ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
16 mayıs 2015 ferhat kaplan'ın yediği gol
-
ters ayakta yakalanmış, gözünüzle izleyin.
edit: gelen hakaretler üzerine üşenmedim tekrar izledim ve sonuç olarak fikrim değişmedi. video'da açık bir göz aldanması var. buyrun kendiniz karar verin;
http://i.imgur.com/nx1qcqg.jpg
- 1. karede şut çekildiği anda kalecinin ters ayakta olduğu açıkça görülüyor,
- 2. karede top ile kaleci arasındaki uzaklık, kalecinin yetişemediği veya yetişemeyeceği yine oldukça açık,
- 3. ve son karede ise top kaleciyi geçtikten sonra kalecinin kolunu çektiği görülüyor. kalecinin ve topun paralel uzantılarına dikkat edin.
edit2: volkan'ın benfica'dan yediği gol; https://youtu.be/bss3_dmb7k0?t=48
vinç operatörü maaşı
-
elestirilecek noktayi kaciriyoruz yine her zamanki gibi. onun maasi fazla degil, sizinki az.
sana bakanlarımı gönderdim ama sen adam değilsin
-
beni çocuklarıma en ucuz sütü almak zorunda bırakan kişinin cümlesi.
18.00'da eve gelince saatin bir anda 22.00 olması
-
bir de bunun pazar sabahı 12de uyanınca saatin bir anda akşam 11 olması var ki.. allah belasını versin.
babalarının mesleğinden utandırılan çocuklar
-
çocuktuk ufacıktık,
-"baban ne iş yapıyor" dediler
-"ressam" dedim.
-"ha boyacı yani" dediler.
-"hayır ressam, boyacı değil. hem boyacı olsa ne olurki, o benim babam, her haliyle severim onu ben" dedim.
-"ay boyacı olsa ne olur dedi yaaa. boyacı, amele yani, iğrenç..." dediler.
insanlıklarından utandım.
aylık geliri 10 bin lira olan erkek
-
herkes yöneticidir, mühendistir demiş (eyvallah onlar da kazanıyor bu paraları, ona itirazım yok) ama siz mahalledeki tekel, semt merkezindeki fast food büfenin aylık geliri ne kadar biliyor musunuz?
evlenmekten korkan kadın
-
evlenmekten değil, türk aile yapısından ve geleneklerden korkan kadındır. sonuç olarak korkmakta haklı kadındır.
şerefe
-
avusturya'da prosit
belçika'da op uw gezonheid, a votre sante
çin'de wen lie
çek cumhuriyeti'nde na zdravi, nazdar
danimarka'da skal
ingiltere'de cheers
finlandiya'da kippis, maljanne
fransa'da a votre sante, sante
almanya'da prosit, aur ihr wohl
yunanistan'da eis igian
israil'de l'chaim, mazeltov
izlanda'da santanka nu
irlanda'da slainte
italya'da salute
çin'de çin
japonya'da kampai, banzai
hollanda'da proost, geluch
norveç'de skall
polonya'da na zdrowie, vivat
iskoçya'da hoot mon
ispanya'da salud
portekiz'de a sua saude, eviva
rusya'da nazdorovia
isveç'de skal
yugoslavya'da zivio
şeklinde olan içki kültürü seslenişleri..
ilk öpüşme
-
yaşım 16, o 15. hayatımı feda edebilecek kadar aşığım. tam anlamıyla. 1.5 yıl, usanmadan beklemişim, her güne aynı umutla, aynı acıyla, aynı sevinçle uyanmışım.
bir nisan akşamı... moda'da bir apartmanın kuytusuna gündüzden geldik, aldığımız köpeköldüreni içtik ve saatlerce konuştuk. akşam oldu, soğuktan titriyoruz. çok öncesinde, bana karşı bir şey hissetmediğini söylediğinden o anki bakışlarını fark edemiyorum. çünkü ulaşılmaz bir yerde o gözümde. bana karşı bir şeyler hissetmesi mümkün değil, bir masal güzelliğinde.
"ya beni öp, ya da ben gidiyorum," dediğinde afallıyorum, anlıyorum. bir süre gülümseyerek bakıyorum, sonra yaklaşıyorum. o anı anlatamam, mümkün değil. ancak ilk aşkıyla öpüşen biri anlayabilir.
sonrası fiks; masal olmadığını anlıyorum, bitiyor. yıllar geçiyor, giderek hissizleştiğim korkusuyla büyüyorum. fakat o 17 nisan akşamını unutamıyorum, unutmak da istemiyorum. hayatımda belki de en masum olduğum o anı, gözlerindeki o pırıltıyı hatırladıkça ister istemez gülümsüyorum.
deist imamın 59 saniyelik videosu
-
- o günden beri deistim
+ senin allahına gurban*
eşi ölünce alyansını çıkarmayan insan
-
annemdir.
içinde babamın isminin yazdığı ince, düz, sade bir halka ama annem için her şeyden değerli. bu alyans annem için ne kadar değerliyse babamın alyans takmayışı da o kadar dertti. babam nişanlandıktan kısa bir süre sonra ekonomik sebeplerden dolayı kendi yüzüğünü satmak zorunda kalmış. yıllarca belini doğrultamadığı için de ikinci bir alyans alamamıştı.
anneler malum kirli çıkıdır, ellerine üç beş kuruş geçse hep biriktirirler. ne zaman kenarda köşede bir birikim yapsa babama yüzük almayı teklif ederdi, babam da çok isterdi, birçok erkeğin aksine alyans takmayı sevdiğini söylerdi, her ne kadar çok kısa bir süre takmış olsa da belki de tadını çıkaramadığı için hep içinde kalmıştı. ama yıllarca annemin birikimleri hep farklı yerlere, onlara göre bir alyanstan daha gerekli olan yerlere yani bize harcandı; kardeşim ve bana.
nihayet yıllar sonra annem de işe girmiş çalışıyorken alyans alacak kadar parayı biriktirdiler. hiç unutmam hep beraber gittik seçmeye, bir tane beğendik içine annemin adını yazdırdık. ikisi de öyle mutluydular ki.
bir süre taktı babam alyansını. sonra hastalandı, art arda ameliyatlar, kemoterapiler, işten ayrıldı. ekonomik sıkıntılar yine başladı derken babam yine alyansını satmak zorunda kaldı. bir alyans kaç para edebilir ki? en azından bizim aldığımız çok bir şey değildi ama hayat bazen insanı bir liraya bile muhtaç edebiliyor, işte öyle bir zamanda sattı babam alyansını. her ne kadar üzülseler de buna mecbur olduklarını farkındaydılar. yine alırız dedi babam anneme.
yine alırız dedi ama yine alacak kadar yaşayamadı maalesef.
annem için bu alyans babamdan sonra parmağından çıkması düşünülecek bir şey bile değildi, gözü gibi, ne bileyim eli gibi bir şeydi. insan eşi ölünce gözünü çıkarıyor mu? en fazla kalbini çıkarıyordu sanırım, bu da öyle bir şeydi.
yine alırız demişti ya babam, o hep istediği ama almanın bir türlü kısmet olmadığı alyanstan kardeşimle ben aldık anneme, babamdan dört yıl sonra içine ikisinin adını yazdırdık. 27 yıldır hiç çıkarmadığı incecik alyansının üstüne taktı, sanki babam yıllarca parmağında taşımış da ölümünden sonra anneme emanet etmiş gibi, öyle bir bağlılıkla.
la double vie de veronique
-
kieslowski'nin en güzel filmidir. o tüm sinemasına yayılan naiflik bu filmde doruk noktasına ulaşmıştır. ardından gelen üç renkte de aynı doğruyu takip ederek grafiğin devamlılığını sağlamış olsa da, bu filminin yeri her zaman ayrı. irene jacob'un harika oyunculuğu, ışığın harika kullanımı, görüntülerin mükemmelliği, müziklerin eşsizliği derken birden "izlediğim en güzel filmlerden biri" mertebesine de ulaşır.
--- spoiler ---
geri dönüşüm kutusuna şişe atmaya çalışan yaşlı kadın bu filmde yürümeye başlıyor. sanırım elindeki torba market torbası ve atmaya çalıştığı şişe de içinde; dolu olarak.
kieslowski'nin üç renkte sembolize ettiği fransız devrimi bu filmde yaşlı kadının yürümesiyle başlıyor. ardından şişeyi kutuya atana kadar geçen özgürlük, eşitlik, kardeşlik dolu bir alegorinin başlangıcı bu film.
veronica sevgilisi antek'e onu ziyaret edeceğini söyler. antek oda numarasını verir: 287. veronique ise kuklacıdan kaçarken girdiği otelde 287 numaralı odayı alır. veronica'nın verdiği sözü veronique tutar. bu kadar kesin bir bağ ile bağlıdırlar birbirlerine. filmde en çok hoşuma giden detay bu olmuştu. filmin temel direğini, yani paralel hayatlar fikrini bundan güzel anlatmanın bir başka yolu da yoktur kanımca.
*****
gösteri sırasında çok hasar aldık ve alıyoruz. ama biz elimizi sobaya uzatıp yaktıktan sonra hatasını anlayıp sakınacak bir tıpkımız var mı?
neden ki?
--- spoiler ---
gökçek'in yavaş ile canlı yayına çıkmak istemesi
-
hatırladığım en son gökçekli kapışma kılıçdaroğlu'na karşıydı. kılıçdar adam gibi belgeli destekli konuşurken, gökçek car car konuşup, sürekli lafa dalıp karşı tarafı konuşturmadan ortalığı sulandırmaya çalışmıştı. en son başkanlık tartışmalarında trump buna benzer şekilde olayı abartınca bir sonraki tartışmada mikrofonu kesilmişti. gökçekli her tartışmada bunun yapılması lazım. söz onda değilken, mikrofonu kesilecek. yoksa cidden zeytinyağlının dibine vuruyor.