• '' yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
    yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
    sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
    sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği '' dizelerini kendine hayat felsefesi edinmiş insan işidir, az sevememek...

    ne güzel yazmış ataol behramoğlu, yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var derken. bilmemek ayıp değildir az sevmeyi, bel ki ''bizim de yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz bir şey var ki bazen az sevmek gerekiyor'' diyorsunuzdur bunu okurken, katılırım size yaşanmışlıkların ardından kule gibi devrilişinizi izlememek için hayatımızın, az sevmek gerekir belki de evet.. ama yine de bunu yapamayacak insanlardan olduğumuzu bilmek mutlu ediyor beni açıkçası, az sevmeyi bilen/bilebilen birinden çekinirim ben, herşeyi az yapar böylesi insanlar, az güvenir herşeyden öte..

    sevilecekse çok sevilmeli bir insan, çok güvenilmeli, çok bağlanılmalı, tutkuyla yaşanmalı herşey ve evet bir gün bitecekse de çok ağlanılmalı, çok yanılmalı ... sevgide yoğunluğu ifade eden çok kavramı eksikse, sevgi falan değildir o.
  • lanet gibidir. duygularını uçlarda yaşayan insanlar ya hiç sevmezler ya da ölümüne severler. böyle olunca sevdiği insan uçurumdan atla dese atlayacak gibi olurlar*. az sevmeyi becerememek az üzülmeyi, az bağlanmayı becerememeyi getirir. duygularım sökülsün dersin ama olmaz.

    ve bunu en güzel anlatan bir ezginin günlüğü şarkısıdır; "sevmesen ölürdün, sevdin onu öldün. sevmesen ölürdün ama sevdin, gene öldün."
  • genel istek üzerine kalp güvelerinin bir numaralı nedenlerinden biri olan bu insan özür ve defosunu açıklamaya niyet ettim eyledim.
    hadi bakalım.
    kişiler vardır. (bunu bilmeyen yoktur da ne bileyim, lafın neresinden tutacağımı bilemez hallerdeyim, malum sene ikibindört, hatta bugün artık yedinci gün oldu, lakin hala alışamadım. du bakalım zamanla** inşallah),
    evet, kişiler vardır, kişilerde de az ya da çok, şöyle ya da böyle, sevmek hassası vardır, ha sevmenin hastası* da vardır, o ayrı.

    diyeceğim şudur ki, kimi kişi, bu sevmek işini de bir çeşit proje gibi, bir görev gibi, tanım kümesi gayet ** belli, sınırları çizili, gayet de fiyatı bedeli, marjinal faydası belirli bir yaşam aksesuarı olarak ifa ederek pamuk helva tad ve kıvamında ilişki*lerle saunadan yeni çıkmış oto galericisi rehaveti ile kendini, sınırlarını, herşeyini korurken; diğerleri de bir nevi küçük emrah semeliğiyle sevdim mi tam severim diyerek, yara benim diyerek, ayrılamam da ayrılamam diyerek, önünü ardını görmeden, azı çoğu hesaplamadan*, kafa göz sakınmadan, hesap kitap bilmeden hoydabre diye herşeyleriyle severler. az sevmeyi*, sevgiye sınır koymayı, sevgiyi azaltmayı bilmezler.
    ne olur ondan sonra?
    ciğer seni kurt yesin olur, ciğer kalp güveleri ile dolar,
    düşük eşeğe semer vuran çok olur uyarınca eşeğin beli kırılır, canı çıkar, hatta canı susar.
    yani efendim, bu bir özürdür, bir defodur, acilen aha şu switch mdir nedir bulunup off yapılması icap eden bir şeydir.
    oysa biz ağzımızla sevsek ciğer yerine, böyle mi olur? yooo, misss olur vallahi...
  • (bkz: az)
    (bkz: çok)
    (bkz: ne kadar)
    (bkz: ölçü birimleri)

    "adam çok açtır.. arabası ile ilerlediği yol boyunca hiç bir yerleşim alanına rastlamamıştır.. çok açtır ama arabadan inip yabani meyve aramaya, ot falan yemeye de niyeti yoktur.. günün ilk saatlerinden beri araba kullanmaktadır.. bir kaç kilometre daha gittikten sonra ışıklı eski bir tabela görür.. bir yol üstü lokantası. hemen parkeder arabasını ve lokantanın kapısına doğru hızlı adımlarla ilerler.. kirli mavi kapıyı itip içeri girer.. burnuna doluşup , zihninde canlanan kokular eşliğinde bir masaya oturur.. genç bir garson yaklaşır masasına. çatal kaşık ve dolu bir sürahi su bırakıp sorar " buyrun, ne alırdınız?"
    adam asla " az pilav üstü kuru" demeyecektir. "
  • az sevmeyi bilmemek yoktur da yanlış kişiyi sevmek vardır aslında... ve bir yerlerde çok sevilmeyi hak eden birisi illa ki vardır. *
  • cehaletimin ta kendisi.. az kızmayı da bilmem zaten..
    "ya hep ya hiç"ten farkı; "hiç"e gelemem, illa "hep" olacak..
  • siz her dakika telefonunuzun üzerindeki kırmızı mesaj ışığına bakadururken sevdiğiniz kişi mesajınıza 1 saat sonra cevap verir. içinizi kemirir bu, parçalar, hançer gibi kalbinize saplanır.

    siz mi gereğinden fazla seviyorsunuz, yoksa o mu az seviyor. belki de onun yaptiğı normaldir fakat kaçınılmaz bir şekilde yaralar sizi bu.

    bu tür şekillerde işte dank eder kafaya bu durum.

    genelde az sevmeyi bilemeyen kişi çok verir. verir de verir, verir de verir...

    terazinin veren kişi tarafına ağır basması sonucu da kaçınılmaz sorunlar ortaya çıkmaya başlar. sonrasını anlatmama gerek yok sanırım.
  • sevmeyi bilmekte** olan kişi az sevmeyi bilmeyecektir dogal olarak. birini beceren digerini beceremez zira.
  • severken kendini unutan insanın davranışı. hesap kitap yapmadan, saman altından su yürütmeden sever böyleleri. sevmenin sevilmekten önemli olduğuna inanır. kendini siler ,yok sayar. belki de başka türlü davranmayı beceremez. sevmeyi derecelemeyi başaramaz, kiloyla ,gramla, metreyle sevemez.
    sonunda işin boku çıkar * . o ayrı..
hesabın var mı? giriş yap