hesabın var mı? giriş yap

  • 12 saniye sürecek bir "google araması sonrası sonuçlara göz atılması" eylemi sonrasında elde edilebilecek bir bilgi üzerinden insanları ezik veya değil diye sınıflayan gerzeklerden evlâdır.

  • zonguldak şantiyesinde tanıdığım bi kalfa vardı, ismi mustafa. güleryüzlü, basit bir adamdı. her sabah herkesten yarım saat önce şantiyeye gelip çayı demler, sahada bi tur atar, üzerine revizyon gelen hükümsüz projeleri veya gazete kağıtlarını masaya serip kahvaltı sofrasını hazırlar, sonra beni beklerdi. ben bazı sabah sekizde, bazı sabah sekiz buçukta gelirdim işe. ben gelmeden kahvaltıya başlamazdı. oturup kahvaltılığı yerken üç beş laflar, o günkü işleri programlardık. hiç itiraz ettiğini, hiçbir işi yokuşa sürdüğünü, yalan konuştuğunu duymadım. ne işçileri bana karşı korurdu ne de beni işçilere karşı. çok düz, çok basit bir adamdı.

    bir akşam paydostan sonra ofise geldi, hakediş hazırlıyordum. "şef, hadi gel bi bardak çay içelim" dedi. normalde böyle şeyler olmadığından refleksle "hayırdır ya kötü bi şey mi oldu canın mı sıkkın senin?" diye sordum. "yoo, öyle sıkıldım biraz" dedi.

    zonguldak' ta bilen bilir, çok güzel çay bahçeleri vardır. alabildiğine deniz manzaralı, ferah, yüksek yerler. insanın gerçekten hem içi açılır hem de o devasa karadeniz görüntüsü karşısında biraz garip hissedersin. bu çay bahçelerinden birine oturduk, o çay söyledi ben kahve. "yauv sen de hep kayfe içiyosun, çarpıntı yapmayor mu?" dedi, kafasını diğer tarafa dönerek güldü. huyu böyleydi, şaka yollu takıldığında gülerken başka tarafa dönerdi. "çay sevmiyorum ya, alışınca zaten çarpıntı falan da yapmıyor" dedim ben de güldüm.

    biraz böyle uzağa baktı, insanın canı öyle bi manzara karşısında ya hiç konuşmak istemez ya da konuşmaya başladığında artık hiç lafını kontrol etmeyeceğini bilirsin. biraz öyle sanırım konuşacaklarını kafasında toparladıktan sonra başladı anlatmaya.

    on beş yaşındaymış, sevdiği kızı ne kadar istediyse de vermemişler. araya aracılar göndermiş, babasının karşısına bizzat kendisi gitmiş dikilmiş, abileriyle konuşmuş. olmamış. ne yaptıysa para etmemiş. askere gitmeden önce kızı başkasına vermişler, mustafa' dan daha zengin birine. mustafa askere gitmiş, tezkereyi aldığı gibi nizamiye kapısından çıkar çıkmaz inşaat işlerinde çalışan bi köylüsünü aramış. mersin' de bir şantiyedeymiş o sıralar köylüsü, mersin otobüsüne bilet almış mustafa. dönmemiş bir daha köye. ne bir ev ne bir yurt, şantiyelerden başka mekanı yok.

    "kaç yaşındasın?" diye sordum, "kırk iki yaşındayım şefim" dedi. düşünmesi bile ürkütüyor beni, yirmi yedi yıl. koskoca yirmi yedi yıl. dipsiz bir boşlukta geçmiş, karanlıkta yaşanmış bir insan ömrü. "o kızı bir allahın günü olsun unutamadım yau şef, nerden bulduysa adresimi bulmuş bir tane fotoğrafını göndermiş her akşam bakar dururum" dedi. "ne zaman bu kadar yıl geçti ben hiç anlamadım, işten başka şu hayatımda hiçbi şey bilmedim, öyle yaşadık gitti işte boşu boşuna biz de"

    akşam saat altıydı çay bahçesine oturduğumuzda, saat dokuz buçuğa kadar anlattı mustafa. "eh, hadi yeter bu kadar kafanı şişirdim senin de" dedi, güldü, kafasını diğer tarafa çevirdi.

    ertesi sabah uyanmış, herkesten yarım saat önce şantiyeye gelip çayı demlemiş, sahada bi tur atmış, üzerine revizyon gelen hükümsüz projeleri masaya serip kahvaltı sofrasını hazırlamış, sonra beni beklemiş. yüzüne baktım, o dün akşam bana hikayesini anlatan adamdan en ufak bir eser yok. mustafa değil, mustafa usta duruyor karşımda.

    size hikayeyi onun kelimeleriyle anlatmadım, bunu özellikle yapmadım. mustafa' ya haksızlık olur gibi geldi.

    unutmamak deyince hep mustafa' nın o fotoğraftan gülümseyerek bahsedişi geliyor aklıma.

  • yahu ben torumlarıma, çocuklarıma nasıl derim sizin büyük büyük dedeniz mırto ağa diye yaa. allah aşkına yapma e-devlet.
    ulu reis, bileği bükülmez yiğit, sırtı çimen görmemiş cengaver, haçlı ordularına el aman çektirmiş, cesaretiyle 3 kıta, 7 denizde nam salmış korkusuz mırto ağa mı olur?

    edit: bir arkadaşımızdan mesaj geldi:
    "hocam kütük neresi? benim dede de mırto çıktı" diye. gülmekten cevap veremiyorum görünce. benim dede mırto çıktı, ne demek ahahahaha hay yaşşa be kardeş

  • babaannemin adını senelerdir karıştırıyoruz melahat mi melihat mı diye. melihaymış. teşekkürler akp

  • araba kaçakçılığından hapis yatmış, hülya avşar'la tüm türkiye'nin gözü önünde karısını aldatmış, kumarhanelerde basılmış, hiçbir işte dikiş tutturamayıp sürekli kirli işlerle adı anılan, belki paçayı kurtarırım diye önce mhp'den, olmayınca akp' den aday olmuş, o da olmayınca akp'deki kazanç kapısını görüp şansını zorlamaya devam eden örnek karakter tanju çolak'tan müthiş bir jest. tam bir vatan sevdalısı gerçekten.

  • diger ismi ile nitröz oksit(n2o), solunum yoluyla uygulanan bilinçli sedasyon ajanlarının en çok kullanılanı olup renksiz, hoş kokulu, yanma ve alev alma özelliği olmayan inorganik bir ilaçtır. bu ilacın kullanımına ilk olarak iskandinav ülkelerinde (özellikle danimarka’da) 1930’lu yıllarda başlanmıştır. kan akımına etkisi tamamen fiziksel olduğu için vücuttaki dokularla kimyasal bir bağlantı yapmadığı bilinmektedir. oksijenle birlikte kullanıldığında en önemli etkisinin, santral geri dönüşümlü sinir sistemi baskılaması olduğu ileri sürülmektedir. uygulandığında gazın büyük bir bölümü hemen kana karışarak akciğerlere gönderilir. plazmada çözünmesi düşük seviyede olduğu için etki dozuna çabuk ulaşmakta ve kesildiği anda kandaki dozu hızla azalmaktadır. yan etkileri azdır ve yeterli oksijen ile birlikte kullanıldığında toksik etkisi olmayan bir gazdır. yüksek konsantrasyonlarda nitröz oksit kullanımının mide bulantısına neden olduğu ve doğru ayarlanamayan doz verildiğinde ise hastada endişe ve heyecanın artmasına neden olabilmektedir.