hesabın var mı? giriş yap

  • adamı sevmem falan ama son derece üzücü bir durum. zaten birine üzülüp, şifa dilemek için sevmeye gerek yok. twitter'da alay eden, komiklik yapmaya çalışan insanları görünce hayattan soğudum yeminle.

    adamı sevmem dedim de, şarkılarını sevmem yoksa kendisini tanımıyorum. belki tanısam çok severim, bilinmez.

    hastalık hepimiz için, bugün şahaneyken yarın allah korusun bambaşka bir mücadelenin içinde bulabiliriz kendimizi.

    kendisine şifa ve sabır diliyorum. dalga geçen, komik olduğunu sananlara da bir parça merhamet.

  • adı "hulusi" olduğu için normal karşılanması gereken durumdur.

    hulusi diye general mi olur yahu? ışık, çevik, doğan, aytaç gibi isimlerden geldiğimiz duruma bak. bir sonraki de kamil olur hayırlısıyla...

  • bir gecede cahil kalan arap ve rus artıkları varsa, küçükken ezsinler iyice. sonra başa bela oluyorlar.

  • 94 ışık yılı nasıl bir mesafeyi tabir eder onu bir şey yapalım önce.

    malumunuz ışığın hız sınırı evren içinde saniyede 300bin km. ışık dakikada 18 milyon kilometre gider istese. bu da saatte 1milyar 80 milyon km gitmek demek oluyor ki ben hızdan korkarım yavaş gitsin.

    ışık yılı nedir? ışık yılı ışığın saatte değil de yılda gittiği mesafedir. peki bir yılda kaç saniye vardır? ohooo! bunu mu hesaplayacağım amk!

    tamam! yılda kaç saat vardır onu şey yapalım.

    365 gün çarpı 24 saat eşittir 8.760 saat. vay! demek ki bir saatte 1 milyar 80 milyon km giden ışık bir yılda 9 trilyon 460 milyar 800 milyon km hızla gidebiliyor. yani bu hızla giderseniz bu mesafedeki bir yere 1 yılda ulaşırsınız. hem de tek vesait. tamam.
    şimdi bunu 94 yılla çarpın. 889 trilyon 315 milyar 200 milyon km mesafe ediyor. 94 yıl ışık hızıyla gitseniz alacağınız mesafe bu. osman gazi köprüsünü kullanırsanız 889 trilyon km!

    uzak. ben gelmiyorum...

    *******************************

    bilgi dolu edit: can ciğer kuzu sarmalarım! ortalık karışmış düzen bozulmuş, yetiş ya carl sagan yetiş ya cosmos diyoruz. iş bu türkçe altyazılı 8. bölüm, uzay ve zaman yolculukları üzerinedir ve kafayı tertemiz yapar, izleyin, izletin...

    yalnız demek istediğim bir şey var, bölümü izleyecek olanların da karşısına çıkacak olan bir şey: 94 ışık yılı demek, 94 yıl demek değil! yani şöyle: ışık hızında 94 yıl gidecek bir cihazı uğurladık eve döndük diyelim. o cihaz 94 ışık yılı sonunda hedefine vardığında; affınıza sığınarak söylüyorum ama dünyada 134.100 yıl geçmiş olacaktır!!! görelilik kuramı ahan da budur! yani sen ışık hızında 1 gün gidersin ama dünyada 4 yıl geçer...
    yani beyler bayanlar karadelikten kayanlar, bu mesaj 134 bin 100 yıl önce yollanmış; hadi osman gazi köprüsünü kullandı diyelim: 134 bin yıl!

    beynim ısındı bana müsaade mübarekler. ademle havva masalına inanmayı hiç bırakmayacaktık. gördün mü başımıza geleni?! *

  • atatürk başkenti ankara yaptı. savaş durumunda bu gerekliydi elbette. istanbul'u geri alınca başkenti taşımayı düşünmedi bile. belli ki istanbul'un 3 taraftan işgale açık olması kendisini böyle bir karar almamaya itti.

    atatürk'ün bir diğer özelliği de sanayinin belirli bölgelerde değil de ülke genelinde yayılmasına dikkat etmesiydi. cumhuriyet dönemindeki fabrikaların açıldığı yerlere bakarsanız bunu çok iyi anlayabilirsiniz.

    peki sonraları ne yapıldı?

    sanayi istanbul tarafına kaydı. dolayısıyla nüfus da oraya gitti. bankalar oraya taşındı. bugün istanbul demek, türkiye'nin yarısı demek. istanbul'u alan, işgal eden ya da bombalayan türkiye'nin şah damarını keser. bununla birlikte istanbul askeri açıdan gerçekten savunması çok güç bir şehir.

    bir gün birileri istanbul'a saldırırsa allah yardımcımız olsun.

  • bunun adı victim blaming, yani tecavüzcüden ziyade tecavüze uğrayanı -mağduru- suçlama.

    ülkemizde ve dünyada sandığımızdan çok daha yaygın, bu videodakiler de bence en vahşi örneklerinden biri.

    çok daha yaygın dememin altında şöyle bir açıklama var ki aslında bir suça uğrayanın o suçtan korunmak için neleri farklı yapabileceğini düşündüğümüz her vakit aslında bilinçli ya da çoğunlukla bilinçsiz olarak biz de kurbanı suçlama olayını meşrulaştırmış ve parçası olmuş oluyoruz. ha dediğim gibi bu biraz daha ılımlı bir form olabilir, ya da dediğim gibi yukarıda yer alan örnekler gibi vahşi bir form kazanabilir.

    bu insanlar neyin kafasını yaşıyor, victim blaming neden oluyor diye biraz araştırdığınızda karşınıza şunlar çıkıyor:

    *adil-dünya hipotezi: böyle durumlarda savunma mekanizmalarımız aslında bu dünyanın adil bir yer olduğunu ve iyi insanlara kötü şeylerin olmayacağını bize söylemeye devam ediyor.

    ve kurbanı suçlamak da bir gün aynı şeyin bize olmayacağı konusunda çok içimizi rahatlatıyor. neden? o makyaj yaptı, gece dışarı çıktı ve tecavüzü hak etti. ama ben öyle miyim? hayır. ben iyi bir insanım, bunu hak etmiyorum ve kötü şeyler iyi insanlara olmaz.

    evet buraya kadar savunma mekanizmaları iyi güzel hoş da burada kadınların bilmesi gereken şey, bütün kadınlar özgür olmadan hiçbir kadın özgür değildir. yani eğer olur da buraları okursa o videodaki hanımefendi ve onun gibi düşününler şunu bilsinler isterim ki makyaj yapan gece dışarı çıkan kadınlar da en az sizin kadar iyilerdi ve onlar da yaşadıklarını hak etmediler. ve onlar için tecavüze uğrama riski ne kadarsa aslında sizin için de aynı riskler mevcut. kız çocuklarının ve erkek çocuklarının tecavüze uğradığı bir ülkede, dünyada bu risk oranlarının tartışmaya açık olduğunu düşünmüyorum.

    *ahlaki değerler: (birleştirici ya da bireyselleştirici değerlere sahip olma) birleştirici değerlere sahip olan kişilerde grubun birlikteliğini ve çıkarlarını koruma eğilimi varken bireyselleştirici değerlere sahip kişilerde bireyi ve bireye gelebilecek zararlardan bireyi korumayı grup birlikteliğinin üzerinde eğilimi vardır. harvard üniversitesi'nde yapılan bir araştırmada, bunun linkini de en alta bırakacağım, bulunan şey de birleştirici değerlere sahip kişilerin bu tür olaylarda kurbanı suçlama eğilimini daha fazla gösterdikleri.

    çalışmada birleştirici değerler, siyasal muhafazakarlık ve dindarlıkla ilişkilendirilirken, bireyselleştirici değerler de liberal politika ve toplumsal cinsiyet boyutuda tartışılıyor ve birleştirici değerlere sahip kişilerin algısında tecavüze uğramış kişilerin bozuk, kirlenmiş, lekeli, bireyselleştirici değerlere sahip kişilerin algısında ise aynı kişilerin yaralı, yaralanmış olarak yer aldıkları dikkat çekiyor.

    ülkemiz adına birleştirici değerler, bireyselleştirici değerler, kurbanı suçlama hepsi bir araya geldiğinde bağlantıları kurmak çok kolay aslında. bizde her şey devlet ve toplum önceliğinde konuşulur ve eğer gerekliyse birey toplum için feda edilebilir. kimse de bunda bir sıkıntı görmez.

    *gelelim kullandığımız dile: yine aynı araştırmada "satış elemanı olarak çalışan lisa'ya dan tarafından yanaşıldı" demekle "dan satış elemanı olarak çalışan lisa'ya yanaştı" demek arasında insanların olayı nasıl algıladıkları konusunda büyük bir fark olduğu bulunuyor.

    burada kullandığımız dili değiştirmede hem bizlere, toplumun her bir bireyine hem de medyaya çok görev düşüyor. kurbandan ziyade suçu işleyene odaklanan cümlelerin kurbanı suçlamayı azalttığı görülüyor.

    sonuca gelelim. hayatımızı yöneten değerlerin, ideolojilerin, yönetilen algılarımızın farkındalığını kazandığımız bir dünya olsa güzel olabilir. çok dindar bir arkadaşım bir gün bir cümle kurdu, dedim ki "ama bu hiç adil değil." dedi ki bana "ama zaten allah'ın bu dünyada bir adalet sözü yok ki." hımm. peki.

    kötü şeyler iyi insanların başına gelebilir, bu dünya adil bir yer değil. ondan adil dünya hipotezinin kimseyi kurtaracağını düşünmüyorum. o bir savunma mekanizması sadece.

    eğitim bizi kurtarır, o da şu dönemde biraz sıkıntıda. formal ve informal eğitim araçlarıyla toplumsal barışı inşa edecek, bireye hakkını hukukunu öğretecek bir eğitim hoş olabilirdi aslında.

    güneşli günler görecek miyiz, çocuklar?

    benim böyle videoları izledikten sonra çok midem bulanıyor da.

    yazıda bahsettiğim makale şu, isteyip de ulaşamayan olursa elimde pdf'i var gönderirim.

    http://journals.sagepub.com/….1177/0146167216653933

    adil dünya hipotezini de şu yazıdan öğrenmiştim, yine ilgisini çekene:

    https://www.theatlantic.com/…victim-blaming/502661/

    edit: imla

  • otelde müsterim var, onu alacagim diyor. bunu söylemek yirmi saniye elleri titredikten sonra aklina geliyor. polis arabasini baglarken calistigi taksi duragini arayip "beni polis durdurdu. falanca otele yeni taksi gönderin" demek aklina gelmiyor. nereden baksan saygisizlik, nereden baksan düsük zeka.

    taksiyi yol kenarindan durdurmaya calisan müsteriyi cani istemedigi icin almadi. adamlar taksicilik degil rakipsiz tekel olarak "vip tasimaciligi" yapmak istiyorlar. aracin her tarafina "lüks taksi" yazmis olmalari bile "normal müsteri almayiz" sinyali veriyor. bir insanin "ben polisleri kandiririm" demeden önce kendi zekasini tartmasi sart.*