hesabın var mı? giriş yap

  • hayal kelimesinin arapça'daki kökü, "imgelem" ve "zihinsel görüntü" gibi anlamlarının yanı sıra, "gövdeden ayrılmış ruh" gibi bir anlama da sahiptir. bu dikkat çekici üçüncü anlam, soyut bir kavramı anlamdan taviz vermeden somutlaştırmaya yönelik, başarılı bir girişime benzer. aynı zamanda, yaratıcı tarafından gövdeye hapsedilen ruh kavramına sözlü bir başkaldırı niteliği taşır. yaratma gücünün yaratıcı'ya özgülüğünün karşısına, insani (kendini bilmez) bir yaratı kavramının başlangıç noktası çıkarır, hayal. büyük ingiliz nüktedanı ve oyun yazarı sir bernard shaw, "back to methuselah"ta yılan'ın ağzından, hayal kavramına ve yaratıya dair ilginç şeyler fısıldar: "yaratının başlangıcıdır hayal. dilediğinizi hayal eder; hayal ettiğinizi amaçlar; amaçladığınızı yaratırsınız neticede." aynı shaw, bir akşam davetli olduğu bir piyano konserinde, resitalin ardından eşiyle birlikte oturduğu koltuktan kalkar ve genç piyanisti tebrik etmek üzere onun yanına gider. kendine has o üslupla, "lütfen, genç adam, tanrıları daha fazla kızdırmamak adına her gece biraz olsun kötü çalınız." der. sanatta, doğaçlamada, baştan çıkarmada ve hikâye anlatıcılığında; yani yaratıda karşımıza çıkan bu efsun, tanrısallıkla bu hoşbeş olmuşluk, "gövdeden ayrılabilmiş ruhların" harcıdır sanki. bütün varoluşun bir zamanlar bir hayalden ibaret olduğu düşüncesi, bu açıdan, kendi vücudunu terk eden, sıkılgan bir yaratıcı imajını akıllara getirir. zamandan ve mekândan münezzehliğin insanca bir ifadesi olan hayal, böylelikle antropomorfik bir yön kazanır.

    ancak insani bir avuntu olan hayalin de ötesi vardır. tahayyül söz konusu olduğunda, mekânı zihinde canlandırmak, onu cisimleştirmek için öncelikle istenç gerekir. soyut kavramları somutlaştırmak için zihnimizi kullandığımızda ise bu, tasavvur olur. lakin bunların dışında, insan iradesi ve aklın kontrolü* dışında sökün edenleri tanımlayan tevehhüm* söz konusudur. vehim, "kuruntu" anlamıyla kestirilip atılsa da, çok katmanlı manalara sahiptir. mesela matematik ve metafizik, tevehhüm ile yapılır. sanat ise tahayyül ile yapılır. tevehhüm, tahayyülün sınırlarının ötesine gidebilmesinin yanı sıra, ortaya çıkışı için istenç de gerektirmez. daha baştan sabote edilmiş, uzay ve zamandan arı bir gerçeklik projesi olan hayal, zaten uzay ve zamanca sınırlanmış insanın, "gövdesinin dışına çıkan bir ruh" olma özleminden köklenir. tevehhümün, antropomorfik herhangi bir fenomeni çağrıştırmaksızın ve insani herhangi bir zaafa dayanmaksızın ortaya çıkışıysa, "her şeyi hayal ederek var eden bir yaratıcı" yakıştırmasından daha elverişli bir kavrayışa temel oluşturabilir.

    hayali söz konusu etmeyecek kadar zengin ve engin bir hayat, insanda herhangi bir arzu bırakmaz. insan psikolojisi böyle bir durumda, bir kendi-kendini-imha sürecine girmekten korunma girişimi olarak, arzuyu yeniden yaratır ve boşluğa, belki yoksulluğa gereksinir. vehim, bu tip bir ödünleşime gebe değildir. insanın kendi içinde karşılaştığı biyolojik meydan okumaların ortadan kalkabileceği boyutlar, sıkılgan bir yaratıcı imajı kurgulayan sözdizimindeki hatayı gözler önüne serer.

  • ücretli köle arayan dallamaların salladığı çalışan türüdür. yerden göğe haklıdır.

    açık söyleyeyim, yukarıdaki üç soruyu bana biri iş görüşmesinde sorsa, kalkar giderim. her insan evladının da bu üç soruyu soracak kadar haysiyetten uzak bir işletmeyle karşılaştığında kalkıp gitmesi taraftarıyım. kimsenin size köle muamelesi yapmaya hakkı yok. üç kuruş maaşa çalıştırdığı adamı tapulu malı zanneden şerefsizler çalışacak adam bulamayınca akılları başlarına gelir diyeceğim ama o zaman da "işsizlik yok iş beğenmiyorlar" diye ağlamaya başlar bunlar. cehennemin dibine kadar yolları var. çalıştıracak adam bulamayıp topu atsınlar da meydan insanlığını kaybetmemişlere kalsın.

  • çok doğru bir tespit. hem uzun boylu hem de kısa boylu kızların yatakta ne kadar aktif olduğunu bizzat görmüş bir kişi olarak onaylıyorum. öğrencilik döneminde iki ev arkadaşımla birlikte süper yeteneksiz olduğumuz için eve gelen kızlar bir arada yatardı, sabah onları uyandırmaya gittiğimde uzun boylu olanlar yattıkları gibi kalkarlar, kısa boylu olanlar dönmüş, dolanmış, üstünü açmış, bütün gece rahat durmamış olduğu belli bir şekilde uyanırlardı.

  • korkulmaması gereken sınav. çalıştıktan sonra yapılamayacak şey yok. örneğin benim 3 ay önceki tarih netim 12'ydi. üç ay boyunca her gün tekrar yaptım, bütün padişahları ezberledim, haritalarla çalıştım, duvarlara kağıtlar yapıştırdım, belgeseller izledim. bugünkü girdiğim denemede 13 net yaptım.

  • ahahahaha, lan zaytung sandım değilmiş. olaya bak:

    "aracını sattığı kişiler tarafından dolandırılan imam azmi koç’un “hem dolandırıcı hem hırsız hem de serbest dolaşıyorlar” sözü, “cumhurbaşkanı’na hakaret” zannedilip şikayet edildi. hakkında soruşturma açılan koç, savunması alınmadan meslekten atıldı."

    link

    emin olamadım iyi baktım

    not: başlığı kırpmak zorunda kaldım biraz.

  • sanırım herkesin yaptığı şey. garip bir takıntı. hani yazdığımızı zaten görüyoruz sanırım o yüzden. profil fotosunun yanında beliren o play tuşunun dayanılmaz cazibesi belki de.

    hiç olmadı insan egosunun bir parçası, kendini seven insanın kendini dinlemesi. diğer taraftan sesi dışardan dinleyince farklı gelmesi ya da konuşmayı dinleyerek düzeltme isteği. takıntı kesin takıntı.

    illa dinleyeceğim gönderdiğim sesi. manyak mıyım neyim?

  • bir bagimlilik cesididir. hastamiz gosteris olsun ya da kutuphanede sik duruyor diye kitaba yatirim yapanlardan bircok noktada farkliliklar gosterir. oncelikle hasta kisi, kitabi sadece satin almaz, okur da. yalniz okuma ve edinme hizlari birbirlerine uyum gostermediginden, aradaki fark, yani okunmamis kitaplarin okunmuslara orani gitgide buyur. bu durumda hastaligin ilk etaplarinda bir hayiflanma sureci yasanir. sikayet edilir zamansizliktan, hicbirseye yetisemiyor olmaktan, daha okunacak aha su kadar kitap bulundugundan. zamanla bu durum kaniksanir, zira okunan ya da gozgezdirilen bir metinde, bir arkadas sohbetinde, ilgi duyulan bir konu, yazar, vs. ile karsilasildiginda hemen soluk kitapcida alinmakta ve evde biriktilmekte olan kitap sayisi gunbegun artmaktadir. bir gun gelir kitaplikta yarisi, dortte biri okunmus, hic okunmamis, ya da soylece bir goz atilmis kitaplar ustunde bir baski olusturmaya baslarlar. o zaman hastamiz bu gidise bir son vermek lazim der ve bagimliligi kontrol altina almaya calisir, fakat genelde cabalari beyhudedir. bir sure bagimlilik kontrol altina alinir, kutuphaneye dadanilir, odunc alinan kitaplarin teslim tarihi gelip catinca soluk en yakin kitabevinde alinir. buradan da anlasilacagi gibi kisinin derdi yalnizca okumak degil, okunan metinlere sahip olmak, yaninda bulunmak, bir gun birseye bakmasi icabettiginde elini atacagi kaynaklari yakin cevresinde bulabilmektir. boylelikle okunmamis kitaplardan ozur dilenip baris antlasmasi imzalandiktan sonra bir ferahlama donemi gelse de artan kitap sayisini kaldirmayan kitapliga yenilerini eklemek, evin orasina burasina konuslandirilmis kitap yiginlarini duzenlemek gibi mekana ve mobleye dair problemlerin peydahlanmasi yakindir. etrafla konu uzerindeki konusmalarinda ise savunmaci bir havaya burunur. kitapciya yollandigini soyledigi arkadasi, -e daha gecen gun almadin mi sunu bunu? dediginde - birader bu meyve sebze degil ki curusun, bittikce alinsin, teessuf ederim! gibi bir cikista bulunup kabarsa da icten icte, 'yahu hakli, hayallah, ama geldik iste simdi elim mecbur...' bir tane daha. neyse efendim, bilincli ve bagimliliginin farkinda olan hastamiz cesitli ruh hallerine bata cika kah okur kah kitap alir, bu is boylece gider. dilegimiz gun gelip de okunmamis kitaplarin agirligi altinda ezilen hastamizin, 'ben bu kitaplari simdi baslasam omrumun sonuna kadar bitiremem' hesabi yapip okumayi topyekun birakmamasidir.

  • kaledeki boz ayısıyla, belinde silahla gezen çakma polatıyla, şikeci ve ırkçı kaptanıyla, tribal burak ve selçuk karakterleriyle, apaçi almancılarıyla, para için galatasaray düşmanı tüpçüyle evlenen ve camiasına ihanet eden çakma imparatoruyla, hizipçiliğiyle, kulüp taraftarılığından kurtulamayıp kendi futbolcularını yuhalayan ve ıslıklayan stadyum seyircisiyle, kendisini ıslıklayan taraftara ana avrat küfrederek cevap veren futbolcusuyla tam bir sevimlilik abidesi takım.

  • tartisma/kavga esnasinda akla gelmeyen ama gece yatarken bir an da dank eden,”off bunu diyecektim olm yaa” dedigimiz tum seylerin olay esnasinda aklina gelmesi.

    hep yatarken aklima geliyo,diyemedim diye icimde kaliyor sonra hep ya:(