hesabın var mı? giriş yap

  • bir buçuk yıl önce duyurduğu eski albümlerinin yeni kayıtlarını yayınlamaya başlamış şarkıcı.

    müzik tarihi birçok şarkıcının kayıt şirketine karşı telif mücadelesi verdiğine şahit olmuştur. prince bunun en bilinen örneklerinden biri. paul mccartney'nin the beatles'ın kataloğu için nasıl mücadele ettiği yine herkesin malumu. janet jackson, frank ocean, u2, metallica, kesha, iggy azalea, jojo gibi örnekler çoğaltılabilir. birçok isim kayıt şirketine karşı yenilgiyi kabul etti, bazıları sadece bir ya da iki albümü kurtarmakla yetindi, çok azı kendi emeğini kan emici şirketlerin elinden kurtarmayı başarabildi. özellikle prince'in bu konudaki macerası müzik dünyasında efsaneleşmiştir.

    taylor swift'in bu gruba dahil olması ise 2018'de eski şirketi big machine records'u bırakması ve bahsi geçen şirketin scooter braun isimli bir menajere satılmasıyla başladı. swift, şirketiyle olan altı albümlük anlaşması bittiğinde eski albümlerinin telif haklarını satın almak istedi ancak reddedildi. şirketin ceo'su scott borchetta yapacağı son şeyin "kayıtları swift'e satmak olduğunu" açıkça gösterdi. albümlerini alamayacağını anlayan swift, bu kez şirketi satın alma önerisiyle gitti ama yine reddedildi ve süreç tamamen tıkandı.

    şarkıcıların şirket değiştirmesi son derece yaygındır ve çoğu zaman da sorun çıkmaz. şarkıcının bir şirketle anlaşması biter, daha iyi teklif sunan şirkete gider ve kariyerine devam eder. eski albümleri eski şirkette kalır, yeni albümleri yeni şirketle gider. o da kariyerine devam eder. bütün bu sürecin swift için işlememiş olmasının nedeni eski şirketinin ceo'su scott borchetta'nın swift'i bir şekilde "cezalandırmak istemesi." evet, şarkıcılar şirket değiştirirler ama bu onların kariyerinin gidişatını pek etkilemez çünkü eski şirket "o şarkıyı kullanamazsın," "bu şarkıyı, burada söyleyemezsin," "o görüntüleri kullanmana izin yok" gibi engeller koymaz, şarkıcının kariyerini mahvetmeye çalışmaz. başka bir deyişle onu "cezalandırma" yolunu seçmez. makul şekilde işleri yürütürler.

    işte big machine bunu yapmadı.

    scott borchetta, şirket için universal music group gibi çok daha büyük ve avantajlı teklifler varken menajer olarak bilinen ve şirketi alacak parası bile olmadığı için başka bir şirketten borç alan scooter braun'a sattı. geçmişinde defalarca swift'e zarar vermeye çalışan, 2016'da swift'in kariyerini bitirmek için ona komplo kuran ve sosyal medyada üç yıl sürecek olan linç kampanyasını başlatan, medyanın onu her türlü aşağılamasına el ayak olan kişiye sattı. ticari açıdan hiçbir açıklaması olmayan bu satış, iki yetişkin insanın bir başkasını cezalandırma ve kariyerine zarar verme amacından başka bir amaç taşımıyordu.

    anlaşma imzalandıktan ve swift'in eski albümlerinin kontrolü braun'a geçtikten sonra swift'in albümlerinde çeşitli değişiklikler oldu. başta kimsenin fark etmeyeceği, sadece swift'in anlayacağı ve sadece ona hakaret etmek için yapılmış adımlardı. örneğin, o albümünün şarkı isimlerinin tamamını küçük harfle yazmışken birden bu harfler büyüdü. albümler country türündeyken popa, sonra rock'a, ardından tekrar country'ye geçirildi. tüm bu hamleler medyada ilgi görmeyecek kadar önemsiz görünen ancak "ben senin albümlerine sahibim" mesajını karşı tarafa veren eylemlerdi ki bunlar bile braun'un "sadece iş yapan" bir iş adamı olmadığının ve iyi niyetler barındırmadığının çok açık kanıtıydı. hangi aklı başında iş adamı gün içinde zaman ayırarak "şu albümün müzik türünü değiştirip harfleriyle oynayalım" der? bu, normal/sağlıklı bir aklın ürünü olabilir mi?

    bu küçük zarar verme işlemleri daha da büyüdü. itunes üzerinden satın alımlar geri çekildi. birçok dinleyici satın aldığı taylor swift albümlerinin sanki alınmamış gibi olduğunu gördüler (itunes'ta albüm satın aldığınızda "purchased" yazar ve bir daha satın alma opsiyonu vermez, swift'in albümleri için bu opsiyon tekrar açıldı). bazıları kütüphanelerinden şarkılarının silindiğini rapor etti ki bu alenen dolandırıcılıktır. hangi şarkıcı olursa olsun, para verdiğiniz şarkı geri alınıyorsa ortada çok büyük sorun var demektir.

    swift'e zarar verme işlemini bir adım daha öteye taşıdılar ve yeni albüm yayınladığı sırada onun izni/bilgisi olmadan eski canlı performanslarını piyasaya sunarak insanların akıllarını karıştırdılar. bu arada eski şarkılarının plak versiyonu özel satışa sunuldu. artık swift'in albüm dönemlerini doğrudan hedef almaya başladılar.

    2019'un sonuna geldiğimizde swift'e tehditler yönelmeye başladı. eski şarkılarını televizyonda söylerse bunu "izinsiz olarak kayıt yaptı" şeklinde kabul edip ona telif davası açacaklarını bildirdiler ve böylece swift kendi şarkılarını bile söyleyemez duruma geldi. artık karşısında küçük harf değişiklikleri değil, tehdit ve davalar vardı.

    bütün bunları yapan iki yetişkin "iş insanı." yerseniz.

    şimdi swift'in yapmaya çalıştığı bu iki "mantıklı iş adamının" elinden kurtulmaya çalışıp gücü kendi elinde toplamak. albümlerinin kontrolünü kendi eline almak. kendi ürettiği müziğin üzerindeki parazitlerden kurtulup özgür olmak. albümlerini yeniden kaydetmek onu büyük ölçüde bu istenmeyen ellerden kurtarıp ona hareket alanı sağlayacak.

    şu akıllara gelebilir. madem şarkıcılar eski albümlerini kaydederek şirketlere meydan okuyabiliyorlar, neden diğer şarkıcılar da bunu yapmıyor? bunun için her şeyden önce çok büyük paralar gerekir çünkü baştan sona masraf. sadece stüdyo ve ekip değil, telif ve diğer hukuki süreçler bile çok pahalı. bir diğer neden (ki şarkıcıların parası olmasına rağmen yapamamasının başlıca nedenidir) şarkının kime ait olduğu sorunsalı. şarkının esas yüzdelik payının şarkıcının kendisinde olması gerekir. %5'lik, %10'luk katkıda bulunduğu şarkının haklarını elinde tutamaz. swift ise bu konuda gerçek şarkı yazarı olmasının ekmeğini yiyor. şarkılarının tamamı ona ait. diskografisinin büyük bölümü tek başına yazdığı şarkılardan oluşuyor, %100'üne sahip. diğerleri ise en azından %70 civarı. eski albümleri tekrar kaydetmesi için esas kapıyı açan faktör bu zaten. son olarak bu kayıtlar için büyük ve sadık bir fan kitlesine sahip olmanın önemi var. evet, şarkıcı parayı bulup yeniden kaydedebilir. evet, şarkılarını kendi yazmış olabilir. ancak kayıtlar biraz olsun ilgi görmezse insanlar eski kayıtları dinlemeye devam ederler. şarkıcı harcadığı bütçeyi karşılayamadığı gibi eski kayıtlar ilgi gördüğü için amacına da büyük oranda ulaşamamış olur. özellikle geniş fan kitlesi olmayan şarkıcılar böyle bir masrafın altından kalkamayacakları için buna cesaret edemiyorlar.

    bu üç temel faktör her şarkıcının elde ettiği bir şey değil. bu sebeple yeniden kaydetme metodunu endüstri içinde yaygın olarak görmüyoruz. nadiren oluyor.

    üç faktöre de sahip olan swift'in durduran tek şey yasal süreydi. albümlerin üzerinden en az beş yıl geçmesi gerekiyordu. kasım 2020'de bu süre bitti ve o da stüdyoya girdi. yeni kayıtları duyurduğu ağustos 2019'dan bu yana medyanın yarısı onu aşağılayıp hafife alırken diğer yarısı bunun mümkün olup olmadığını sorguladı. esas soru başarılı olup olmayacağıydı. fanlarının aklındaysa bunu nasıl yapacağı sorusu vardı. bütün albümleri kaydedip hepsini aynı anda mı yayınlayacak? albümler tek tek mi gelecek? şarkılar eskisiyle aynı mı olacak, yoksa değişecek mi? sesi uyum sağlayacak mı? birçok soru vardı. love story'nin yayınlanmasıyla bu soruların hepsi cevap bulmuş oldu.

    swift yapabileceği en akıllı yöntemle geldi. bunun ilki albümleri tek tek yayınlamak. dün yaptığı duyuruda önce fearless'ın geleceğini söyledi. altı albümü aynı gün yayınlasaydı albümler gerekli ilgiyi görmeyecek ve eski albümlerin yerini kolayca alamayacaktı. fanlar 80 tane şarkı arasında kaybolacak ve birbiri arasında gidip gelirken hiçbiri gündeme gelmeyecekti.

    bir diğer önemli nokta albümlere bonus şarkı koyması. fearless altı bonus şarkıyla geliyor. fanlar zaten albümü dinlerdi ama genel dinleyici için pek ilgi çekecek bir şey olmazdı. swift, her albüm için en az 50 şarkı yazan bir isim. albüme almayıp arka planda bıraktığı onlarca şarkısı var. bunların arasından en iyilerini seçip albüme koymak inanılmaz akıllı bir hamle. eski şarkılardan bıkan biri için en azından dinleyecek 6 yeni şarkı var.

    albümün tamamının mı yayınlanacağı, yoksa önce şarkının mı geleceği sorusu da cevap buldu. swift bir başka akıllı hamleyle önce love story'yi yayınladı ve albümü ön siparişe koyarak hem insanların sürece alışması hem albümün daha büyük kitlelere ulaşması için süre vermiş oldu.

    love story, 2008 kaydıyla neredeyse aynı ki bu da yeni kayıtların neye benzeyeceği sorusunu çözdü. yapabildiği kadar orijinallere sadık kaldı. bu durum yeni kayıtların eskilerin yerini almayı oldukça kolaylaştıracak.

    ve son olarak bu hamlenin başarılı olup olmayacağı konusu vardı. love story abd itunes dahil 22 ülkede bir numaraya oturdu. birçok apple music listesinin zirvesinde. youtube'da sadece lyric video yayınlanmış olmasına rağmen ilk 24 saatinde 5.4 milyon izlenme aldı. bütün bu başarıları yeni şarkılarla bile elde edemiyorlar. swift bunu 13 yıl önce yayınlanmış bir şarkıyla yaptı.

    bütün bu süreç müzik endüstrisi tarafından yakından izleniyor. swift bu hamlesiyle başarılı olursa prince gibi telif hakları konusunda öncü olacak. üstelik onun diğerlerinden farkı bunu streaming platformlarının endüstriye hükmettiği bir dönemde yapıyor olması.

    üstelik bunun başka avantajları da var. iki yetişkin iş insanının bir şarkıcının kariyerini yok etme amacıyla yola çıktıkları bu süreçte swift'in başarılı olmasının sadece onları yenmesi açısından değil, kendi kariyeri için de büyük bir önemi var.

    - albümlerinin kontrolünü kazanmış olacak ve tüm gücü elinde toplayacak.

    - zaten limiti dolmuş ve artık eskisi kadar ilgi görmeyen albümleri tekrar canlanacak. swift bu albümleri çıkardığında ortada daha streaming kavramı yoktu. zaman içinde cd satma limitine ulaşmışlardı. şimdi özellikle bonus şarkılarla piyasaya sunulmaları bu albümlerin streaming platformlarına uyum sağlaması demek. 2008 albümünün 2021'de yeniden can bulmasından söz ediyoruz.

    - bu canlanma doğal olarak listeleri ekleyecek ki zaten oldukça başarılı liste geçmişi olan swift'in daha da başarılı olması demek.

    - isim seçimi de bir o kadar zekice olmuş. "2021 version," "re-recorded version," "new version" gibi isimler seçebilirdi ama o taylor's version ismiyle geldi. düşünülmüş ve çok akıllıca yapılmış bir hamle. şarkının kime ait olduğunu belirtmesi bir yana, arama sekmesine şarkının ismini yazdığınızda parantez içinde "taylor's version" yazan en orijinal versiyonudur izlenimi verdiği için dinleyicileri doğrudan kendine çekiyor. üstelik big machine records'un iki yıl önce sırf nispet olsun diye tüm albümleri üzerinde 50 puntoyla "big machine radio release" adıyla yayınlamasına yönelik muhteşem bir hamle. "onlar sizinse bu da benim" demenin çok ironik bir yolu.

    - eski kayıtlarından para kazanan her kim varsa zarar görecek çünkü streaming döneminde insanlar masrafa girmeksizin swift'in yeni kayıtlarına yönelebilirler. eski kayıtlardan zaten az kazanıyorlardı, artık daha da az kazanacaklar.

    - en önemli sonucu ve scooter braun'un uzun vadede en pişman olacağı konu ise eski kayıtların yeni jenerasyonla buluşması. 1989 doğumlu swift 2010'lular için biraz eski bir isim olarak kalıyordu. yeni kayıtlar swift'in bu yeni kesime ulaşmasını ve kitlesini genişletmesini sağlayacak ki uzun vadede kendisinin en büyük kârı, ona zarar vermek isteyenlerin en büyük zararı da bu olacak. yeni jenerasyona ulaşması.

    swift'in bu süreci başarıyla tamamlaması sadece emeğini kafasına göre alıp satanların ve hater'ların üzerinde değil, müzik endüstrisinde de büyük bir iz bırakacak.

    not 1: yeni kayıtlardan sonra zarar edeceğini anlayan ve son bir yılda hiç de beklediği tepkiyi görmeyen braun birkaç ay önce telifleri başka bir şirkete sattı ama bu swift'in mücadelesini bitirmedi çünkü tamamen şartlı satmış. bir sürü özel maddesi var ve braun swift'in kayıtları üzerinden kazanmaya devam ediyor. braun, albümleri alınca insanların onun yanında olacağını düşünmüştü ancak "taylor swift'ten nefret etme modası" popülaritesini kaybedeli çok oldu. kronik hater'lar dışında gündeme bile gelmiyor. braun son bir yılda çok büyük prestij kaybı yaşadı.

    not 2: swift'in eski kayıtlarından para kazanmadığı, bütün kazancın braun'da kaldığı iddiası gerçeği yansıtmıyor. esas şarkı yazarı olarak eski albümlerinin gelirlerinin çoğu swift'in. buradaki sorun albümlerin kontrolü ve telif haklarını elinde tutanların ona hareket alanı tanımaması, özgürlüğünü kısıtlaması.

  • 50'lik fıçı biranın maliyeti 12,85 liradır. tuborg efes bomonti gibi baz biralarda. carlsberg becks bud gibi bi tık üstünde 13,30 civarıdır. daha firmalarla yaptıkları özel iskontolar, önden cash almalar, promosyon fıçılar hariç.
    bu biraları 25 e satan yerler de var, 45 e satan yerler de var. 19 20 ye satanları hiç söylemiyorum. hepsi elektriği aynı tarifeden kullanır, en kralı garsona diğerinden günlük 20 lira daha fazla verir.
    maliyet, kira vs demeyin kalbinizi kırarım.
    80 liraya ortalama satılan kokteylin en nezih yerde hakkıyla yapılış maliyeti 16-17 lira ki bu maliyete gelecek alkol hacimli kokteyli orduevinde bile içemezsiniz. belki shangri-la falan.

    yeni rakı 35likle, beylerbeyi göbek 35lik rakının toptancıdaki fiyat farkı 9 lira, meyhaneler size bu farkı 50 lirayla 150 lira arasında değişen ölçülerde saplayabilir.

    gıdaya girmiyorum çünkü size ne yedirdiklerini işletmedeki aşçı dışında kimse bilmiyor. ama maliyetleri 4-11 lira arasında değişen mezeleri meyhaneler 20-90 arasında size yapıştırıyor.

    gelip de işletme sahipleri de pandemi cart curt demeyin, işletme sahibi dediğin adamlar garsonun baktığı masalardan gelen bahşişlere bile aylık 1-2 bin ipotek koyan adamlar.

    bu yediğiniz kazık değil, roma mızrağı.

    debe editi: bardaki zille oynamayın, sineklik yapmayın servis elemanlarına bahşiş verin, çalışanlarla polemiğe girmeyin, barmene alkolü fazla olsun demeyin, kaybeden siz olursunuz.

  • banyodan müzik sesi geliyor, gidip baktığımda 3 tane ak sakallı dedeyi duş alırken görüyorum.

  • edit: bugün itibariyle konu hakkında bimer'e gerekli şikayeti yapmış bulunmaktayım. bu konuda beni yönlendiren yazarlara teşekkür ederim.

    önemli edit: aşağıda bahsi geçen konuyu (özellikle polisin haklı olduğunu söyleyenler için) hizmet sektöründe çalıştığım yerde üyemiz olan bir emniyet müdürüne detaylıca anlattım ve tahmin ettiğimden de net bir ifade ile hemen savcılığa başvurmam gerektiğini söyledi. bimer üzerinden şikayet etsem dediğimde "o da olabilir" dedi. böyle bir şey yapmaya yetkisi ve hakkı olmadığını iletti. ve buraya yazamayacağım bir takım şeyler daha söyledi. emin olun ki beni haksız bulanlar mutlaka ikna olurlardı :)

    içim 2 gündür rahat etmediği için; iyi niyetli, görevini ve yetkilerini kötüye kullanmadan yerine getiren tüm emniyet mensuplarını konunun dışında tuttuğumu belirtmek istiyordum. kendi akrabalarım içinde de polis olanlar var. etrafımda tanıdığım ve çok düzgün insanlar olan polis tanıdıklarım da var. bu entry tamamen bu olayı yaşadığım polis üzerinden, görevini ve yetkisini kötüye kullanan polislere dikkati çekmek için yazılmıştır. toplumsal özelliğimiz olan "genelleme" yapma refleksimiz sebebiyle yine bir şeyleri düzeltmek için adım atalım derken, maalesef tam tersi etki yapıp daha çok ayrışmaya sebep olma ihtimalinden dolayı bir kez daha tekrar edeyim, işini layıkıyla yapan, vatandaşına saygı duyan tüm emniyet çalışanlarını bu konunun dışında tuttuğumun bilinmesini isterim.

    neresinden başlasam nasıl anlatsam bilemiyorum. bu ülkede nasıl yaşamaya devam edeceğiz inanın bunu da bilmiyorum. sinirim henüz geçmemişken saat 19:30 sıralarında yenikapı marmaray girişindeki polis arama noktasında başıma gelenleri anlatmaya çalışacağım.

    arkadaşımla marmaray girişine yakın bir noktada buluşup, marmaray gişelerine gitmek için yürümeye başladık. 8-10 polis gişelere gelmeden hemen önce arama yapıyorlardı. sırt çantam ve kulağımda kulaklığımla beni arayacak polis hangisi diye bakınırken 2 polisin arasında geniş bir boşluk oluştu. herhalde beni aramayacaklar deyip (herkes yaşamıştır, kalabalık sebebiyle arada kaynadığınız olmuştur) boşluktan geçecekken, 26-27 yaşlarında, sakallı, polis yelekli olanlarından biri bir anda önümü kesti. sert ve aşağılayıcı bir ifadeyle "geç şuraya, aç çantanı" dedi. ben de yaklaşık 1 saniyelik bir süre içerisinde "neyse belaya bulaşmayayım şimdi" diye düşünüp arama noktasına hareketlenecekken aynı polis ne olduğunu anlamadan sert bir hareketle kulağımdaki kulaklığı kordonundan çekip, "şimdi daha iyi duyarsın" dedi. halbuki onu duyduğumun zaten farkındaydı, kulaklıkta bir müzik çalmıyordu. en küçük bir mimikle dahi tepki vermeden arama masasına doğru çantamı açmak için hareketlendiğimi görmüştü. hiçbir agresif hareketim olmamıştı. kulaklığı çekince bi an şok yaşadım. kan beynime sıçradı! hafif tepkili bir ifade ile "bi dakka niye kulaklığı çekiyorsun" dedim. "ne diyosun ulan sen" dedi. kolumdan sert bir şekilde tutup yine sert bir hareketle kafasıyla kafamı ittirdi. horozlanma diyelim buna, tahmin edersiniz. "bi dakka napıyosun, polis olunca bunu yapma hakkın mı doğuyor" gibi bir şeyler söyledim. o anki şok duygusuyla "aldık durup dururken başımıza belayı" diye düşündüm. ben bunları söyleyince aynı polis bir anda konuyu saptırıp "alın bunu, çantasını aratmıyor, şüpheli davranıyor. içeride aranacak" demeye başladı. bir anda bütün polisler üzerime gelip, çekiştirmeye başladılar, ciddi bir kargaşa vardı (görüntüleri mutlaka vardır) diğer polislerden biri, "çantanı aratmadığın için şüpheli konumundasın. içeride aranacaksın" dedi. bundan önce ilk olayı yaşadığım polis de "gel şimdi seni içeride arayalım da gör bakalım" gibi sözlerle tehdide başladı. o arada bir sürü şey söyledi ama aklımda kalanlar bunlar. olaylar bu noktaya gelince artık güzel bir dayak yiyeceğimi düşündüğüm için içeri girmek istemedim. "arayın üzerimi gideyim, durup dururken bu yaşadıklarıma inanamıyorum " gibi sözler söylemeye başladım. arkadaşım da araya girip engel olmaya çalışıyor ama onu da hırpalıyorlardı. ikimizi de arka tarafta bir odaya aldılar. ikimiz ve yaklaşık 8-10 polis bizi sindirmeye başladı. olayı ilk yaşadığım polis üzerimizi çekiştirip durmaya, itiştirip, hırpalamaya devam ediyordu. arkadaşım, "yapma böyle, yanlış yapıyorsun" dedikçe daha çok hırslanıyor, dilini dişlerine sıkıştırıp, kafa atma hareketi yapıyordu. "bir dakika dinler misiniz?, lütfen bir dinleyin, şu an yaşadıklarıma inanamıyorum, haksızlık yapıyorsunuz. ben hiçbir şey yapmadım." diye anlatmaya çalışırken olayı yaşadığım polis, konuyu detayıyla anlattığımda yaptığı haksızlık ortaya çıkacağı için bir anda "üzerimi aratmam dedi" diye iftira attı. halbuki bırakın aratmam demeyi, ağzımdan tek bir harf çıkmamıştı. tabii ki herkes onun dediğine inanıyor, beni dinlemiyorlardı. o an yaşadığım haksızlığa uğrama hissini hiç kimsenin yaşamamasını dilerim. büyük bir çaresizlik. sinirden ve tedirginlikten bütün vücudum titrerken söylemek istediklerimi tam olarak ifade edemiyordum. diğer polisler bu ilk polisi çekip dışarı çıkardılar, çünkü bir gram bile geri vites yapmıyordu. yaşı daha büyük olan polislerden biri yine aşağılar bir ifadeyle "he söyle söyle, ne diyeceksin söyle" dedi. anlatmaya çalıştım. umurlarında bile değildi. hala akıl verip, aşağılar ifadelerle konuşmaya devam ediyorlardı. bu arada, içindeki herşeyi dağıtıp sözde aratmak istemediğim çantamı arıyorlardı. sonra bir tanesi beni dışarı çıkarıp, yine akıl vererek, "hadi git şimdi" dedi. %100 alttan aldığım için başıma bu kadarı geldi, eğer %99 kadar alttan almış olsam, muhtemelen bunları yazacak durumda olmayabilirdim.

    şimdi bunları neden yazdım? belki birileri bu yazdıklarımı görür, bana bunları yaşatan o sakallı yeni yetme polise haddini bildirir. sen vatandaşa nasıl böyle davranırsın diye sorar. tabii ki hiçbir şey olmayacak biliyorum, biliyoruz. peki güzel ülkemizdeki bu vicdansızlık problemi ne olacak? bunları yapan adam akşam yatağına kafasını huzurlu bir şekilde koyma rahatlığına aldığı hangi aile, okul eğitimiyle kavuştu.

    kamera görüntüleri %100 vardır. keşke birilerinin kulağına gitse de, şu görüntüler ortaya bir çıksa, polis vatandaşına sıfır suçu varken nasıl davranıyormuş oturup izlesek.

    selam olsun sana sakallı, vicdansız, yalancı polis kardeş...

    zorunlu edit: o kadar detaylı anlattığım halde hala objektif olmadığımı söyleyenler var. objektif olmasam "aradan geçecektim" diye açık açık yazar mıydım? malzeme yapılacağını yüzde yüz bildiğim halde bu detayı bile girmişken objektif değilsin demek bence dingilliktir. kusura bakmayın. buraya yazacağına, git şikayet et diyenler var. e burası etkili bir haber yayma ortamı değil miydi? buradan yayılıp, gazetelere, haberlere konu olunmuyor muydu? ben mi yanlış biliyorum. buradan konu bir yayılsın, gidip şikayetimi de yaparım ama o vakitten sonra da başıma geleceklere çok güvenmiyorum ki. son olarak, herkes bir şeyler söylemiş ama sonuna kadar okumaktan sıkılıp gözden kaçırıldığını düşündüğüm, polisin gözümün içine baka baka yalan söylemesine kimse değinmemiş. adam resmen haksız olduğunu bildiği için "çantamı aratmam dedi" diyor. ağzımdan tek kelime çıkmamışken üzerime suç atıyor. sahtekarlık yapıyor. hala "objektif değilsin", bilmem ne, ulan sanki herkesin bildiğinin aksi bir şey iddia ediyorum da, objektif değilim. vay arkadaş ya.

    edit: vicdansız bir yazarımız şöyle demiş. "1. o çantayla aranmadan geçemeyeceğini bilmen gerek." demiş ve bir sürü saydırmış aklınca. yenikapı'ya taksim'den bindiğim metro ile geldim. taksimde kontrol, turnikeleri geçince yapılıyor. turnikeden geçtim, burada polis değil de güvenlik görevlileri vardı. duraksadım ve soktuğumun çantasını sırtımdan çıkarmadım. biri çantama bakmak istese uzatacaktım hemen. yüzüme bile bakan olmadı. geçtim gittim. ulan ülkede hizmet standardı mı var da, bu müthiş standarda bir kez boş bulunma sebebi ile uymadığım için kendimi suçlu göreyim. adama tek kelime bir şey demedim diyorum! hemen dediğini yapmaya gidiyordum. o an çekti kulaklığı, arkasından neden çekiyorsun dedim. isteğine karşı gelmemiştim ki. niyeti kötü olan, elindeki yetkiyi kötüye kullanan, kötü bir devlet memuru profilinden bahsediyoruz. ve tarzı böyle olanların sayısı hiç az değil. hiç mi geleceğimiz için endişe etmiyorsunuz. böyle düşünenlerin kafası mı çalışmıyor, yoksa başka bir problemleri mi var?

    önemli edit: şu tip yorumlar geliyor. "sen çantanı önceden hazırlayacaksın", "o kadar bomba patlarken rahatça geçeceğini mi sanıyorsun" vs. ben zaten sırtımda çantam çaktırmadan geçecektim demiyorum ki. 1000 defa yaptığın birşeyi 1 defa hatalı yapabilirsin. dalgın olabilirsin. bir sürü şey olabilir. her dikkatsiz vatandaşa polis ortada hiçbir şey yokken (sadece neden kulaklığımı çekiyorsun dedim!) kafa atıp, üstünü başını çekip, tepki verecekse vay bu milletin haline. %100 alttan aldım diyorum, bakın %99 değil. rica ediyorum.

    edit: sinir harbi sebebiyle 15 ekim 2016 yazacağına 10 ekim yazmışım. başlığı yeniden açtım. desteğinizi bekliyorum arkadaşlar.

    edit 2: abarttığımı, süslediğimi düşünen arkadaşlar var. sözlüğün yapısını bildiğim için kızmamaya çalışıyorum. bu olayları tam olarak bu şekilde yaşamasam oturup "rezalet" başlığı açmazdım. unuttuğum bir sürü detay var, fazlası var. emin olun lütfen.

  • iş yerinin tuvaletine girdiğimde tarihi aptallıklara ve dalgınlıklara imza atan iş arkadaşıma rastladım.
    n' aber m' aber biraz lafladık. sonra bir anda farkettim ki bunda bi gariplik var. bayağı zayıflamış gibi duruyor.
    "aaa ne kadar inceymiş bunun bacakları" diye düşünmemle birlikte duruma uyandım; arkadaş ayağında bir külotlu çorap ve çizmelerle ellerini yıkıyor.
    -senin eteğin nerede? dedim.
    -haaaa o mu? yeni konak' tan aldım, dedi.
    -yok, nerede onu soruyorum, dedim
    -kemeraltının girişinde, metronun konak durağında inince, ayy sen nasıl bilmiyorsun yeni konak' ı? dedi.
    -kızımmmm donla geziyorsun, dedim.
    -aaaaaaaaa? nerede benim etek? dedi.

    sonra olay anlaşıldı. tuvalate girince kırışmasın diye eteği çıkarıp askıya asmış.
    sonra tuvaletten öylece çıkmış.
    keşke uyarmasa mıydım diye düşündüm. harika bir şirket efsanesi olacaktı. vicdan micdan muhasebesi, kıyamadım. zaten gene sifonun üzerinde unuttuğu 290 milyarlık çekle bir efsaneye imza atmıştı.

    zaten ben de 5 dakika boyunca donla gezen bi insanla diyaloğa girmişim de farketmemişim. eleştirecek de yüzüm yok.

  • devlet tarafından son zamanlarda ülkemizin getirildiği durum. televizyondan her istediğini izleyemezsin. internet yasak, koridorlarda sigara içmek yasak, akşam 22.00'den sonra içki yasak, eylem yapmak yasak, kızlı erkekli oturmak, yürümek, aynı odada bile kalmak yasak. her yer polis, güvenlikçi kaynıyor. başımızda zaten yurt müdürü tipli bıyıklı amcalar var. etrafta sağcılar, solcular birbirlerine devamlı ahkam kesiyor. arkadan cemaatçiler dirseğinizden tutup, "kardeş bi baksana, akşam pilavlı sohbet var" diyor...

    oldu olacak herkese akşam 10.00'da imza attırıp, zorla uyutun bir de hıammına. bu nasıl bi hayat tarzı lan? bizim ne suçumuz var olum? neden bi ingiltere, abd, norveç gibi bi yaşamımız yok da yozgat kyk öğrenci yurdu gibi yaşayan bi ülkeyiz?
    yakında yunanistan falan da uyarmaya gelecek amk; "çoraplarınızı, donlarınızı yıkayıp yıkayıp cama asmayın, bizim de anamız bacımız var lan!" diye.

  • (bkz: copenhagen interpretation)

    bu konulardaki en bilinen örneği, bu teorinin dalga fonksiyonlu denkleminin amcası schrödinger öne sürmüştür ve bu hayali örnek ‘(bkz: schrodingerin kedisi)’ ismiyle bilinir: bir kutu içine bir kediyi koyduğumuzu ve bir kuantum olayı (bu örnekte radyoaktif atomun parçalanması verilmiştir) meydana gelirse, zehirli gazın olduğu şişenin kırılmasıyla kedinin zehirlenerek öleceğini düşünelim. kuantum teorisinin kopenhag yorumuna göre bu noktada bir ölçüm yapılana dek kedi, ölü olma ve canlı olma koşullarının çizgisel birleşiminde ((bkz: superpozisyon)) olması gerekir; kutu açıldığında kedi ölü veya canlı durumlarından birine ‘atlar’.

    kuantum mekaniği kopenhag yorumu doğrultusunda yapılan her ölçüm, süperpozisyonu (birbiri ile iç içe duran paralel evrenleri, yani alternatif ihtimalleri) çöktürür. (yani bu ihtimallerden birini seçer)

  • "keşke o hala hayatta olsaydı" eski sevgilimin eski sevgilisiydi o, genç yaşta ölmüş, bir kavga sırasında söylemişti bunu bana. o an evet keşke hayatta olsaydı diye düşünmüştüm, artık yaşamayan biriyle sevgide rekabet edilemiyor çünkü.