hesabın var mı? giriş yap

  • insanları gözünde fazla büyütmek.
    onlar zaten kendilerini o kadar büyük görüyorlar ki, bir de sen büyütünce, karşında tanrı pozisyonunda seni yargılayan biri oluveriyor.
    "hele bi' otur soluklan yeğenim" jokerinizi elinizden hiç bırakmayın.

  • evladım, etkisiz hale getir, getirme demiyoruz.

    tabi polis de canını düşünecek, üzerine bıçakla gelen adamı elindeki teçhizat ile etkisiz hale getirecek.

    evet o polisin de canı var, ailesi çoluğu çocuğu var.

    iyi de, adamin elinde görüyorsun ki bıçak var, rambo mu lan bu attı mı alnının ortasına saplasın, o kadar kolay mı o iş?

    çek vur bacaklarından, adam yerde zaten. herifin üstüne 12 kurşun sıkmak da ne?

    ha elinde silah vardır, polise doğrultur falan o zaman iş değişir, orada bile 12 kurşun sıkılmaz, alien mi lan bu adam? ne 12 kurşunu, bu davranışın makul bir açıklaması yok.

    polis ırkçı mıdır, adamla geçmişten gelen bir husumeti mi vardır? orasını bilmem, ayrı ülke, ayrı kültür.

    şu bir gerçek ki; elinde sadece yakın dövüş silahı olan adamı bacağından vurup işi halletmek varken, 12 kurşunla kevgire çevirmek nefsi müdafaa değil keyfi müdafaadır.

  • passaparoladan;

    -bir örümceğin peter parker isimli lise öğrencisini ısırması sonucu meydana gelen süper kahraman. ö1, ö2, ö3...
    -öri potır.

  • forex'te (veya aracı kurumun olduğu her yerde) uzun süre yatırım yapan; hedge yapmayan, çok çok ileri düzey, bilgiyle haşır neşir olmayan; yani çoğunluğu oluşturan herkes kaybetmek zo-run-da-dır.

    aslında neden kaybettiğinizi anlamak için şu kitabı önerebilirim.

    size kısaca neden kaybettiğinizi çok eski, hatta en eski matematik kuralı ile açıklayayım; merkezi limit teoremi. bu teorem en eski matematik bilgisidir insanoğlunun bulduğu. kökeni m.ö. 5000'lerde hindistan'a dayanır. daha fazla bilgi için, bbc'nin the story of maths belgeselini izleyebilirsiniz.

    colin bruce'un türkçe'ye çevrilmiş, mantık ve olasılık hikayeleri* kitabında şöyle bir açıklama yapılır; uzun süre yazı ve tura oynadığınızda, oyununuzun sonuçları merkeze yakınsar. yani 1000 kere yazı tura oynarsanız; yaklaşık 500 yazı, 500 de tura gelmiştir. bu doğanın kanunudur. koskoca varlıkları fiyatlama modeli de (dolayısıyla finans da) bunun üzerine kurulmuştur. mesela dünyadaki toplam erkek ve kadın sayısı birbirine çok yakındır. halbuki rastgele doğarız; fakat uzun süre tekrar eden random olaylarda bu merkezi limit teoremi geçerlidir.

    istediğiniz kadar tahmin yapın; yazı tura oynarken kazancınız, kaybınıza uzun sürede yakınsayacaktır. ee peki forex'te neden hep kaybediyoruz? bunun sebebi ise yatırımların kasaya, yani aracı kuruma gidip eriyen kısmıdır. örnek vereyim.

    bir slot makinesinin iki tarafına geçtiniz; bu slot makinesinde 1 veya 0 gelecek ve ya siz ya da karşı taraftaki eleman kazanacak. ikinizde makineye 10 lira attınız. makinede toplam 20 lira var şimdi. ama o da nesi?! slot makinesi bu oyunu oynatmak için, hizmet bedeli olarak ikinizden de 1'er lira kesinti yaptı. ee şimdi makinede kaç para var? 18 lira. makinenin kolunu çevirdik; ne oldu? biriniz 18 lira kazandı; diğeri babayı aldı. ama sonuçta 20 liralık toplam yatırımın 2 lirası slot makinesinde kaldı.

    bunu sadece basit bir metafor olarak düşünün. binlerce işlemden yapılan kesintiler, sıfır-toplamlı bu oyundaki, beklenen toplam getiriyi negatife çeviriyor. yani yatırımcının parası erozyona uğruyor.

  • tdknın iddiasının tersine (bkz: ödünçleme) kimi sağlık kurumlarında çekap olarak türkçeleştirilen bir kavram.
    tastamam sağlık kontrolü; bünyenin kan, idrar, tahlil, röntgen, test, tansiyon, lipit kolesterol, yarın gelin, sonuç, hemşiranım ve günaydın sözcüklerine doyduğu süreç.

  • yav he he avrupada tamirci yok. adamlar üretiyor ama tamircisini yetiştiremiyor. allahın malları nası gerizekalı ya bu avrupalılar. senin ülken seni "vergi" adı altında sikmiyor ya da izlediği iğrenç ekonomik politikalar yüzünden paranın değeri çöp değil de "ıvrıpıdı timirci yık kıç kiri ıçıklıcız"

  • kız olursa asya. bi daha kız olursa zeynep. bi daha kız olursa karıyı boşarım.

  • eğer piyade tüfeklerini de içeriyorsa ak-47'dir. her koşulda çalışabilen bu silahın en güzel yanı da şeriat geldiğinde dışarı çıkıp allahu akbar diye havaya ateş açtığınızda kafanızın kesilmesini engellemesidir.

  • sanırım 10 yaşındaydım, kardeşim de 7 filan olsa gerek. ailecek hastaneden eve dönmek için otobüs bekliyoruz. otobüs durağı, kocaman camekan vitrini olan bir pastanenin tam önünde. güzelce ışıklandırılmış vitrinde çeşit çeşit pastalar, adını bile bilmediğimiz tatlılar var.

    kardeşim, suriyeli gibi pastanenin vitrinine yapışmış bir türlü ayrılmıyor, hatta dilini çıkarıp vitrini yaladığına yemin edebilirim ama ispat edemem. illaki oradan birşeyler almak ve yemek istiyor. annem babama bakıyor, ben de babama bakıyorum, kardeşim cam bariyerini umursamadan pastayı yalamaya devam ediyor, babam yere bakıyor.

    annem sinirli bir kadın biraz da pervasız, babama: "şu masuma bir dilim pasta alamıyorsun sen ne işe yararsın be adam" diyor. babam açıklamaya çalışıyor: "maaşa 2 gün var, 2 gün sonra alırız, şimdi anca yol parası çıkışıyor hafize" diyor. kardeşimi vitrinden uzaklaştırıp, dikkatini dağıtmaya çalışıyorum ama ikna olmuyor, diliyle havayı yalamaya devam ediyor.

    neyse ki bir süre sonra otobüs geliyor, annem babama yol boyunca söyleniyor, hatta ara ara "beceriksizsin" filan diye hakaret ediyor. ben kardeşimi suçluyorum, içimden: "bok boğazlı pezevenk" senin yüzünden kavga çıktı diyorum. annem bir noktada: (bkz: ben evde sana aynısını yaparım) diyor. eve girince de petibör bisküvi arasına lokum döşüyor, puding pişirip etrafına sıvıyor. hatta üzerini de kaysı kurusu ile süslüyor.
    kardeşim "himmf bu ondan değil" deyip yemeyi reddediyor, annem "bok ye! sanki bana istanbul'dan geldin itogli!" diyor.

    annemin yaptığı pasta benzeri ürünü babamla ben yiyoruz, ortamı yumuşatmak için anneme "pek de güzel olmuş eline sağlık" filan diyoruz; kardeşim "hiç de bile, bokum gibi olmuş" diyor, annem "nimete öyle denmez allah bir daha hiç vermez" deyip kardeşime bir tokat atıyor. kardeşim az önce bir dilim pastanın peşinde, mazlum bir mülteci iken, bir anda asi bir militana evriliyor: "zaten bir bok vermiyor" diyor.
    kısmen mütedeyyin bir insan olan babam: "bunu seneye imam hatibe yazdırmak lazım" diyor.

    kardeşim şimdi 44 yaşında, üst düzey devlet memuru ama hâlâ pasta yiyemiyor, şeker hastası. ısrarla akp'ye oy veriyor ve boşluğu yalamaya devam ediyor.

  • "douche à cabine" olduğu için anlamlı bir a.

    ---
    2023 edit'i: fransızcada neredeyse kimse "douche à cabine" demiyormuş, doğrusu "cabine de douche" imiş. çok az sayıda sonuçta (bugün itibarıyla google'da 1900 civarı) "douche à cabine" ifadesiyle karşılaşılıyor.

    konuyu gündemimize taşıyan ertunga'nın şuradaki isyanı haksız değil: (bkz: #138806596)

    şu açıklamanın marka olarak tescil edilme kısmı makul geldi. türk'ün biri yarım fransızcasıyla böyle bir marka tescil ettirmiş, oradan yayılmış olabilir dedim. ama türk patent enstitüsünde sorgulama yapınca bu orijinal markayı bulamadım. teyit eden olup haber verirse burayı güncellerim.

    konuyla ilgili, emrah safa gürkan'ın şöyle bir tweet'ini buldum: https://twitter.com/…lan/status/1612437675004366853

    sonuç olarak, hatalı ya da neredeyse hiç rastlanmayan bir kullanım da olsa, hâlâ kelimenin douche à cabine'den geldiğini düşünüyorum.
    ---