hesabın var mı? giriş yap

  • rezil olmaya doymuyorum.

    bugün yeni aldığım kulaklığı telefonuma takıp, 45 dakikalık otobüs yolculuğum boyunca müzik dinledim. dinlediğim şarkılarla moda girdim, kendimi klipte gibi hayal ettim, sesimi çıkarmadan mırıldanarak eşlik ettim, arada bir camdaki yansımamdan kendimi izledim, pek karizmatik buldum kendimi. ta ki ineceğim durağa yaklaşırken kulaklığın tekini kulağımdan çıkarana dek...

    kulaklığı çıkardığımda ve müziğin hala oldukça yüksek bir şekilde çalmaya devam ettiğini fark ettim. her ne kadar hala inanmak istemesem de aptal telefonum kulaklığı takmamı umursamamış ve sesi dışarı vermeye devam etmiş. bense yol boyunca bağırta bağırta birbirinden tuhaf şarkılar dinleyen, herkese dinleten, dahası bunu yaparken de kulaklığı kulağında olan ve sallana sallana şarkıya eşlik eden bir embesil tablosu çizmişim.

    ölmek istiyorum...

  • o kaybedip ağladığın kırmızı trenin var ya... vitrinin arkasına düşmüş. büyümeden çıkarttır da oyna.

  • video

    6 aylık bebeğine bakabilmek için karton toplayan babaya, sokağa çıkma yasağına uymadığı ve ehliyetsiz motosiklet kullandığı için 5600 lira ceza kesmiş polislerimiz.

    koca adamı ağlatıyorlar. keyfinden mi çıktı o adam sokağa. rüyalarınıza girsin o adamın bağrışları.

    her şey bitti bir bu adamın motoru mu kaldı kanunsuz.

  • eisoptrofobi ayna korkusudur. bu fobiye bazen spektrofobi veya katoptrofobi de denir. bu korkuya sahip kişiler aynada kendilerine bakamazlar. bu korku, herhangi bir yansıtıcı yüzeye bakamama durumuna da evrilebilir.

    bu korku aynalarla ilgili hurafelerden kaynaklanıyor olabilir. örneğin, bir kişi ayna kırmaktan korkabilir ve bunun kötü şans getireceğine inanabilir. diğerleri, aynada hayalet gibi doğaüstü bir şey göreceklerinden korkabilirler.

    eisoptrofobi, düşük öz saygı nedeniyle gelişebilir. kişi, fiziksel görünümünden utanabilir ve aynada görmek istemeyebilir. bu durum bazen profesyonel destek alınması gereken bir depresyona da neden olabilir

  • küçüklüğümü hatırlatan durum.

    annem küçükken aşure dağıttırırdı, asosyal bir çocuk olarak zille basmadan geri döner "anne evde yoklarmış" derdim.

    aynı.

  • michael ende kitabın başında karakterleri okuyucuya kavratma safhasını biraz uzun tutmuş lakin kitabı okudukça nehrin üzerinde salınarak giden yaprak gibi aktı kelimeler, cümleler. momo keşke gerçek olsa dedim içimden ve sımsıkı sarılasım geldi. müthiş bir sistem eleştirisi ancak bu kadar tatlı ve lezzetli olabilirdi. ayrıca, aklıma kitabın sonunda kassiopeia'nın sırtında beliren yazı takılmadı değil. velhasıl kelam, harika bir kitaptı. bir ömür daha yaşamış kadar oldum.

  • annem an itibariyle bursa'da haftada ortalama 5 kişinin korona pozitif çıktığı bir tekstil fabrikasında ihtiyacımız var diye korka korka çalışıyor. bugün döviz artışı sebebiyle günlük yevmiyesinden çok zarar ettiğinden haberi olmadan çalışıyor garibim.

    babam evde emekli. maaşı günlük 9 dolar gibi bir rakama tekabül ediyor ki kendisi şanslı sayılabilir. o da bugün maaşından tl bazında iki gün kaybettiğinden habersiz.

    ben evden çalışıyorum işe gireli 8 ay oldu. işe girdiğimde 1000 dolardan fazla maaş alıyordum. döviz artışı sebebiyle bir kaç aydır alamıyorum. ayda 400 dolar kaybım var ortalama. 8 ayda toplam 3200 dolar kaybetmişim. yani güncel kurla sadece 8 ayda 25.000 tl'yi hükümetin propaganda bültenine vermişim.

    ağustos ayında nişanlandım önümüzde düğün var ve sadece 8 ay gibi kısa bir zamanda cebimden 25.000 tl yi hükümetin politikaları almış. anamın babamın ve benim emeklerimize yazık olmuş. bu adamlara oy verenlere ve hala savunanlara hakkımı helal etmiyorum.

    işte öyle bir kurdur.

  • bi gün, kurstan bir arkadaşım, işyerim civarından geçerken aklına geliyor beni arıyor, hatırımı soruyor. gelsene diyorum, bir çayımı iç, hem görüşmüş oluruz. bir duraksıyor, nefes alıyor, yok diyor, başka zaman. ısrarımı seveyim, hazır diyorum gelmişsin buraya kadar, çık işte yukarı. tamam geleyim de, şey diyor, az önce soğan yedim ben, çekiniyorum o yüzden. saçmalama diyorum, lafı bile olmaz, biz her gün yiyoruz n'olacak allasen. ikna kabiliyetimi yitireyim. neyse, çıkıyor bu yukarı. sarılıyoruz. ben bayılmışım. allah'ım böyle bir koku olamaz. çocuk sürekli anlatıyor, ben daimi gülümsüyorum filan ama, hoşbeşten fırsat bulunca ilk şunu soracağım: soğanı tarlasıyla birlikte mi yedin arkadaşım sen? o nasıl bir soğan yemektir? renkten renge giriyorum, imkanı yok o kokuyu defedemiyorum abi. taktım bi kere. sanki karşımda bizim hüseyin değil de, bir baş soğan oturuyor. kendisi oradan buradan laflarken ben hüseyin'i ince ince kıyıyorum, pembeleşinceye kadar kısık ateşte çeviriyorum. o koku gitmiyor. bi yarım saat sonra kalktığında tekrar sarılıyorum. yaşama sevincime.

  • milyon dolarlar verip aldığınız world class kalecinizin sabit bir bölgede oynamaktan dolayı mutsuz olması.