birlikte, annelerinin çocuklarına bakmak için insanüstü bir çabayla çalışmasına ve sonunda yorgunluktan hasta düşmesine şahit oldu, ve bir aileye evlatlık verildi daha sonra annesinin yanına geldi ve evin geçimini sağlamak için pek çok işte çalıştı. 14 yaşındayken annesini kaybetti, bir yandan yalnızlık annesiz ve babasızlık diğer yandan şizofreni gibi zor bir hastalıkla mücadele ediyordu. yazdığı şiirler yüzünden okuldan atıldı, marto vago isimli üst zümreden bir kıza aşık oldu, kısa süreliğine aşk yaşadılar. bir süre sonra aşk sanrılarıyla kıvranan jozsef iyice ruhsal olarak bitkin düştü, bir süre akıl hastahanesinde yattı, birçok kez intihar girişiminde bulunan şair, 31 yaşındayken kendisini bir trenin altına atarak yaşamına son verdi.

    tertemiz yürek

    ne anam var, ne babam.
    ne yurdum var, ne tanrım.
    ne beşiğim var, ne kefenim.
    ne sevgilim, ne aşkım, ne evim barkım.

    tam üç gün var açım,
    komadım ağzıma bir lokma.
    veririm ömrümün yirmi yılını,
    gücümü kuvvetimi, varımı yoğumu.

    kim alacak onları? hiç kimse.
    şeytan isteyecek onları benden.
    bu tertemiz yüreği, bu iyi kalbi
    ne diye çalıp öldürmemeli?

    alacaklar gelip bir gün beni,
    koyacaklar kutsal, karanlık toprağa.
    gelecek bir ot uzanacak alacak
    şu güzelim yüreğimden gücümü.

    çevirenler: a. kadir - asım bezirci
  • (...)
    suyum ben. biçimlenmeye başlayan bir bataklık.
    ateş? külüm ben. ama bir tanrı olsaydım eğer,
    tanrıların bulunması gerektiğini bildikleri yerde,
    insanlar tüm duyarlıklarıyle seveceklerdi beni.

    çeviren: osman türkay

    (bkz: seveceklerdi beni)
  • 1905 yilinda budapeste'de dogdu. yoksul bir cocukluk gecirdi. temizlikcilik yapan annesine, gazete satarak yardim etmeye calisti. bir burs elde ederek ogrenim gorebildi. 17 yasinda ilk siir kitabi "guzellik dilencisi"ni yayinladi. bu kitap yuzunden mahkemeye verildi.

    universiteden kovuldu. once viyana'ya, sonra paris'e gitti. budapeste'ye donusunde, gercek bir insanciligin dogmasini, istismara dayanan duzenin kalkmsaini isteyen siirleriyle, caginin oncu sairlerinden bir haline gelmisti.

    yoksullugu lirik siirlerle dile getiren proleterya sairi, gunden gune artan sinir krizlerinden bir turlu kurtulamadi. 1937 yilinda, balaton golu yakinlarinda, kendini bir trenin altina atarak canina kiydi.

    baslica eserleri: bagiran ben degilim, (1925); ne anam, ne babam var, (1929); aglayacagina calis, (1932); bagislamak yok, (1936).
  • (bkz: yedinci adam)
hesabın var mı? giriş yap