• pek kimsenin bilmediği çok önemli bir özelliği olan güzel semt...
    beyin bedava olayının ya$andığı okul burdadır.
    bir de nedendir bilmem, kırtasiye çok vardır burda.
  • insanların büyük çoğunluğunun birbirini tanıdığı, gençlerin birbirlerini ekim sokağı bebesi, çiğdem sokak bebesi diye sınıflandırdığı 18 yılımı aktif, 4 yılımı pasif olarak geçirdiğim ankara'nın en güzel semtlerinden biri. irfan baştuğ caddesi'ne çıktınız mı, aşağı ayrancı'ya, bahçelievler'e, çankaya'ya, gazi osman paşa'ya, tunalı hilmi'ye tek otobüsle ve maksimum 20 dakikada gidebilirsiniz. bol ağaçlı bir semttir. tek problemi çinçin mahallesine yakın olmasıdır. o yüzden her zaman hakkı yenmiştir.

    çok özledim.
  • 26 mart cumartesi gecesi ilk sahnelenişinde izleme şansı bulduğum oyun.

    genel anlamda çok emek verildiği belli olan ve izlediğinize pişman olmayacağınız bir oyun olmuş. özellikle sahne tekniklerini kullanma biçimleri mest ediciydi. o dinamik dekor, içe işleyen animasyonlar..

    lakin eleştireceğim bir nokta olacak: oyunu zenginleştirmesi adına eklenen yan konular kimi zaman dikkat dağıtıcı ve tempo düşürücü olabiliyor.
    aslında oyundaki ağırlığına bakınca süreyya karakterinin hikayesine “yan konu” diyemeyiz.
    ama oyunun adından da anlaşılabileceği gibi “esas konu” zühre hanım’ın torunuyla yürüttüğü hayat mücadelesi. bu konu, yolda karşılaştıkları can sıkıcı bir “duvar” probleminin ve oradan gelen yıkıcı tehlikenin(!) metafora dönüştüğü nefis bir zeminde işlenebilirdi -ki öyle başladı da.
    ancak sonradan dahil olan süreyya’nın aşk hikayesi (başka bir zaman başlı başına/ayrı bir oyun olarak çok daha keyif verici olabilecekken) birden seyirciyi bağlamdan koparan, konunun “umutsuz aşık bir tutunamayan” etrafında inşa edildiği başka bir cephe açıyor.
    iki konu her ne kadar kesiştirildiyse de, başladığı gibi yalın bir şekilde devam etse -less is more- yaratacağı etkinin daha azına razı olmamıza neden oluyor.

    elbette bunlar oyunu kötü yapan şeyler değil ama daha da iyi olabilmesinin önüne geçen şeyler.
    yine de oyunculuklara değinilmeden geçilmemeli.
    demet akbağ’a öncesinde öyle çok da ayılıp bayılmayan biri olarak, resmen hayran kaldım.
    artık oyunculuğunda öyle bir “ustalık” safhasına geçmiş ki, sanki çabasız bir şekilde tüm salona hakim olabiliyor. ağırlığını ve seyirciyi kucaklayışını oyun sonundaki selamda bile hissediyorsunuz.
    salih bademci her zamanki gibi başarılı.
    ama benim ayrı bir parantez açmak istediğim kişi burak dakak oldu.
    kendisini ilk kez izledim ve adını kafamın bir köşesine not ettim. çünkü ilerde bu isimle çok karşılacağımıza eminim.

    sonuç olarak izlerseniz memnun ayrılacağınız, sıcacık, belki kimi zaman gözlerinizin dahi dolabileceği, ancak kreşendosu bir tutam eksik kalmış bir oyun diyebilirim.
  • ilkokulda* okurken anneannem ve dedem ile oturdugum semt. futbolda kendimi japon kale,tek vuru$ ve mahalle maclari alaninda geli$tirerek $u anki $anli kulubum juventus'ta top ko$turmamin alcakgonullu aciklamasidir. gerci kayfan-ferhan adli videocundan aldigimiz karate filmleri, yaz aylarinda durmaksizin oynadigimiz gazoz kapagi (bkz: #816318), nuray abla'nin anlattigi korkunc hikayeler benim yeni bir jet li veya alfred hitchcock olarak insanliga hizmet etmeme sebep olabilir pek tabii. ne cigli havaussu, ne yenilevent, ne adora golf resort; o zamanlar golf kulubu var idi altinpark denilen nostalji buldozeri vucuda getirilmeden once. golfle degil ucurtma ve bilye ile hakkini vermi$tik, terkeden amerikalilarin hic yapamadigi $ekilde belki de.
  • ankara'nın sokaklarında yürümesi en zevkli semtlerinden biridir, benim için başta gelenidir. güzeldir, sakindir, naiftir.
  • aslında yazacak pek de bir şey yok. benden önce yazan arkadaşlar özetlemiş. tipik bir yılmaz erdoğan demet akbağ işi. içinizi ısıtır, gülersiniz falan.

    ancak benim bir notum var sadece,

    gerçekten bu 70'lerin 80'lerin, darbe ve karaborsa dönemlerinin ekmeğini yeterince yemediniz mi? süreyya karakterine bir söz söyletiyor oyunda yılmaz erdoğan; söylediğini yaşamalı insan diye. yılmaz erdoğan neden söylediğini yaşamıyor. sesi neden sadece uzaktan yankılanıyor. hani bugün gösterecek hiç mi bir şey yok. bugüne dair hiç mi bir sözü yok.

    politik mizah yapıyor, ama seneler hep 70-80'ler. 2022'lere kimsenin cesareti yok. bugün bu kadar korkarken, sahnedeki gölgeleri de inandırıcı olmuyor işte.
  • hayatımın neredeyse tamamının geçtiği güzel semt. çağdaş sokak, arama sokak, kovan sokak ve çevreli caddesi en güzel yerleridir bana göre.

    eskiden çağdaş 1. durakta bekir ve muhsin vardı. zeki alasya metin akpınar'ın hasip ve nasip karakterlerinin canlı haliydiler. eski ortaklar araları bozulunca aynı apartmanın altına (aralarında sadece kasap sadık'ın küçük dükkanı vardı) 2 ayrı bakkal açmışlardı.

    eskiden sokak aralarında küçük cafeler vardı. genelde liseliler takılırdı. biz çocuktuk o zaman, nası özenirdik biz de girsek içeri diye.

    muhtar nejdet amcamız (nejdet rıfat öner) vardı. sanırım, kendisinin türkiye'nin en uzun süre muhtarlık yapan kişisi ya da en yaşlı muhtarı gibi ünvanları olmalı. zira, 1960-2008 yılları arasında aralıksız muhtarlık yapmıştır ve halen muhtarken vefat etmiştir.

    mavi tuna pastanesi, çamlık pastanesi, kardeşler fırını, beşiktaş kasabı, ziraat bankasının yanındaki ayakkabı tamircisi amca (senelerdir konuşuruz adını sormak hiç aklıma gelmemiş), mirita dondurmacısı (külahı kase şeklinde yapar, dondurmayı içine koyarlardı.) aklıma ilk gelenler. bir de, karakol ve kahve karşılıklıdır ve ne tuhaftır ki kahvede kavga çıkınca polisler hiç oralı olmazlar. hatta bi keresinde adamın biri elinde bıçakla kahve ve karakolun arasındaki sokağa (sokak dediğim 3 adımlık bi mesafe) fırlamıştı da, polisler kahvedekilere sesleniyodu "alsanıza olum adamın elindeki bıçağı" diye.

    aslında yazacak o kadar çok şey var ki... yazdıkça hatırlamak, hatırladıkça hüzünlemek içimi acıtıyor uzakta olduğum için...
    kendime daha fazla eziyet etmemek adına son veriyorum yazıma...
  • omrumun ilk yirmibir senesini gecirdigim icin her kosesinde anilarim olan, tasindiktan sonra da anilara gomulup melankoli olmamak icin bir daha ugramadigim semt.
  • meşhur 80'lerin sonu 90'ların başını bir çocuk olarak yaşadığım semt. zamanla mekan ne güzel örtüşmüş, her şey pek pek güzel, pek mutluluk vericiydi. ya da öyle değildi de ben çocuk olduğum için bana öyle geldi. iki taş marifetiyle kale kurup top oynadığımız ızgara planlı sokakları, 50'lerde ve 60'larda inşa edilmiş bahçe içinde dört katlı şirin apartmanları, içinde bisiklete binmeyi ve haykırarak su satmayı öğrendiğim pazaryeri, annem babam işteyken bana göz kulak olan esnafı, hangi sınıftan olursa olsun birbirine saygılı sakinleri (gerçekten sakindiler), parkları, golf kulübü, samsun asfaltıyla benliğimde silinmeyecek izler bıraktı. bildiğin yerler arasında neverlande neresi benziyor, diye sorsalar cevabım tereddütsiz aydınlıkevler olur.
  • çocukluğumu, ilkgençliğimi ve lisans yıllarımı geçirdiğim semt. çeyrek yüzyıla geliyor hesaplayınca.

    uzayan sokakta oturuyorduk.

    bu semtin bir eksiği, edebiyatta özellikle romanda hak ettiği yeri almamış olmasıdır. oysa kesişme noktasında bulunduğu semtlerden oldukça farklı bir yapıya sahiptir ve onların her birinden izler taşır.

    aydınlıkevleri, şehrin arzu merkezlerinde yaşayanlardan uzakta kalıp ancak onların sözde niteliklerini/çekiciliklerini içrek biçimde üretmeye çalışan ama bunun yanında hem taşrayı (kenarda olmak anlamında) hem merkezi deneyimlemiş insanların yaşamış olduğu bir yer olarak kuran bir nesir, tüm gizli aydınlık bebelerinin yüreklerine seslenecektir diye düşünüyorum.
hesabın var mı? giriş yap