hesabın var mı? giriş yap

  • şimdi biz bu karantinayı neden uyguluyoruz ve nereye kadar sürecek? herkesin aklındaki soru bu. bitakım matematiksel modeller üzerinden bunu açıklamaya çalışalım.

    öncelikle bu modelleri açıklayabilmek için 2 tane tez öne sürmemiz gerekiyor.
    1. bu aşı ortalama en az 1 yılda bulunacak.
    2. salgının yayılma hızı ve öldürücülüğü dikkate alındığında toplumun %60-%70 kadar bir kısmının bağışıklık kazanması gerekiyor yani sürü bağışıklığı, nam-ı diğer herd immünity.

    şu anda türkiye nüfusu 82 milyon olsun. %60-%70 ne yapar? 49-57 milyon kişi.
    yani eğer aşı bulunamazsa türkiye'nin bu salgından kurtulması için yaklaşık 49-57 milyon kadarının bu virüsü tecrübe etmesi ve buna karşı bir bağışıklık geliştirmiş olması gerekiyor.

    elimizdeki veriler ne diyor peki? türkiye'de yaklaşık 30bin enfekte insan var. hadi bir varsayım daha yapalım. asemptomatik ve düşük semptomlarla hastalığı geçirenler dahil olmak üzere toplamda enfekte olan insanların en fazla %10'unu tespit ettiğimizi varsayarsak, şu anda türkiye'de 30.000*10=300.000 tane bu hastalığı tanıyan ve bir şekilde buna antikor geliştirebilmiş insan var demektir.
    peki bu sayıyı türkiye nüfusuna vursak ne yapar? yaklaşık %1'i yapmaz. ancak bizim modellerimiz ne söylüyordu? 49-57 milyon insan enfekte olsun ki biz bu illetten kurtulalım. bu nedenle de şu anki karantina salgını durdurmak için değil sadece bir sonraki adıma hazırlık amaçlı yapılıyor.

    bunun için önce salgını anlamak lazım. bir salgında toplam 2 tane faz vardır.
    1. ızolasyon
    yani yılanın başını küçükken ezeceksin ki büyümesin. bunun için de öncelikle toplumunda enfekte olan insan sayısı çok az olacak ve sen şu algoritmayı uygulayacaksın ki bu hastalığı izole edebilesin.
    - hastayı bul, test et, izole et
    -hastanın temaslarını hemen bul, onların bir başkasına temasına engel olacak kadar hızlı bul hatta, hemen onlara test yap ve onları da izole et
    bu sistemin uygulanabilmesi için elinizdeki imkanlar göz önüne alındığında çok az sayıda hasta olması gerekiyor. bu yüzden de bu faz ne yazıkki çok kısa sürüyor ve müdahale etmediğinizde bir daha müdahale etme şansınız kalmıyor ve mecburen ikinci faza geçiyorsunuz.
    2. kaçınma (mitigation)
    bu kısım şu anda dünyadaki tüm devletlerin içinde bulunduğu faz demek oluyor. burada hastalık endemi durumundan pandemi haline geçti ve ortalıkta takip edemeyeceğin kadar hasta ve takip edemeyeceğin kadar hastanın temas ettiği insan var demektir. bu durumda da ülkelerin neredeyse hepsi benzer aksiyonlar alarak salgının yayılma hızını düşürmeye çalışırlar.

    bu önlemler neler?
    home office yönlendirmeleri, okulları kapatma, sokağa çıkma yasağı vs. ülkeden ülkeye değişiyor.
    neden böyle yapıyorlar?
    herkes aynı anda hasta olmasın diye yapılıyor bunlar, çünkü herkes aynı anda hasta olursa bu sefer kurtarma ihtimaliniz olan insanları da sağlık sisteminizin yeterli olmaması sebebiyle kurtaramazsınız. bu yüzden de şu anki virüs için dünyada ortalama %5 iken ispanya ve italya'da %10-%12 ölüm oranları gördük. diğer ülkeler böyle olmamak için de bu tarz önlemler alıyorlar ki herkes aynı anda hasta olmasın.

    herkes elli kere yazdı. herkes aynı anda hasta olursa çok sert bir grafiğiniz oluyor elinizde, sonuç olarak çok sayıda insan ölüyor. bu yüzden de flattening the curve mantığı gereği insanlara evden çıkmayın diyorlar. mantıklı mı? evet. ancak sürdürülebilir mi? hayır? çünkü bir ülkede evden çıkmayın dediğinizde o ülkede ekonomiyi ve sosyal ilişkileri durdurunuz demektir. bunun hem ekonomik hem de sosyal maliyeti olur bir ülkeye, ve her ülkenin de bunu karşılama potansiyeli zengin ülkelerde fazla olsa da sınırlıdır. kimse sayın vatandaşım sen yat, ben sana ilelebet para vereceğim diyemez, zengin ülke 10 ay besler, fakir ülke 10 gün besler ama bu hazırdaki para illaki biter. bu yüzden de buradaki asıl amaç biraz farklıdır devletler açısından. matematiksel modelimiz açısından konuşursak flattening the curve mantıklıdır ama ne kadar flatten etmemiz gerektiği önemli olmaya başlamıştır artık.

    bu durumda da matematik modeline geri dönersek, değişkenin birinin bu konuda çok önemli bir rol oynadığını görürüz. bu değişkenin adı da reproduction number, yani r0'dır. yani enfekte olmuş bir kişinin bunu ortalama kaç kişiye bulaştırdığı değerdir. bu değer 1 ise enfekte olmuş 1 kişi, bu hastalığı ortalama 1 kişiye bulaştırıyor demektir. bu değer 1'in üzerinde ise salgın ileriyor, 1'in altında ise de salgın geriliyor anlamındadır.

    modeli kurarken bizim ayrıca hastalığı tanımamız ve kullanım denklemi çıkarmamız gerekiyor. bunun için de mevcut sonuçlara bakmak zorundayız. mesela bu hastalığa kapılan kişilerin %2 ile %6'sı arasındaki kişiler yoğun bakıma ihtiyaç duyacaklar. bu çok önemli bir bilgi. yani en önemli olan kurtarmanız gereken %2 ile %6 arasında insan olacak demek.

    ayrıca bir de kapasitenize bakmanız lazım ki modeli yavaş yavaş oturtalım. yine istatistiklere bakacağız. sizin yoğun bakıma ihtiyaç duyan hastalarınız o yatağı/respiratörü/ventilatörü kaç gün kullanmış? 10 ile 20 gün. yani bu süre sonucunda o yatağa yatan kişi ya ölmüş ya iyileşmiş demek.

    tamamdır, elimizde baya bilgi oldu. modelde bunları yerlerine koyduğumuzda biz öyle bir r0 değeri belirlemeliyiz ki hastane kapasitemiz şişmesin ve bu salgını öyle kontrollü salmalıyız ki insanlar yavaş yavaş enfekte olsunlar. yani problem şu: günlük ortalama kaç kişi enfekte olmalı ki sağlık sisteminde kimse yataksız kalmasın ama boş yatak da kalmasın. hep tam kapasite gitsin. tabili bu optimum case, imkansız olur ama amaç buna en yakın değerleri yakalamak. yani bizim deklemimizde efektif bir r0 ihtiyacımız var.

    yapılan bir modele göre de, almanya için yapılan best case senaryoda hastaların %2'sinin yoğun bakımda kaldığı ve bunların ortalama 10 gün yattığı üzerine düşünüldüğünde, yaklaşık olarak 100 bin yoğun bakım yatağı ve ekipmanı gerekiyor ki almanya'da bile mevcut sayı 30bin civarında.
    bu yüzden başka bir çözüm bulmamız gerekiyor.

    çözüm nedir? sisteme reset atmak.
    çünkü neydi? hastalık en başta doğru takip edilirse, hasta ve temasları iyi izole edilirse yılanın başını küçükken ezebiliyorduk. bunun için de ne gerekliydi, az sayıda hasta ve az sayıda temas.
    bunu nasıl sağlarız peki?
    herkesi evine tıkarız, bu insanlar evinden çıkmazsa, kimse kimseye hastalık bulaştıramaz. kimse kimseye bulaştıramayınca da r0 düşer. r0 belirli bir seviyeye düştüğünde de insanları kontrollü salarız, o zaman da hastayı da temaslarını da süper takip ederiz o durumda da hastalık kontrolsüz yayılmaz ve hastanelerimiz şişmez.
    şu anda dünyadaki tüm devletlerin uygulamaya çalıştığı sistem bu.

    peki sisteme reset attıktan sonra nasıl bir şey yapmamız lazım?
    1. herkese test yapmamız lazım. neden?
    çünkü sistemdeki en büyük sorun asemptomatik veya düşük semptomlu insanlar hasta olduğunu düşünmeden sistemde çok rahat hareket ediyorlar. bunu engellemenin en temel yolu da herkesin hep hastaymış gibi davranmasını öğrenmesi, başka da yolu yok.
    2. devletin r0 değerini düşüren önlemleri devam ettirmesi lazım
    bunlar neler, toplu taşıma kişi sınırlaması, maske zorunluluğu, konser, fuar vs. engellemeleri gibi hasta kişiyi veya temas ettiği kişileri takip etmeyi engelleyecek bir mekanizmayı şimdilik yasaklamak gerekir.
    3. vatandaşa karşı aşırı şefffaf olmak. bu durumda hakkaten hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için davranmak zorundayız. hükümet ve vatandaş öyle şeffaf olacak ki, vatandaş ön yargı koymaksızın bu talimatları dinleyip ona göre önlem alacak. yoksa devlet ne yaparsa yapsın her gün gizli gizli kahvede okey oynayan dayıları basıyor polis. sizce o dayı vatan hainliği mi yapıyor virüsü bulaştırayım diye, yoksa ölmek mi istiyor? ikisi de değil. o dayı virüsü bilmiyor, çünkü tv'de izlediğinde bu salgından güçlenerek çıkacağımızı duyuyor. o zaman da bana bir şey olmaz diyor. o yüzden dayıya kızmayın, adamın okeyi varsa dönsün. dayıya bunu öğretmeyene, anlatmayana kızın.. kim virüs kapıp sevdiğini öldürmek ister? o dayı bile istemez emin olun..

    istatistiklere göre wuhan gibi tam karantina uygulayan yerlerde bile bu ilk faza dönme hikayesi yaklaşık 56 gün sürüyor. yani avrupa'da insan hakları sebebiyle kimsenin evinin kapısını kaynakla kapatamayacağınıza göre bu işin süreceği tahmini olarak nisan 2021 civarları gibi görünüyor. bu süreçte hangi ülkenin vatandaşının, devletinin direktiflerine ne kadar uyduğu asıl rolü oynayacak. yani bir hükümet güven vererek şeffaf davranıyorsa, halkına söz geçirecek. yoksa saklı gizli işler yapıp siz bizim dediğimizi yapın gerisine karışmayın çok da kurcamalamayın diyorsa ona göre bunun bedelini ödeyerek yaşayacak. bu iş bir oyun değil, dünyada ilk defa yaşanan bir şey de değil. o yüzden her şeyden önce realist düşünmek emin olun en faydalısı..

    peki bu karantinaların sonucunda ne olacak? bu karantinaların sonunda birkaç sene boyunda kademeli olarak sosyal mesafe kuralları hakim olacak dünyaya. mesela evde çalışma ihtimali olanlar evden devam edecekler. restorantlar yeniden düzenlenecek belki, bir masaya 2 kişiden fazla oturmak yasak olacak. belki taksiler de öyle olacak. okul sistemi tekrar sabahçı akşamcıya dönüşüp yarı sayıda sınıf mevcudu ile eğitim yapacak. belki bir süre uçaklar yarım kapasite çalışacak. ama bir şekilde bu ekonominin çarkları dönmeye devam edecek sadece ülkeler %60-%70 sürü bağışıklığı kazananana kadar. sonra zaten emin olun kimsenin umrunda olmayacak bu işler.

    ama bir piyango durumu var: aşı bulunması. aşı bulunursa bu model çöker ve toplum hasta olmaya gerek kalmadan bağışıklık kazanır. bu durumda da çok daha hızlı şekilde eski hayatımıza geri dönebiliriz.

    o yüzden kendiniz için, aileniz için,sevdikleriniz için, sevmedikleriniz için, ülkeniz için, insanlık için, şimdilik evde kalın...

    not: bu anlatılanları bir youtube videosundan öğrendim. dile de gelsin istedim. videonun linki de şöyle: https://youtu.be/rqehlf0egwi

  • duyan da memlekette yabancıya mülk satılmıyor sanır.

    karadeniz'de araplara satmak için kuyrukta millet, ne iş?

    onlarınki vatan toprağı satmak olmuyor mu?

    üstelik yasalar izin veriyor satışa. siz şimdi devlete ne demiş oluyorsunuz?

  • bu evin fotoğrafını çekip ilana atarken kendisinden hiç mi utanmadı acaba? bu evde bir insanın bu şartlar altında yaşamasının imkansız olduğunu hiç mi düşünemedi mesela? bazen gerçekten bazı insanlara fazla anlam yüklüyoruz. işte bu da onlardan birisi.

  • yav he he avrupada tamirci yok. adamlar üretiyor ama tamircisini yetiştiremiyor. allahın malları nası gerizekalı ya bu avrupalılar. senin ülken seni "vergi" adı altında sikmiyor ya da izlediği iğrenç ekonomik politikalar yüzünden paranın değeri çöp değil de "ıvrıpıdı timirci yık kıç kiri ıçıklıcız"

  • zorunlu edit: ustayı ayağına çağırdın diyenler olmuş. yok efendim eve gelmedi, vatsaptan foto ve video yolladık. eve gelemezmiş önce işi görmeliymiş. ayrıca işin uzunluğundan ve emeğinden bahsedilmiş. parçayı eve getirip takmamız 30 sn sürdü. (sıcak-soğuk ayarı yapılan kolun içinde bir parça idi) indirim yapabilir miyiz diye konuştuğumuzda akşam saatinde - ki saat 6 civarıydı- bu fiyatın normal olduğu, yarın ölü bir saatte çağırırsak ücreti 170 liraya düşüreceğini söyledi. 30 liralık farkı saate göre belirledi.

    az önce tecrübe ettiğim durum. duşa kabin su akıtınca tesisatçıyı aradım. baktı, 200 liraya olur anca dedi. biz de hırdavatçıdan 10 liraya parçayı aldık. kendimiz uğraşıp yaptık.

    el işçiliğine 190 lira alınır mı?!

    evinizde bozulan bir şey olduğunda siz yapın, uğraşın en azından. bu hırsızlara para kaptırmayın.

  • bir kemalist olarak afrin operasyonunu elbette destekliyorum. yalnız afrin bir kahramanlık hikayesi değildir. salonun ortasına sıçan birisinin o salonu temizlemeye çalışmasıdır. bu bağlamda afrin'de savaşan türk askeri hariç siyasilerden kahraman yaratmak isteyenler 'kifayetsiz muhteris'lerdir. tek kahraman cephede, ayaklarıyla toprağa basan, bu soğukta üşüyen ve hayatı pahasına orada şu an nefes alıp veren türk askeridir. hürmetimiz de onadır.

  • öncelikle sigara içmeyiniz. yani hiçbir şekilde ozenmeyiniz ve bulaşmayınız. bunu tüm samimiyetimle söylüyorum.

    insan fiziksel, mental ve ruhsal olarak bir bütündür. kendinizi her açıdan geliştirmeye odaklanın lütfen. zengin ya da fakir farketmez, fiziginiz her zaman iyi olabilir arkadaşlar. düzenli ve sadece vücut ağırlığınızı kullanarak bile uzun vadede güzel ve sağlam bir vücudunuz olur. bu önemlidir. bazen psikolojik açıdan zayıfladığınızda güçlü bir fizik ve disiplin sizi ayakta tutacaktır/geri dönüşü kolaylaştıracaktir. *ayrıca erkekler temelde aldıkları tüm kararlari karşı cins ile etkileşimi maksimize etmek için alırlar. haliyle bu açıdan da faydasını göreceksiniz.
    -ayrica kişisel hijyene önem verin lütfen-

    gerekli, gereksiz demeden okumaya özen gösterin. mümkün olduğunca çok konu hakkında az da olsa bilgi ve birikim sahibi olunuz. hayatı da bol bol tecrübe etmekten kaçınmayınız. genelde boka sarıyor işler ama olsun, en azından anlatacak bir hikayeniz olur.

    ve sevmeyi bilin arkadaşlar. toprağı, ağacı, bayrağı, bir çocuğu, kediyi ya da kadını farketmez... sevgi yüreğinizi yumuşatır ve size farklı pencerelerden bakma imkanı tanır. belirli bir yaşa gelip, belirli bir güce kavustugunuzda sevgisiz ve ruhsuz, hayatını metaya endekslemis ucuz bir insan olmayın.

    iş, kariyer, para vs bu konulara girmiyorum. hayat basittir ya doğduğun ülke iyi olacak ya da ebeveynlerin zengin olacak. bu ikisi dışında kalan herkes için maalesef hayat her zaman zordur. bunları ana hedef haline getirip değersiz ve sevgisiz olmayın. bakın bir siyasi yaklaşım olarak algılamayin lütfen lakin bugün tüm yönetici kadroları bu tür insanlardan oluşuyor. hani diyoruz ya hiç mi şeref yok lan sizde diye... gerçekten şerefsiz bir insan olmayın. ben vaktinde gasp da yaptım, hırsızlık da yaptım. lakin bana torpilimiz var gel şuraya yerles dediklerinde içim ürperdi. ihtiyaç ya da zevk için bir anlık kötü kararlar verdim, evet bunu yaptım ama bir ömür boyunca bir insanın umutlarını, hayallerini çalıp üzerine yerleşmek mi? bu hayatımda bana korkunc gelen nadir şeylerden biridir.

    bunları 20 yaşına varmadan yaşadığı şehrin adeta içinden geçmiş, deli dolu günleri arkasında bırakmış biri olarak söylüyorum. egildikce büyüdüğümüzü umarım benim kadar geç anlamazsınız.

    son olarak iş ve gelecek anlamında dijitallesebildiginiz kadar dijitallesin. farklı bir gelecek inşaa ediliyor ve baş aktörleri arasında sizler de olacaksınız. sermaye hızlı bir şekilde genç kuşaklara kayacaktir. kesinlikle zanaat öğrenin fayans ustası olun, marangoz olun... bu teknolojik gelişmelerden uzak kalmanızı gerektirmez arkadaşlar. aksine kendinize kaynak yaratmanız, zihninizi ve bedeninizi güçlü tutmanız için güzel bir zemin hazırlar. saygılarımla.
    *herkes yabancı dil öğrenin demiş genelde. kesinlikle haklılar, büyük bir avantaj ama ülke gerçekliklerinden biraz kopuk buluyorum. aktif kullanım alanları bulamamak ile beraber ciddi bir vakit ve enerji istiyor. ben kendi adıma buna harcanan vakit ve enerjide dijital katma değer üretimine yönelmenizi tavsiye ediyorum.
    *bir başka başlık altındaki girdimden alıntıdır.

  • bunlardan bir tanesi, hayatım boyunca en unutamadığım sözler kategorisinde ilk üçe giren bir sözdür.. yaptıktan sonra pişman olduğum çok az şeyden bir tanesinin sonucudur..

    lisede aldatılmışsındır, girdiğin depresyon sonucu, bu kötü durumdan kurtulmak için senden hoşlanan random bi kızla, ona karşı hiçbir şey hissetmediğin halde birlikte olursun. sonra da tam bi şerefsiz gibi kızcağızı ortada bırakırsın.. aradan birkaç sene geçer, üniversitede hoşlandığın, hatta aşık olduğun kız, sana umut verip seninle zaman geçirir. sonra seni tek başına bırakır ve gider.. derken bir gün o lisedeki, acı çektirdiğin kızla karşılaşırsın.. "nasılsın" dersin, "çok mutluyum" der.. 1 senelik bi ilişkisi vardır, onu anlatır.. "sen nasılsın?" der; "çok kötüyüm" dersin.. seni bırakıp giden kızı ve hissettiklerini anlatırsın.. dünya üstüme üstüme geliyo dersin, çok sevmiştim.. dersin.. kız hafifçe başını sallar, acı bi tebessüm eder, cevap olarak tek bi kelime söyler ve gider;

    geçer...