hesabın var mı? giriş yap

  • üç arkadas tren istasyonuna gitmisler. içlerinden biri giseye
    yaklasip bilet almis ve trenin kalkmasina ne kadar zaman oldugunu
    sormus.

    - bir saat on bes dakika... arkadaslarına dönmüs:
    - daha çok var, hadi gidip su karsıkı kafede çay içelim... oradan
    buradan derken laf lafı açmis... birden
    tren düdügüyle kendilerine gelmisler.
    kosarak disari firlamislar ama, nafile... tren kaçmis..
    sormuslar:
    - sonraki tren ne zaman?
    - bir buçuk saat sonra... yine dönmüsler kafeye. yine çay, yine laf
    ve derken yine düdük sesi...
    kosmuslar ama bu defa da treni kaçirmislar.
    bir saat sonra bir tren daha varmis. dönmüsler kafeye...
    ama bu kez uyanik duruyorlar.
    trenin sesini duyar duymaz kalkmislar ve kosmaya baslamislar.
    içlerinden ikisi; biri bir vagona, digeri baska vagona zar zor
    yetismis...
    üçüncü ise geride kalmis ve yetisememis...
    bir süre dövündükten sonra baslamis katila katila gülmeye.
    durumu gören istasyon memuru dayanamayip sormus:
    - hem treni kaçirdin hem gülüyorsun!
    - nasil gülmeyeyim!... onlar beni ugurlamaya gelmisti...

  • aslında ne tam anlamıyla bir dialog ne de komik.
    aslında daha cok trajikomik.

    arkadaşımın üstün zekalı kuzeniyle tanıştım bundan 4-5 sene önce. çocuk o zamanlar 8-9 yaşında.
    arkadaşımla çocukla tanıştığım günün akşamında telefonda konuşuyoruz, velet de yanında:

    ben: kuzenin beni sevmiş mi?
    arkadaş: sevdin mi diye soruyor lan
    velet: bu yaşta bir insanın böyle bir soru sorduğuna inanamıyorum. kendisini sevecek ya da sevmeyecek kadar tanımıyorum. sadece bir kaç saat beraberdik. ne duymak istiyor benden?

    salak çocuk.

  • babası bu yöntemi uygulayan bir arkadaşım geçen hafta 35 yaşına girdi.

    bu yaştan sonra geri de çekemiyorlar.

  • müthiş bir görmemişlik ürünü. hayatımda gördüğüm en leş dekorasyona sahip ev. o dolaplar pahalı diye estetik olmak zorunda değil güzel kardeşim.

  • sırbistan - belgrad - knez mihajlova caddesi

    norveç - oslo - karl johan caddesi

    benziyor evet ama eski istiklal'e. şimdiki bol arap istilalı,bir boka benzemeyen istiklale değil.

    çekya - prag için de belki wencheslas meydanı taksim meydanı'na benziyor denilebilir.

  • çalışma bakanlığı tarafından hazırlanıp işçi cinayetlerine ilişkin patronu ve devleti aklamaya yönelik yayınlanan kamu spotu

    eskiden gizli gizli yaparladı böyle algı yaratma işlemlerini fakat artık demek istedikleri şeyi kendi kesimleri anlamaması endişesinden spotunun sonunda "iş kazası diye bir şey yoktur" yazma ihtiyacı da hissetmişler.

    gözlerimiz "fıtratında var" cümlesini aradı...

  • sadece eylül 1717-kasım 1718 arasında (yaklaşık 15 ay) faaliyet göstermiş bir korsan için epeyce ünlüdür.

    namı-diyar "karasakal". bu şekilde anılmasının nedeni kolayca anlaşılabileceği üzere uzun, siyah ve gür sakalıdır. maynard tarafından söylendiğine göre sakalını kurdelelerle bağlayıp bir ahtapotun kollarıvari bir görüntü yaratırmış. üzerinde taşıdığı askısında genellikle 5-6 civarı tabanca olduğu da başka bir söylenti.

    1701-1714 yılları arasında ispanya veraset savaşında savaşıyor. savaştan sonra ise bir şekilde bahamalar'a new providence'e gidiyor. burada korsan benjamin hornigold ile tanışıyor ve onun mürettebatına katılıyor. korsanlığı oldukça çabuk bir şekilde öğreniyor ve esir alınan bir geminin kaptanlığı hornigold tarafından kendisine veriliyor -ki bu gemi queen anne's revenge'dir-. ardından new providence civarında ünlenmeye başlıyor.
    woodes rogers'ın new providence'a gelmesiyle yeni bir üs bulma ihtiyacı ortaya çıkıyor ve kuzey carolina, ocracoke adasına yerleşip bu adanın yakınından geçen gemileri yağmalamaya başlıyor. fakat tabi ki filmlerde ve çizgi filmlerde gördüğümüz gibi her gemiden sandık sandık altın çıkmıyor. karasakal bu yağmalar sonucu ele geçirdiği rom, köle, odun vs gibi sayısız malları yakındaki kasabalarda satıyor. hatta bu amaçla valiye rüşvet vererek hakkında bir af çıkarttırıyor ki yargılanmaktan kurtarabilsin.

    neyse, mart ayı civarında ele geçirdiği gemilerle birlikte toplamda 400 mürettebatlık bir donanmanın başındadır. fakat bu süreç boyunca özellikle güney carolina'daki charleston limanının kuşatılması, 8'den fazla geminin yağmalanması ve sürekli şikayetler kraliyet donanmasının dikkatini çekmiş, donanmaya harekete geçilmesi yönünde emir verilmiştir.

    bu amaçla, maynard yönetimindeki hms pearl ve hms lyme mürettebatı ocracoke adasının büyük savaş gemilerinin yanaşmasına müsade etmeyecek kadar sığ olması nedeniyle iki küçük şalopa'ya -jane ve ranger- aktarılmış, sayıca az durumda olan karasakal ve mürettebatına -adventure- ani bir baskın düzenlemişlerdir. çıkan çatışmada karasakal adventure'ı, maynard'ın jane'ine aborda etmek gibi bir hata yapmış. bunun sonucunda ise çoğunluğu jane'in güvertesinde saklanmış kraliyet donanması askerleri saklandıkları yerden çıkarak karasakal'ı sayıca az durumda bırakmışlardır. buna rağmen karasakal maynard'ı öldürmek üzereyken maynard'ın mürettebatındaki bir iskoç yardımına koşmuş ve karasakal'ın kellesini uçurmuştur. ardından karasakal'ın kellesi geminin civadrasına asılmıştır.

    kaynaklar: pirates 1660-1730, osprey publishing
    korsanlar arasında yaşam, david cordingly, dost yayınları

  • bu cümleyi o zamanlar lise öğrencisi olan abime kurmuş olan babadır.
    adam öss'de %1'e girip tıp fakültesini bitirmiş, bir kaç sınavı kazanıp harvard'da uzmanlığının bir kısmını yapmış ama amerika'yı beğenmeyip burda mutlu değilim diyip geri dönmüş bir adamdır. 31 yaşında da çalıştığı hastaneye başhekim olmuştur.
    oysa bu sözü bana söyleseydi kanımın son damlasına kadar haklı çıkaracaktım kendisini. dağ gibi adamın sözleri havaya gitti.

  • flört dönemi her türlü angaryaya en açık olduğumuz dönem. evlenme niyeti ve vaadi olmasa da, erkeğin kadına aile babası rolündekini başarısını, kadının erkeğe ev hanımı potansiyeli hakkında ilk intibaı vermeye kastığı stajerlik dönemi gibi bir şey. zaten sözlükte de aratın stajer (stajyer?) asistan angaryaları gibi örnekleri bulacaksınız. özetle bu örnekten de anlaşılacağı üzere en güzel angarya, karşılıksız iş ve emek olduğu kadar, karşılığı verilecek olsa bile mahiyetinin ne olacağı belirsiz bir takım umut ve hayaller sırası ve sayesinde de yaptırılan angaryadır.

    hayatımda bu tip flört dönemlerinde en az iki kere ev taşıdım, nereden baksan 200-300 kilometre yol gittim, toplamda 20-30 saat hiç bir alakam olmayan yerlerde bekledim, bir düzine kadar hiç bir şekilde muhatap olmamam gereken adamla 'böyle' (elimle iç içe geçmiş kanca hareketi yapıyorum) oldum. ne oldu sonuç? sıfır.

    yani o flörtlerden beklentim, flörtlerin sevgilimleşmesiydi, olmadı. koliyi taşıdığım, yatağı, şilteyi sırtlandığımla kaldım. terli terli 'ne önemi var canım?' derkenki sahte babacanlık ifadelerinden öte yüzüme bir ifade konduramadı bu işler. o kadar kolisini, kaya gibi sofasını, masasını taşıdığım bir kişiden de ne bir hayır duası aldım, ne başka bir şey.

    bunu niye yazıyorum? şundan. bir kaç vakit evvel bir kızlan tanıştım. öyle 'maksatlı' tanışma da değil, normal tanıştım. kız sürekli beni arıyor, ne yapıyon, ne ediyon. dedim, 'vay yazış'. sonra bugün öğlen saatlerinde aradı, dedi ki 'otis ev taşınacak.'. yaaa. işte o an böyle bir sevindim anlatamam. iyi ki flörtleşmemişim. flörtleşeydim yine taşıyacaktım koli koli, bali bali, koli baliyi. ya çok yorgunum hastayım, bir yetiştirmem gereken iş var dedim, oturdum bu entry'i yazdım. şimdi buradan bana eşyasını taşıtmış olan diğer iki kıza sesleniyorum: sağa sola eşgalimi mi dağıttınız ulan? otis bıraktı artık o işleri. kendini zor taşıyor. yallah.

  • ulan madem müdahale edeceksin neden faiz düşürüyorsun, madem yüksek kur istiyorsun neden müdahale ediyorsun? ne yaptığını bilmeyen, liyakatsiz adamların elinde oyuncak olmuş bir para birimi ve sefil bir halk.

  • dikkate değer olay.

    adam cıvıklık yapacak olsa bile parayı basıyor tesisatını yaptırıyor. mark gibi vileda kovasını alıp kafaya dikmemiş, takdir ettim.