hesabın var mı? giriş yap

  • sigara değil tütün içmek.
    yemekhanede yemek yemek ve evde düzenli yemek pişirmek/kahvaltı yapmak.
    alkolü azaltmak, mümkünse dışarıda fazla içmemek.
    cidden ihtiyacın varsa bir şey almak. (kıyafet vs.)
    uçak biletlerini önceden almak, son dakikaya bırakmamak. kampanyaları takip etmek.
    kuaföre gitmemek, saçını kendin kesmeyi öğrenmek. (bu biraz da kuaförlerin her seferinde saçımı istediğimden fazla kesmesinden dolayı bir kaç yıldır uyguladığım bir yöntem)
    ağda gibi şeyleri de evde yapmak aynı şekilde. hatta mümkünse 1 yıl kısıp lazere para ödemek ama sonradan çok rahat etmek.
    dışarıda zırt pırt kahve içmemek. bir kahve 8-9 lira ve haftada 5 defa içseniz cidden benim gibi bir öğrenci için önemli bir para, bugün kahveye ne kadar çok harcağımı fark ettim.
    yandaş marketlerden alışveriş yapıp, onlara para kazandırmak istemiyorsanız ve aynı zamanda tasarruf da yapmak istiyorsanız migros, carrefour gibi marketlerin kendi üretimi ürünleri almak. baya uygun oluyor fiyatları hemde çok daha kaliteli olduğunu düşünüyorum.
    ha bir de son olarak aylık akbil kullanmak sanırım.

  • aktivist kimliği john lennon için, toplum ve dünya için birşeyler yapmaktan öte, akıl sağlığını korumak için başvurduğu bir savunma mekanizmasıydı. tıpkı gruptan ayrılması ve yoko ono ile ilişkisinin benzer birer savunma mekanizması olması gibi.

    lennon'un akıl sağlığını koruyabilmesi için, "tanrı kompleksi"nin bile çok sakil durmadığı bu hayattan kurtulması, egosunu daha maddi temeller üzerine dayandırması gerekiyordu.

    bunu anlayabilmek için, grubun aniden ve bir benzeri yaşanmadık biçimde ünlü olduğu yıllara bakmak gerek. averaj bir insan için, şöhret ve kendisine gösterilen ilgi bir lütuf olabilir. ancak çılgınlık boyutunda kısıtlanmış bir yaşam alanı, buna karşın aniden kazandıkları benzersiz otorite hali, lennon çapında bir adam için katlanılabilir değildi. lennon, büyük egosu olan bir adamdı ancak egosunu dayandıracak tüm mantıklı zemini kaybettiği için, hayatı yaşanılabilir olmaktan çıkmıştı ve bu da akli işlevlerini etkiliyordu.

    lennon, egosu her ne kadar yüksek olsa da, kendisini tanrı sanmayacak kadar da akıllı bir adamdı.

    grup elemanlarının tasviri ile, "sokağa adım attıklarında her görenin çığlık çığlığa peşinden koştuğu, konserlerde çığlıklardan çaldıkları müziği duyamadıkları, otel lobisinden içeri adım attıklarında otel çalışanlarının çığlık atmaya başladığı, belediye başkanlarının onurlarına verdikleri yemeklerde, bizzat başkanın eşinin çığlık atarak karşıladığı ve yalnızca tuvalette yalnız kalabildikleri" bir hayatta lennon gibi adamların varolması kolay değildir.

    lennon bu hayattan kaçışı 3 şeyde aradı:
    1. "the beatles" canavarından kaçışta,
    2. kraliçeye kadar hemen her otoritenin koşulsuz destek verdiği hayattan, otoriteyi ve toplumun averaj kesimini karşısına alan bir aktivizme kaçışta,
    3. ve yine hayatta karşısına çıkan ilk otorite kaynağı olan yoko ono'ya kaçışta.

    aktivist kimlik, bu anlamda üzerindeki baskıdan kurtulmak için mantıklı bir noktaydı. imparatorluk nişanı takılacak kadar toplumun ve otoritenin üzerine düştüğü, adeta soluğunun eksildiği bir hayatta lennon, aktivizme yönelerek toplumun genelini ve otoriteyi karşısına almayı tercih etti. hatta bunu oldukça radikal noktalara taşıdı. o kadar acelesi vardı ki, çırılçıplak albüm kapağı fotoğrafı çektirecek kadar (aslında garip) bir eyleme dahi imza attı. çünkü tek derdi, mümkün olduğu kadar o çığlık atan kalabalıkları ve otoritenin onayını arkasında bırakmaktı. isa demecini de bu bağlamda değerlendirmek haksızlık olmaz. lennon yanlış anlaşılacak bir adam değildir. meğer ki yanlış anlaşılmak istemiyorsa.

    gruptan ayrılması kısmı da bundan farksız değil. bu noktada; paul mccartney ile anlaşamamaları ya da 30 yaşından sonra "she loves you" çalmak istememesi gibi gerekçeler oldukça temelsizdir. çünkü arada kimi anlaşmazlıklar olsa da, mccartney aslında grubun dağılmaması adına "the ballad of john and yoko"yu the beatles adı altında kaydedecek kadar lennon'un suyuna giden bir adamdı. ve yine zaten konser vermeyen bir grubun üyesi olarak, "she loves you" çalmak zorunda olmadığı gibi, konser verseler bile çalmama insiyatifini gösterebilecek bir konumdaydı.

    lennon grupta insiyatifi mccartney'e de aslında bilinçli bırakmıştır. çünkü kişisel kurtuluşunun, gerçekte dört müzisyenin toplamından çok daha fazlası haline gelen the beatles yükünden kurtulmakta yattığına inanmıştı.

    yine yoko ono da, lennon'un buna benzer bir savunma mekanizmasıydı. ono, o yıllarda lennon'a "hayır" diyebilen tek varlıktı dünya üzerinde. ona hükmetmeye çalışan, onun suyuna gitmeyen tek insan. yoko ono, lennon'a, egosunu dayandıracağı bir temel vermişti. egosunu tehdit eder gibi görünse de, halbuki varlığı ile, onun egosunu anlamlı hale getirmişti.

  • ehliyetlerine el konulmus ahahahahhaahh. barzo komünü hareketi. yerel halk danslariyla çiftleşme merasimi de yapsaydiniz amk. ınsallah o ehliyetleri geri vermezler.

    edit: debe icin tesekkurler.

  • rock'n coke'a 2015 tane impala gelecek şeklinde okuduğum haber. çok kısa bir süre de olsa sebebi neydi diye düşündüm.

  • kendisine kilo vermesini ve verdiği kilolar karşılığında ilkyardım çantası ile yangın söndürücüyü arabaya yeniden koymasını tavsiye ediyorum.

  • şu an 2. bölümünü izlediğim dizi. aman allah'ım!

    başroldeki merve boluğur'un satranç turnuvasındaki o halleri... turnuvalara katılanlar iyi bilirler ki bu satranç zıkkımı kazandıkça zehirler insanı. tam bir ego yükselticidir. kaybedince de hele hele ezilerek kaybedince de tam bir gurur kırıcı.

    gözümü ekrandan alamıyorum oyun sahnelerinde.
    ilerleyen bölümlerde keyiften öleceğim herhâlde. atmosferi çok güzel dizinin ve görüyoruz ki rakibi küçümseme mevzuları hep varmış!

    katıldığım bir öğretmenler arası satranç turnuvasında ilk rakibim gelmemiş, ikinci rakibim de öylesine gelmişti.
    üçüncüsü beden eğitimi öğretmeni idi ve vallahi turnuvadaki tek hâtundu o da. yanında da erkek arkadaşı olduğunu tahmin ettiğim bir zibidi. oyun başladı, baktım hocamız o kadar basite alınacak gibi değil dikkat kesildim oyuna. derken tek bir hatasıyla oyunu kaybetme yoluna girdi.
    zibidi başladı, " hocam bu maç berabere bitsin yenisine başlayın " falan demeye. ben maalesef falan dedikçe bu oyuna müdahale etmeye başladı ve ağzından şu sözler döküldü:

    " hayatım atı çapraz sür, atın gidecek " *

    lan bir kahkaha atmaya başladım az kalsın diskalifiye edilecektim.

    o ana kadar erkekine ses çıkarmayan hocamız da " ya saçmalama ozan çık dışarıda bekle beni allah'ını seversen " falan diye isyan etti.

    çocukluğumdan beri yüzlerce belki de binlerce karşılaşmaya çıkmış; rakibin atını, filini, kalesini, vezirini vs. oyun dışına itmişimdir, o vakit ilk defa bir satranç karşılaşmasında rakibin eşeğini saf dışı bırakmıştım.

    bu da böyle bir anımdır.