hesabın var mı? giriş yap

  • ılık bir ibraninin sözüdür.

    musa'ya epey çıkışmıştı: ''tamam firavunu sevmeyebilirsin, nefret de edebilirsin ama saygı duyacaksın kardeşim. adam bu ülkenin kralı. hainliğin lüzumu yok.''

    şimdi o ibrani'yi değil, musa'yı hatırlıyoruz.

  • bazen cevabı içinde olan sorularla başlayan ve bitiveren diyaloglar. misal: 6 yaşındaki yeğen tez konumu soracak olur. kendimce basitleştirerek cevap veririm: "ingilizler 1920'lerde ırak'ı nasıl yönetmiş, onu yazıyorum." hemen ardından ikinci ve bence esasa dair soru gelir: "e ingilizler bilmiyorlar mı zaten nasıl yönettiklerini? niye bir daha bir daha anlatıyorsun ki?"

    (sahne kararır).

  • "açık sözlü olmak iyidir. en kötü ihtimalle sonradan kaybedeceklerini en başta kaybedersin."

    hayat felsefesi yapılası bir söz. kaybetmek degil, fazlalıklardan kurtulmaktır belki de...

  • türk dizi tarihinin;

    - en tırt holdingini, (bütün mahalleyi işe aldılar)
    - en tırt ceo'sunu, (hiç danışmanı, avukatı falan yok, en küçük sorunda bütün yetkileri damadına devretti)
    - en tırt komiserini, (kuzey'in peşine takıldı olay çözmeye çalışıyor, arada kuzey'i alttan alıyor, sakinleştiriyor falan)
    - en tırt mafya babasını, (alt tarafı bir adam vurdu, japonya'ya kaçtı herif)
    - en tırt girişimcilik hikayesini (makara),
    - en tırt stilistini (sabah sporunu park aletlerinde yapıyor)

    barındıran dizi.

    kabul edin aslında senaryo komple ilkokul müsameresi gibi ama izliyoz işte mal mal.

  • ate$e dogru yururken arkama bakip gozyasindaki sicakligini hissedebildigim tek insan

  • amazon ormanlarinda tukenmis bir halkin dili.
    ve belki dunyanin en yalniz adami aurá 'nin.
    gorsel- 1

    35 yil once brezilya'nin kuzeyinde pará'da, amazon ormanlarinin derinliklerinden iki adam cikagelmis.
    kayip bir kabilenin son uyeleri oldugu anlasilan bu iki adama, aura ve aure demis yetkililer.
    gorsel 2
    gorsel 3

    civardaki obursu yerli halklar, kabileler az bucuk biliniyormus. ama bu ikisinin konustugu dili kimse anlayamamis.
    dil uzmanlari getirmisler. bunlar uzak, kucuk yerli kabilelerin dillerini bile konusabiliyormus. ne var ki, onca yillik egitimleri, devirdikleri onca lugat, o kadar bilgi dagarcigi, bu iki yabani adamin dilini cozmeye gelince pire olmus, bit kadar olmus, gozden kaybolmus.
    gorsel 4

    yetkililer, iki yabani adami 87'de ormanda ortaya cikislarindan itibaren o toplama kampindan bu toplama kampina surukleyip durmus .
    ama uyum saglayamamis, yerlesik yasama gecememis ikisi de.
    sonra bir dil uzmani gelmis, kendini konuya vakfetmis. onlarla zaman gecirip, dogaya cikip, kaynasmaya calisip epeyce sozcuk ogrenmis. kayda 800'e yakin, baska ornegini gormedikleri sozcuk gecirmis.
    yerli dillerinde sikca goruldugu uzere, bunlarin cogu hayvan, bitki, meyve adlari. cok azi eylem, baglac.

    aure, sanki abisiymis gibi ardina saklanmis aura'nin. pek iletisim kuramamis oburku insanlarla. aura, onu kollamaya calismis.
    gorsel 5
    yillar sonra sancidan ayaga kalkamaz olmus. bir suru macerayla buyuk kente hastaneye goturmusler. son evre kanser.
    kisa bir tedavi sonrasi gocup gitmis.
    gorsel 6

    simdi aura, ihtiyar, topal bir adam olarak bir kulubede boncuk diziyor. goge bakiyor. hamaginda uyuyor.
    gorsel 7

    arada cikip konusursa da kimsecikler anlayamiyor. zaman zaman ugrayan o dil uzmanini saymazsak.
    kameraya cekerken vefat eden arkadasini soruyorlar. kendi dilinde bir meyve ismi, kus ismi soyleyip gokleri gosteriyor.

    surada ise insana dokunan bir sahne: aura nin yalnizligi
    yalnizliktan catlayacak gibi oldugu bir gece, gidip kampta onune cikan kim varsa iletisim kurmaya calisiyor.
    ama oburleri hadi oturup dinleseler, agzindan cikan tek sozcugu bile anlayamiyorlar.
    aura oyle bunalmis ki. oyle daralmis ki. anlatiyor, ciziktiriyor, soyluyor, konusuyor, soruyor, anlatiyor.

    belki dunyanin en yalniz adami simdi. orada, amazon ormanlarinin kiyiciginda.
    virane bir kulubede kimsenin isitemedigi, kavrayamadigi seylere cenesini yoran. asla anlasilmayan.
    gunun sonunda kimsesizligin, yankisizligin, yapayalnizligin icinde gozlerini yumup sabah dogacak gunu bekleyen topal ihtiyar.

    oykusunun tamami:
    nhk'nin belgeseli

    not: okurlardan, dostlardan gelen elestiriler uzerine buraya kisiel bir not birakiyorum. yukariki yaziyi hakkiyla cikaramamisim. aura'nin yalnizligini dosdogru anlatamamisim. temel noktalar eksik kalmis (neden geri donmemisler? kabileye n'olmus? nicin portekizce ogrenmemisler? vesair ilk akla gelen sorularin yanitlari gibi) bazi yerlerdeyse lastik gibi uzamis duygusallik. bunlar icun ozur diliyorum.
    tabii bunun kendimce nedenleri var. atalar "demir tavinda dovulur" demis. tavini kacirinca, soguk demire vura kira sekil veremiyorsun iste. gunluk akis suresinde aklimda kalmis, belki kenara konu basligi not dusulmus vesair mevzulari hastayken yatakta, ucus beklerken, uykum kacinca filan fismekan dizebilmisim vakit darliginda. o da anca bu kadar olmus. tabii atalarin her seye bir lafi var, "osuruklu gote cavar ekmegi bahane" diye de bosa dememisler. neticede bu yazilar bu vaziyete gelmis. bakalim duzeltebilicez mi hayirlisiynan.

  • erkeğin dış görünüşe önem veren yüzeysel bir yaratık olmasındandır. kız ne kadar çirkin olursa olsun erkek bunu yaparak kızın gururunu kırarsa öküzdür, ayıdır, ataerkil düzenin tuğlasıdır. halbuki kızlar tamamen iç güzelliğe bakıp reddeder. erkek kesin bir hata yapmıştır ondan yani.

    bu feminizm iyiymiş lan kafası şimdi geldi bak.

  • 80 tl'lik aylık ücreti bu ekonomide 50 tl'ye indiren adama karşı yaptıkları protesto. belediye akp'deyken yapabilirler miydi peki?

    ülkede sol en az sağ kadar kanser.

  • saatleri ayarlama enstitüsü, usta edebiyatçımız ahmed hamdi tanpınar’ın 1961 yılında yayımlanan ünlü romanıdır. kitap, cumhuriyet’in ilanı öncesi dönemin muhafazakâr yapısını ve cumhuriyet sonrası batılılaşma çabalarının ironi dolu resmini çizer. ağır bir dili vardır ama akıcı üslubu sayesinde kendini rahatça okutmayı başarır.

    saatleri ayarlama enstitüsü’nün teması

    saatleri ayarlama enstitüsü’nde, hayri irdal’ın hikayesini okuruz. yabancılaşan toplumda kendi konumunu sorgulayan irdal, ailesi dahil herkesin farklılaşan davranışlarının ve başkalaşan arzularının arasında kalmıştır. kafası karışan irdal, toplumun geçirdiği keskin dönüşüme ayak uydurmakta zorlanmaktadır. o ne kadar zorlansa da tüm çevresi bu trene binmiştir bir kere. o da daha fazla kendini bu ivmelenmeden sakınamaz ve istemsizce akıntıya kapılır. onun yaşadıklarını, alaycı, mizahi ve kimi yerde karikatürize bir dille anlatan tanpınar, türk edebiyatı’ndan az görülen grotesk (grotesk tiyatrodan gelen anlatım tekniğinde trajik bir olay komedi ve hiciv unsurları üzerinden işlenir) anlatımı tercih eder. şiirlerinde bulunan melankolik ve simgesel hava ile oldukça zıt olan grotesk dil, tanpınar’ın doğal yazım yeteneğinin ispatıdır.

    biz okurlar, hayri irdal’ın başından geçenleri okurken kendimizi yer yer “bu kadar da olmaz ki canım?” derken buluruz. ama bu hissiyatımız kalıcı olmaz. tanpınar’ın bu gibi yerlerde hikâyenin dizginlerini eline alıp okuyucuya nefes alacak aralığı verdiğini fark ederiz. uyku ile uyanıklık, rüya ile gerçek arasındaki ince çizgide tam da tanpınar’ın istediği şekilde gidip geliriz.

    saatleri ayarlama enstitüsü, geçtiği dönemi en ince ayrıntısına kadar bizlere yansıtır. kendimizi yüz yıl öncesini anlatan bir filmin içinde gibi hissederiz. biz okuyucular, hayri irdal’ın maceralarını yanı başından takip eder, olan bitenlere tanık oluruz. buradan anlayabileceğiniz gibi 1961 yılında yayımlanmış bir kitap için oldukça sinematografik bir anlatım vardır.

    tanpınar ve psikanaliz

    tanpınar’ın psikanalize duyduğu ilginin yansımaları kitapta genişçe yer bulur. sigmund freud‘dan etkilendiğini bildiğimiz tanpınar, hayri irdal’ın düşünceleri ve diğer karakterlerin konuşmaları üzerinden psikanalitik değerlendirmelerde bulunur. bunu yaparken hikâye akışını bozmamaya özen gösterir. romanın sürükleyiciliği sekteye uğramaz. belki de saatleri ayarlama enstitüsü’nün başarısı da burada yatar. tanpınar, bizi düş ile gerçek arasında zamanını dahi kestiremediğimiz bir yolculuğa çıkarır ve bunu yaparken birbirinden farklı noktalara parmak basar ama okuyucunun ilgisini daima elinde tutar.

    her bölümü farklı bir tiyatro perdesidir saatleri ayarlama enstitüsü’nün. bundan dolayı tiyatroya, radyo tiyatrosuna ve sinema filmine uyarlanması pratikte kolay bir eserdir ve çok sayıda uyarlaması mevcuttur. günümüz televizyon dizilerinin tercih ettiği konuları ve hikayeleri düşününce, saatleri ayarlama enstitüsü’nün neden yeniden uyarlanmadığını anlamakta güçlük çektiğimi söylemeliyim.

    son dönemde insanın hayal gücünün gerçek hayat ile iç içe geçtiği eserlere ilgi duyduğumdan, saatleri ayarlama enstitüsü’nün, grotesk anlatımı cumhuriyet’in kuruluş dönemine yedirmesinden oldukça keyif aldım. ben de hayri irdal’la insanların davranışlarına hayret ettim, onun olaylara verdiği tepkiler benim tepkilerim oldu. bundan 55 yıl önce yayımlanmış bir eserin bugün bile bu şekilde değerlendirilebiliyor oluşu tanpınar’ın yeteneğini gözler önüne sermekle kalmıyor, takdir edilmeyi sonuna kadar hak ediyor.

    elbette tanpınar’ın bu farklı ve hiciv dolu üslubu, bazı okurları yorup, onların kafalarını karıştırabilir. ağdalı türkçesi, sık kullandığı alaycı, absürt dili kimisi için çekici gelmeyebilir. absürt olayların, tarihsel bir dekor önünde anlatılıyor oluşu bazı okuyucuların kitabın içine girmesini zorlaştırabilir.

    kimilerine kitabı okumayı bitirmeden elinden bıraktıracak kadar sıkıntı yaratabilecek bu noktaları göz ardı etmiyorum. buna rağmen, saatleri ayarlama enstitüsü, her kitapseverin mutlaka eserlerini okuması gereken tanpınar’ın türk edebiyatı için ne kadar eşsiz bir değer olduğunu göstermesi açısından önemlidir. cumhuriyet dönemi yaşanan toplumsal değişime tuttuğu ışık ile de özeldir.

    günümüz türk edebiyatı denilince aklınıza gelen bir çok yazara yol göstermiş olan tanpınar, saatleri ayarlama enstitüsü ile farkını bir kez daha ortaya koymayı başarıyor.

    kitaptan alıntılar

    kitabı okurken o kadar çok yerin altını çizmişim ki, hepsini buraya koymaya kalkarsam zaten uzun olan yazı çarşaftan hallice bir noktaya gelecekti. o yüzden aralarından seçtiğim pasajları buraya bırakacağım.

    * “samimiyet tek başına olan iş değildir.”

    * “eski bir şapkadan ve ayakkabıdan sahibinin bütün huyunu, alışkanlıklarını, hayatındaki aksaklıkları, hatta ıstıraplarının çeşidini görmek mümkündür.”

    * “yumuşak ve uysal, merhametli, sefaleti tatmış tabiatım ikide bir işe karışıyor, lafımı kesiyor, kararlarımı değiştiriyordu.”

    * “diyebilirim ki, bizzat iyilik dahi, ancak ceza görmesi ve ayıplanması icap eden bir kötülüğün bulunmasıyla kabildir.”

    * “politikadaki hürriyet, bir yığın hürriyetsizliğin anahtarı veya ardına kadar açık duran kapısıdır.”

    * “günde beş vakit namaz, ramazanlarda iftar, sahur, her türlü ibadet saatle idi. saat allah’ı bulmanın en sağlam çaresi idi ve bu sıfatla eskilerin hayatını idare ederdi.”

    * “saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır… bu da gösterir ki, zaman ve mekân, insanla mevcuttur!”

    notlarımın tamamı ve kaynak için: http://duslerdengercege.com/…rin-ufuk-acici-romani/

    kitabı satın alabileceğiniz bir kaç adres:

    d&r

    kitap yurdu

    ıdefix