hesabın var mı? giriş yap

  • iyi bir vurgun olmuş tebrik ediyorum. ucuz döviz diyerek yapmış olması ünlü dolandırıcı sülün osman'ın bir sözünü hatırlattı "aslında onlar beni dolandırmaya çalışıyordu."

  • canlının kilosuna, et kalınlığına, bir av hayvanıysa avlanma şekline, vücutta bulunan enerjinin durumuna göre başlama süresi değişen doğal savunma sistemdir bu. "öldükten sonra gelen savunma sisteminin bana ne hayrı var lan" diyen bilim sever kişiler için biraz daha açalım konuyu. şimdi bilindiği üzere gelişmiş canlılarda hareket kasları oluşturan aktin ve miyozin ipliklerinin birbirlerinin içine kayması ile sağlanır. bu kayma hareketine enerji sağlamak için de canlı, miyozin ipliğine sürekli atp bağlamak zorundadır. eğer bir nedenden dolayı bu miyozin ipliği atp ile doyurulmazsa kendisi gidip aktin ipliği ile birleşir ve aktomiyozin adı verilen yepyeni, taşlardan sert yekpare bir yapı oluşturur. hee yani neymiş? rigor mortisin oluşma nedeni kaslara yeterli atp iletilememesi imiş. işte bu nedenle canlının öldüğü sırada ne kadar atp sahibi olduğu, ölüm sertliğine giriş ve orda kalış zamanı belirleyen bir faktörmüş.

    -iki sattir anlatıyosun ama hala savunma sistemi meselesine gelmedin puşt.

    haklısın sevgili okuyan kişi şimdi oraya geliyorum. efendim ölüm sertliği falan denince nedense akla ilk önce kaskatı kesilmiş insan bedeni geliyor. oysa et ticareti yapan firmalar bu konuyu araştırken farketmişler ki rigor mortis sürecinde canlı bünyesinde enzim bakteri ve bozulmaya neden olan aktiviteler sıfıra çok yakın değerlere düşüyorlar. yani bir balık/dana/tavuk ölümsertliğine girdiği anda ugun koşullara alınıp dondurulursa, bozulması çok daha geç olmakta, taze kalma süresi uzamaktadır. hani ticari anlamda da düşünmeyelim. siz balığı tuttuğunuzda ölüm sertliği geçmeden buzdolabına kaldırırsanız, çok daha uzun bir süre tazeliğini muhafaza edebilirsiniz.

    -bu mu yani şimdi savunma sistemi ?
    -evet bu

    şöyle de birşey var ki olta balığının ağ balığından kıymetli adledilmesi bu konuyla biraz alakalıdır. ağ balığı ağ toplanana kadar orda çırpınıp enerji harcadığı için ölüm sertliğine erken girer ordan erken çıkar ve tazeliğini nispeten daha kolay kaybeder. diğer yandan olta balığı mis gibidir stres olup atp parçalamamıştır, rakının yanında kuzu kuzu yatmaya hazırdır, candır o candır.

  • bizim oğlanda iki sene önce ilkokula başladığında, okulunun koridorundaki satranç köşesinde akran öğrenmesi vesilesi ile bir satranç sevdası yeşerdi. her akşam eve başka bir arkadaşı ile yaptığı maçların hikayeleri gelmeye başladı. bir akşam biz de bir maç yaptık, ben tabi acımam affetmem bak diye önden göz korkutmak için " ortaokulda turnuvada üçüncü olmuştum*" dedim buna. sonra da maçta tokatladım zibidiyi. adam rocky balboa gibi, günden gün iyice kaptırdı kendini.

    önce youtube'da satranç eğitim videoları izledi. bütün taşları, hamleleri, açılışları, terimleri öğrendi. ekran karşısında adeta kung-fu yüklenen neo gibiydi. bir süre sonra satranç uygulamalarına dadandı. evin içinde "vezir gambiti mi hint savunması mı daha estetik?" diye gezmeye başladı. (bkz: #87953133)

    son seviyede artık kasparov'un, karpov'un, carlsen'in eski maçlarını seyretmeye başladı. "orada fil g5'e mi oynanır yeaa?" diye edepsiz yorumlarda bulunuyordu. iş artık 1851'de oynanan maçların hamlelerini ezberlemeye ulaştı. artık hemen her akşam maç yapıyorduk ve beni yeniyor ya da yenemese bile çok zorluyordu.

    pandemi döneminde çocuklara sokağa çıkma yasağı başlayınca, daha önce yüz yüze satranç dersi aldığı bir satranç kulübünün başka bir eğitmeninden çevrimiçi eğitim almaya başladı. skype'taki derste önce öğretmenle tanıştılar. ardından öğretmen muhabbet açılsın diye sordu:

    - ünlü oyunculardan kimseyi biliyor musun?
    + babam var.
    - aaa kim ki?
    + bir kere turnuvada üçüncü olmuş.

    var ya, işte o an, öğretmenin çaresizliğini falan boş ver, kasparov'un carlsen'in tüyleri nasıl ürpermiştir, anderssen ve kieseritzky aynı anda nasıl ters dönmüştür mezarlarında. lan sen bütün satranç külliyatını hatmet ama gelen ilk temel soruda bilal oğlan gibi "babacım" diye mırıldan. yok yani babacı da değil ibiş:

    - deniz, ara tatilde ikimiz ankara'ya gidelim mi?
    + annem de gelsin ben onsuz yapamam çok özlerim.
    - bak ya! siz ikiniz gidin o zaman bence.
    + ee valizleri kim taşıyacak??