hesabın var mı? giriş yap

  • cenk'in üçlüğüyle goool diye tavana zıpladığım maç. napalım amk gundiyiz anlamıyoz ama ülkemizi seviyoz.

  • zamanın diğer uzay boyutlarından ayrı olarak varlığı, fizikçiler arasında kadim bir tartışma konusu olagelmiştir.. nihayet einstein, görelilik teorisi’nde uzay-zamanın bir bütün; yani aynı kumaşın, aynı dokunun parçası olduğunu göstermiştir. çoğu fizikçi zaman kavramını termodinamiğin ikinci kanunu gereği evrenimizde entropinin sürekli surette artmasıyla ilişkili olarak tanımlar. entropi yani düzensizlik arttıkça nesneler bozunarak daha az düzenli yapılara dönüşür, canlı hücrelerse giderek işlevlerini kaybeder ve ölür.

    bu tersine çevrilemez düzen, varlığına anlam arayan her bilince sanrısal olarak, geleceğe doğru akıp gitmekte olan birşeyler olduğu fikrini düşündürür. oysa zaman dediğimiz şey, entropinin artışıyla nedensellik ilkesinin işlemesinden başka birşey değildir.
    son olarak, şayet dünya dönmeseydi, uzaktaki bir yıldız ışığının yaptığı yalpayı, en küçük zaman birimimiz alarak farklı bir zaman yapılanması kurardık muhtemelen. zira insanın kendini kandırmasının yolları ebediyen tükenmeyecektir.

  • bir araç. doları 17,22'den 16,80'e düşürüp tekrar 17 üstüne çıkmasına alet olan şey. insanlar bunun ne olduğunu anlayana kadar çok zaman geçer. haber sitesi editörleri çılgınca “gelire endeksli senet” cümlesi dolduruyorlar makalelere şimdi.
    --- spoiler ---
    gelire endeksli senet açıklandı. peki gelire endeksli senet ne demek? gelire endeksli senet sahibi olmak için neler yapılmalı? gelire endeksli senet ile ilgili sık sorulan sorular haberimizde.

    gelire endeksli senet nasıl alınır sorusuna yanıt arayan kullanıcılar gelire endeksli senet nereden alınır merak içinde…
    --- spoiler ---

  • ekleme: başlıklar birleşince bu da kabak gibi ortada kaldı*.

    tayyip erdogan'in yillar gectikce mukemmelestirdigi ve her sorulan soruya cevap verirken kullandigi bir algoritma var. ıletisim okumus bir insansi olarak irdelemeye calistim.

    bu algoritma bir kac adimdan olusuyor ve eger zamani varsa tum adimlari (1'den 7'ye hepsini), zamani daha kisitliysa bazilarini (genellikle 1 & 3 & 6'yi) kullaniyor.

    daha iyi anlatabilmek icin bir ornekle aciklayacagim. erdogan'in kucuklugune donup, evdeki vazoyu kirdigini varsayacagim.

    tayyip evde yalnizdir ve annesi eve gelince vazoyu kirilmis olarak bulur.

    annesi: tayyipp! vazoyu mu kirdin!

    adim 1: yapilan yanlisin ifade edilme seklini degistir, onu yanlis olmaktan cikar ve iyi bir sey gibi goster.

    - vazoyu kirmadim, parcalarina ayristirdim ve yeniden sekillendirilebilmesi icin bir duzenleme yaptim.

    bu teknigin gercek hayattaki ornekleri soyle:

    "agaclara zarar vermiyoruz, yerlerinden sokup tasiyoruz."
    "degismedim, gelistim."
    "alkolu yasaklamiyoruz, kullanimini duzenliyoruz."

    adim 2: o sucu isleyecek / hatayi yapacak dunyadaki son insan olduguna ikna et.

    - ben vazoya neden zarar vermek isteyeyim ki? ben de vazoyum. vazonun daniskasiyim. o vazo alindiginda, onu omzunda 4 kat, bak rakam veriyorum tam 98 merdiven, yukari tasiyan benim. vazonun gunesten rengi solmasin diye onu depoya koyalim diyen, kimse kiskanmasin, nazar gelmesin diye arkadaslarim gelince ustunu orten yine benim. o vazonun bir numarali destekcisi benim, niye zarar vermek isteyeyim?

    bu teknigin gercek hayattaki ornekleri soyle:

    "biz niye agac kesmek isteyelim, tam 3 katrilyon agac diktik."
    "biz niye yargiya baski yapalim, turkiye'deki en buyuk adalet sarayalarini yapan, onlara cumhuriyet tarihindeki en buyuk olanaklari saglayan biziz."

    adim 3: soz konusu olayin onemini indirge, olayi normallestir, hatta yaptiginin az bile oldugunu orneklerle acikla.

    - ayrica ben vazonun yeniden duzenlenmesine neden bu kadar tepki gosterdigini anlamiyorum. vazo, daha cok eski komunist ulkelerde kullanilan, artik miyadini doldurmus bir sus esyasi. bak amerika'ya, bak ıngilitere'ye var mi evlerde vazo? hic filmlerde goruyor musun? modern evlerde goruyor musun? anca cavusesku donemindeki romanya'da, sosyalizm ilettinden kurtulamamis ukrayna'nin oblastlarinda kullanilan, barok bir sey vazo. var mi modern dunyada vazonun yeri? yok. bu tepkiyi anlamak mumkun degil. bence vazonun yeniden duzenlenmesinde gec bile kalindi.

    bu teknigin gercek hayattaki ornekleri soyle:

    "alkol duzenlemesi sadece bizde yok ki. bunu biz mi uydurduk? bakin iskandinav ulkelerine, fransa'ya, ıngiltere'ye, hepsinde kat be kat daha fazla kisitlama var. bizdeki duzenlemeler daha baslangic seviyesinde."

    adim 4: sefkatinle, erdeminle karsidakini ez. ıstesem yapardim ama yapmadim de.

    - simdi bana boyle suclamalarla geliyorsun ama ben istesem o vazoyu 20 kere kirardim. her gun evdeyim, vazoyla basbasayim. madem boyle hasmane bir tavrim var neden kirmadim? ıstesem kirardim hatta yok ederdim. ama yapmadim. sahsi olarak vazoyla her konuda ayni fikirde olmasam da yapmadim, cunku ben senin dusuncelerine saygi duyuyorum. ınsanlarin vazoyu sevme hakki benim icin kutsal. vazoyu vazo oldugu icin degil yaradandan dolayi seviyorum. ben bu evde vazolarin teminatiyim.

    bu teknigin gercek hayattaki ornekleri soyle:

    bunu sadece erdogan degil, tum parti kullaniyor aslinda. guncel ornekleri "gezi olaylarinda, istesek interneti keserdik, kesmedik." veya melih gokcek'in dedigi "sizi bir kasik suda bogardik ama kahretsin ki demokratiz."

    adim 5: soruyu asla cevapsiz birakma. soruya "varsayalim dediginiz dogru" seklinde cevap ver. bunun olasiligini kabul et ve bu olasiliga karsi da sorumlu bir sekilde davrandigini goster.

    - varsayalim dedigin dogru. vazonun basina soyledigin seyler geldi. bu her seyin benim yuzumden oldugunu mu gosterir? pencereler ceyran yapmis, kedi kosarken vurup kirmis olabilir. ben bunlarin arastirilmasi icin komsunun oglu mustafa'ya gerekli talimatlari verdim. dunku ruzgarin hizini arastiracak, kedinin davranislarini inceleyip bana rapor verecek. eger bir yanlis tespit edersem o kediyi once ben cezalandiririm. o pencereleri once ben tamir ederim. her seyi takip ediyorum, her seyi evimiz icin, evimizin guzelligi, ferahi icin yapiyorum.

    bu teknigin gercek hayattaki ornekleri soyle:

    "polisin geziparki olaylarinda asiri gaz kullanmasiyla ilgili sikayetler var, dogru. bunlarin incelenmesi icin gerekli yerlere talimat verdim. eger boyle bir sey varsa, incelecek, geregi yapilacak. boyle bir seye izin vermeyiz, veremeyiz."

    adim 5: soruyu soranin bu konudaki samimiyetini sorgula.

    - simdi bir de soyle bir nokta var. salondaki vazo, dunyada ilk defa yeniden duzenlenen vazo degil. madem vazolar konusunda boyle bir hassasiyetin var, alt komsunun vazolari, hem de 1 degil tam 2 vazosu, oglu tarafindan kirildiginda neden tepki gostermedin? o zaman neredeydin? ya da tasinirken seramikleri kirilan ayse teyzeyle birlikte neden goz yasi dokmedin? bu vazonun farki yalnizca benimle ilgili olmasi mi? burada amac uzum yemek degil, bagciyi dovmek. vazo bahane.

    bu teknigin gercek hayattaki ornekleri soyle:

    "madem agaclari bu kadar seviyorsunuz, ben orman arazisinin icine universite yapilmasin diye yirtinirken neredeydiniz? neredeydi bu kalabaliklar?"
    "madem basin ozgurugu diye bu kadar yirtiniyorsunuz, 28 subat doneminde neredeydiniz?"

    adim 6: olaydan yirttin, kendini iyi gosterdin. simdi bu avantaji rakibini kotu gostermek icin kullan.

    - bu vazo kirmak falan hep ali'nin (kardesimin) yapacagi seyler. o yapar bunlari. gecen sene cam dolabin penceresini kiran, kucukken babamin pikabina top atan kim? ali. ali'nin zihniyeti kirar ancak vazoyu. bunun arkasinda da o var; ben sana soyleyeyim. simdi babamin harcliklara karar verecegi donem yaklasiyor ya, beni okul konusunda yenemiyor, aklinca boyle bir camur atma yolu buldu. bunlari babam hep goruyor. babam dogru karari verir, benim icim rahat. ben hep konusuyorum babamla."

    bu teknigin gercek hayattaki ornekleri soyle:

    "bu gosteriler, kargasalar hep chp zihniyetinin bir urunu. bunlarin arkasinda onlar var, secim yaklasiyor ya aklinca oradan vuracak. marjinal guruplari orgutleyip, uc bes capulcuyla kargasa cikartmaya calisiyorlar. ama biz halkimizi biliyoruz, halkimiz bunlara itibar etmiyor. halk her seyi goruyor."

    adim 7: konu kapandi, cevap verildi. konusmani kendini ve yaptiklarini overek zirvede birak.
    - ben bunlara bakmiyorum anne. ben isime bakiyorum. bak 2 senelik ortaokul hayatimda, sinifin en caliskani olmusum. herkes beni parmakla gosterir hale gelmis, diger cocuklarin annesi de ogullarina tayyip gibi ol evladim der duruma gelmis. bu durumdayiz. din 5, beden 5, matematik 5. bu durumdayiz. ben isime bakiyorum, dersime bakiyorum. ailemiz icin hayirli bir evlat olmaya, ailemizi, babamin da dedigi gibi evelallah apartmandaki ornek aile konumuna tasimaya calisiyoruum, calisacagim.

    bu teknigin gercek hayattaki ornekleri soyle:

    "ekonimi soyle guzel, imf borclari soyle az, milli gelir soyle yukseldi vs vs."

    kaynak: http://www.ozanbey.com/…cevap_verme_algoritmasi.asp

  • utanç verici elektrik kesintisinden sonra siyasal gelişmeler ve ülkenin kaotik ortamının da etkisiyle 1970 den beri gündemde olan nükleer enerji bir gece yarısı sessizce geçti meclisten. tabii ki yine nükleer karşıtı paylaşımlar, felaket senaryoları paylaşılmaya ve tartışılmaya başladı. bütün bunlar aklıma bir soruyu getirdi. gerçekten nükleer enerji nedir biliyor muyuz?

    internette ki bilgi kirliliğinin de etkisiyle çok farklı senaryolar ortaya dökülüyor. kimi yakalandığı ‘salt muhalefet hastalığı’ nedeniyle kimisi de ülkemizi de etkileyen çernobil ve en son fukuşima felaketlerinin etkisiyle tamamen karşı. peki gerçekten de korktuğumuz kadar kötü mü? eğer öyleyse neden dünya da 435 tane reaktör var ve bunlara yenileri ekleniyor?

    insanoğlu her zaman kendi alışık olduğu şeyleri tercih ederken biraz mistik ve farklı yönleri olandan çekinir. yıldırımdan, denizde geminin batmasından, uçağın düşmesinden, depremden, felaketlerden korkarken; emniyet kemersiz araba sürmeye, sigara içmeye, kurallara uymamaya devam etmesi gibi. acaba nükleer enerjiye karşı da benzer bir şekilde önyargılı mıyız? diğer enerji türleri ile karşılaştırıldığında risk ne kadar? karşı olmamızın sebebi yakalandığımız ‘salt muhalefet’ hastalığı mı, devlete güvensizlik mi yoksa nükleer enerjiye karşı önyargımız ve korkumuz mu?

    bu enerji türü yerine alternatif kaynaklara yönelebilir miyiz? bu ne kadar zamanımızı alır? gerçekten nükleer enerjiye ihtiyacımız var mı? tartışmamız gereken nükleer enerjiye evet ya da hayır mı yoksa başka konular mı? çekindiğimiz nedenler tam olarak ne?

    tüm bu soruların ardından küçük bir araştırma yapmaya ve bu araştırmamı da bir yazıda toparlayıp paylaşmaya karar verdim. umarım az da olsa faydalı olur, hangi konularda haklıyız hangi konularda abartıyoruz görebiliriz.
    yazıyı başlığa ayırdım. a) türkiye’nin enerji ihtiyacı b) radyasyon c) nükleer enerji

    a) türkiye’de enerji, avrupa ve dünyadaki konumu

    bugün enerji kaynakları en çok elektrik enerjisi üretme de kullanılırken bunu ulaşım, sanayi ve son olarak da evde kullandığımız enerji izler. yani özellikle sanayisi gelişen ülkeler de enerji ihtiyacı giderek artmaktadır. türkiyede de tüketim son 40 yılda %400 civarında artarken, bu artışı karşılayabilecek üretim faaliyetlerinde gelişmekte olan ülkelerin çok gerisindeyiz.

    ülkemiz ne yazık ki enerjinin %75.5 ini ithal etmekte. enerjinin %40 ı petrol, %27 si kömür %25i doğalgaz ve %8 i ise iç diğer kaynaklardan sağlanmaktadır. bu kaynaklardan ise petrolun %93 ü, doğalgazın %100 ü ve kömürün de % 50 si ithal edilmektedir.

    dünya ekonomi forumunun verilerine göre avrupa ülkeleri arasında tüketim miktarında türkiye; birleşik krallık, italya, fransa, almanya ve ispanyadan sonra altıncı sırada. aynı sıra üretim miktarı ve üretim kapasitesi için de geçerli.

    üretilen elektrikte ithalat ve ihracat rakamlarına gelirsek; türkiye, 35 avrupa ülkesi içerisinde ithal edilen elektrik miktarında 21.sırada, ihracatta 24.sırada iken net ithalatta ise 18 sırada bulunmakta. her ne kadar ortalama bir tablo olsa da acı gerçekler çevreye duyarlılık, büyüyen ekonomiye oranla enerjinin karşılanması ve enerji güvenliği( dışa bağımlılık) parametreleri baz alınarak oluşturulan sıralamaya göre türkiye; avrupa ülkeleri arasında 30 ve dünya sıralamasında 47. sırada. yunanistan, macaristan, ispanya, italya, brezilya gibi ciddi ekonomik kriz yaşayan ülkelerin gerisinde kaldığımızı ve ciddi enerji ihtiyacını düşünürsek enerji probleminin gelecekte önemli bir sorun haline geleceğini söyleyebiliriz. bu nedenle özgür kaynaklara yönelmek ihtiyaçtan çok mecburiyet gibi gözüküyor. iktidarın da apar topar nükleer enerjiye sarılmasını, ülkeye akan sıcak paraya rağmen ekonominin üstünün örtülememesi aynı zaman da enerji probleminin de artık gizlenemeyecek seviyeye gelmesi, hem geleceği hem de seçim arifesi diyebileceğimiz bugünü tehdit etmesi ile açıklayabiliriz.

    b) radyasyon

    radyasyon(ışınım) kaba tabirle elektromanyetik dalgalar ve parçacıklar biçimindeki enerji yayımı ya da aktarımıdır.

    sanılanın aksine radyasyon sadece yapay olarak değil doğal olarak da doğada ve vücudumuzda bulunur. maruz kaldığımız radyasyonun %88i ni doğal kaynaklardan, %12 sini ise yapay kaynaklardan almaktayız.
    doğal radyasyon kaynakları: kozmik ışınlar, fosil yakıtlar ve doğada bulunan radyoaktif elementler, vücutta bulunan bileşenler, yiyecek içecek, radon gazıdır.
    yapay kaynaklar ise: tıbbi uygulamalar (%97), radyoaktif serpinti (%2.25), tüketici ürünleri (%0.16), meslek (%0.64) ve nükleer santral-atıklar (%0.32)
    yıllık ortalama alınan radyasyon, yaşam koşulları, beslenme, coğrafya ile değişmesine rağmen ortalama 3msv’dir.

    deniz seviyesindeki bir insan uçakla seyahet eden bir insana göre daha az radyasyona maruz kalmaktadır. ayrıca tüketim diye adlandırdığımız, telefon, bilgisayar, mikrodalga gibi aletlerden alınan yıllık radyasyon miktarı ise doğal olarak alınandan çok daha azdır.

    bugün halen radyasonun düşük dozda faydaları var mı yoksa her dozu tehlikeli midir soruları tartışılmaya devam etmekte. ayrıca kanserin nedenleri de tam olarak bilinmemesine rağmen yapılan gözlemler sonucu yüksek doz da radyasyonun doza bağlı olarak kısa sürede ölüme yol açtığı ya da kanseri tetiklediği belirtilirken; küçük dozların etkilerinin tam olarak bilinemediği fakat dna yapısında değişikliklere yol açtığı, ölümcül risk taşımasa bile uzun vadede kansere neden olabileceği söyleniyor.

    tüm bu doz ölçümleri için sivert (sv) birimi kullanılmakta. (doz birimleri ve ölçümleri ile ilgili ayrıntılı bilgi internette fazlası ile mevcut). sağlık sorunlarına yol açabilecek en düşük doz ise yıllık 100msv iken ölümcül doz limiti ise tıbbi ve doğal kaynaklar hariç 1sv olarak belirtilmektedir. ancak radyasyonun neden olduğu etkiler ne kadarlık sürede ne kadar radyasyona maruz kalındığı; direk olarak mı yoksa besin, hava, su gibi dolaylı yollarla mı alındığı; belli bir bölgeye mi yoksa tüm vücuda mı etki ettiği; yine yenilen besinlere, coğrafyaya, yaşa göre değişmektedir. günlük yaşantımızda aldığımız dozları aşağıda kısaca sıraladım ayrıca orjinal doz tabloları da internette kolaylıkla bulunabilir.
    alınan dozları 4 grupta incelersek;

    1.grup:
    cep telefonları iyonize radyasyon yaymadığı için kanser riski taşımaz.
    mrı ve ultrasonik tıbbi görüntüleme cihazları da risk olmayan grupta.

    2.grup:
    birinin yanında uyumak ya da aynı yatağı paylaşmak : 0.05 mikrosivert
    nükleer santralin 30 km çevresinde yaşamak: 0.09 mikrosivert
    muz yemek: 0.1 mikrosivert
    kol röntgeni: 1 mikrosivert
    nükleer atıklar: 1 mikrosivert/yıl
    yüksek bir platoda bir gün geçirmek: 1.2 mikrosivert
    normal geçirilen bir gün: ortalama 10 mikrosivert
    uçak ile 5 saatlik yolculuk: 40 mikrosivert

    3.grup:
    göğüs röntgeni: 20 mikrosivert
    2.gruptan alınan doz : yaklaşık 60 mikrosivert
    fukuşima’dan haftalar sonra tokyodaki ekstra doz: 40 mikrosivert
    taş, tuğla ya da beton binada yaşamak: 70 mikrosivert/yıl
    fukuşima, faciadan 2 hafta sonrası: 400 mikrosivert
    vücuttaki potasyumdan alınan miktar: 390 mikrosivert/yıl
    mammogram: 400 mikrosivert
    ct (tomografi) kafa taraması: 2 msv( milisivert)
    çernobil nükleer santralinin yeri: 6 msv/saat
    ct göğüs taraması: 7 msv
    günde 1,5 paket sigara içen bir birey: 36 msv/yıl
    radyasyon çalışanları: 50 msv/yıl

    3.grup: yaklaşık 75msv

    4 grup ise kanser riski için minimum sınır 100msv/yıl ve üzerini, atom bombasından sağ kurtulanları, nükleer facia sonrası 30 km alanda yaşayanları, facia sonrası temizlik elemanlarını, radyoaktif zehirlenmeleri içeriyor.

    c) nükleer enerji

    bu başlığı hem popüler bir konu olmasından hem de daha derli toplu, daha faydalı ve akılda kalıcı olduğunu düşündüğümden soru-cevap şeklinde yazmaya karar verdim. sorular genelde insanların kaygılarından, internette okuduklarımdan oluşuyor. eksik varsa affedin. yorumlara ve eleştiriye açığım. cevapları ise teknik terimlerden arındırıp en basit şekilde yazıyorum.

    1) nükleer enerji nedir ve nasıl çalışır?

    nükleer enerji çalışma prensibi olarak mevcut kömür, doğalgaz, petrol ya da hidroelektrik santralleri gibi güç santralleri ile aynı mantıkta çalışmaktadır. özetle, elektrik jeneratörlerinin döndürülmesi için hidroelektrikte su, diğer kaynaklarda ise buhara ihtiyaç duyulur. buhar elde etmek için ısı gerekmektedir. petrol, doğalgaz, kömürde yanma işlemi uygulanırken nükleer santrallerde ise atomdan yararlanılır.

    2) neden nükleer enerji?

    bugüne kadar kullanılan yöntemleri incelediğimizde; hidroelektrik santrali yenilenebilir kaynaklar arasında olması, uzun yıllar kullanılabilmesi ve verimi ile en faydalı yöntem. ancak bu santrallerin inşaatı sırasında doğaya verilen zarar, sonrasında tarım arazilerine verilen zarar, iklimsel değişiklikler alternatif arayışlara itmiştir. ayrıca hidroelektrik santrallerinin kapasitesi de su ile taşınan toprak vb. materyaller nedeniyle her geçen sene daha da azalmaktadır.

    fosil yakıtlar, yanma olayı nedeniyle havaya sera etkisine neden olan gazlar salmakta ve küresel ısınma konusunda en büyük nedendir. ayrıca üretilen enerjinin çoğu ısınmaya gittiğinden verimi oldukça düşüktür. petrol ve doğalgaz ise maliyetler düşünüldüğünde türkiye gibi büyük oranda ithalat yapan ülkeler için son derece elverişsizdir.

    bu kaynaklar ile kıyaslandığında nükleer enerji, yüksek verimi ve ucuz olması nedeniyle avantajlı gözüküyor. türkiye’nin, nükleer enerji’nin ham maddesi uranyum ve toryum açısından zengin olduğu da düşünülürse gelecek için de garanti gözükmekte. sera gazları salmaması ekolojik olarak avantaj olmakla birlikte radyoaktif atıklar en büyük dezavantaj. ama bu atıklar kontollü olarak atılmakta ve zararı sanılandan çok daha az.

    3) nükleer santrallerde kaza riski yüksek. bunu bile bile santral yapmak mantıklı mı?

    bir nükleer santraldeki kaza ihtimalini düşünmek ile cern’nin pozitron çarpıştırma deneyinin patlamayla sonuçlanması arasında çok da bir fark yok aslında.
    belki faciadan çok terör hedefi olma ihtimali daha fazla. tarihte örnekleri olmasına rağmen büyük bir facia yaşanmamış.

    aslında diğer enerji kaynaklarına bakıldığında nükleer enerji de kaza riski çok daha az. her yıl kömür madenlerinde ölen işçi sayısı 10bin iken nükleer santrallerde bu sayı oldukça düşük hatta son yıllarda bilinen ölüm vakası yok.

    1970-1992 arasında nükleer santrallerde ölen işçi sayısı 39 iken, kömür santrallerinde 6400, doğalgaz enerji santrallerinde 1200 ve hidroelektrik santrallerinde 4000 kişi.
    ayrıca nükleer santrallerde çalışan işçilerin maruz kalacağı doz uluslararası standartlar ile belirlenmiş, tatil ve izinleri ona göre ayarlanmıştır.

    tabii ki diğer santrallere göre nükleer enerji santrallerinde kaza riski az olmasına rağmen bu santrallerdeki kazalar çok daha fazla yıkıcı ve geniş alana etki etmektedir. ayrıca ekonomik olarak yükü de çok daha fazladır.
    bugüne kadar birçok nükleer test, birçok kaza meydana gelmesine rağmen meydana getirdiği hasar ve sonuçlar açısından en önemli üçü three mile ısland 1979, fukuşima 2011 ve çernobil 1986dır. bu kazaların fukuşima hariç hepsi insan hatasından kaynaklanmaktadır. fukuşima ise tsunami ihtimalinin göz önünde bulundurulmaması, eski dizayn olmasından dolayı engellenmeye çalışılsa bile başarılamamıştır. ama gelişen teknoloji ile nükleer santrallerdeki güvenlik her geçen gün daha da artırılmaktadır.
    ayrıca 2020 ile 2055 arasında 4 büyük nükleer kaza olabileceği öngörülüyor. ancak tüm bunlara rağmen yeni santraller açılmaya devam ediliyor. fiyat-verim ve diğer teknolojiler karşılaştırıldığında çok mantıksız gibi gözükmüyor.

    4) nükleer enerji sağlığı ve doğayı tehdit ediyor.

    kısmen doğru. ancak yapılan araştırmalar, kömür ve termik santrallerin radyoaktivitesinin, nükleer santrallerden çok daha fazla olduğunu;yanmış kömürün, dumanın ve küllerinin nükleer santrale göre 100 kat daha fazla radyoaktif olduğunu gösteriyor.

    kömür ocakları etrafında yaşayan ve çalışan insanlarda akciğer hastalıklarının ve kalp krizi vakalarının büyük oranda arttığı gözlemlenmiş.

    ayrıca radyasyon başlığı altında paylaştığım günlük alınan dozajlara bakıldığında;
    birisiyle yatıldığında maruz kalınan doz ile nükleer santral çevresinde yaşayan bi insanın maruz kaldığı dozun hemen hemen aynı olduğu, muz yenildiğinde, yüksek bir platoda 1 gün geçirildiğinde ya da uçakla seyahatte daha fazla doz alındığı görülüyor. vücutta bulunan potasyumun da nükleer atıklardan daha fazla radyasyon yaydığı gözüküyor.

    en dikkat çekeni ise günde 1.5 paket sigara içen bir kişinin maruz kaldığı radyasyon miktarının nükleer çalışanlarla neredeyse aynı olması ve nükleer atıklardan alınandan 35000 kat daha fazla olması.
    ayrıca tıbbi amaçlı çekimlerinde nükleer santrallerden daha zararlı, tek seferde çok daha fazla doz alındığı görülüyor.

    tüm bunların yanında nükleer santraller tamamen saf diyemeyiz. düşük bir ihtimal de olsa patlama durumunda 30km çevredeki radyasyon eşik değerin çok çok üstünde. 30km nin dışında ise kayda değer yükseklikte olduğu görülüyor.

    nükleer kazalarda genelde iodine 131(ı-131) ve cesium 137(cs-137) saçılıyor ve kanseri riskini artırıyor. özellikle iyodin çocuklarda tiroidlerde birikerek ilerleyen yaşlarda tiroid kanserine neden oluyor. nükleer patlama sonrası radyoaktif materyaller ve iyonize radyasyon serbest kalır ve sağlığı tehdit edebilir. ama bu risk; saçılan izotop ya da radyoaktif maddeye,radyasyona nasıl maruz kalındığına: (yemek, su, hava ya da direk ),yaşa (genç yaşlarda risk daha fazladır),kaçağın süresine ve miktarına bağlı.
    nükleer enerji normal şartlarda sağlığı tehdit etmese de olası bir kaza durumunda son derece yıkıcı.

    5) dünya nükleer enerji santrallerini kapatıyor. ya biz?

    bugün dünyada enerjinin %12.5 i avrupada ise %30 u nükleer enerjiden elde ediliyor. toplam 437 reaktör bulunmakta. nükleer reaktörü faal olan ülkelere bakarsak en çok çeken ülkeler;

    ermenistan enerjisinin %34.3ünü, belçika %54.2ni, bulgaristan %32.6sını, çek cumhuriyeti %32.6sını, finlandiya %31.6sını, fransa %79.4ünü, macaristan %43.6sını, slovakya %54.5ini, slovenya %39.1sını, isveç %40.2sini, isviçre %42.5sini, ukrayna ise %46.3ünü nükleer kaynaktan sağlamakta.

    16 ülkede 71 yeni reaktörler inşa halinde:
    abd 5, uae 3, ukrayna 2, g.kore 5, slovakya 2, rusya 10, pakistan 2, japonya 2, hindistan 6, fransa 1, finlandiya 1, çin-tayvan 2, çin 26, brezilya 1, belarus 2, arjantin 1 yeni reaktör inşasına devam ediyor. burada en çok dikkat çeken ise 2011 de fukuşima felaketini yaşayan japonya.
    türkiye’de ise 8 yeni reaktörün inşasına başlanacak.

    görüldüğü gibi dünya nükleerden vazgeçmiyor aksine yenilerini inşa ediyor. sadece almanya ve isviçre kapatma kararı aldı, japonya ise faciadan sonra kapatmasına rağmen yeni santraller için inşaaya başladı. almanya 2022 itibari ile tüm santralleri kapatmış olacak.

    6) neden alternatif enerjiye yönelmiyoruz?

    bu soru benim de kafamı hep kurcaladı. alternatif enerji kaynaklarının verimi oldukça düşük. en çok kullanılanlardan güneş enerjisinin verimi en düşük olanı ve pahalı bir teknoloji. rüzgar ise türkiye için mantıklı gözükse de tam kapasite çalışmıyor ve yine türkiyenin gereksinimini karşılayabilecek düzeyde değil.
    almanya, 2022 de tüm nükleer santralleri kapatacak olmasına rağmen mevcut teknolojinin gidişatına bakarak alternatif enerjinin ihtiyacın tamamını karşılaması için 2036 dan sonrasını öngörüyor.
    ülkelerin enerjilerine bakıldığında alternatif enerji paylarının en dikkat çektiği ülkeler; kosta rika(%18.7), danimarka (%40.2), el salvador (%31.3), finlandiya (%15.9), almanya (%17.6), guetamala(% 21.7), izlanda (%27), irlanda (%17.1), yunanistan (%8), avrupa ortalamsı %12-13, dünya ortalaması %4.2. türkiye ise %2.5

    7) akkuyu ve sinopa yapılması risk değil mi?

    karadeniz ülkeleri romanya, bulgaristan, ukrayna ve rusya da hali hazırda reaktörler bulunmakta. komşu ülkelerden ermenistan’ın da türkiye sınırında 1 adet santrali olduğunu düşünürsek ve de nükleer santralin soğutma sistemi için suya ihtiyaç duyduğunu, yaydığı radyasyonun çok az olduğunu ve bununla ilgili sürekli teknoljik gelişmeler olduğunu hesaba katarsak nerede yapıldığı çok da önemli gibi durmuyor.
    benim düşüncem tartışılacak tek noktanın santral inşaatı sırasında doğanın katledilmesi. dünyada suya karışan radyoaktif maddelerden dolayı yüzmeye, kullanıma kapatılan sular mevcut. ama bununla ilgili fizibilite yapıldığını düşünüyorum

    8) rusya ve japonya yapıp işletecek. neden biz yapmıyoruz?

    bu konuda yetişmiş insanımız olmadığı için başkasına yaptırılması mantıksız gelmiyor. sonuçta türkiye’de birçok yapı yabancılar tarafından yapılıyor ve uzun yıllar hizmet verebiliyor. hatta tarihi yapıların bile bir çoğu yabancılar tarafından yapılmış ve bugüne kadar ayakta kalanlar arasında çoğunluktalar. bu noktada tartışılması gereken konular denetimin uluslararası standartlarda yapılıp yapılamayacağı, santralin dışa bağımlılığı ne ölçüde azaltacağı, üretime ne kadar destek olacağı olmalı bence.

    sonuç

    türkiye’nin enerji ihtiyacı, enerjideki dışa bağımlılığı göze alındığında nükleer enerji mantıklı bir seçenek gibi duruyor. en başta da yazdığım gibi nükleer enerji bize biraz yabancı ve mistik geliyor. o nedenle insanlar alışık olduğunu tercih ediyorlar. ama fosil yakıtlar ve hidroelektrik ile kıyaslandığında çevreye zararı çok daha az ve çok daha güvenli bir teknoloji. zaten güvenli olmasa, düşündüğümüz gibi potansiyel bomba olsa dünya kullanmaya devam etmez ve yenilerini açmazdı. bu kadar bağımlıyken, ihtiyaç varken hes lere çok ses çıkarmayıp nükleere hayır demek bana oldukça samimiyetsiz geliyor.
    bu noktada tartışmamız gereken şey nükleer enerjinin faydası zararı olmamalı. görünen o ki nükleer enerji fobisinin altında bu projeye imza atanlara güvensizlik yatıyor. doğrusu beni de düşündüren nokta o. çünkü enerjiye yapılan herhangi bir yatırım politik çıkar olarak geri dönecektir. ama gerçekten denetimlerde uluslararası standartları yakalayabilir miyiz, kalifiye eleman yetiştiriliyor mu, fizibilitesi doğru yapıldı mı kısacası nükleere hazır mıyız, bunları konuşmalıyız.
    türkiye, nükleer enerjinin hammaddesi uranyum ve toryum bakımından oldukça zengin. yani gelecek açısından da garanti bir kaynak. ama dünyada bu maddelerin miktarı fazlaca olduğu için fiyatları da çok değişmeyecektir. hammaddenin üretimdeki payının da %12-15 civarında olduğunu düşünürsek bir diğer soru da olayın ekonomi boyutu. ne kadar yatırım yapılıyor, ne kadar sürede geri dönüş olacak ve mevcut enerji üretimine göre ekonomik yükü ne kadar rahatlatacak.
    ya da nükleersiz, hessiz nasıl bir çözüm üretebiliriz bunları konuşmalıyız. neden güneş enerjisi pahalıysa daha ucuza nasıl mal edebiliriz diye üzerinde çalışamıyoruz, neden rüzgar enerjisini en uygun koşullarda kullanmak için teknoloji geliştiremiyoruz, neden iskandinav ülkeleri biyokütlelerden ciddi miktarda enerji üretirken biz hala organik çöplerimizi ayırmayı öğrenemiyoruz diye sormalıyız.
    araştırmalarım sırasında dikkatimi çeken bir diğer nokta da 2030 da üçüncü bir nükleer santral için çalışmalar yapılıyor olduğuydu. enerji konusunda dünyanın gerisindeyiz. ama 2030 a kadar hem eğitime yatırım yapıp kalifiye eleman yetiştirerek hem de altyapı anlamında yatırım yapılarak, almanya’nın 2036 sonrası tüm enerjimizi sağlayabileceğiz dediği alternatif enerji teknolojisine onlarla beraber önderlik yapamaz mıyız?
    kısacası, nükleer zorunluluktur. ona bilinçsizce bir hayır yerine, bilinçli yaklaşmak gerekir.nükleer olsa da olmasa da uzun dönemli çözümler için ses çıkarmak gerekir. yoksa anlık kaygıların ya çıkarların kimseye faydası yok.

    kaynaklar:
    hatch m, ron e, bouville a, zablotska l, howe g. the chernobyl disaster: cancer following the accident at the chernobyl nuclear power plant. epidemiologic reviews 2005; 27:56–66.
    minenko vf, ulanovsky av, drozdovitch vv, et al. ındividual thyroid dose estimates for a case-control study of chernobyl-related thyroid cancer among children of belarus—part ıı. contributions from long-lived radionuclides and external radiation. health physics 2006; 90(4):312–327.
    brenner av, mykola dt, hatch m, et al. ı-131 dose-response for incident thyroid cancers in ukraine related to the chornobyl accident. environmental health perspectives 2011; doı: 10.1289/ehp.1002674.
    united nations scientific committee on the effects of atomic radiation. sources and effects of ıonizing radiation: unscear 2008 report to the general assembly with scientific annexes. volume ıı, annex d. health effects due to radiation from the chernobyl accident. new york: united nations, 2011.
    from the departments of radiation oncology (j.p.c., c.g.a., z.t., s.m.h., e.g.) and radiation safety (r.d.f.), university of pennsylvania, philadelphia.
    paper for science, j. p. mcbride at oak ridge national laboratory ,1978
    türkiye atom enerjisi kurumu-www.taek.gov.tr
    the new england journal of medicine, world nuclear association and taiwan's atomic energy council, 2011
    www.oecd.org
    http://www3.weforum.org/…wef_en_nea_report_2014.pdf
    https://yearbook.enerdata.net/
    http://www.europarl.europa.eu/
    http://ec.europa.eu/…nergy/en/topics/nuclear-energy
    http://www.nrc.gov/
    http://xkcd.com/radiation/
    http://blog.vornaskotti.com/…one-chernobyl-pripyat/
    http://en.wikipedia.org/wiki/sievert
    http://www.epa.gov/

  • yine john carpenter, yine aşmış bir film. inanılmaz. en başarılı bilim kurgu filmleri arasında önemli bir noktada bulunması gerektiğini düşünüyorum. çok iyi oyunculuklar sergilenmiş. özellikle kurt russell, rasim ozan'ı andıran imajıyla almış başını gidiyor. atası "the thing from another world" isimli bir başka başyapıt ve iki film de "who goes there?" isimli mükemmel romandan uyarlama. klostrofobiyi baştan yaratacak bir film. alien sevenler mutlaka izlemeli. 10/10'u hakediyor.

  • acımasız olduğu kadar gerçekçi bir kelime.
    boş oluyorsun, sade kabuk kalıyorsun geriye. içi boş bir kabuk ne işe yarar ki? ceviz olsan atarlar hemen çöpe.

    biz ilk önce evleri ayırdık.
    bir kendimi bir de kızımı alıp çıktım o evden. soranlara bunu söylüyorum hep, aslında o da aynını yaptı, bir kendini alıp çıktı.
    öyle karar verdik çünkü, bize mutluluk vermeyen, bize uğurlu gelmeyen eşyaları ne o ne de ben alamadık.
    çok gerekli bir kaç parça dışında üst baş bile kaldı o evde. sanırım ikimiz de yenilenmek istedik, maddiyat elverdiğince.
    sonra duruşma günü geldi. yön bulma hususunda tam bir kör tavuk gibiyim. kaybolurum hemen. izmir'de iken erkek kardeşimi hatay'dan aşağı mithatpaşa yönünde sahile indirmek isterken önce betonyol'a çıkarmış, sonra da madem çıktık hadi yeşildere'den karşıyaka'ya amcamlara gidelim diye kandırmaya çalışmışlığım vardır. alt üst, sağ sol yok bende, bunu bildiğinden telefonda bana adliyenin yerini o kadar mükemmel tarif etmişti ki elimle koysam bu kadar rahat bulamazdım.
    anlaşmalıydık zaten, uzun sürmeyecekti.
    sonra bitti mahkememiz. çıktık. adliyenin kantine gittik, "gel." dedi, "sana bir çay ısmarlayayım."
    "tamam" dedim, "tatlılar benden o zaman."
    en azından cuma namazlarına gitmesini çok isterdim hep. annemin babamı hazırladığı gibi cuma vakti onu hazırlamak namaza, çok isterdim. hiç nasip olmadı, onu tanıdığımdan itibaren bir kere bile gitmedi cuma namazına. namaz bu, allah ile kul arasında, ses etmemiştim; ama bilirdi üzüldüğümü. geçen cuma namaza gitmiş ve ikimiz için çok dua etmiş, onu söyledi. güldü sonra. "bak, demek senleyken imanım elden gitmiş, senden ayrılacağım için nasıl imana geldim görüyorsun. namaza bile başladım." dedi. beraber güldük, komikti gerçekten de. "sırtında da kaşıntı başlamıştır senin." dedim, anlamadı. "yoo, başlamadı." dedi. "benden ayrılıyorsun ya, kanatların da çıkacaktır. melaike oluyorsun. kaşınıyordur sırtın, dikkat et." dedim.
    iyice güldük. hep böyleydi zaten aramızdaki. bir atışma, bir altta kalmama, bir takılma birbirimize.
    gülerdik ama, hep gülerdik birbirimize. ben ona daha çok gülerdim; çünkü hiç hazırcevap değildim. hep alt ederdi beni. komiğime giderdi. bir de haklı da olurdu, inkar etmek yerine gülmek daha kolayıma gelirdi, gülerdim. zaten bizim evin delisi bendim.
    sonra tatlılar yendi, çaylar içildi, sigaralar söndürüldü. kalktık.
    birden anladım ben, boşanmayı isteyen ben olduğum halde, birden anladım. artık bitmişti.
    kendimi yokladım, pişman mıydım?
    hayır, değildim.
    mutlu değildim, kendi mutsuzluğumda onu da eritmiştim.
    biz birbirini ilk görüşte seven, iki zıt karakterdik.
    yedik bitirdik, sevgimizi.
    dünyanın en güzel şeyini, bizi yani, harcadık.
    pişman da olmadık bundan. geri adım da atmadık.
    çok güvendik karşı taraftakine, seviliyoruz nasılsa dedik.

    ama sevgi sorunları çözmüyor.

    şimdi evlendi.
    duyuyorum ki, çok da mutluymuş. ben de mutlu oluyorum.
    o beni, ben onu mutlu edemedik birlikteyken.
    ayrılığa adım atarak, ona mutluluk için şans vermişim demek ki.
    benimle konuşmuyor, eşi istemiyormuş.
    haklı olabilir. ben anlamıyorum bu mantığı; ama haklı olabilir. kendi tercihi.
    yeter ki mutlu olsun.

    yeniden evlenmeden bir ay kadar önce, kızla ilgili bir şey için buluşmuş çay içiyorduk. evleneceğini biliyordum; ama ilk kez akıl danıştı benden. kadının beni kıskandığından bahsetti, kendisinin nasıl davranacağını bilemediğinden.
    "benden esirgediğin ne varsa ona yap, mutlu olursun." dedim.
    "bir de ailenle fazla yüz göz etme eşini, her şey çözülür." dedim.

    söylediğimi yapmış. ne güzel, şu dünyada biri de benim sayemde mutlu olsun artık.
    mutlu da olsun zaten, o mutlu olsun ki kızımız da mutlu olsun.
    içim o kadar rahat ki, o kadar tüketmişiz ki sevgimizi.

    ..............................

    eski eşim denmesinden hoşlanmıyorum. eski eş nedir yahu, ne kadar kırıcı bir kelime öbeği, her iki taraf için de öyle. kendisinden bahsederken artık, kızımızın babası diyordum. böyle deyince insanlar, hâlâ unutamadığımı söylüyorlar. öyle değil aslında, kızımız değil mi zaten? yalan mı yani?
    yorum yapmaya meraklı insanlar her yerde.
    soğuk bir "kızın babası" diyorum, mesele kapanıyor.

    o da illa anlatmam gerekirse.
    yoksa ben kimseye anlatmıyorum onu.

    çünkü içi boş bir kabuk gibi kocaman bir kelime var aramızda. boşandık biz.
    o öyle mutlu, ben böyle.

    ekleme: ayrılalı 12 yıl olmuş bile. başlarda insan kendini basarısız zannediyor. hiç ilgisi yok oysa, aksine her şey insan için. hele de benim gibi boşanmayı isteyen tarafsanız zaman içinde unutuyorsunuz bile.

  • yavaş ol şampiyon onu yapan kendi çocuğun bile olabilir. bu kadar değer vermeyin eşyaya.

    şimdi şöyle bir anımı anlatayım.

    üç kuruş fazla olsun kırmızı olsun deyip x markanın en janjanlı paketini aldım.
    araba kırmızı ışıl mı ışıl yanıyor. ilk arabam olması nedeni ile ayrı bir sevgi besliyorum ona.
    park ettiğimde mahallenin çocukları etrafına toplanır arabayı incelerdi. hatta tanımadığım
    insanların gelip satıyor musun fiyatı nedir? gibi sorularıyla karşılaştım. hafiften gururum okşanmadı değil.
    hayır bana ne oluyosa beğenilen araba ama g.tü kalkan ben. gerçi arabam hatchback di haliyle oda g.tü kalkık sayılır.
    neyse konuya gelelim. günlerden bir gün çok sevgili arabamın yanına doğru yaklaşınca arabada bir gariplik olduğunu fark ettim. iyice yaklaştım. arabanın sol tarafı boydan boya tabloya dönüştürülmüş.
    evet bildiğiniz tablo. bildiğiniz ev resmedilmiş, el ele iki çocuk, dereye benzer bir kazıntı, sonra bob abinin dediği gibi şurada bir ağaç olsun diye düşünülüp derenin kenarına ağaç yerleştirilmiş.
    derenin evin kapısıyla birleşmesi bir sürrealist çalışma gibi geldi bana.
    kan beynime sıçradı resmen. nasıl ya kim neden yapmış derken. komşunun 4 yaşındaki oğlu mehdi'yi elinde demir çubukla arabanın bir kaç metre ilerisinde gördüm. her şey anlaşılmıştı. bizim komşu ressamlığa heves etmiş bunu da benim arabam üzerinde denemiş.
    itiraf etmeliyim ki o yaşa ve ilk denemeye göre oldukça başarılır bir eser çıkarmıştı ortaya. çocuğa baktım dövsen dövülmez, sövsen sövülmez.
    sen mi yaptın sorusuna hayır cevabı aldım. ama elindeki suç aleti onu yalanlıyordu.
    neyse boynumu büküp arabaya bindim.
    sonra o çok sevdiğim arabanın komşu çocuğunun sanat sevgisinden daha önemli olmadığına kanaat getirdim. ertesi gün bizim ufaklığı yakaladım. bir daha yapacak mısın dedim, hayır abi söz yapmıycam dedi.
    ve bir daha da yapmadı gerçekten.
    bende bizim minik mehdi'nin hatırına onun eserini boyatmadım.
    araba perte çıkana kadar 4 yaşındaki sürrealist ressamın tablosuyla dolaştım.
    kim bilir belki de o kazadan sağ çıkmam kırmadığım o küçük kalbin duası sayesinde oldu.

    şimdi bir araba için sövüp sayan bu zat-ı muhtereme söyleyeceğim şey; eşyaya bu kadar değer verme.
    bir kaza geçirirsin gelen keşke mala gelseydi dersin.

    ve ayrıca kim bilir belki de bizim küçük mehdi ile komşu olmuşsundur ve o çizikler asıl tablonun sadece başlangıcıdır.

    edit:imla

    tanım: mahallenin dahi çocuğu

  • endişe verici gelişmedir. endişe veren şey atatürk'e hareket edenlerin olması değil, bizzat atatürk'ün kurduğu bir devletin resmi yayın organında bu hainlere yer verilmesidir. atatürk düşmanları 1923'ten beri bu topraklarda var oldu ve olmaya da devam edecek. 1 kasa dolusu şeftalide 1-2 tanesinin çürük olması gibi bir durum bu, adetullahtandır. lakin kadir mısıroğlu gibi, osman yüksel serdengeçti gibi vatanın kurucusuna hakaretler yağdıran adamlara trt'de yer verilmesi anlam verilemeyen, insanı endişelere gark eden gelişmelerdendir.

    debe editi: mustafa kemal; asırlardır islam'a hizmet etmiş, onun koruyuculuğunu yapmış anadolu halkına allah'ın bir lütfudur. islam'a birçok hizmetleri dokunmuş bir milletin tarumar edilmesine yaradan'ın gönlü razı olmamıştır ve m. kemal'i muvaffak eylemiştir. ifade özgürlüğüymüş. annesine babasına tecavüz eden, onları bakım evine göndererek evlerinde kedi-köpek besleyen batı'yı ve onun kavramlarını bir kenara bırak. meseleye böyle bak sevgili kardeşim. bir milletin millet olabilmesi için ortak değerleri olmalı, tarih bilinci olmalı. atatürk bu toprakların ortak değeridir. atatürk sevgisi ise bu milleti bir arada tutan bir yapışkandır. kadir geceniz hayırlı olsun, bu topraklara hizmet etmiş iyi kötü bildiğiniz herkes için ufak bir duayı çok görmeyin.

  • bu kadar rezillik ve kepazelikten sonra 2023 seçimlerinde ak partiye oy veren herkes vatan hainidir !

    edit: arkadaşlar epeyi mesaj kutumu yeşillendirmiş saçma sapan ayrım yapıyomuşum diye, ulan akp li siyasetçiler akp ye oy vermeyeni dinsiz imansız kafir vatansız ilan ederken bir bok yok da biz deyince mi sıkıntı ?

  • konuşamayan, yürüyemeyen fakat yattığı yatakta gözlerinin yaşını silebilecek kadar gücü olan bir annenin evladı tarafından söylenen söz. bu insanlar ankara'da yaşıyor. türkiye cumhuriyeti'nin başkentinde. ve devletin bu insanlara verdiği aylık para 130 lira. aslında bunun üzerine söylenecek bir söz yok. birileri insanların vergileriyle kendi evine jakuzi yaparken böyle insanlar çöpten bayat ekmekleri toplayıp karnını doyuruyor. sizin yöneteceğiniz devleti, sosyal devlet anlayışınızı, demokrasinizi, gelmişinizi, geçmişinizi...

    edit: sabah evden çıkmadan önce bunları yazmıştım, meğerse adam sahtekarın tekiymiş. vay be. bütün gün senin için üzülmüştüm be adam. o sümüklü gözyaşların, çocuklar gibi zırlaman. belli ki annen kendi durumuna değil, senin gibi bir evlat yetiştirdiğine ağlıyormuş. şu an senin için daha çok üzülüyorum adam. yalancı olmana, aç kalmandan daha çok üzülüyorum adam. sümüklü adam. terbiyesiz adam. benim duygularımla oynadın lan. hıyar olsan cacığa doğranmazsın bundan kelli. al işte edit'i entry'sinden uzun bir entry daha. bunlar hep senin bok yemen sümüklü adam.