hesabın var mı? giriş yap

  • ayrılmışsındır, 9 sene olmuştur, görmeyeli de 7 sene, herhangi bir iletişim olmayı 6 sene. ilişkin vardır, nişanlısındır, evli, belki 50 yaşındasındır, coluk cocuk sahibisindir. ama bir şarkı çalar eskilerden, aklına o gelir, tatildesindir, denizi izlersin, bir bira söylersin, birden aklına gelir yine. ayıptır lan dersin, acaba akıl hastası mıyım? değilsindir, tutkudur o, özlemdir, yarım kalan seydir, tamamlamak istersin, koymustur pis.

    hep sonradan gelir aklın başına, hep sonradan..

  • 1879-1882 yılları arasında, yani sultan ii. abdülhamid iktidardayken, sömürgeci devletlerin (fransa ve özellikle ingiltere) mısır'da artan nüfuzuna karşı arapların ayaklanması olayıdır. isyanın önderi arap kökenli arabi paşa (ahmed arabi) olduğu için kendi ismiyle anılır (ama ingilizce kaynaklarda 'urabi revolt olarak geçer).

    mısır, her ne kadar osmanlı devleti hakimiyeti altında olsa da kamu yönetiminde aslında hep ayrıcalıklı bir yeri olmuştur. hidivlik denilen bir makam tarafından yönetilen bölge bir bakıma özerk bir yapıya sahip olagelmiştir. 19. yüzyıla gelindiğinde, özellikle arnavut kökenli kavalalı mehmet ali paşa hidivliğinde bir modernleşme atılımına girilmiş ve epey mesafe de katetmişlerdir. mısır modernleşmesi osmanlı modernleşmesi (yani tanzimat) ile paralel olmakla birlikte apayrı bir çizgide sürmüştür. yani istanbul'dan bağımsız bir modernleşmedir. o arada ii. mahmut yeniçeri ocağının köküne kibrit suyu dökünce (vaka-i hayriye), bölgede güçlenen mehmet ali paşa ve mahdumları bir ara kütahya'ya kadar gelirler ve ordusuz osmanlı zor zamanlar geçirir, öyle ki bir saltanat değişimi bile konuşulmaya başlanır ama araya giren diğer devletler mehmet ali paşayı durdururlar ve osmanlı hanedanı tahtı korumayı başarır ama mısır iyiden iyiye özerk olur. neyse, uzun hikaye. meraklıları akıllı bakınızlara tıklasınlar.

    1869 yılında süveyş kanalı da açılınca mısır epey zenginleşmeye başlamış, osmanlı ekseninden hemen hemen bağımsız bir hale gelmiştir zaten. tabii bu arada, 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başlarında napolyon öncülüğünde fransız işgal girişimini de unutmamak lazım (napolyon o sırada henüz imparator değil, fransız ordusunda asker). yani sömürgeci devletler mısır'ın öneminin farkındalar ve zaten hazırda bekliyorlar. mısır kendi başına zenginleşmeye başlayınca da alesta bekliyorlar işgal etmek için.

    tabii yerel halk batı etkisinden rahatsız oluyordu o dönem zira her işe karışmaları bir kenara ticarette de adil davranmıyorlardı. batılı ülkeler akdeniz ticareti üzerinde bir tekel kurmaya çalışıyor ve bu tekeli kırabilecek herhangi bir girişimi zorla bastırıyorlardı (aslında bu yüzyıllardır olan bir şeydir. meraklıları emrah safa gürkan'ın sultan'ın korsanları kitabına bakabilirler. burada kısa geçiyorum). hidiv ismail paşa döneminde yükselen milliyetçi ve batı karşıtı hareketlerden hoşlanmayan fransız ve ingilizler, sultan ii. abdülhamid'e görev değişikliği için baskı kurmuşlardı ve 93 harbi sırasında istanbul'u rus işgalinden kurtaran bu iki devletin desteğine muhtaç olan sultan mecburen tevfik paşa'yı yeni hidiv olarak atadı ve film burada koptu.

    genel bir isyan hali başladı ve yaklaşık üç yıl kadar sürdü (aslında tam bir süreklilik yok. zaman zaman artan olaylar silsilesi var). en sonunda bu isyanı bahane eden ingilizler 1882 yılında iskenderiye şehrini bombaladıktan sonra, mısır'ı işgal ettiler ve bir manda yönetimi kurdular (fransa'yla birlikte). mısır hala osmanlı'ya bağlı olsa da bu kağıt üzerinde bir durumdu, fiilen sömürge olmuştu. bu durum 1914'e yani birinci dünya savaşı sonuna kadar sürmüştür. daha sonra da önce 1914-1922 arasında hüküm süren mısır sultanlığı arkasından da 1922-1954 arasında varlığını sürdüren mısır krallığı kurulmuştur. hemen belirtmeliyim ki her iki devletin hanedanları da kavalalı mehmed ali paşanın soyundan gelmedir. zaten modern mısır'ı yaratan adamdır diyebiliriz. etkisi epey büyüktür.

    ayrıca: (bkz: maltız olayı) ve (bkz: tel el kebir savaşı)

  • kendisine anlatır gibi açıklamıştır. bu durum şüphesiz ki garip bir paradoksa tekabül etmektedir.

  • farklı anlamlar içerebilecek söz:

    kadeh: içki içiyorlar. müslüman değil. solcu, ateist, terörist.

    tokuşturuyorlar: seviniyorlar. yani akp mağdur.

    ıktidar partisi: benim partim olduğunu düşünmeyin, ben tarafsızım ya.

    gidiyor diye: dikkat edin, bunu ilk kez kullanıyor. ıktidar partisinin gitme ihtimali mi var gerçekten? yoksa yine mağduru mu oynuyor?

  • ev almayın, komşu alın. gerçekten özür dilerim. ben ne tavsiye verebilirim ev alan adama lan. o bana versin. şş, nerden buluyosunuz o kadar parayı hacı? evet, fakirim.

  • ya depresyon içinde bulunduğumuz hayata dair belli bir farkındalık seviyesinde gösterilebilecek en gerçekçi yaklaşım ve en normal tepkiyse ama toplumda üretim gücünün düşmesine yol açtığından küresel düzeyde hastalık olarak değerlendiriliyorsa? belki de aslında neşeli ve hayatı sever halimiz bir kafa güzelliğinden ibarettir. belki depresyon hakikattir. (bkz: conspiracy keanu)

    sonuçta aslında hayatının çoğunluğu işçi arılar gibi küresel bir ekonomik çarkı çevirmek için çalışmaktan ibaret olan bireylerin hayatından mutlu olmak için nasıl bir gerekçesi olabilir? sabah akşam bal taşıyan, hiçbir zaman kraliçe arıyla çiftleşemeyecek ya da kendi kovanına veya çocuklarına sahip olamayacak olan erkek arının hummalı bir şekilde polen ararken "ne kadar güzel bir gün" demesi nasıl mümkün olabilir?

    işçi arı o farkındalık seviyesine ulaştığında mutsuz olmasından daha doğal bir sonuç olabilir mi? o arının yatağından çıkıp terliklerini giyip sabah 7'de yeniden mesaiye koyulmasının "doğru olan" olduğuna onu kim ikna edebilir? hayatının anlamsızlığına bu kadar vakıf olmuşken "gel bizle takıl biraz sosyalleş unutacaksın"ın, "biraz nektar iç iyi gelir"in bu farkındalığa bir örtü değil de çözüm olduğuna kim kefil olabilir?

    bu açıdan baktığımızda gerçek hastalığın ve gerçek depresyonun bizde değil de etrafımıza örülü bu yaşamsal düzende olduğunu söyleyebiliriz. eğer borçlanma ekonomisi, gelir uçurumu, modern toplumsal yapı bizim genlerimize kodlanmış unsurlar değilse o zaman onlara karşı metabolizmanın gösterdiği tepkileri "doğal değil", "rahatsızlık", "hastalık" diye nitelendirmek de doğru olmamalı. ama sisteme steteskopu dayayıp "hmm" deyip "sizin insan hayatına olan toleransınız düşmüş" diyen sistem doktorlarımız olmadığından ceremesini biz insanlar çekiyoruz anastasya.

  • kendini satanist olarak tanımlayan bebetoların kurban, kan içme vs ayinlerinin her akşam ana haber bülteninde yer aldığı dönemler. bu dönemin puştları yüzünden ana babamız akşamları dışarıda rahat rahat gezmemize engel oldu, metal dinleyemez saç uzatamaz olduk. o değil siyah kıyafet dahi giyilemiyordu lan ülkede.