hesabın var mı? giriş yap

  • devamlı yaşadığım ikilem. inanılmaz bir şey. içinde yaya ve araba olan herhangi bir trafik senaryosu düşünün. karşıdan karşıya geçicem diyelim, direk yavaşlamayan arabalara kıl oluyorum.

    "lan ölür müsün biraz yavaşlasan" diye sayıklıyorum içimden.

    fakat aynı durumda arabadaki şahıssam; "lan öküze bak arabanın geldiğini görüyor hala dikiliyor yolun kenarında" diye düşünüyorum.

    empati falan yok. o an hangi ulaşım aracını kullanıyorsam kendimce tartışmasız şekilde haklı olan ben oluyorum. devlet buna bişey yapması lazım.

  • meslek sayılır mı bilmem ama

    (bkz: youtuber)

    sağlam kariyeri olan başarılı insanlara kıyasla bu tayfa itibar olarak gözümde eksilerde, ancak ayda 20-25 bine (tl/$/€) para demeyen yüzlercesi mevcut. istediğin kadar adam yerine koyma, saygı duyma kariyer ve başarı açısından ama çoğu yürüyüp gidiyor aga.

  • 3 makro içinde en gereksiz olandır. temel görevi hızlıca parçalanarak enerji sağlamaktır fakat endüstri, tadı sebebiyle insanları bağımlı yapmakta kullanmaktadır. öyle ki zararın negatif etkileri fark edildiğinde şekerin zararlı olmadığı üstünde firmalar batmasın diye zamanında anti-propaganda ile bilim adamlarını kullanarak zararsız olduğu bile sunulmuştur.

    kalori değerlerine bakıldığında:
    yağ: 9 cal
    şeker: 4 cal
    protein: 4 cal

    yıllar boyu bize şu öğretildi: önemli olan aldığımızdan kaloriden fazlasını harcamaktır aksi halde kilo alınır. evet doğru ama eksik bilgi. günde 2000 kaloriyi nasıl aldığınız önemlidir. yani spor yapıp, her gün 1800 kaloriyi sadece baklava yiyerek karşılarsanız, ilk zamanlar kilo verirken, zamanla güçsüzleşir ve psikolojik olarak yıkık hissedersiniz. zamanla ciddi kas kaybı yaşarsınız. özetle her kalori yararlı değildir.

    --- spoiler ---
    neden böyle olur?
    --- spoiler ---
    vücudunuzda hücre yapımı, onarımı işlerinden öncelikle proteinler sonra yağlar sorumludur. hormonlar, enzimler, antikor-antijen hep protein esaslıdır. hücreler parçalanırken veya birleşirken kendilerini tamamlayacak temel yapıtaşı olan bu ürünleri bulamazsa haliyle fiziksel ve psikolojik olarak etkilenirsiniz. işte bu yüzden hep ne derler? "tek yönlü beslenmek kötüdür."

    --- spoiler ---
    madem karbonhidrat temel olarak gereksiz hiç kullanmasak enerjiyi nasıl karşılarız?
    --- spoiler ---
    bununla ilgili en temel diyet ketojenik diyettir. yağ üstte bahsettiğimiz gibi yüksek kalori değerine sahiptir fakat parçalanması zordur. bir süre karbonhidrat kullanmazsanız, vücut hızlıca yağdan enerjiye elde etmeye çalışacak ve buna uyum sağlayacaktır. yani ağırlıklı olarak protein ve yağ ile beslenmeye denir. tabii ilk zamanlar alışkanlık değiştiği için yorgun hissetmeniz, kabızlık yaşamanız mümkündür.

    --- spoiler ---
    karbonhidratın bilinen faydaları nedir?
    --- spoiler ---
    karbonhidrat olabildiği kadar az ve amacına uygun kullanılmalıdır. en büyük faydası beyinin yakıtı olması ve patlayıcı güç sağlamasıdır. örneğin yoğun kardiyo veya ağırlık çalışmaları öncesinde alınan karbonhidrat çalışma kolaylığı sağlar, kaslarda glikojen olarak depo edilir; çünkü karbo çabuk parçalandığı için o an gerekli atp'i size verir.

    kilo vermek isteyenlere genelde 20 dk+ kardiyo önerilir. bunun sebebi de ilk 20 dk çabuk parçalanan karbo kaynaklarından sonra yağın parçalanmasıdır. bu arada kardiyo üstüne geçmiş bir ekşi-şeyler yazım:
    https://seyler.eksisozluk.com/…r-gercekci-bir-hayal

    --- spoiler ---
    insülin direnci ve glisemik indeks
    --- spoiler ---
    yoğun fiziksel çalışmanız yoksa karbo kullanmanıza gerek yoktur. kullanıldığında basit şekerlere değil glisemik indeksi düşük kompleks formatta olanlara yönelmemiz gerekir. ekmek yerine; kızarmış ekmek, yulaf gibi ürünler tercih edilmelidiir. aksi halde bu ürün çok çabuk şekilde sindirileceği için aniden kan şekeriniz yükselir, güçlü-mutlu hissedersiniz fakat vücut bunu dengelemek için aşırı insülin salgılar ve modunuz düşer, yorgun hisedersiniz. bu enerjiyi harcayamadığınız için hızlıca yağ olarak depolanmaya gider. aşırısının kötü psikolojik etkileri de mevcuttur.

    --- spoiler ---
    psikolojik etkiler
    --- spoiler ---
    basit şekerler tükettiğinizde başta dopomin salgılarsınız, üstte bahsettiğimiz gibi mutlu olursunuz. bu süreç tekrarlı yaşandığı zaman sizi esir eder. aynı uyuşturucu gibi etkilenirsiniz.

    buna dayanamayıp şeker yerseniz, sonrasında 30 dk normale döner fakat insülin sebebiyle kısa sürede eski halinize dönersiniz. yani ara ara 30 dk iyi hisseder fakat gün boyunca halsiz ve aç hissedersiniz, gün sonunda ise yorulursunuz, uyusanız bile uykunuzu almamış gibi hissedebilirsiniz. oysaki yağ ve protein yavaş sindirildiği için insülin değerlerinizi değiştirmez ve bunları yaşamazsınız.

    fark ettiyseniz mutluluğun tersi mutsuzluk değil. psikolojide de koşullu güdülenme dediğimiz benzer bir durum var. örneğin bir olay karşısında size bir hediye veriyorlar, bu onlarca defa tekrarlanıyor ve sonunda siz o olayı görünce hediye bekliyorsunuz, alamazsanız mutsuz hissediyorsunuz, buna bağımlı olmak deniyor. şeker bağımlıları da benzer şekilde pasta görünce bile dopomin salgılar ki tipik bir koşullanma durumudur ve bu koşullanma onları daha fazla pasta yemeye iter.
    (bkz: asla mutlu olamayacak insanlar/#106380345)

    herşeyi bırakın hayvanlar alemine bakın. mesela köpekler veya kediler için de şeker zararlıdır. aşırı almaları halinde diş çürümesinden, diyabete kadar bir sürü sorun yaşar dururlar. sonu ölümdür.

    kıscası fazlası çok zarar; az ise az zarar veren makrolardan biridir. herşeyin tadını iyileştirdiği ve ucuz olması sebebiyle basit şekerler; işlenmiş ürünlerin ana hammeddesidir ve bağımlılık yaratır. çok dikkatli tüketilmesi gerekir. 2 ay tüketim boyunca ortaya çıkan etkilerin gösterildiği that sugar isimli filmi özellikle tavsiye ederim.

    debe edit.

  • bir ingilizce öğretmeni olarak hakkındaki tartışmalara müdahil olmak istediğim sistemdir.

    sistem eleştirilerine geçmeden önce dil eğitimindeki durumumuz konusunda biraz bilgi vereyim. yabancı dil eğitiminde ülkemizin durumu tabi ki parlak değil ancak bunda bulunduğumuz dil ailesinin de payı büyük. "alman-fransız çocuklar şakır şakır ingilizce konuşuyorlar, bizde tık yok" demeden önce bizim ingilizce ile dahil olduğumuz dil ailesi konusunda ciddi farklar olduğunu hatırlatmakta fayda var. avrupa ülkeleri arasında cognate dediğimiz ortak kelime sayısı çok yüksek iken bizde o bu kadar fazla değil. bu da bizi avrupa ülkelerine kıyasla dezavantajlı kılıyor. ingiltere'den farklı dil ailelerine aidiyet göz önüne alındığında rakiplerimiz iran, rusya, çin gibi ülkeler kalıyor ve vakt-i zamanında okuduğum bir araştırmaya göre bu ülkelerin arasında durumumuz kötü değil.

    ama sonuç olarak 12 sene gibi uzun bir süreye bakınca ortada bir başarısızlık olduğu aşikar.
    sistemsizlikler ülkesi olan türkiye'mizin, uzak ara en kötü yönetilen kurumu olan milli eğitimin bünyesinde böyle bir sonuç çıkmasına şaşırmak bence abes.
    birkaç madde halinde durumu özetlemeye çalışayım.

    1. bir sene önce ingilizce eğitimi 2. sınıfa indirildi. ilk bakışta çok acayip bir gelişme gibi gelse de ortada şöyle bir durum var. eskiden 5., 6. sınıflarda dörder saat ingilizce eğitimi verilirken malum seçmeli derslere yer açmak için üç saate indirildiler. ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıflarda hepi topu iki saat ingilizce dersi olduğu düşünülünce ingilizce eğitimi ikinci sınıfa kadar indirilse de öğrencilerin eğitim hayatında göreceği ingilizce dersi sayısı sadece 1 saat artmış oldu. yani meb ders sayısını arttırmadan arttırmış gibi yaptı.

    2. bir öğrenci 8. sınıftan mezun olduğunda şu zamanları etkin olarak kullanması bekleniyor.
    simple present, present continuous, will future, going to future, simple past, past continous, present perfect tense.ayrıca envai çeşit modal. in order to, so that/such that/incase vb. yapılar da cabası.ve bunları haftada 3-4 saat ile kazanmalarını bekliyorlar.

    bunun yerine öğrencilere sadece basit simple present,present continuous, will future ve simple past versek. bunlarla bol bol çeşitli cümleler kursalar, mektuplar yazsalar, bunları içeren videolara maruz kalsalar. bol kelime öğrenip bunlar hepi topu 4 zaman içerisinde ama bol bol kullansalar. (ki ben böyle yapıyorum ve öğrencilerim dil bilgisine boğulmamış oluyorlar.ayrıca haftada 4 saat ile perfect tense ne lan?) çok basit konuşmaları öğretsek ama harbi öğretsek. çoğu öğreteceğiz derken boğulmasak.

    3. öğretmenlere kızıyoruz ama öğretmenden beklenen o öğrencileri konuşturması değil ki. ben bir köy okulunda öğrencilerime ingilizlerin çektiği videoları izlettim, bol bol listening yaptım. bir gün öğrencilere sobalı köy okulunda whitney houstan'dan i will always love you şarkısını dinlettikten sonra okul müdürüm tarafından müfredatı takip etmem, dışına çıkmamam konusunda tenkit edildim. görev yaptığım bölgede başarısız öğretmen ilan edildim. bunun üzerine ben de dershane öğretmenine evrildim. ezber, test vb. yollara saptım, öğrencilerimin netleri arttı, gördüğüm saygı hayvani boyutlara ulaştı. yani beklenen test, sınav vb. iken öğrenci konuşturmaya vakit harcarsanız okul idaresi, müfettişler, milli eğitim müdürlükleri tepenize biner müfredatta geri kalındı diye.

    4. yine öğretmenlere kızıyoruz ama meb'in umrunda mı? şu anda sınıf öğretmenliğinden ingilizce branşına geçmiş, ingilizce'den bihaber sınıf öğretmenleri çoluğunuzun çocuğunuza ingilizce öğretmeye çalışacaklar.sayıları da 3 bin'in üzerinde. bir tanesi bana gelip "hocam ben tv programmslarını anlattım bugün" dedi. oradan anlayın artık.

    5.dil eğitiminin en kritik boyutu edinim. yani öğrenciyi dile maruz bırakmak. çok sıkışık müfredatlar dahilinde haftada 3-4 saat ile kime neyi edindirebilirsiniz ki?

    6.biraz klasik olacak ama meb kitapları konusunda şikayetimi de belirtmeden geçemeyeceğim. bin tane ingilizce dizi izlerim, hiçbirinde raslamadığım abuk konuşma kalıpları mevcut ama en sık rastlananları ara ki bulasın.
    bir tane dizi gösterin bana "fine thanks and you" geçen. çok mu zor selam kalıplarını çeşitlerini arttırmak. benim öğrencilerim "how are you?" dediğimde "we are great, what about you?" diye bağırırlar karşılık olarak. çok mu zor arkadaş müfredatı yaratıcı ve güncel hale getirmek. daha güncel, daha kaliteli yayınlar var ve bazı veliler de almaya hevesli ama bu sefer de karşımızda; (bkz: okullarda kaynak kitap kullanımının yasak olması)

    7. bu kadar kafanızı şişirmezdim ama akşam aldığım bir telefonun üzerine bu başlığa yazma gereği hissettim. geçen sene 8. sınıftan mezun edip iyi denebilecek bir anadolu lisesine daha yeni yerleşmiş bir öğrencim aradı beni. "hocam bugün ilk ingilizce dersimiz vardı. öğretmen "where do you live?" diye sordu, baktım kimseden ses çıkmıyor ben kalktım "i live in kahramanmaraş" dedim, öğretmen de beni"4 tane 9. sınıf grubunun içerisinde bir tek sen kalkıp cevap verdin" diye tebrik edip sizi sordu. çok teşekkür ederim, sayenizde beni çok sevdi" dedi. tabi gururum okşandı önce ama biraz düşününce halimizin nasıl bir rezillik olduğu yüzüme çarpıldı. en basit cümle be arkadaş. bundan aciziz. en basit cümleyi 9. sınıf öğrencisinden duyunca havalara uçacak kadar aciziz.
    bu kadar rezillikten ne öğrenciler ne öğretmenler tek başına sorumlu sayılamaz, tüm suç bu grupların üzerine yıkılamaz.

  • anayasal hak olmasına rağmen başaramayacağımız şey. düşün işte hakkın olmasına rağmen kapıda önünü kesip içeri almayacaklar. "burası işletmenin kardeş" diyecekler. istediğin kadar durumu anlat "burası işletmenin"den öteye gitmeyecek konu.

    jandarma ya da polisi aradığında normalde işin çözülmesi gerekecek ama öyle de olmayacak. çünkü polis işini yapmayacak. "10 lira için ne ayak yapıyorsun kardeşim" diye bir de seni suçlu çıkartacak. değil 10 isterse 1 lira olsun, bu senin hakkın ama kafalar çok başka.

    özetle; her alanda olduğu gibi burada da güçlü hakkı olmayan şeyleri senden benden alacak, seni koruması gerekenler de s*kine takmayacak. o iş yaş.