hesabın var mı? giriş yap

  • evet, nihayet bitirdim ve sizlere orijinal eserle netflix uyarlaması arasındaki birtakım felsefî farkları anlatacağım.

    buradan itibaren spoiler deryası.

    kitapla dizi arasında illa ki farklar olur, bunu yadsımak anlamsız. farklı mecralar neticede. hatta bazı uyarlamalarda ana eserin tamamen dışına çıkmak da mümkün. mesela the man in the high castle öyle bir diziydi. çünkü orijinal kitap pek fazla diziye malzeme verecek durumda değildi. felsefî bilimkurgu diyeceğimiz bir tarzdaydı. aksiyon azdı. hâliyle diziye uyarlamayı tercih edenler, onu başka bir kalıba sokmuştu.

    netflix'in yaptığı ise kitabın ruhunu paramparça edip onu tamamen amerikan tarzı bir "uzaylı istliası" formatına sokmak. hatta bilimkurgu janrından çıkarıp büyülü fantastik bir evrene dönüştürmek.

    ne demek istiyorum?

    orijinal kitapta trisolaris gezegenindeki canlılar, dünyadaki bilim insanlarının beynini yıkamak ve bu arada gezegenlerinin hâlipürmelalini gözler önüne sermek için bir bilgisayar oyunu tasarlıyorlar. (evet, dizide de var.) bu oyunu ilk kez oynayan kahramanımız profesör wang miao, üniversitedeyken aldığı bir fotoğraf dersini hatırlıyor.

    o derste hocası, iki kare gösteriyor öğrencilere. ilki, çinli song hanedanının ressamı zhang zeduan'ın elinden çıkma, along the river during the qingming festival isimli eser. başkentte hanedan ailesinin de katılımıyla kutlanan bir bayram bütün detaylarıyla aktarılıyor bu resimde. ikinci karede ise belli belirsiz bir bulut ve onun hemen arkasında parıldayan bir güneşin fotoğrafı var.

    soru şu: hangisi daha fazla bilgi barındırır? ilk etapta herkes ilk resmin bize daha çok şey verdiğini düşünür ama esasında ikinci karenin derinliklerinde çok daha fazla bilgiye rastlamak mümkündür. klasik bilgisayar oyunları detaylı tasvirleriyle oyuncuları içine çekmeye çalışırken, trisolaris'lilerin yaptığı oyun bu basit görüntünün altında çok katmanlı, sofistike bir bilgilendirme aracı.

    işte efendim, netflix'in yaptığı dizi ile orijinal kitap arasındaki en büyük fark bu. batılı yaratıcılar, bu sadeliğin arkasına saklanmış sofistike hazineyi (ç)alıp göze hoş gelecek biçimde yeniden yorumlamış (müzelik etmiş). bunda bir sorun görmeyebilirsiniz, farklı yorumdur deyip geçebilirsiniz. ben sadece farka işaret ediyorum.

    ikinci meselem ise karakterlerle ilgili.

    şimdi efendim ye wenjie, bu kitabın en önemli karakterlerinden birisi. antagonist mi? evet. villain mı? hayır. bu kadının neler yaşadığı, neden trisolaris'le iletişime geçtiği, ardından neden mark evans'la ters düştüğü ve kurdukları cult içinde neden fraksiyonlar oluştuğu detaylıca işlenmeyi hak ediyor. ye wenjie fanatik bir terörist mi? hayır.

    ama netflix dizisinde tam olarak öyle yansıtılıyor. dizi, bilim dünyası ve insanlığın önde gelenleri için epey sarsıcı olacak bir gelişmeyi (dünyada yalnız değiliz ve dahası bizi istila etmeye geliyorlar) klasik bir terör-güvenlik mantığı içinde ele almış (bkz: 11 eylül sonrası dünya düzeni). bilim insanlarının yaşadığı "acaba bizim bilim dediğimiz şey, algılarımızın darlığı nispetinde bize oynanan bir oyun muymuş?" travması tamamen es geçilmiş. the shooter (atışçı) ve the farmer (çiftçi) hipotezlerine hiç girilmemiş. (şurada ingilizcesi var.)

    çevre felaketleri, nükleer savaş ihtimalleri ve kıyametçilik gibi akımlardan bahis pek yok. kitapta önemli sayılabilecek bir karakter olan mark evans, sanki bir rahipmiş gibi sürekli "my lord, my lord" diye dolaşan bir ihtiyara dönüşmüş. baş kahraman wang miao parçalara ayrılmış (ki bence güzel bir fikir) ama bu parçaları toplayınca anlamlı bir bütün çıkmamış. bilakis hikâye gereksiz aşk hikâyeleriyle sulandırılmış. ayrıca shi qiang gibi orijinal bir karakter harcanmış, yerine ikâme edilen adam (da shi) da araya kaynamış.

    hadi bilimsel açıklamalara girmeyelim, izleyici sıkılmasın diye düşündünüz, onu anlarım, ama kardeşim karakterler şıp diye bakıp her şeyi anlamasın di mi? azıcık dünyamızı tanıyalım. yani saul durand isimli karakter son bölümde üç beş kere "neden ben?" diye soracağına, bir kez sorsun, cevabını alsın, oradan artan süreyle de trisolaris'in teknolojik kabiliyetlerini adam gibi açıklayın ki boşluklar sırıtmasın.

    açıkçası diziyi seyrettim çünkü merak uyandırıyor. çekimler de iyiydi. diyaloglar sıktı sadece. üstelik tencent'in o uzun uyarlamasını da seyretmiştim. netflix özelinde batılı eğlence sektörünün çoğu zaman seyirciyi "aptal" yerine koymasını ve ona uygun içerik üretmesini tiksindirici buluyorum. azıcık güvenin be kardeşim şu insanlığa. bakın üç güneşliler geliyor...

    son bir not: dizi, sadece ilk kitabı değil, ikinci ve üçüncü kitaptaki bazı konseptleri de kullanmış. muhtemelen sonraki sezonlarda ayrışma artarak devam edecektir. çünkü diğer kitaplarda zaman sıçramaları da var.

  • 35 bin bence çok acı ama iyimser rakam.
    daha gidilemeyen 10binlerce ev varken ben sayının maalesef 200.000 'in üzerinde olacağını düşünüyorum.
    insanlar kaderleri ile baş başa.
    yazık oldu tüm insanlarımıza.

  • nusret'e teşekkür etmemi sağlayan hareketidir.

    reklam yapıyor diyenler olacaktır. aynı maliyete gerçekten reklam da yapabilirdi ama çocuklar hamburger yememiş olurdu.

  • bugünkü kazada ölenlerin yakınlarına sabır dilerim. çok zor!

    yıllar önce bu şirket daha yeni yeni büyürken babam da burada otobüse ortaktı, çalıştırıyordu. 1994 kasımında babam kendi otobüsüyle istanbul'dan dönerken uyuyakalan bir kamyon şoförünün ters şeride girmesiyle kafa kafaya çarpışma olmuş ve o an tabi en önde kokpitteki babam, ve diğer ortaklardan biri dahil tam emin olmamakla birlikte 16 kişi hayatını kaybetmişti. yine aksaray'da tuz gölünün kenarında olmuştu.

  • öncelikle tavuk suyuna çorba tadında bir entry giremeyeceğim için bu başlığın takipçilerinden özür dilerim.

    efendim, maalesef 10 aylık kızımı iki gün önce havale geçirdiği için hastaneye kaldırdık. ateşten kasılmış, dudakları morarmış kızımın başında damar yolu açmaya çalışan, oksijen veren, soğuk kompres yapan insanlar falan... manzara tarif edilemez, allah kimsenin başına vermesin. neyse... iki gün hastanede yattıktan sonra bir kaç saat önce eve geldik. kızım şimdi yan odada annesinin kucağında mışıl mışıl uyuyor... herşey yolunda... dahası ateşini her kontrol ettiğimde ateşinin 36,5 derece ve buna yakın bir değer gördüğümde sevinçten ateş ölçeri kıçıma sokasım geliyor. o derece. ben ömrümde mutluluk nedir hiç tatmamışım meğerse be...

    evet, gülümsetmek kelimesinin hafif kaçtığının farkındayım. belki yanlış başlığa yazmışımdır. aramaya inandım ama benzer bir şey bulamadım. "öyle bir sevinmek ki sevinçten ateş ölçeri kıçına sokmak" diye bir başlığa da sözlüğün ihtiyacı olmadığını düşündüm. sevincime verin, idare edin.

  • çok kral bir grup. türkçe şarkılara ilgi gösteren yabancı gruplar ya da müzisyenler neden bu kadar sempatimi kazanıyor, bu da içten içe milliyetçi bir refleks midir bilemem.

    ayrıca günümüzde böyle müzik yapan bir grup daha var, the devils anvil'in manevi oğulları diyebiliriz kendilerine, brothers of baladi grubun adı. vokali biraz daha nezih, halilye biraz daha batı kalabiliyor anvil'e göre. ama yine de candır tabi.

  • dibine eşşek kadar taşlı bilezik koymuşlar, sonra da vay efendim "dünyanın en pahallı tatlısı"

    ben de kaşıkçı elmasına krem şanti sıkayım o zaman yeni yeni rekorlara koşayım...