hesabın var mı? giriş yap

  • keşke burada dalga geçmeden önce afgan halkının neler yaşadığını, ne kadar çaresiz bırakılıp ezildiklerini araştırsanız.

    "28 yaşımdayım ve hiçbir gün hayatı bilmedim". dalga geçmek için ya vicdansız olmak gerekir ya gerçekten ahmak. amerika ve talibanla elinde taşla sopayla savaşamazsın.

    yatın kalkın atama dua edin. o olmasa aynı durumda siz, sizin acılarla dolu hayatınızla bilgisayar başında dalga geçen başkalarıydı.

  • erich maria remarque’ın savaş karşıtı romanı ve bu romandan uyarlanan filmlerin adı.

    son çekilen filmi henüz görmedim ama buradaki yorumları okuduktan sonra ilk fırsatta izleyeceğim. kitabı okuyalı belki 25 yıl olmuştur. orijinal adı ım westen nichts neues. lise son sınıftaydım sanırım, babam tavsiye etmişti. “kitabın adı neden böyle ?” demiştim, “onu da sonunda anlarsın” demişti. okuma zevkini etkileyecek spoilerlık bir durum yok aslında ama uyarımı yapayım.

    —— spoiler ——

    roman kişileri, savaş janrının çoğu örneğinin aksine sembolik değil psikolojik karakterler. özellikle başrol özdeşlik kurabileceğimiz kadar gerçekçi işlenmiş. zaten romanda hamaset, kahramanlık, klişeler yok. ölen, acı çeken gerçek insanlar var. roman boyunca iyiden iyiye empati kurduğumuz, derdine, umuduna ortak olduğumuz baş karakter son sayfada ölüyor. hem de hiç epik bir mizansen bahşemedeğimiz, hiçbir kahramanlık emaresi göremediğimiz bir anlatımla çıkıveriyor hikayeden. okuyucu olarak bir yakınınız ölmüş gibi hüzünlere gark olmuşken romanın son cümlesine geliyorsunuz. cephedeki son durumu özetlemek için karargaha geçilen rutin bir telgrafta şöyle deniyor. batı cephesinde yeni bir şey yok.

    ---spoiler---

    ölen kişinin babanız, kardeşiniz, oğlunuz olduğunu düşünün. sizin için dünya başınıza yıkılmış gibi gelebilir ama savaş için insan hayatı sözü edimeyecek kadar önemsiz. bir tepe terkedilmek zorunda kalınsaydı yahut stratejik bir köy, mezra falan ele geçirilmiş olsaydı telgraf metnine girebilecek bir içerik olacaktı. ama sadece biraz asker ölmüş işte, eh savaşta askerler hep ölür zaten. istatistiklere geçebilmek için bile yüzbinlerle, milyonlarla ölmeleri gerekiyor.

    hollywood sineması 2. dünya savaşınının acılarını anlatmayı çok sevse de insanlık tarihinin asıl ilk büyük travması birinci dünya savaşıdır. yukarıdaki bir entride bir arkadaşın oldukça güzel açıkladığı gibi 1. dünya savaşının özeti şöyledir. yeni silahlar ve kural yok.

    20. yüzyılın başında insanlığın büyük umutları vardı. teknoloji tarihte daha önce görülmemiş bir seyre girmişti. insan hayatı her geçen gün kolaylaşacak ve konforu artacak gibi görünüyordu. geçen birkaç yüzyılda reformist hareketler toplumu sekülerleştirmiş, aydınlanma devrimleri tamamlanmıştı. toplumlar feodalizmin arkaik tortularını geride bırakıyordu. zamanın ruhu pozitivizm ve rasyonalizmden yanaydı. kölelik kaldırılıyor, ulus devletler yükseliyor, özgürlük ve bağımsızlık ideal değerler olarak sivriliyordu.

    birinci dünya savaşı işte bu umutları, bu iyimser havayı silip süpürdü. amerikan iç savaşında veya boer savaşında teknolojinin insan öldürmede nasıl maharetle kullanabileceğinin kısa bir fragmanını görmüş olsalar da insanoğlu bilim ve teknolojideki sıçramayı daha önce hayal edemeyeceği kadar büyük bir katliam makinesine dönüştürmesi 1. dünya savaşıyla mümkün oldu. ortaçağa özgü iki ordunun arazide karşı karşıya gelip, sonucun meydanlarda belirlendiği savaşların yerini çocuk, kadın, yaşlı, masum, sivil demeden herkesin kafasına bomba yağdırılan topyekün savaşlar aldı. dakikada binlerce kişiyi öldürebilen makineli tüfekler, mitralyözler, gökyüzünden bomba bırakan savaş uçakları, zeplinler ve insan ayırt etmeden herkesi aynı acılı ölümle buluşturan hardal gazı, klor gazı gibi kimyasal silahlar ilk defa bu savaşta geniş kapsamlı olarak kullanıldı.

    hobsbawm sscb incelemesi özelinde yaptığı bir tespit vardır. "birinci dünya savaşı' nın çok daha küçük sayılarının, anlaşılabilir nedenler dışında, ikinci dünya savaşı'nın büyük niceliklerinden çok daha fazla etki uyandırması, bu savaşta ölenlerin anılarının ve kültünün çok daha büyük bir önem taşıması, oldukça gariptir. ikinci dünya savaşı "meçhul asker" anıtlarına benzer anıtlara yol açmadı ve savaştan sonra "ateşkes günü" ( 11 kasım 1918'in yıldönümü) kutlamaları zamanla savaş arası dönemdeki ihtişamını kaybetti. belki de on milyon ölünün asla böyle bir fedakarlık beklemeyenler üzerinde yarattığı etki, elli dört milyon ölünün bir katliam olarak yaşanan savaştan henüz çıkmış olanlar üzerinde yarattığı etkiden çok daha şiddetliydi."

  • yaş beş, annem bana sıkı sıkı kimseden para ve çikolata almamam gerektiğini tembihlemiş.
    babamın dayısına oturmaya gittik, haceli dayı bana para uzattı, al kendine gofret al dedi.
    almam dedim, al dedi, almicam dedim, alsana yav dedi, çok sinirlendim, almıyorum senin ağzına sıçarım diye bağırdım.
    sonra dayak yedim sanırım.

  • bu aralar mide bulantısı yaşıyorum dedim bir ilaç yazdırayım gittim doktora dramamine yazdırdım. eczaneye gittim 15 tl dedi, ödedim. bu arada yanda suriyeli vatandaş bir torba ilaca hiçbir şey ödememişti. sonra nette ilaca baktım 1 tl 35 kuruş fiyatı. bunu yazdırmadan alsan ödeyeceğin rakam. yalnız muhteşem sağlık sistemimiz artık çoğu ilacı reçetesiz de vermiyor mesela artık hiçbir antibiyotik alamıyorsunuz, alırsanız da 10 tl olana 40 tl ödüyorsunuz. ha bir de maaşımdan her ay 200 300 tl sağlık güvencesi kesiliyor ama ben 1 tl ilaç alırken doktor muayene ücreti, ilaç %20 si falan filan verip o ilaca 15 tl ödüyorum sonra sağlıkta çağ atlıyorum. bu arada bizim maaşlardan kesilenlerle de suriyeli kardeşlerim de rahat rahat sağlık ihtiyacını gideriyor. teşekkürler akepe.

  • popüler müziği sevmiyormuş rock ve alternatif müzik daha iyi diyor popçular iki cıstak açıyor meşhur oluyor cidden yetenekli müzisyenler hakettiğini alamıyor diyen kişi.. tamam iyi demişsin güzel de kızım bunlar alişanın programında mı denir lan.

  • bir uçak tasarım mühendisi olarak cevaplıyorum: ağırlık.

    uçak tasarımı bir kapitalist sistem olsa, paranın yerini ağırlık alırdı.

    ağırlık arttıkça hava aracının tüm performans değeri düşer ve maliyeti artar.

    eğer siz bir kara aracacina uçuş özelliği eklerseniz, bu size berbat bir performansa karşılık çok yüksek işletim maliyeti doğurur.

    eğer tüm bunlara rağmen hala "ben uçan araba kullanırım ve bundan en az bin adet alırım" diyorsanız, zor değil, bir firma size bunu üretir.

    uçan araba yerine havacılığın gelecek hedefi hava taksileridir (air mobility).

    dikey iniş kalkış yapabilen şehir içi uçuş hatlarında çalışacak, otonom sistemler yardımıyla güvenlik risklerini önleyecek, elektrik tahrikiyle çevreyi kirletmeyecek, yeni keşfedilen sonsuz pervane tipleriyle sessiz uçuş yapabilen hava taksilerinin muhtemelen 10 sene içerisinde pilot bölgelerde uçuşa başladığını göreceğiz.

    hava taksilerini karada araba gibi sürebilmeniz için hava araçlarının sertifikasyonunun yanı sıra kara araçlarının da sertifikasyonlarını yerine getirmeniz gerekecek. bu muhtemelen verimsiz bir ürün üretmenize neden olacak.

    bunun yerine hala uçan araba istiyorsanız deneysel olarak çalışmalar yaparak bu konseptin optimumunu bulabilirsiniz. hala bu ürünün satılabileceğine inanıyorsanız da üretebilirsiniz pek tabii.

    ama şu anlık havacılık endüstrisinin sıradaki hedefi söylediğim gibi hava taksileri.

  • duygularıma tercüman olan bir durum tespiti. kaşağı'yı okuduğumdan beri hala mutlu olmam gereken anlarda kötü bir şey olacakmış zannediyorum ve mutlu olamıyorum.

    şu an hala okutuyorlarsa çocuklara geçmiş olsun.